Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

KORONAVİRÜS SALGINI SONRASI TÜRKİYE

Türkiye yakın zaman öncesine kadar Doğu Akdeniz, İdlib, Libya ve gibi bölgesel sorunlarla meşgulken aniden Elazığ depremi ile sarsıldı ve ardından korona virüsün yol açtığı Covid-19 salgını ile karşı karşıya kaldı. Bu salgın tüm dünyayı politik, ekonomik ve sosyal anlamda etkileyen, gündelik hayatın akışını değiştirecek küresel bir kriz yarattı.

Bu krizin sonuçlarının ne olacağını şimdiden kestirmek zor olsa da yeni tip korona virüs salgınının küresel çapta orta ve uzun vadede yaratacağı sonuçlara ilişkin tartışmalar sürüyor.

Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak, yaşam biçimleri bile değişecek” deniliyor. Biz de dünyanın bu salgından sonra ve salgının uzun bir süre daha devam durumunda yeni bir döneme geçeceğini ve yeni uygulamaların başlayacağını söyleyebiliriz.

Bütün ülkeler bu virüse karşı bir çare bulununcaya ya da mutasyona uğrayıncaya kadar zaman kazanmak, mümkün olduğu kadar az zayiat vermeye çalışıyor. Sağlık sisteminin, ekonominin ve kamu düzeninin çökmesini önlemeye çalışıyorlar.

Bu durumda, ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ anlayışına sahip görünen dünya liderlerinin uluslararası ortak bir eylem planı üzerinde anlaşacaklarını düşünmek iyimserlik sayılıyor.

KORONA VİRÜS SALGINI NELERİ GÖSTERDİ?

Korona salgınının genişlemesi, bütün dünyaya yayılması karşısında devletler, sağlık alanındaki önlemler yanında, özellikle ekonomik ve mali konularda çok ciddi kapsamlı kararlar aldı. Türkiye’de ise sorumluluk yine ekonomik krizin ağırlığı altında ezilen vatandaşa kaldı. Alınan kararlar ile Batı dünyasının piyasacı düzen anlayışına terkedilen sağlık ve eğitim sistemindeki eksiklikler, diğer taraftan kapitalist sistemin zaafları ortaya çıktı.

Piyasa ekonomisinin, giderek piyasa toplumuna dönüştüğü; kapitalizmin kâr hırsının, hiçbir kural, hiçbir insani, vicdani, ahlaki değer tanımadığı; özelleştirmenin bazılarının öne sürdüğü gibi her derde deva olmadığı, küreselleşmenin sınırları kaldırıp, dünyayı küçük bir köy yapıp, sorunları çözmediği görüldü.

Aslında dünya, bugün akla ve bilime yatırım yapmayan, sağlık merkezlerini ticarethane anlayışı ile yöneten, yoksulluğu ve işsizliği bitirmek yerine daha fazla rant amacıyla çalışan sistemin sancılarını çekiyor.

Korona virüsün yol açtığı Covid-19 salgını dünyaya ve bize şunları gösterdi: Akıl ve bilimin, sosyal devlet odaklı politikaların (kamucu sağlık, toplumcu hekimlik, koruyucu gibi), planlamanın, kaynak seferberliğinin, yurttaş bilincinin, eğitimin ve küresel işbirliğinin önemi.

Bununla birlikte, ülkemizde devletin işlevinin ne olması gerektiği, nasıl yapılması gerektiği “sosyal devlet” tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Dolayısıyla, şimdiden ulus devletlerin bundan sonra çok daha fazla içlerine kapanarak kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayacak şekilde bir ekonomi politikası geliştirecekleri öngörülüyor.

Sonuçta, korona virüs salgını devletin ne kadar güçlü olması gerektiğini gösterdi. Yani, devletin temel işlevlerini tam olarak yerine getirmesi gerektiğini, devletin en zor zamanında yurttaşlarına, onların ödediği vergilerin karşılığı ve sorumluluğu gereği destek olabilmesini, üstelik bu desteklerin yöneticilerin veya bireylerin lütfuna ve merhametine bırakılmaması, sosyal devletin kurumları aracılığı ile sistematik bir şekilde yapılması gerektiğini gösterdi.

Bunun yerine getirilebilmesinde halkçılık ve devletçilik ilkelerinin, Cumhuriyetin kamuculuk ve planlama anlayışının önemini bizlere hatırlattı. Böylece “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bilimin önemini vurgulayan, “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyen, akıl ve bilim üzerine kurduğu Cumhuriyetin halkçı, kamucu, toplumcu yönüne dikkat çeken Atatürk’ün dehası bir kez daha anlaşıldı.

DEVLET VE SAVAŞ

Bir hatırlatma yapacak olursak, devletten beklenen üç temel işlev olmalı: Beka, refah ve demokratik yaşamın sürdürülmesi. Bekadan kasıt bugün ve yarın ayakta kalabilmek. Devletin günlük işleri eksiksiz olarak yürütürken olağanüstü durumları da düşünmesi, yaptığı hazırlıklarla tedbir alması gerekli.

Peki, şimdi akla şu soru geliyor: Devlet bugün işlevini tam olarak yerine getiremiyorsa, yarın için hazırlık yapabilir mi? Bunun cevabı: Devlet öncelikle günlük/rutin yapılması gereken işleri eksiksiz yapacak şekilde yerine getirirken olağanüstü hallere de hazırlık yapmalı. Bu amaçla devlet önce doğru yapılandırılmalı, yeterli ve yerinde kaynak kullanılmalı ve insanları iyi eğitilmeli.

Devletin bekasına yönelik her tehdide karşı savaş verilmesi gerekir. Savaş sadece silahlı kuvvetlerle yapılan bir faaliyet değildir. Alanı da günümüzde sadece askeri olmaktan çıkmıştır. Savaş, bekaya yönelik her şeye karşı yapılır. Bu savaş salgınlara, yangınlara, depremlere, paralel devlet yapılanmalarına, darbecilere, hatta ideolojik saldırılara karşı… Kısacası ayakta kalmamızı sağlayan her şeyi yaşatmak, yıkılmamıza yol açacak her şeye karşı koymak için.

İçinde bulunduğumuz dönemde Türkiye’nin güvenliği ve bekası için en büyük tehdit, korona virüs salgınıdır. Böyle bir dönemde beka sorunu, ülkenin ayakta kalabilmesi ve halk sağlığıdır. Bu nedenle ekonomik, askeri ve bilimsel alanlar da dâhil olmak üzere tüm imkânlar ve milli güç unsurları, bu tehdidin asgari zayiatla atlatılabilmesi için kullanmalıdır.

Devletin günlük yaşamın aksaksız yürütülmesi ve bir salgın durumunda olası senaryolara yönelik kapsamlı hazırlığının (salgınla topyekûn mücadele stratejisi ve bir eylem planı) olup olmadığı, eğer varsa (ki olduğunu öğrendik) bunun uygulanıp uygulanmadığı ve işe yarayıp yaramadığı ortada.

Türkiye’nin mücadele yönünden İran’dan, İtalya’dan, İspanya’dan, Fransa’dan ve ABD’den daha başarılı olduğunu ifade etmek gerekiyor. Ancak, zamanında yeterince hazırlık yapılmadığı ve gerekli önlemler zamanında alınmadığı için Koronavirüs’ün Türkiye’ye girmesi ve bütün ülkeye yayılması önlenemedi. Bu kapsamda salgın başlayınca, Türkiye’yi yönetenler dış ülkelerle irtibatı kesmekte, salgın Türkiye’yi vurunca şehirler arası yolculuğu önlemekte çok geç kaldı ve günümüzde bunun bedeli ödenmektedir.

Bütün sorunun, politikacıların, bu dönemde teşkil edilen Bilim Kurulu’nun önerilerinin hepsini birden anında kabul etmemeleri olduğu anlaşıldı. Önlemlerin taksitle, peyderpey uygulamaya konulması ve bu nedenle etkilerinin azaltılması, salgının hızla yayılmasına yol açtığı anlaşılıyor. Çin’de salgın ortaya çıktığı görüldüğü zaman umre ve dış seyahatler yasaklansaydı, gelenler hemen karantinaya alınsaydı, maske zorunluluğu ve sokağa çıkma yasağı herkes için daha önce ilan edilseydi, salgının ülkemizdeki yayılma sürecinin geciktirilmesi sağlanabilirdi.

Şimdi asıl bu konuyla ilgili can alıcı noktaya gelelim:

Ekmek parası kazanmak için, ekonomiyi çevirmek için her gün işe gidip çalışmak zorunda olanların izolasyonu sağlanamadı. Yani, emekçilerin, esnafın, çiftçilerin, ticari ve sınai işletmelerin, mali ve ekonomik ihtiyaçlarının dikkate alınması ve bunlar için kaynaklar tahsis edilmesi gerekiyordu, ama bu yapılamadı. Çünkü Türkiye yaklaşık olarak iki yıldan beridir ekonomik kriz içinde bulunuyordu. Salgın nedeniyle birçok işyerinin kapanması sonucu devletin koruyucu gücüne ihtiyaç duyan (iş garantisi olmayan, günlük gelirle geçinen güvencesiz) kesim, açıklanan ekonomik tedbir paketinin kapsamı dışında kaldı. Bu geniş halk kesimi faturasını, kirasını nasıl ödeyeceğinin nasıl geçineceğinin ve işletmelerini nasıl ayakta tutacağının derdine düştü, bu zor günlerde devleti arkasında hissedemedi. Dolayısıyla devlete, siyaset kurumuna ve siyasetçilere olan güven zedelendi.

Ülkemizde siyasi iktidarların devleti kendi ideolojik hegemonyalarını kurmanın vasıtası olarak gördüğü için devletin ilk işi olan günlük işleri yürütme çabası ağır aksak ancak yürütülebildikleri görülüyor. Çünkü önceliklendirme siyasileşiyor. İktidar, kurulu devlet yapısını daha iyi çalıştırmak yerine kendine uygun devlet yaratmaya çabalıyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi (2020-11.5 milyar TL – Gazeteler) sekiz bakanlığın bütçesini aşabiliyor. Kızılay ülkede daha çok ilaçlama yapmak varken Endonezya’da korona mücadelesinde destek verebiliyor. Diğer bir örnek ise; iktidar, halkın canının derdine düştüğü bir dönemde Kanal İstanbul gibi ekonomik kaynaklarımızın boşa harcanmasına yol açan, emperyalizme ve yandaşlara peşkeş çeken, güvenliğimize, egemenliğimize, savunmamıza, doğal çevreye, ekolojik dengelere ve su kaynaklarımıza yönelik bir projeyi hayata geçirmeye çalıştığına şahit olunuyor.

Sonuçta, Türkiye’nin topyekûn mücadeleye yönelik önceden kapsamlı, etkin şekilde uygulanabilecek bir hazırlığı olsaydı, ekonomik önlemler önceden alınıp gerekli düzenlemeler buna uygun olarak zamanında yapılsaydı, bu korkunç virüsle mücadelede daha da başarılı olunduğunu görmemiz mümkün olacaktı.

YENİDEN ATATÜRKÇÜ KAMUSAL EKONOMİ

Hâlbuki Cumhuriyetin kuruluş yıllarında özgürlük ve bağımsızlığına kavuşan birçok hastalıkla boğuşan halkımızın sağlığına kavuşarak sağlıklı genç nesiller yaratabilmesi, uygar dünyada yerini alabilmesi ve bunun sürdürülmesi için çok önemli atılımlar gerçekleştirilmişti.

Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün önderliğinde onun yakın çalışma arkadaşları, 10 yıldır savaş yapan bir ülke devir almışlardı. Halkı zorluk içindeki devlet ekonomik yönden güçsüz, eğitim, sağlık yanında ekonominin her alanında sıkıntı yaşanmaktaydı.

Bu dönemde, Atatürk’ün yönlendirmesiyle ekonomik reformlar ve yatırımlar gerçekleşti. Atatürk, “Askeri zaferler, iktisadi zaferlerle taçlanmak mecburiyetindedir” diyordu. Sağlık konusuna özel önem verildi. Her ilde mutlaka bir devlet hastanesi, halk deyimiyle “memleket hastanesi” kurulmuştu. Ancak hastanelerin doktor, hemşire, araç, ekipman durumu yeterli değildi… Savaştan çıkmış Türkiye, verem, çiçek, kolera, veba, difteri, kuduz, tifüs gibi hastalıklarla boğuşuyordu. Bu hastalıklara karşı “sıtma savaşı”, “verem savaşı” gibi sloganlarla bilimsel savaş ilan edildi. 1921’de İstanbul ve Sivas’ta 3 milyon 269 bin kişilik çiçek aşısı üretilmiş, tabip ve sıhhiye memurları vasıtası ile aşılama çalışmalarına başlanmıştır. Osmanlı döneminde başlayan aşı çalışmaları 1930’da yerli aşı ve serum üretimi ile hızlanmıştır.

Türkiye’de doktor, hastane ve yatak sayısı yetersizdi. Bölgeler arası dengeler adaletsizliği vardı. Cumhuriyet hükümeti tüm bunların üstesinden gelmek için tıp fakültelerine ve tıp eğitimine önem verdi, doktor sayısı ve hastane sayıları yükseldi. 1928 yılında, Atatürk’ün direktifleri ile kurulan “Refik Saydam/ Hıfzıssıhha Enstitüsü” özverili, bilimsel çalışmaları ile tüm bu hastalıkları ölümcül olmaktan çıkardı. Yokluklar içinde serum, aşılar, ilaçlar üretti. Hatta ürettikleri serum ve aşılar, Çin’e ve diğer ülkelere yolladı.

Ancak küreselleşmeciler tarafından, 2011 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi çok yararlı bir kurumu kapatıldı. Bununla da yetinilmeyerek, bütün devlet ekonomi kuruluşları haraç mezat satıldı.

1980 sonrası sağlık alanında hizmet sunumu ve finansmanı birbirinden ayrılmış, koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım azalmıştır. Artık sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri yerini serbest piyasa ekonomisi koşullarına terk etmiştir.

Kapitalist sistem, en büyük krizini 2008’de yaşadı. Bugün yaşanan sağlık krizi de liberal ekonomiyi sarmıştır. Adam Smith’in “piyasanın görünmez eli” kuralı çökmüştür. Krizin yarattığı ekonomik sarsıntıları tamir etmek için batıda ve doğuda bütün devletler kamusal ekonomik önlemler almaktadırlar. Artık özellikle ekonomi alanında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ancak son kriz dünyanın aklını başına getirmektedir. Neo-liberalizm çökmüştür.

İnsanı müşteri olarak gören, önce hasta edip, sonra tedavi eden anlayışın değil; insanı insan olduğu için önemseyen, yurttaş olarak gören, koruyucu tıbbı, önleyici tıbbı esas alan kamucu sağlık politikasının benimsenmesi gerektiği anlaşılmıştır.

Ayrıca her alanda ehliyet ve liyakatin ne denli önemli olduğu, Türk Tabipleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Diş hekimleri Birliği gibi meslek örgütlerinin uyarılarının ne denli yerinde olduğu görülmüştür. Türkiye için görünen tek yol, yeniden Atatürk’ün gösterdiği kamusal planlı ekonomiye dönüş yapılmasıdır.

TÜRKİYE, KENDİ KENDİNE YETEBİLMELİ…

Türkiye’nin bu dönemde ve gelecek aylardan itibaren karşı karşıya kalabileceği çok önemli soruna; gıda kıtlığına dönüşebilecek tarım sorununa ışık tutmaya geldi sıra.

Salgın pandemisinden sonra ülkelerin kendi ihtiyaçları için kendi topraklarında üretim yapma konusunda daha egemen bir politika izlemesi gerektiği ortaya çıkmıştır.

Korona virüs salgını, tarım dış ticaretinde de çok önemli kararların alınmasına neden oldu. Sınırların kapatılması, uçuşların yasaklanması, belirsizlikler, gıda ihtiyacının ülke içinden karşılanmasının önemini artırdı.

Ülkeler bir yandan virüsle mücadele ederken bir yandan da gıda kıtlığı yaşanmaması için bütün olanaklarını seferber ediyor. Üretim odaklı politikaların ön plana çıktığı bu dönemde dikkat çekici yasaklar da uygulanıyor.

En büyük endişe, ekonomide ve özellikle işsizlikte yaşanacak olan sıkıntı başta geliyor. Şimdiden yapılan açıklamalarda dünya üzerine ekonomilerin çökeceği, işsizlikte de patlama yaşanacağına dikkat çekiliyor.

Ancak şu noktaya dikkat edilmeli ki; korana virüs ile savaş sonrası en büyük yıkıntıyı Türkiye’nin de içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler yaşayacak.

Bu şu anlama geliyor:

Türkiye, içinde bulunduğu çoklu kriz (devlet krizi, milli birlik krizi, ekonomik kriz ve Suriyeli sığınmacılar krizi) ortamında, başta işsizlik olmak üzere derinleşecek bir ekonomik kriz (temennimiz bunun bir çöküş olmaması) ile karşı karşıya kalacak. Şimdiden bunun hesaplarını yapılması ve önlemlerin de alınması kaçınılmaz hale gelmiş görünüyor.

Çok önemli bir konu daha var:

Tarımsal alanda, gerekli önlemler alınmazsa buna bağlı olarak bir gıda kriziyle karşılaşılabileceği endişesi yaşanıyor. Çünkü daha şimdiden yaz seracılığı yapan üreticilerin fide dikim zamanı gelmesine karşın henüz işe başlamadıkları görünüyor. Zamanında ekim yapılmadığı takdirde, yaz aylarında ürün alınmasının mümkün olmayacağı, dolayısıyla sebze sıkıntısının ortaya çıkacağı bilinmektedir.

Tarımsal üretimin devamlılığı, gelecekte tarım ürünlerinde ve gıdada sıkıntı yaşanmaması için zaman kaybedilmeksizin girdi fiyatlarının düşürülmesi başta olmak üzere çiftçiye, tarım sektörüne kredi veya faiz desteği verilmesi gerekiyor.

Şu noktayı özellikle anımsatalım ve altını kalınca çizelim. Yapılan açıklamada bakınız neler ifade ediliyor:

“Avrupa Birliği ve ABD’de tüketici harcamalarındaki keskin düşüş, gelişmekte olan ülkelerden tüketim malları ithalatını azaltacaktır.”[1]

Yani artık, kendimiz üretemezsek, artık gerekli ürünleri ithal edemeyebileceğiz. Bunun uyarısı yapılıyor. (Örneğin, korona virüsün etkisi uzun süre devam ederse Türkiye’nin buğday ithal ederek un ve makarna ihracatını eskisi gibi sürdürmesi zor olabilir. Türkiye’nin ürettiği ortalama 19-20 milyon ton buğday ancak kendi ihtiyacını karşılayacak miktarda.)

Şimdi konu hakkında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından alınan ve yapılan açıklamalara birlikte göz atalım:

Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi (DESA) tarafından yayınlanan Dünya Ekonomik Durumu ve Beklentileri aylık raporu, yaklaşık 100 ülkenin ulusal sınırlarını kapattıkça milyonlarca işçinin işini kaybetme riski taşıdığını ortaya koydu.

Bu yılın (2020) sonuna kadar yüzde 0.9’luk küresel bir daralmanın öngörüldüğü raporda, hükümetler gelir desteği sağlayamazsa ve tüketici harcamalarını artırmaya yardımcı olamazsa bu oranın daha da yüksek olabileceğini vurgulandı.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, korona virüs salgınının BM’nin kuruluşundan bu yana karşılaştığı en büyük sınav olduğunu söyledi. Guterres, virüsün özünde toplumlara saldırdığını, yaşamları ve insanların geçimlerini yok ettiğini belirterek, “Toplumlarımızdaki en savunmasız kişileri ekonomik yıkımdan korumak, ekonomik büyümeyi ve finansal istikrarı sürdürmek için acil ve cesur politika önlemlerine ihtiyaç var”[1] dedi.

Prof.Dr. Sencer İmer, bu konuyla ilgili 6 Nisan 2020’de yapılan röportajda, salgınla birlikte gıda güvenliği kadar ilaç ve sağlık güvenliğinin de öne çıktığını ifade ederek şunları söyledi:

Türkiye’nin buradan çıkaracağı sonuç gıda güvenliği açısından kendi kendine yetebilmesi gerekliliğidir. Hiçbir şekilde dışarıdan gıda maddesi almadan, bütün vatandaşlarını besleyebilecek bir tarım politikası geliştirmek zorunda, çünkü topraklarımız ve insan gücümüz buna uygun. Bu çalışmayı aynı zamanda ilaç ham maddesi için de yapmamız lazım. Hep dışarıdan ilaç getirmeyi beklememek lazım. Orta Doğu’daki ülkeler gibi bazı ülkelerin kendini beslemesi imkânsız. Bu da Türkiye için büyük bir şans. Türkiye, kendini beslediği gibi ayrıca bu ülkeleri de besleyebilir.”[2]

Sonuç olarak Barış Doster’in ifade ettiği gibi, “Türkiye’nin bu salgın hastalığın yarattığı sonuçlardan ders alıp almayacağını zaman gösterecek. Eğitimi ve sağlığı hem piyasaya, hem de akıl ve bilimdışı odaklara devretmenin korkunç sonuçlarıyla yüzleştikçe, ulus devlete, sosyal devlete, kamuculuğa, toplumcu, halkçı politikalara, planlamaya, üretim ekonomisine yönelip yönelmeyeceğimizi, önümüzdeki günlerde daha çok tartışacak halkımız.”[3]

KAYNAKLAR:

[1] https://aawsat.com/turkish/home/article/2212746/bm%E2%80%99den-ekonomik-uyar%C4%B1-salg%C4%B1n-ekonomik-b%C3%BCy%C3%BCmeyi-09-oran%C4%B1nda-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCltebilir

[2] https://veryansintv.com/bu-bir-savas-durumudur-dedi-ve-ekledi-dunya-duzeni-degisiyor-artik-milli-devletlerin-zamani/

[3] Barış Doster, (Koronavirüs salgını ve alınacak dersler, Cumhuriyet Gazetesi, 25.03.2020, (http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-doster/koronavirus-salgini-ve-alinacak-dersler-1729295)

[4] Mustafa Kemal Atatürk, NUTUK, Hazırlayan: Taha Mazman, Bildik Basın Yayın Dağıtım, 2009.

[5] Atatürk Yolu (Atatürk Araştırma Merkezi, 1987, Ankara)

[6] Nejat Eslen, (Virüsle mücadele zamanında böyle yapılmalıydı, 05.04.2020, https://odatv4.com/virusle-mucadele-zamaninda-boyle-yapilmaliydi-05042019.html)

[7] Devlet ve salgınlarla savaş, (Ahmet Yavuz, Cumhuriyet Gazetesi, 28.03.2020, http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/devlet-ve-salginlarla-savas-1729875

[8] Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak (Alev Coşkun, Cumhuriyet Gazetesi Yazı Dizisi, 29.03.2020-02.04.2020,)

[9] Virüsle mücadele zamanında böyle yapılmalıydı (Nejat Eslen, https://odatv4.com/virusle-mucadele-zamaninda-boyle-yapilmaliydi-05042019.html)

[10] Korona… Geldi, ders verdi… Neler dedi? (Özlem Yüzak, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Mart 2020, http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ozlem-yuzak/korona-geldi-ders-verdi-neler-dedi-1729697