Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu andan itibaren Türk halkı üzerinde acımasız ve sinsi psikolojik harp uygulanmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yurtseverleri itibarsız, etkisiz hale getirmek için yürütülen bu savaşı, ulusal güçlere karşı isimli kumpas davalarından tanıyoruz. Fakat bu savaş kumpas davaları ile sınırlı değil, halen toplumun bütün kesimleri sürekli olarak bu çok etkili savaşın (medya, basın, internet, sinema vb. üzerinden) tesiri alanında.

Bu saldırılarda milletimizin birlik ve beraberliği, düzenli aile hayatı, inançları, ahlâkı, moral gücü, sağlığı, iç dayanışması, öz değerlerine saygısı ve bağlılığı hedef alınıyor.

Ne yazık ki insanlarımızın beyinleri bu bilinçli şekilde sürdürülen planlı ve programlı yıkıcı propagandanın bütün saldırılarına karşı korumasız bırakılmış durumda.

Toplumun her kesimi bu saldırılardan etkilenmekle birlikte bundan en çok zararı gençlerimiz görmektedir. Bu etkinin seviyesi umutsuzluk, stres, depresyon gibi hafif rahatsızlıklardan acı sonuçlara yol açabilecek çeşitli kronikleşen psikolojik hastalıklara kadar değişiyor. Keza son zamanlarda bazı vatandaşlarımızın girdiği bunalım sonucu kendi hayatına son verdiğine, ailelerin dağılmasına yol açacak istenmeyen birçok acı olaylar ile karşı karşıya kalındığına tanık oluyoruz.

Kendi hayatına son vermeye kadar varabilecek psikolojik rahatsızlıkları sadece ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krize bağlamak yeterli olmayıp, bu düşünce sorunu hafife almakla eşdeğer. Bu nedenle içinde yaşadığımız toplumun içine düştüğü bu problemin çok yönlü ele alınması gerekiyor.

Türkiye’ye Yönelik Psikolojik Operasyonlar

Son elli yılda ülkemizin ve milletimizin yaşadığı olayları alt alta gazete kupürlerinden takip edecek olursak nereden nereye geldiğimizi, bizi biz yapan milli kültür değerlerimizin dilimizin, inançlarımızın, tarihimiz başta olmak üzere nasıl dejenere edilip yozlaştırıldığını görebiliriz.

Dünyayı yeniden yapılandırmak için birçok proje üretip bunları birbiri peşi sıra yürürlüğe sokan küresel güçler enerji kaynaklarını kontrol eden bu önemli coğrafyada bizim gibi potansiyele sahip, tam bağımsız ve ulus devlet yapısına sahip güçlü bir ülke olması, kendi çıkarlarına ters düşmektedir.

İstenilen şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet niteliğinin çözülmesi, siyasi coğrafyanın küçülmesi, millet bilincinin dağıtılıp etnik ve mezhepsel kompartımanlara bölünme, geleceğe yönelik ortak hedeflerden vazgeçilerek özgür ülkenin yurttaşlığından amaçsız sürüye dönüşümün tamamlanması.

Bu çerçevede Mustafa Kemal Atatürk’ün bütünlüğünü sağladığı Türk milletinin kurduğu ulus devleti, bu devletin temellerini, onun maddi manevi mirasını, ordusu dâhil, yıkmak, parçalamak, dağıtmak ve yok etmek istenmektedir. Bu strateji çerçevesinde önümüze milletimizin 100 yıl önce yırtıp çöpe attığı yeni Sevr haritaları ve uygulamaları yeniden karşımıza çıkarılmaktadır.

Emperyalizmin kontrolündeki küresel mihraklar; geçmişte üniformalı askerleri ile ülkemizi işgale geldiklerinde bu milletin ne yaptığını, nasıl tek yumruk haline gelip yoktan var olduğunu geçmişteki deneylerinden gayet iyi bilmektedirler. İşte bu yüzden düşmanlarımız günümüzde yeni savaş şekli psikolojik savaş metotlarını kullanmakta, hem ucuz ve hem de uygulaması kolay olan bu savaş ile sonuçta hedeflerine adım adım yaklaşmaktadırlar.

Gerçek şu ki, hasımlarımız bizi bizden daha iyi tanımaktadırlar. Bu yüzden ünü dünyaya yayılmış güçlü Türk Ordusu ile karşılaşma riskine girmeden bize karşı içeriden ve yine bizim insanlarımız tarafından zayıflatılması usulünü kullanmaktadırlar. İşte bunun adı Psikolojik Savaş (Harekât)’tır. Bu savaş, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu andan itibaren Türk halkı üzerinde acımasızca ve sinsi şekilde uygulanmaktadır. Toplumun bütün kesimleri de bu çok etkili savaşın etkisi altındadır.

Psikolojik açıdan çökertilen toplumlar her alanda teslim alınmaya uygun bir devlet yapısı için uygun ortamı sağlarlar. 2019 Türkiye’sinde şimdi yaşanan durum budur. Türk halkı milli benliğine yönelik birbiri peşi sıra yöneltilen ataklarla gardını gevşetmiş ve tamamen teslim olmaya hazır hale getirilmiştir. Bitmek tükenmek bilmeyen toplumu yakından ilgilendiren önemli ülkemizin gerçek gündem konularını gözden kaçırarak uyutmaya yönelik magazin, içeriksiz ve bilgi vermekten çok toplumu yönlendiren, yarışma ve yemek programları, milletimizin ahlaki değerleriyle bağdaşmayan ucuz dizi filmleri, Amerikan filmleri ve futbol maçları halkımızın yaşantısında ön plana çıkmıştır. Doğal olarak bunlardan en çok etkilenen de ülkemizin geleceğini oluşturan, psikolojik duyarlılığa sahip genç kesimdir.

Fikirlerin kendi haklılıklarını insanlara ispat için öncelikle toplumun alt tabakalarında fikir üretme eğiliminden yoksun olan kitlelerin zihin yapısını etkilemeye yönelik çabalar, son sürat devam etmektedir. Geçtiğimiz asrın başlarından beri bu propaganda yöntemi için ilk aşamada gazete ve dergiler kullanılırken daha sonraki dönemlerde radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçları kullanılmaya başlanmıştır. Son 30 yılda ise internetin gelişim aşaması ve kitleleri etkileme potansiyelinin artmasıyla toplum mühendisliği* için kullanılan en etkin araç olmuştur.

Televizyon kanalları ve bu kanallarda yapılan programlar toplum zihin yapısı üzerindeki etkinliğini devam ettirmektedir. Ülkemizde son yıllarda yapılan programlar ve dizilerin toplum ahlâk yapısı üzerindeki etkileri herkesin bildiği konuların başında gelmektedir. Toplum bu tür programlardan şikâyet etse bile, ülke genelinde en fazla izlenilen programların başında halen bunlar gelmektedir. Buradan da anlaşıldığı üzere, toplum mühendisleri toplumu etkilemenin her yönünü ustalıkla kullanmaktadır.

Türkiye’de medya silahı ile beyinler uyuşturulmaya, zihinler kilitlenmeye/kontrol edilmeye, gerçek dışı olanların gerçekmiş gibi bilinmesine son sürat zemin hazırlamaya devam edilmektedir.

Sahipleri farklı görünüyor, ama hepsi aynı havuzun parçası. Aynı merkezden yayın politikalarını belirliyorlar. Aynı manşetler aynı benzer yorumlar. Birilerini övmek karşıt olanları ise eleştirmek başkaca bir yayın amaçları yok. Yazılı ve görsel medya ile kitlelerin algılamalarında değişim dönüşüm oluşturulmaya devam ediliyor.

Medya, kitlelerin zihninde oluşturduğu imajla; haini kahraman, kahramanı hain gösterebiliyor. Dinin esasına göre hareket etmeyeni dini lider diye gösterebiliyor. Katliamı yapanların kimliklerini veya yerlerini değiştirebiliyor. Fotomontaj ile yıllar öncesinin fotosunu güncel bir olayda kullanabiliyor.

Son yıllarda sosyal medya ağları toplum zihin yapısının yönlendirilmesi açısından en etkili araç olurken bu ağlarda etkin olan kişiler ve gruplar yönlendirici etken olarak karşımıza çıkmakta. Sanal âlemin (Facebook, Twitter, Instagram vs.) siyasi erkler ve fikir akımları arasında propaganda savaşının yaşandığı en geniş ve etkin saha olduğu düşünülürse bu iletişim araçlarını nitelikli kullanmanın önemi de dikkate değer bir diğer konu başlığı olarak önümüzde duruyor. Toplum mühendisliği konusunda entelektüel kimliğine sahip etki alanı geniş olan kişilerin fikri yapılarının etkinliği kitleleri etkilese de fikirlerin beyanı konusunda kullanılan üslup çok önemli bir yer arz etmektedir.

Psikolojik Operasyona Uygun Sosyal Yapı: Sosyal Çözülme

Günümüzde yaşananlar geleneksel olarak topluma ve değerlere bağlılık yaratan damarların büyük ölçüde işlevsizleştirildiğini göstermektedir. Bireyin bu denli kutsandığı zaman diliminde ortak duygu veren kurumların etkisizleştirilmesi de yadırganmamalıdır. Zira bireysellik biraz da sorunsuzluk demektir. Günümüz bireyini yalnızlaşmaya, yabancılaşmaya ve bozulmaya karşı koruyacak hiçbir sihirli formül de yoktur. İnsanların karşısında hiç kimsenin hiçbir şeye karşı sigortalı olmadığı bir dünya vardır.

Diğer yandan ekonomik, teknolojik ve enformatik dayatmalar toplumların sosyo-kültürel dokularını giderek çözmektedir. Kavramlar, kurumlar ve değerlerde başlayan çözülme doğal olarak geleneksel ilişkilere de yansımaktadır. Yaşanan bu gelişmeler haklı olarak “toplum nereye, birey nereye gidiyor?” sorusunun sorulmasına neden olmaktadır. Bu yüzden küreselleşmenin bir çözüm mü, yoksa çözülme mi? olduğu en sık sorular arasına girmiştir.

Bugün mutlak ideolojisi, geçicilik; tek değeri haz; biricik mutluluğu da tüketim olan bir gelecekle insanlık karşı karşıyadır. Seri katillerin, bebek tecavüzcülerinin, insan simsarlarının böyle bir dünyanın ürünü olduğunu söylemek aşırı bir abartı sayılmaz.

Anlamak –bir bakıma– yarı yarıya çözmek demektir. Bunun yolu da sosyal, kültürel, ekonomik, teknolojik ve siyasal çözülmenin ürettiği sorunları analiz etmekten geçmektedir. Onun için önceliği toplumsal gelişmelerin dinamiğini anlamaya ve süreç yönelimini belirlemeye vermek gerekir. Yapılması gerekenler de ancak bu çözümlemelerin ardından ortaya konulabilir.

Gelişmedeki hız, bilgideki yoğunluk ve değişmedeki baskı yaşamın her alanını hallaç pamuğu gibi atmaktadır. Karabasan gibi kitlelerin üzerine dökülen eritilmiş gerçekler, büyük şoklara neden olmaktadır. Kendi gök kubbesini, kendi farkındalığıyla yeniden inşa etmekte gecikenler; tarihin dönen silindiri altında acımasızca ezilmektedir. Yönlendirilmiş yaklaşım kurbanlarının bu sarsıntıdan kurtulma şansları yok denecek kadar azdır.

Küresel güçler talepleri yönetme haklarını ve insanlar üstündeki ayrıcalıklarını kabul ettirebilmek için tarihsel toplulukları geriletmek zorundadırlar. Onun için de insan ihtiyaçları üzerinde diktatörlük kurmaya çalışmaktadırlar. Çünkü yurttaşı, yönetilen bireye dönüştürmenin en kestirme yolu ihtiyaçlar üzerinde tekel oluşturmaktan geçmektedir.

Bunun için küresel güçler, geleneksel kavram ve kültürleri geçersiz kılarak insanların değer yargılarını alt üst etmeye çalışmaktadır. Bireylerin psikolojik ve ekonomik ihtiyaçları üzerinde yapılan operasyonlar da amaçlarına ulaşmak üzeredir. İnsanların yalanlardan değil, daha çok gerçeklerden rahatsız olmaları bu operasyonlarla sağlanan kazanımın bir göstergesidir.

Yapılan çok yönlü psikolojik operasyonlar sonucunda insanların yaşamlarının parçalanması, onların zihinsel algılarını da parçalı hale getirmiştir. Bu durum birçok psikososyal hastalığın da nedenini oluşturmuştur. Parçaya aşırı yoğunlaşma bütünü; geçicilik sendromu kalıcılığı; hızlı yaşam da duyarlılığı öldürmüştür. Günümüz dünyasında herkes kendisini, gerçek ise herkesi aldatır duruma gelmiştir. Büyük resmi küçük parçalarıyla açıklamaya kalkanlar yanıltmakla kalmayıp aynı zamanda insanları yaşama da yabancılaştırmışlardır.

Geleneklerdeki çözülme toplum ve birey üzerinde sarsıcı etkiler meydana getirmiştir. Küresel gerçek ve gelişmelerin neden olduğu bu sarsıntının ürettiği yeni tür psikolojik, sosyal ve kültürel olguların yeni bir yaklaşımla analiz edilmesinin hayati derecede önemli olduğu değerlendirilmektedir.[1]

İçinde yaşadığımız toplumun büyük çoğunluğunun eğitiminin yetersiz düzeyde olduğu (Resmi istatistiklere göre Türk halkının öğretim ortalaması 4,5 yıldır) bilinen bir gerçek. Yabancı kaynaklara göre 10 yılda bir kitap okuyan, günde 5 saat televizyon (TV) seyreden ve yayınlanan gazete sayısı gelişmiş ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar az bir toplum olan Türkiye cahil bir toplumdur. TV, radyo, gazete ve dergilerin piyasaya sürdüğü bilginin içeriği ‘bilgi toplumuna’ geçme aşamasında olmadığımızı kanıtlıyor. Kaldı ki üniversitelerden, bürokrasiye ve Büyük Millet Meclisi’ne kadar Türkiye söylemine egemen grupların bilgi ve entelektüel düzeylerinin parlak olduğunu söylemek de olanaksızdır. Bugün üniversite mezunları arasında, ya da üniversite yayınları içinde şaşırtıcı cahillik olduğu da yadsınamaz.[2]

İşte bu çoğunluk, güven kaybına uğrayan medya ve basından doğru bilgiye ve gerçeklere ulaşamıyor. Dolayısıyla önce başta gençlik olmak üzere fertler, sonra aileler ve toplum güvenli bir gelecek gibi değişik endişelere kapılarak kronik hastalıklara kadar dönüşebilen psikolojik sıkıntıların içine düşüyor.

Bugün halkın eğitimi kendisine bunu sağlamakla görevli devletin görevidir. Halkın cahilliği aydının ve devleti idare edenlerin cehaletini yansıtır.

Mustafa Kemal’in toplumun; siyasi ve toplumsal hayatında ve kişilerin düşünce yapısının oluşumunda da, dış etkilere karşı dayanıklı ve güçlü olabilmesi için, yine ilimi ve bilimi rehber kabul eden bir eğitim ve öğretim sistemine gerek duyulduğuna dikkat çekmesi de oldukça ilginçtir.

Atatürk için mektep her şeydi. Peki, ona göre mektep neyi öğretecekti? Kendi notlarından, bu sorunun cevabını şöyle verdiği görülmektedir:

       “Mektep; genç dimağlarda insanlığa hürmeti, vatan ve millete sevgiyi, şeref ve bağımsızlığa bağlılığı ve bağımsızlık tehlikeye uğradığı zaman onu kurtarmak için uygulanması gereken kurtuluş yolunu öğretir.”[3]

Etkin Bir Propaganda Aracı Olarak Sinema

Bir hatırlatma yapacak olursak propaganda, gerçekleştirilen odağa yarar sağlamak amacıyla, belirli bir grubun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını özetle bilincini ve bilinçaltını etkilemek, yönlendirmek, değiştirmek için hazırlanmış, bütün bilgiler, fikirler, doktrinler veya özel çağrıların hedef seçilen toplum, topluluk veya kişiye yönelik olarak sistematik bir şekilde, uygun araç ve teknikler kullanılarak iletilmesi ve benimsetilme girişimidir. Kısacası, wikipedia’daki tanıma göre çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacını taşıyan önceden planlanmış bir mesajlar bütünüdür.

Propaganda, 20 yüzyıl boyunca geçirdiği evrim ve gelişme sonucunda artık bir kısım ikna ve pazarlama tekniklerinin ötesine geçerek, türdeş bir toplum oluşturmak ve düşman görülen toplumları psikolojik olarak çökertmek amacı ile kullanılan bir araç, gelişmiş bir bilim haline gelmiştir.

Propagandanın hedefi, insanın aklı değil; ruhudur. Propagandanın temel hedefi de birey olarak insan değil, kitle içindeki insandır. Çünkü kitle içindeki insan, birey hâlindeki insandan daha kolay ikna ve sevk edilebilen (daha fazla algı yönetimine) bir ruh yapısına sahiptir. Bu iki insan profilinin geliştirmiş olduğu paradigmalar birbirlerinden çok farklıdır. Hatta aynı kişinin kitle içindeki paradigması ile kitle dışındaki birey olarak paradigması bile büyük farklılıklar gösterir. Kitle, sevk edilmesi kolay, propagandaya açık bir topluluk olarak, bireyden daha kolay “nasıl düşünmesi gerektiği değil, ne düşünmesi gerektiği” söylenebilen sosyal varlıktır.[4]

İnsanlık tarihinin son 25-30 yılında gerçekleşen dönüştürme ve dönüşümün en stratejik unsuru Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ye ait dünyada bilinen adıyla Hollywood ve diğer Batı menşeli Film Endüstrisidir.

İkinci Dünya Harbi (1939-1945) esnasında başlayan ancak 1978 Washington Mutabakatı ile birlikte sistematik hale getirilen Bilinçaltı Operasyonları ya da açık anlatımıyla Psikolojik Harp metotları Hollywood merkezli sinema-film endüstrisinin elinde adeta nükleer bir silaha dönüşmüş bulunuyor.

H.G.Wells; 1933’te yayımlanan bilimkurgu romanında ilginç kehanetlerde bulunuyordu. Geleceğin ŞekliThe Shape of Things to Come” adlı romanda Wells, Tek Dünya Hükümeti’nin nihai-küresel zaferini öngörmekteydi. Açıkçası bu durum, insanlık meselesinin olası tek çaresiydi.

Britanyalı Wells’in kitabı on yıl süren bir savaşı, yıkıcı bir salgını, İngilizce konuşulan bir Gökyüzü Diktatörlüğünün dünyanın semavi dinlerini yok edip küresel çapta istikrar sağlamasıyla durdurulacak bir kaosu anlatır. Dikkat edilecek olursa, Hollywood filmleri sürekli Wells’in kitabındaki anlatımlarını sürekli tekrarlamaktadır.

Wells ve benzerlerinin dünya için tasarladıkları “Akılcı-Uluslararası” hükümet fikri, 1815 Waterloo Savaşı’ndan bu yana, son iki yüzyılın neredeyse başına kadar geri giden ve geniş bir ideolojik yelpazeyi manipüle eden seküler, uluslararası post apokaliptik/kıyamet sonrası ütopyalar bütününün sadece bir parçasıydı. Adına neoliberalizm, post-modernizm veya Yeni Dünya Düzeni gibi seküler isimler verilen bu proje 1978 Washington Mutabakatı ile birlikte dine başvuru –dindarlık değil- politikalarını önceleyerek aslına dönmüştür. Kabala temelinde senkretik-bağdaştırılmış bir Tek Dünya Dini ve finans endüstrisini kontrol eden Londra City-Wall Street-Brüksel-Singapur-Basel/BIS beş köşeli yıldızın “EKE”lerinin Tapınakçıların kontrolünde Tanrı İmparatorluğu. Bu küresel Tanrı İmparatorluğu projesinin dayandığı yedi temel yaratıcı yıkım/yaratıcı kaos unsurunun en önemli merkezi Hollywood-Amerikan Film Endüstrisidir.[5]

Sosyo-psikolojik yönlendirmenin belli başlı unsurları; inandırmak, yaşanan dönemi küçümsemek, Mesihi umut oluşturmak, doktrin, dogmatizm veya terk edilmişlik duygusunu güçlendirmek, nefret oluşturmak, imitasyon, ayartma ve zorlama, çalışmak ve çalıştırmak, sempatizan idoller oluşturmaktır. Hollywood sineması, toplumsal enerjileri harekete geçirmedeki önemini giderek artırmaktadır.

Yaygın görüşe göre, kitle içindeki insan birey halindeki bilincinde uzaklaştığı için hipnoz durumundakine benzer bir psikolojiye sahiptir ve bu nedenle telkine çok açıktır. Kolektif ruh içinde yayılan bir telkinin etkisiyle birey, büyük bir coşkunlukla bazı eylemlere yönelebilir. Telkin edilmeye açıklık durumu kitlenin hiyerarşik olarak farklı konumlarda olan tüm bireyleri için geçerlidir çünkü tüm kişiler “bilinçdışının” etkisindedir.

Fertlerin olduğu kadar hedef kitlelerin, toplumların ve milletlerin tutumlarını düzenlemek ve fikirlerini yaymak için de günümüzde örtülü propaganda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Propaganda bir araçtır ve özellikle kısa süreli gayeye ulaşmada son derece etkilidir. Bireyin kendini unutması için propaganda, sosyo-psikolojik bakımdan en güçlü kaynaklardan biridir. Bu yöntemde birey ile ve kitleler önce umutsuz hale gelmektedir. Bunun sonucunda da umutsuzluklar arasında birlik bağları kalmamakta ve her biri şahsi çıkarlar peşinde koşmaya başlamaktadırlar.[6]

Sinemanın kitleler üzerindeki etkileyici tesiri, diğer kitle iletişim araçları ile mukayese edilmeyecek kadar büyüktür. Çünkü büyük şirketlerin lüks sinema izleme salonlarından televizyonlara, en zenginlerin evlerinden, en fakirlerin evlerine kadar geniş bir alana, daha açıkçası yeryüzündeki çocuk, yetişkin, yaşlı herkese DVD-Blu-ray disklerle ya da çeşitli film servis sağlayıcılar vasıtasıyla ulaşma gücüne sahiptir.

Teknolojik gelişmeler, ses ve sözün sinemada yer alması, bu kitle iletişim aracını propagandanın en vazgeçilmez unsuru haline getirmiştir.

Sinema psikolojik, ekonomik, siyasi, kültürel telkinleri muhtelif şekillerde yapmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır: Toplumsal seviyeyi artırmak; toplumsal seviyeyi düşürmek, kalitesizleştirmek; ekonomik ve siyasi politik tandanslara hizmet ederek kültürel bir taban oluşturmak; ideolojik ve Mesihçi kurtuluş telkinleri yapmak.

En Çok Etkilenen Kesim Gençlerde Umutsuzluk Nasıl Artıyor?

Günümüzde her türlü hakkaniyeti bir yana bırakan bir kazanç yarışı hüküm sürüyor. Bu durum “Üretim çılgınlığı” ve “Hemen şimdi” mantığını geçerli kılmaktadır. Böyle bir mantık dürtüsellikte artışla sonuçlanıyor!.. Üretim ve tüketim çılgınlığının, dürtüselliğin arttığı bir dünyada, küreselleşmenin hedefi ve sonucu olarak toplumsal varlığı ayakta tutan ortak değerlerin ve dayanışmanın zayıfladığı bir ortamda; “boşluk, amaçsızlık, yalnızlık ve yabancılaşma” gençlik sorunlarının temelini oluşturuyor.

“Bilgi bombardımanı ve bilgi kirliliği de günümüzün bir özelliği ve doğruları ayırt edebilmemizi zorlaştırarak kafa karışıklığını arttırıyor.” 2000’li yılların ilk beş yılında piyasada dolaşan enformasyon miktarının Gutenberg’den bu yana olandan fazla olduğu bildiriliyor. Bu koşullarda her konuda binlerce enformasyonla karşılaşan insan bilişsel dünyasını örgütlemede zorlanıyor. Bilgi çokluğu bilgi yokluğuna götürebiliyor günümüz insanını. Böyle bir ortamda erişkinlikte kendisine gerekecek netliği, tutarlılığı, sağlamlığı oluşturmada gencin zorlanacağı muhakkak. Hem kimlik duygusunun geliştirilmesi, dolayısıyla amaca yönelme ve ideallerin oturmuş hale gelmesi, hem de bireyleşme ve erişkin sorumluluğunun üstlenilmesinde gencin kaçınılmaz zorluklarla karşılaşacağı, depresyon, davranış sorunları, öfke, şiddet ve amaçsızlığın öne çıkma riski ortada. Bu koşullarda çevremizde, okuduğumuz haberlerde gençliğin birçok olumsuz durumla karşı karşıya olduğuna, tüketim alışkanlığı, depresyon, dürtüsellik, madde kullanımında artış, umutsuzluk ve öfke, yabancılaşma ve kopuş içinde bocalayabildiğine tanık oluyoruz. İçinde bulunduğumuz koşullarda birey ve toplumdaki bocalamanın bir arada, birbirini karşılıklı etkileyerek yoğunlaştığını üzülerek gözlemliyoruz.[7]

Günümüzde “küreselleşme” olgusunun hedefi ve sonucu olarak ortaya çıkan düşünmeyen, sorgulamayan, “kullanma kılavuzuna uygun olarak imal edilmiş”, robotlaştırılmış insan modeli, toplumun dolayısıyla gençliğin ruhsal sorunlarının ortaya çıkışında ve alınacak önlemlerin belirtilmesinde anahtar olduğunu değerlendiriyoruz.

Bu hedefe ulaşmada pek çok farklı araç, kişilerin mizacı ve yapısal özellikleri, yaşadığı aile, okul, arkadaş çevresine ve kendi bilişsel ve duygusal kapasitesine uygun düşecek pek çok farklı yöntemle yaşamımızın içine sokuluyor.

Öte yandan kontrol edilemez nüfus artışı, göçün getirdiği ruhsal sosyal sorunlar, bilinçli birey ve yurttaşın oluşamayıp dinsel cemaat toplumunun giderek yaygınlaşması tehlikesini doğuruyor günümüz Türkiye’sinde…

Kimi genç ve ailesi, dini kurallara dayalı eğitimin pençesine düşüyor, kimi genç uyuşturucu tuzağına, kimisi alışveriş bağımlılığı ile uyuşturuluyor, kimisi de günümüzün yarışmacılığı ön plana çıkaran, diğerini geçip mutlaka kazanmayı beceri sayan, ezberci eğitim sisteminde kaybolup gidiyor.

Son gruba giren gençler parlak ve zeki olanları kapsıyor ve geleceğin üretken, yaratıcı, toplumu ve ülkeyi yükseltecek bireyleri olabilecek bu gençler, dayanışma, işbirliği, sevgi, bağlılık ve sadakati modası geçmiş değerler olarak benimsiyorlar. Bu durumun geriye döndürülmesinde herkesin yorulmadan, çok etkin çalışılması gerektiği değerlendirilmektedir.[8]

Bu düşünceden hareketle gençlikte ortaya çıkan gelişimsel süreçler, gençlerin bu süreçteki duygu, düşünce ve davranışlarını, gereksinmelerini ve günümüz gençliğini zorlayan, ruhsal sorunların ortaya çıkmasını kolaylaştıran etmenler ve alınabilecek önlemlerin neler olabileceğini, bir bilim dalı olması nedeniyle konunun uzmanlarına bırakıyoruz.

Ne Yapılabilir?

Bugün ülkemiz çok yönlü, çok maksatlı yoğun bir psikolojik saldırı ile karşı karşıyadır. Türk toplumu dışarıdan yönlendirilen Psikolojik Savaş saldırısı karşısında savunmasız bırakılmıştır. 23 yıllık bilgi birikimi ve tecrübeye sahip MGK Genel Sekreterliği bünyesinde görev yapan Toplumla İlişkiler Başkanlığı (Psikolojik Harekât Teşkilatı) 2004 başında tamamen kaldırılması nedeniyle yapılan saldırılar karşısında “Karşı Psikolojik Harekât Planı” yapılabilme imkânı kalmamıştır. Sonunda ülkemiz insanları kutuplaştırılarak adeta birbirine düşman hale getirilmiştir. Küresel güçler kendi milli hedefleri doğrultusunda önemli kazanımlar elde etmişler, pek çok savunma mevziimizi ortadan kaldırmışlar, içeride kendilerine yeterli destek ve yandaş bulmuşlardır. Bu saldırılar her alanda tam teslimiyetimize kadar şüphesiz ki devam edecektir. Halkımızın bu savaşın doğrudan hedefi olduğunu iyi bilmesi, gündemdeki sanal olayları mantık süzgecinden geçirerek iyi değerlendirmesi ve küresel oyunlara alet olmaması gerekmektedir.

İçeride ve dışarıda milletimizin geleceğini karartmaya, milli değerlerimizden kopararak yozlaştırmaya ve bizi birbirimize düşürmeye çalışan küresel güç odaklarının Türk toplumunu birbirine düşman kamplar haline getirme faaliyetlerinden asla taviz vermeyecekleri, saldırılarını sürdürecekleri açıkça görülmektedir.

Psikolojik savaş metodunu kullanıp beyinleri satın alarak kişinin milli değerlerinden tamamen uzaklaşmasına yol açan küresel saldırıları, vatandaşlarımızın tek başlarına göğüslemesi mümkün değildir. Bu saldırılar ancak bir elden planlanarak devletin bütün kesimlerinde birbiri ile koordineli olarak sürdürülen “Karşı Psikolojik Savaş” ile mümkündür. Bunun için de bilgilenme ve bilinçlenme şarttır.

Saldırıları hiç bitmeyen küresel güç odaklarına karşı mücadele etmenin en etkin yolu geçmiş tecrübelerin ışığında aklımızı ve sağduyumuzu kullanmaktır. Bu maksatla günümüzün en etkili gücü olan doğru bilgiye ulaşmamız, doğru bilgiye egemen olmamız, bilgiyi değerlendirip yeni bilgilere ulaşmamız, yani halkımızda doğru bilgiye özgürce ulaşım ortamı yaratılması ve sürekli öğrenme isteği yaratılması ve gençlerimizin çok iyi yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda Yurttaşlarımız ve ailelerimiz Milli Kültür değerleri ışığında yetiştirilip, milli nitelikler ile karakterimiz teçhiz edilmelidir. Yani Milli Bilinç ile güçlenmeliyiz.[9]

Vatanseverlik elbette çok önemli bir niteliktir, özelliktir, bir hazinedir. Ancak, ne zaman ki vatanseverlik; eğitim ve öğretim, ilim ve bilim ile birleştirilir, o zaman çok güçlü bir silaha sahip olunabilir.[10]

Türk milletine düşman olan ve bunu her fırsatta gösteren düşmanlarımızın amaç ve saldırı yöntemleri doğru tespit edilmelidir. Günümüzde süreklilik arz eden hasım unsurlara karşı kendi mücadele yöntemlerimiz geliştirilmelidir. Bilinçli ve bilgili kişiler olarak bilmeyenler ve bu şekilde karşı tarafın piyonu olarak kullanılabilecek insanlarımız sürekli bilgilendirmeli ve onlara oynanan oyun içindeki rolleri gösterilmelidir.

Bizim için tek çıkar yol olan “Atatürkçü Düşünce Sistemini ve bu düşüncenin özünü teşkil eden aklın ve bilimin egemenliğini ülkemizde hâkim kılınmasıdır. Bu kavramı benimsemeli ve bir yaşam metodu haline getirerek her alanda uygulamalıyız. İşte o zaman mutlak kurtuluşun yolunu bulabiliriz.

AÇIKLAMALAR:

Toplum Mühendisliği: Sosyolojinin, antropolojinin ve siyaset felsefesinin inceleme ve araştırma alanına giren bir kavramdır. Toplum Mühendisliği kavramı, devlet iktidarlarının veya özel gruplarca toplumun geniş bir bölümünün tavır ve sosyal davranışlarına doğrudan ve ya dolaylı etki sağlayacak çabalar için siyaset biliminde geçen bir kavramdır. (http://toplummuhendisligi.com/toplum-muhendisligi/)

DİPNOTLAR :

[1] Özcan Yeniçeri, Milli Bilinç Nasıl Kırılır? Kripto Yayıncılık 2009, s.109-110-111

[2] Erdal Atabek, Tehlikeli Cehalet, Cumhuriyet Kitapları 2009, s.32

[3] İlker Başbuğ, Sorunlarla Yüzleşmek, Kırmızıkedi Yayınevi 2017, s14-15

[4] https://www.millikitap.com/2015/04/kitaplardan-onemli-notlar-algi-yonetimi.html

[5] Hollywood İşi, Din-Siyaset-Ticaret Ramazan Kurtoğlu, Asi Kitap 2015, s.11-12

[6] A.g.e, s.128

[7] Erdal Atabek, Tehlikeli Cehalet, Cumhuriyet Kitapları 2009, s.164

[8] A.g.e. s.138

[9] Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin Psikolojik Savaş yazıları (http://kumkale.net/)

[10] İlker Başbuğ, Sorunlarla Yüzleşmek, Kırmızıkedi Yayınevi 2017, s14