Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması sorunu, uzun bir süredir siyasal gündemimizin ilk sıralarını işgal etmeye devam ediyor. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 4-6 Şubat 2019 tarihlerinde Türkiye’yi ziyareti kapsamında yeniden gündeme geldi. Aleksis Çipras’ın, Heybeliada Ruhban Okulu’nu kuruluş yıldönümünde (6 Şubat’ta) ve ilk Yunan Başbakanı olarak ziyaret etmesi kamuoyunun dikkatini çekti.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun (kısaca HRO olarak anılacaktır) kapılarının öğrenime yeniden açılması sorunu, Fener Rum Patrikhanesi’nin (kısaca Patrikhane olarak anılacaktır) “ekümeniklik” iddialarıyla birleşerek, son zamanlarda Türkiye üzerinde yoğun bir siyasal baskıya dönüşmüş bulunuyor. Bu iddialara göre; “… Lozan’da azınlık okullarına tanınan bir takım haklar zaman içinde Türk Hükümetleri tarafından geri alınmış; HRO kapatılarak ülkede yaşayan, üstelik sayıları son derecede azalmış Rum-Hıristiyan azınlığın ‘din özgürlüğü’ engellenmiştir… Bu durum insan haklarına ve evrensel hukuk normlarına aykırıdır… HRO derhal açılmalıdır…

Patrikhane, Osmanlı Devleti zamanında kendilerine ihsan edilen bazı imtiyazlara hâlâ sahip olduğunu varsayarak ve özellikle de son dönemlerdeki siyasal konjonktürün de uygun olduğu yanlış hesabıyla konuyu sürekli gündemde tutmaktadır. Oysa bu iddialar mevcut Türk Hukuk Sistemi karşısında geçersizdir ve kabul edilemez.[1]

HRO ile ilgili iddiaların ve yapılan tartışmaların netleşmesi için söz konusu okulun tarihi, neden kapatıldığı ve Fener Rum Patrikhanesi’nin okul için nasıl bir statü istediğinin ve bunun arka planındaki nedenlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Şimdi bunları açıklamaya çalışalım.

HRO’NUN KURULUŞU VE KISA TARİHİ

19’uncu yüzyılın başlarından itibaren Ortodoks milletler arasında dini birliği korumak amacıyla teolojik konularda türdeşliği sağlayacak çözümler aramaya başlayan Patrikhane, bu amaçla Bizans döneminden kalan Heybeliada’daki manastırı 1 Ekim 1844’te hizmete açmıştır.[2] 1971 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından kapatılana kadar hizmet vermiş olan okul, Doğu Ortodoks Kilisesi’nin ana teoloji okuluydu. HRO 1844 yılındaki açılışından 1971 yılındaki kapanışına kadar, Patrikhane’ye bağlı olarak çalışmış ve Heybeliada’daki Aya Triada Manastırı ile bütünleşmiştir. Okul müdürü metropolitler arasından atanmıştır.

1919 yılına kadar okul, lise ve teoloji kısımlarından ibaret iken, bu yıl “Akademi” statüsüne dönüştürülmüş ve dört yıla çıkarılmıştır. Bu arada okula göçmenler yerleştirilmiş, özellikle Beyaz Ruslar gidene kadar okulda kalmışlardır.

1919-1920 öğretim yılında 10, 1920-1921öğretim yılında 5, 1921- 1922 öğretim yılında 1 öğrenci okula müracaat ettiğinden, 1922-1923 yılında sınıflar birleştirilerek eğitim yapılmış ve 1923 yılında bütün öğrenciler mezun edilmiştir. Aynı yıl İstanbul Rumlarının ve okul öğretmenlerinin büyük bir kısmı Türkiye’yi terk ettiklerinden dolayı Yunan Hükümeti Ruhban Okulunun muadeletini bir derece indirerek, mezunlarına doktor unvanı yerine öğretmen unvanı vermiştir.[3]

Lozan’ın esas anlaşma metninde Patrikhane sözü geçmemekle birlikte Patrikhane, laik bir devlet içinde İstanbul’daki Rum azınlığın bir kilisesi, bağımsız bir kilise olarak varlığını korumuştur. Lozan Antlaşması’nda Patrikhane’nin yer almaması bir bakıma Türk delegasyonunun bir başarısı olmuştur. Zira Patrikhane, Lozan Anlaşması hükümleri çerçevesinde yer alsaydı, uluslararası bir sorun olarak kabul görmüş demek olacaktı ki, bu anlaşmayı imzalayan taraf devletler Patrikhane’nin garantörü sayılacaktı. Kısaca tartışmaların yoğunlaştığı günümüzde taraflar bu konuda Türkiye’ye müdahale hakkını kendilerinde göreceklerdi.[4] Genç Cumhuriyet’in yöneticileri, Lozan Antlaşması’nda emperyalist devletlerin iç işlerimize karışmasını istemediklerinden, azınlık okulları hakkında bir düzenleme yapılmasına engel olmuşlardır. Bu kapsamda statüsü orta dereceli okul olarak kalması koşulu ile HRO’ya tolerans gösterilerek faaliyetlerine devam etmesine izin verilmiştir.

Cumhuriyet’imizin kuruluş dönemi için bir milat olarak kabul edilen 3 Mart 1924 tarihinde, Tevhid-i Tedrisat Yasasının kabul edilmesiyle birlikte tüm ortaokul ve liseler Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış ve milli eğitim sistemimiz çağdışı ve gericilikten kurtarılarak modern bir yapıya kavuşturulmuştur. HRO, Tevhid-i Tedrisat kanunun kabulüne rağmen faaliyetlerine devam etmiştir.

Athenagoras’ın Patrik olduğu 1949’da HRO’daki öğretmenler, Türk vatandaşı olan 16 öğrenciye ders veriyorlardı. İstanbul’daki erkek Rum liselerinde o tarihlerde 2.500 civarında öğrenci bulunmasına rağmen, Rum aileler çocuklarını papaz okuluna göndermek istemezlerdi. Bunun en önemli gerekçelerinden biri, Cumhuriyet hükümetlerinin Patrikhane hakkında izlediği politika idi. Türkiye, Lozan’da oluşan hukuki statüyü aynen uyguluyordu. Patrik olduktan sonra Türk Hükümetine başvuran Athenagoras, Yunan uyruklu öğrencilere “öğrencilikleri süresince” Türkiye’de oturma izni aldı. Bununla yetinmeyen Patrik Athenagoras, okuldan mezun olan öğrencileri Patrikhane’de “stajyer” adı altında görevlendirmeye başladı.[5]

1950-1960 yılları, hem Patrikhane’nin hem de HRO’nun Türk milli politikaları ve Lozan’da oluşturulan hukuki statüsünün aksine bazı faaliyetlere giriştiği ve bu bakımdan zamanın Türk hükümetlerinden de birtakım tavizler kopardığı bir dönem olmuştur.

Bu kapsamda 1950 seçimleri öncesi, Demokrat Parti yetkilileri ile görüşen Patrikhane yöneticileri, HRO’nun yüksek okul haline getirilmesi sözünü almış, iktidarın ilk yılında da bu gerçekleşmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın emri ile okulun 4 sınıflı kısmının azınlık liseleri derecesine çıkarılması, diğer 3 sınıflı kısmına bir sınıf ilave edilerek, “Teoloji İhtisas Okulu” olarak derecelendirilmesi sağlanmıştır. Bundan sonra da öğrencilerin büyük kısmı Patrikhane’nin yetki alanındaki bölgelerden gelmiş, 1951’de yapılan bir değişiklik ile ise yabancı öğrenciler de ilk kez eğitim görmeye başlamıştır.[6] Savaş ve casusluk faaliyetleri gerekçe gösterilerek 1939’da yasaklanmış olan okula yabancı öğrenci alma işi, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak böylece serbest bırakılmıştır. Bundan sonra Etiyopya Kilisesi, Angilikan Kilisesi gibi değişik kiliselerden Ruhban Okulu’na öğrenci alınmıştır.

HRO’NUN KAPATILMASI

1950-1960 dönemindeki Türk hükümetlerinin tavizci politikalarından yararlanan Patrikhane, İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Milli Eğitim Bakanlığı yasal düzenlemelerinin dışına çıkartarak, doğrudan doğruya kendi yönetimi altına almıştı.

İmroz ve Bozcaada’daki bu gelişmeleri yakından izleyen Türk Hükümeti, eski hukuki statüyü gündeme getirerek, 16 Temmuz 1964’te bu iki adadaki Rum okullarının MEB emrinde Türkçe dini eğitim yapmalarını öngören yasa maddesini tekrar yürürlüğe koymuştur. Bunun üzerine Yunanistan, konuyu Paris’teki UNESCO toplantısına getirmiştir. Türkiye, buradaki görüşmelerde konunun tamamen Türkiye’yi ilgilendiren bir iç sorun olduğunu belirtmiştir. Türk delegasyonunun “Sorunun ele alınması halinde Türkiye, Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı çocukların eğitimden mahrum bırakılması konusunu UNESCO’nun incelemesini isteyeceğini” ifade etmesi üzerine, konu konferans gündeminden çıkarılmıştır.

127 yıl Patrikhane’nin kendisine tahsis ettiği ödenekle yaşatılan HRO, Anayasa Mahkemesi’nin “Özel Okulların Devletleştirilmesi” hakkındaki 12 Ocak 1971 tarih ve 1971-3 sayılı kararından sonra kapanmıştır. Daha sonradevlet denetiminde olmaşartıyla açılmalarına rağmen Patrikhane bu şartı kabule yanaşmadığı için okul açılamamıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın ilgili maddelerini iptal ederek Yüksek Öğretim Kurumlarının sadece devlet tarafından açılıp, işletilebileceğini “emredici” bu kararından sonra; mevcut özel yükseköğretim kurumları ya faaliyetlerine son vermiş, ya da bir devlet üniversitesine bağlamıştır. Bu karardan sonra, HRO da “özel yüksek okul” statüsünde değerlendirilmiş, okulun varlığını sürdürebilmesinin ancak Türk üniversitelerinden birisine veya bir ilahiyat fakültesine bağlanarak mümkün olabileceği belirtilmiştir.[7]

Kapatıldığı tarihe kadar HRO 127 yıl içinde 930 kişi mezun oldu. Bunlardan 343’ü piskopos oldu. Piskoposlardan 12’si patriklik makamına kadar yükseldi.[8] 930 öğrencinin 255’i 1950-1969 yılları arasında mezun olmuştur. Bunların sadece 38’si Rum asıllı Türk vatandaşıdır. Bu dönemde 162’si Yunan uyruklu olmak üzere toplam 187 yabancı öğrenci okulu bitirmiştir.

HRO’NUN YENİDEN AÇILMA GİRİŞİMLERİ

HRO’nun kapanmasına Patrikhane’nin gösterdiği tepki günümüze kadar süren tartışmalar ile uluslararası platforma taşınmıştır. Avrupa Birliği (AB)’nden başlayarak tüm Hıristiyan ülkelerinin temsilcileri ne zaman ülkemizi ziyaret etseler veya Türkiye’nin bulunduğu her platformda mutlaka HRO’yu gündeme getirmişler ve getirmeye devam etmektedirler. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bu ısrarcı grubun başını çekmektedir. Bunun nedenlerini ABD’nin dünya Ortodokslarını kontrol etme isteğinin yanında, Amerika’da çoğu Anadolu’dan göç etmiş yaklaşık 5 milyon Rum kökenli Ortodoks’un bulunması ve bunların verdiği oyların etkili olmasında aramak gerekmektedir.

HRO’nun yeniden açılması için uluslararası önemli girişimlerden bazıları şunlardır:

Aralık 1991’deki ABD ziyareti sırasında bir konuşma yapan ve HRO’nun açılması için Türkiye’ye baskı yapılmasını isteyen Yunan Başbakanı Mitçotakis, 1 Şubat 1992’de de Türkiye’ye aynı amaçla ricada bulunmuştur. Patrik Bartholomeos da 16 Ocak 1992’de bu Milli Eğitim Bakanı ile yaptığı görüşmede HRO’nun yeniden açılması için istekte bulunmuştur.

Patrik, Bakan Köksal Toptan’a, “Papaz okulu’nu açın. Bu sizin lehinize olur” demiş, MEB ise bu teklifi şiddetle geri çevirmiştir.[9]

Avrupa Topluluğu Komisyon Dönem Başkanı Jacques Delors, Türk Cumhurbaşkanı’na bir mesaj göndererek, okulun açılması talebinde bulunmuş, Dünya Kiliseler Birliği ile Fransa Katolik Konseyi de Türk Başbakanı nezdinde aynı girişimleri tekrarlamışlardır.

HRO’nun yeniden açılmasıyla ilgili girişimlere ABD de katılmıştır. Nisan 1994’te dönemin Başbakan Tansu Çiller’e bir mektup gönderen ABD Başkanı Bill Clinton, ülkesinin HRO’nun yeniden açılması konusuyla ilgili olduğu mesajını vermiştir. Konu sadece bir eğitim kurumunun konumu olarak değerlendirilmemiştir. Clinton’ın devreye girmesi, HRO’nun yeniden açma girişimlerinin uluslararası politikanın bir parçası olduğunu da göstermiştir.[10]

Okulu daima gündemde tutmaya kararlı olan Patrikhane, 1994 yılı Ağustos ayının sonunda 1971’den beri kapalı olan okulda “150’inci Kuruluş Yıldönümü Kutlama Törenleri” düzenlenmiştir. Okulun tekrar açılması isteklerinin dile getirildiği törene Fener Rum Patriği Bartholomeos, İskenderiye Patriği Prathemios, Romanya Patriği Teoktistos, Dünya Kiliseler Birliği Genel Sekreteri Yogo Çeçis, Vatikan Büyükelçisi Sergio Sebastion, dünyanın dört bir yanından gelen başpiskopos ve kilise temsilcileri ile eski mezunlar katılmıştır. Kutlamalara davet edilen İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve Adalar Belediye Başkanı Can Esen katılmamışlardır. Ayin sırasında HRO’nun yeniden açılması isteği dile getirilmiş, ayinden hemen sonra düzenlenen basın toplantısında da aynı istek tekrarlanmıştır.

Okulu yeniden açma girişimlerinin 1997 yılı sonlarına doğru yeniden hızlandırıldığı görülmektedir. Konuyu uluslararası arenada gündeme getirmeye çalışan Patrik I.Bartholomeos, Türkiye’yi bir oldu-bitti ile karşı karşıya bırakmaya çalışmıştır. Bu kapsamda 19 Ekim 1997’de ABD’ye 20 kişilik heyetle giden Patrik Bartholomeos, bir ay süren gezisi sırasında kendisini “300 milyon Ortodoks Hristiyan’ın ruhani lideri” ve “ekümenik patrik” olarak tanıtarak görüştüğü ABD yetkililerinden Türkiye’ye baskı yapmalarını istemiştir.[11]

1999 yılında Fener Rum Ortodoks Patriği I.Bartholomeos ile görüşen Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu “Patrikhane’nin karşılaştığı sorunları Türk yetkililere ilettiğini ve kendilerinin bunu anlayışla karşıladığını ifade ederek, yaratılan olumlu havadan Patrikhane’nin yararlanacağını söyledi. Bunun üzerine I.Bartholomeos, Papandreu’dan, 30 yıldır kapalı olan Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması için gayret göstermesini istedi. I.Bartholomeos, bu okulun açılmasının Türkiye’nin de çıkarlarına hizmet edeceğini savundu.[12]

Bartholomeos, Ruhban Okulu meselesini oldukça diplomatik bir dille, AB-Türkiye ilişkileriyle irtibatlandırmıştır. Bu bağlantı her fırsatta kurulmuş, nihayetinde “dini özgürlükler” adı altında Türkiye’nin önüne kriter olarak konmuştur. İşte AKP hükümeti de bundan sonra HRO’nun açılması çalışmalarını başlatmış ancak uygun bir formül bulunamamıştır. Hükümetin, Ruhban Okulu için sıcak mesajlar vermesini yeterli bulmayan Patrik Bartholomeos, “Elle tutulur bir sonuç istiyoruz. Aralık öncesi bu iş halledilmeli.”[13] demiştir.

HRO’nun açılması konusunda en kesin konuşan kişi Milli Eğitim Bakanı (MEB) Hüseyin Çelik olmuştur. Bartolomeos’un MEB ile yaptığı görüşmelerde ve sonrasında bakanın bu konuda yapmış olduğu açıklamalar okulun açılması yönünde olmuştur. Bartholomeos’un MEB Çelik’e ilk ziyareti Ekim 2003’te gerçekleşmiştir. Ziyaret amaçlarının Ruhban Okulu’nun açılması ve İstanbul’daki Rum cemaat okullarının sorunlarını dile getirmek olduğunu ifade eden Bartholomeos, “…ülkemizdeki demokratik düzenin öngördüğü hususlar çerçevesinde azınlıkların eğitiminin daha da kolaylaşacağından eminiz.” demiştir. Çelik, sorunların sürüncemede bırakılmasının kesinlikle doğru olmadığını vurgulayarak, “Hıristiyan İlâhiyatıyla ilgili Türkiye’de bir eğitim yapılacaksa buna karşı çıkmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Hıristiyan veya başka bir dinin Tanrı bilimiyle ilgili eğitimin özgürce yapılabilmesi Türkiye’nin demokratik yapısının gereğidir” demiş ve konuyu, Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü ile Talim ve Terbiye Kurulu yetkililerinden oluşacak bir komisyonun inceleyeceğini söylemiştir. Çelik ziyaretten sonra Bartholomeos’u “Dualarınızı bekliyorum.” diyerek uğurlamıştır.

MEB Hüseyin Çelik Kasım 2003’te, Avrupa Konseyi toplantısı için gittiği Atina’da Yunanistan Millî Eğitim ve Diyanet İşleri Bakanı Eftimiu ile görüşmüş ve Türkiye’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun daha fazla kapalı tutulmaması gerektiğine inandığını ve bu konuda siyasi iradenin de bulunduğunu belirtmiştir. Çelik, Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili karşılıklılık esasına değinerek, Yunan Hükümetinden Batı Trakya Türkleriyle ilgili bir adım atmasını istemiştir. Eftimiu’nun yanıtı ise, “Ruhban Okulu’nun karşılıklılıkla ilgisi yok.  Bu konu AB çerçevesinde halledilmelidir.” olmuştur.

Ocak 2004’te Özel Fener Rum Lisesi kuruluşunun yıl dönümü etkinliklerine katılan MEB Hüseyin Çelik, HRO ile ilgili; “Orta öğretim düzeyinde bir okulun açılması hâlinde MEB’in denetim ve gözetimi altında olması şartıyla, yüksek öğretim kurumu açılacaksa Yüksek Öğretim Kurumlarının denetim ve gözetim altında olmak şartıyla Heybeliada’daki okulun açılmaması için bir sebep mevcut değildir.” şeklinde bir konuşma yaparak bu konudaki düşüncelerini açıklamıştır. Hükümetin bu tarz ılımlı yaklaşımı bazı yabancı gazetecileri de şaşırtmıştır. [14]

ABD Başkanı Barack Obama, Nükleer Güvenlik Doruğu için geldiği Seul’de Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü ve gazetecilere Doruk’la ilgisi olmayan şu sözleri söylemiştir: “Türk hükümetinin dini özgürlükler konusundaki girişimleri memnuniyetle karşılıyorum. ABD yönetimi Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını dilemektedir.”

Yansız bir gözün “sıradan” olarak değerlendireceği HRO konusu, gerçekte yalnızca Obama’nın değil hemen tüm Batılı devlet yetkilisinin aynı biçimde dillendirdiği ortak bir istem durumundadır. Politikacılar, dini önderler ve medya, sürekli aynı şeyden söz ediyor; kimi zaman dilekte bulunarak, kimi zaman buyrukçu söylemlerle, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istiyorlar. ABD’de çalışmalar düzenleniyor. Konu, Yunan hükümetinin gündeminden çıkmıyor. Batının Ruhban Okulu’na verdiği sıra dışı önem, Türkiye’yi bekleyen tehlikenin bir göstergesi durumundadır.[15]

Ayrıca bu girişimler incelendiğinde ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır ki; Yunanistan Patrikhane, kendisinin ve Türkiye’deki Rumların geleceğinin güvencesi olarak, Türkiye’nin AB üyeliğini görmekte ve bu yönde bir politika izlemektedir. Bu da Yunan Dışişleri ile karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır. Bunların dışında da Yunanistan ile Patrikhane’nin organik bir ilişki içinde olduğu göze çarpmaktadır. Yunanistan Patrikhane’ye para yardımı yapmaktadır. Son yıllarda Yunan hükümetinin Patrikhane’ye yolladığı yıllık paranın ayrıntılı hesabını istediği Patrikhane’nin Atina ile “mesafesini” korumak için bunu reddettiği, haber konusu olmuştur.

En son gelinen noktada siyasal iktidar tarafından, Çipras’ın 4-6 Şubat 2019 tarihinde Türkiye’yi ziyaretinde, Yunanistan hükümetinin Batı Trakya’daki soydaşlarımız tarafından seçilmesini sağlayacak düzenlemeleri ve Atina’daki iki caminin onarımlarının yapılması karşılığında, HRO’nun “Evrensel” statüde açılabileceği (Patrikhane’nin isteklerinin yerine getirileceği) yönünde mesajlar verilmiştir.

PATRİKHANE’NİN HRO’YA İLİŞKİN İSTEKLERİ, İDDİALAR VE BUNLARA YANITLAR

1971’de kendiliğinden kapatılmasının ardından HRO’nun yeniden açılması için gayret gösterilmiş ve buna gerekçe olarak da “din adamı yetiştirmek” gösterilmiştir. Oysa okulun yeniden faaliyete geçirilmek istenmesindeki asıl amaç, Patrikhane’nin “Ekümeniklik (Evrensellik)” iddialarına dayanak oluşturmasıdır.

Bu kapsamda Patrikhane şunları istemektedir:

       HRO açılmalıdır ve dünyanın her tarafından öğrenci alabilmelidir.

       T.C. Devleti’nin bu okul üzerinde hiçbir şekilde denetim hakkı olmamalıdır.

       Patrik ve kendine bağlı metropolitlerde TC vatandaşı olma şartı kaldırılmalıdır.

Aslında Patrikhane Vatikanlaşma düşüncesine uygulamak için öğretisini yayacak ve kendisine bağlı kiliselerin bulunduğu ülkelerde etki alanını genişleterek güçlendirecek temsilcilere ihtiyaç duymaktadır. Bu arada ulusal kiliseler ile olan rekabetini de göz önüne alırsak HRO önem kazanmaktadır. Sadece Patriklik makamına yükseltmek için okula ihtiyacı olduğunu düşünmek fazla iyimser olmayı gerektirir.[16]

Milli mücadele döneminde Atatürk’ün tanımlaması ile birfesat ve hıyanet ocağı” olarak görev yapan Patrikhane’nin istekleri genel olarak incelendiği zaman bu durumun, tamamen Osmanlı döneminde kendilerine verilmiş olan imtiyazların yenilenmesi anlamına geldiği görülmektedir.

Türkiye’de resmi çevrelerde HRO’nun açılması ile ilgili olarak yaygın olarak kabul gören görüş; Okulun İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde kurulacak Yüksek Dinler Kültür Bölümü’ne bağlı olmak şartıyla yeniden açılması ve Rum Ortodoks Cemaatinin gereksinim duyduğu yüksek nitelikli din adamlarının burada yetiştirilmesidir. Fakat zaten başka bir okula bağlanmasını kabul etmedikleri için okul 1971 yılında kapatılmıştır.

1998 yılının Aralık ayında Vakıflar Genel Müdürlüğü, “Türk devleti aleyhinde propaganda ve yolsuzluklar yaptığı” gerekçesiyle HRO Yönetim Kurulu’nu feshetmiştir.[17]

Ülkemizdeki lise düzeyine kadar olan okulların Milli Eğitim Bakanlığına, yüksek okul ve üstünün YÖK’e bağlı olarak devletin kontrolünde olduğu Patrikhane tarafından bilinmesine rağmen, kendilerini tüm kurumların üzerinde görerek, T.C Devleti’nin ilkeleri hiçe sayılmakta ve devlet içinde devlet olabilmek için diretilmektedir. Ülke sınırları içerisindeki bir okulun, tam bağımsız bir ulus devlet tarafından kontrol edilememesi kabul edilmez bir durumdur. Patrikhanenin bu isteği Lozan Antlaşması dâhil olmak üzere Tevhid-i Tedrisat Yasası ve T.C. Anayasası’nın 12’inci maddesindeki eşitlik ilkesine tamamen aykırıdır.

Yine Anayasa’nın 2’inci maddesindeki “laik devlet” nitelendirmesine aykırıdır. Çünkü dini eğitim-öğretim yapan özel okul açmak ve yönetmek mümkün değildir. Anayasa’nın 24’ncü maddesi, din eğitimi ve öğretiminin devlet gözetimi ve denetimi altında olacağını belirtmektedir. Dolayısıyla laik TC’de sadece İslam değil, diğer dinlerin eğitimi de ancak devlet denetimi altında mümkündür. Anayasa’nın 132’inci maddesi, kazanç amacına yönelik olmak üzere vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim kurumları kurulabilmesine imkân vermektedir. Buna göre, sadece özel vakıflar üniversite açabilmektedir. Yani günlük dilde özel üniversite terimi kullanılmasına rağmen, anayasaya göre özel üniversite yoktur, devlet ve vakıf üniversitesi vardır. Bütün üniversiteler de YÖK’e bağlıdır. Dolayısıyla YÖK’e bağlı olmayan bir yüksekokul talebi hukuka aykırıdır. Patrikhane bir vakıf olmadığı için Patrikhane’ye bağlı özel bir yüksek öğretim kurumu açılması mümkün değildir. Anayasanın 24’üncü maddesine göre de din ve ahlak eğitim-öğretiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılması gerekmektedir ki, Patrikhane’nin 1971’de kabul etmediği en önemli şart budur.

Özel statülü Ruhban Okulu Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na da aykırıdır. Çünkü bu yasa Türkiye’de dini eğitimi cemaat ve özel kişilerden alıp, Milli Eğitim Bakanlığı’na vermiştir.[18]

Lozan Antlaşması ile tüzel kişiliği sona eren Patrikhane, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin en önemli noktasını oluşturan HRO’nun kapatılması karşısında ilgili makamlara sürekli girişimlerde bulunarak, bütün hukuki ve idari yolları denemiş ve denemeye devam etmektedir. Ruhban Okulu’nun yüksek okul olmadığı hakkında Danıştay’a açılacak davaya esas olmak üzere, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Hicri Fişek ve Ömer İlhan Akipek’e görüşler hazırlatılmış ve davalar açılmıştır.

Hazırlanan görüşlerde okulun yüksek okul olmadığı ispata çalışılmış, ancak dönemin yetkili ve muhatap makamlarınca bildirilen karşı görüşlerle bu iddialar çürütülmüştür. Nitekim 1950 yılından önce okul müdürlüğü tarafından zamanın hükümetine sunulan muhtırada, Teoloji Bölümü yıllardan beri fiilen yüksek okul niteliği taşıdığından hükümetçe bu statünün tanınması talebinde bulunulduğu, ayrıca okulu bitirenlere diplomadan ayrı olarak gizlice verilen Rumca belgede, bu okul mezunlarına teoloji öğretmeni unvanı verildiği ve ilahi ilimler manasına gelen teolojiyi lise seviyesinde okullarda okutmaya yetkili olan kişilerin yüksek okul mezunu sayılmaları gerektiği vurgulanmıştır.

Görülmektedir ki Patrik gerçeği söylememekte, MEB’lığınca öngörülen resmi diploma ile Patrikhane tarafından gizli olarak verilen ve “Ortodoks Hıristiyan Teolojisi Öğretmeni” unvanlı diploma birbiriyle tamamen çelişmekte ve birbirini tekzip etmektedir. Dolayısıyla Heybeliada Ruhban Okulu bir yüksek okul olarak Anayasa Mahkemesi’nin kararı kapsamına girmektedir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun yüksek okul olduğu, okulun 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı yönetmenliğinin 3, 54 ve 55’inci maddelerinde de açıkça belirtilmektedir.

Türkiye’de 625 sayılı Özel Yüksek Okulları yasasına göre dini eğitim alanında, ‘hangi derecede ve türde olursa olsun özel eğitim kurumu açılamaz’ hükmü bulunmaktadır. Bu Anayasa Mahkemesi kararına bağlanmış kesin hüküm olup, din farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlar için geçerlidir. Din görevlilerinin, devlet okullarında yetiştirilmesi Anayasa, Anayasa Mahkemesi kararı, Yüksek Öğretim Kurumları Kanunu, Özel Eğitim Kurumları Kanunu ve Milli Eğitim Temel Kanunu ile düzenlenmiş devlet politikasıdır.[19] Hemen şu hususa vurgu yapılmalıdır ki bu statüdeki bir okul artık azınlık okulu değildir. Zira azınlık Türk vatandaşıdır, yabancı değildir. Yabancıların eğitim göreceği bir okul azınlık okulu olarak mütalaa edilemez ve azınlıkların din özgürlüğü başlığı altında ele alınması mümkün değildir.

Lozan Antlaşması’nın 40’ıncı maddesi, azınlıkların istediği şekilde okul açmasına izin vermemektedir. Anılan madde, Müslüman olmayan azınlıkların hukuken ve fiilen diğer Türk vatandaşlarıyla eşit olmasını temin etmektedir. Oysa Patrikhane’nin talep ettiği statü, Müslüman çoğunluğun sahip olmadığı bir ayrıcalıktır.

Ortodoks teoloji eğitimi için YÖK’e bağlı olmayan, yurtdışından gelen öğrenciler için bir yüksekokulun faaliyete geçmesi, eşitliğe ve hukuk birliğine aykırıdır. Bu yönde verilecek bir taviz kaçak medrese eğitiminin de meşrulaştırılması ve YÖK’e bağlı olmayan, İslami cemaatlerin kontrolünde, özel ilahiyat okullarının da kurulması anlamına gelecektir. Bu durumun laik ve hukuk devleti niteliklerini taşıyan TC’nin sonu olduğunu görmezden gelmek mümkün değildir.[20]

Araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın ifadeleriyle, “özel ve özerk statüde bir Hıristiyan Ruhban Yüksek Okulu kurmak istemektedirler. Türkiye Cumhuriyet.’nin yasalarını karıştırmayın demektedirler. Biz bu okulu liseden sonra bir yıl eğitim verecek, uluslararası statüye tabi olarak kurmak istiyoruz demektedirler. Böyle dayanaksız bir noktadan başlattıkları hareket, bir sonuç vermeyince de, bizi insan haklarını ihlal etmekle suçlamaktadırlar. Bunun bir sonraki aşaması, Ayasofya’yı Ortodoksların ibadetine açma talebi olacaktır”.[21]

Patrikhane, kendisi ve kendisine bağlı metropolitlerde TC vatandaşı olma şartının kaldırılmasını istemektedir. Oysa bunları isterken başta Selanik ve Teoloji Fakültesi olmak üzere bir çok yerde hatta 60 yıldan bu yana ABD’de Ruhban okulu faaliyet göstermekte ve buralardan din adamı yetiştirilmektedir. Patrikhane elemanlarına bu okullardan gerekli eğitimi aldırmaktadır. Ayrıca dünyanın her yerinde bu tür okullar açma imkânı da mevcuttur. Maksat din adamı ihtiyacının karşılanması ise bu okullar Türkiye’de cemaati bile olmayan Patrikhane için fazladır. Ayrıca Patrikhane’nin HRO ile ilgili planları sadece öğrenci ihtiyacını gidermek kadar masumane olmadığı için Türkiye dışındaki Ruhban okullarından hiç bahsetmemektedir.

O halde akıllara, acaba yurt dışındaki kiliseleri ve dolayısıyla o kiliselerin bulunduğu ülkeleri kontrol etmek amacıyla elinin altında, kendisi tarafından amaçlarına hizmet edebilecek din adamları mı yetiştirilmek isteniyor şeklinde bir soru gelmektedir.

SONUÇ

Türkiye Cumhuriyetinde eğitim ve öğretim faaliyetleri devletin denetimi ve gözetimi altında yapılmaktadır. Bu yetki anayasa tarafından belirlenerek devletin vatandaşına bir görevi olarak verilmiştir. Bu bağlamda halkının tamamına yakını Müslüman olan bir ülkede din eğitimini karşılamak, din görevlilerini yetiştirmek amacıyla bir devlet okulu olan İmam Hatip Liseleri ve devlet üniversitelerinin bünyesinde yer alan İlahiyat Fakülteleri bulunmaktadır. Zikredilen bu kurumların her ikisi de faaliyetlerini ve müfredatlarını devletin denetimi ve gözetimi altında gerçekleştirmektedir. Bu çerçevede Türkiye’de hiçbir cemaat ve özel kuruluşlara din eğitimi ve öğretimi konusunda imtiyaz tanınmamıştır. Bu yasal prosedür azınlıklar dahil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamını bağlamaktadır. ”[22]

Bir hukuki devlet olduğu hususunda kimsenin şüphesinin olmadığı TC Devletinde, Anayasanın bu maddeleri çerçevesinde, Patrikhanenin kendi gözetim ve denetiminde olmasını istediği Heybeliada Ruhban Okulu’nun bu şartlar altında yeniden açılması mümkün görülmemektedir. Bağımsız, uluslararası nitelikte Patrikhane Yüksek Ruhban Okulu kurmak imkânsızdır. Çünkü Patrikhane devletimiz için uluslararası boyutta değil, İstanbul’daki Rum azınlığın dinî ihtiyaçlarını karşılayan bir Türk kurumudur.

O halde ne yapılabilir? Tarihî sorunlar dünya kamuoyunda Türkiye aleyhine kullanılmaktadır. Türkiye bunların üstesinden gelememektedir. Zira Fener Patrikhanesinin misyonuyla edindiği bir gücünün olduğu kabul edilebilir bir gerçektir. Bu nedenle özellikle başta Patrikhanenin uğraşamayacağı faaliyetler, muhatap olacağı devlet kurumu ve denetim kuralları iyi tespit edilmelidir. Statü belirlendikten sonra Patrik seçiminin hangi usul ve esaslar dâhilinde yapılacağı konusu da yeniden belirlenmelidir. Patriğin TC vatandaşı olması, din eğitimi almış olması; papaz, metropolit, despot olması gerekmelidir. Bu amaca yönelik Ortodoks din adamı ihtiyacı da herhangi bir devlet üniversitemizin (meselâ İstanbul Üniversitesi) İlâhiyat Fakültesi bünyesinde disiplinler arası bir kürsüde (meselâ Dünya Dinleri Kültür Bölümü adı altında) Ortodoks din adamı yetiştirmek maksadı ile eğitim ve öğretim yapmak üzere öğrenci alınarak giderilebilir. Böylelikle, bir tek cemaate hizmet verecek bir okul yerine, Türkiye’deki bütün azınlıklara hitap edecek böyle bir bölümün faaliyete geçmesi ile TC vatandaşları arasındaki eşitlik ilkesi açısından denge bozulmamış olacaktır. ”.[23]

DİPNOTLAR :

[1] https://www.turkishnews.com/tr/content/2013/08/26/heybeliada-ruhban-okulu-ve-ekumenik-

patrikhane- sorunu/

[2] KÖSE Ertan, Yunanistan ve Bitmeyen Kin, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ekim 2005, s.225

[3] http://www.turkmeclisi.org/?Sayfa=Temel-Bilgiler&Git=Bilgi-Goster&Baslik=heybeliada-ruhban-

okulu&Bil=67

[4] http://www.turkmeclisi.org/?Sayfa=Temel-Bilgiler&Git=Bilgi-Goster&Baslik=heybeliada-ruhban-

okulu&Bil=67

[5] KALPAKÇIOĞLU Özdemir, Yunan’dan Dost Olma, İstanbul 1994, s.243-244

[6]http://misak.millidusunce.com/ruhban-okulu-meselesi-nasil-acildi-neden-kapandi-ve-hangi-sartlarda-

acilamaz/

[7] KÖSE E. a.g.e. s.228-229

[8] BENLİSOY Yorgo, MACAR Elçin, Fener Patrikhanesi, İletişim Yayınları, Ankara 1996, s.66-67

[9] SOFUOĞLU Dr. Adnan, Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, Turan Yayıncılık 1996, s.215

[10] CALAN G. “Fener Patrikhanesi Vatikan Olma Yolunda”, Nokta Dergisi, 4-10 Eylül 1994, s.31; A.Gül’ün Değerlendirmesi.

[11] Türkiye, 20.10.1997

[12] Hürriyet, 4 Ekim 1999

[13] 5 Milliyet, 20 Temmuz 2004

[14] YALÇIN Dr. Emrullah, Heybeliada Ruhban Okulu’nun Yeniden Açılması,(http://dergiler.ankara.edu.tr/ dergiler/45/815/10341.pdf s.135-136)

[15] http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2015/04/fener-rum-patrikhanesi.html

[16] KÖSE E. a.g.e. s.230

[17] Posta, 11.12.1998

[18]http://misak.millidusunce.com/ruhban-okulu-meselesi-nasil-acildi-neden-kapandi-ve-hangi-sartlarda-acilamaz/

[19] http://www.turkmeclisi.org/?Sayfa=Temel-Bilgiler&Git=Bilgi-Goster&Baslik=heybeliada-ruhban

okulu-ii&Bil=68

[20] ÖZEL Prof.Dr. Sibel ‘Heybeliada Ruhban Okulu’ Sorunu (http://www.cumhuriyet.com.tr

/koseyazisi/1235286/_Heybeliada_Ruhban_Okulu__sorunu.html#)

[21] “Statü Meselesi Sorunlar”, Nokta, 4-10 Eylül 1994, s 30

[22] YILDIRIM Yrd.Doç.Dr.Münir, Dünden Bugüne Heybeli Ada Ruhban Okulu Sorunu ve Etrafındaki Tartışmalar (http://dergipark.gov.tr/download/article-file/50314 s. 396)

[23] YALÇIN Dr. Emrullah a.g.e s.152