Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Fener Rum Patrikhanesi, kendisine tanınan ayrıcalıklara karşın, Fatih’ten günümüze dek Türk düşmanlığını hiçbir dönemde bırakmadı. Kuşaktan kuşağa aktarılan kin ve nefret, siyasi ereklerle birleştirilerek genlere işleyen bir kalıt (miras) olarak hep canlı tutuldu. Kendini güçsüz gördüğü dönemlerde susarak, güçlü gördüğünde ise saldırarak, yurtiçindeki bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürdü. Anadolu’da Türk egemenliğine son vermek isteyen Batı saldırısının, her dönemde gönüllü işbirlikçisi oldu. Fener Rum Patrikhanesi, bugün dokunulmazlığı olan bir dükalık gibidir. Uluslararası etki gücü yüksektir. Destekçisi çoktur. Türkiye’den istedikleri artık; “Cihan Patrikliği”, “ekümenlik hakları”, “kızılhaç televizyonu”, “dinler arası diyalog” ve “Diyanet yanında temsil” gibi noktalara varmıştır. [1]

“Büyük Orta Doğu Projesi”, aslında yeni bir proje değildir. Bu, Osmanlı İmparatorluğu geri çekildikten sonra emperyalizmin Orta Doğu’ya hâkim olma projesinin adıdır. Birinci Dünya savaşı sonrasında İngiliz Fransız ortaklığıyla yürütülmüş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise, Fransa ve İngiltere’nin yollarını ayrılması sonucunda, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere ile birlikte Orta Doğu’ya girmiştir. [2]

 ABD’nin, Orta Doğu’da ki askeri varlığını artırmasındaki ana hedefi, İsrail’in önünü açmak ve İsrail merkezli büyük bir yapı oluşturmaktır. Kudüs’ün başkent olduğu, İsrail’in Orta Doğu’nun merkezinde yer aldığı bu büyük yapı, “Büyük Orta Doğu” olarak adlandırılmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında Büyük Orta Doğu; Orta Doğu üzerinden Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya yönelerek petrol coğrafyasını, İslam coğrafyasını ki bunun içinde Mısır ve Kuzey Afrika’yı da dâhil edebiliriz, Kuzey Atlantik İttifakı’nın yani ABD ve İngiltere’den meydana gelen Anglosaksonlar ile Yahudilerin ortaklığından meydana gelen Atlantik İttifakı’nın ve daha da ileri gidilirse, bugün New York’ta üslenmiş olan “dünya devleti”nin hâkimiyeti alanına sokma projesidir. [3]

Günümüzde Patrikhaneye verilen bu rolün, tarih boyunca bitmeyen “kin” ve nefret ile Anadolu’daki Türk devletlerinin zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkan dış destekli “ihanet”lerin nedenlerini anlayabilmek için tarihi gelişim sürecinde Patrikhane’nin faaliyetlerini incelemekte yarar vardır.

OSMANLI DÖNEMİNDE PATRİKHANE

Fatih Kanunnamesi

Türklerin Patrikhane ile tanışması Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle olmuştur. 1453’te İstanbul’un fethiyle Türk’lerin hâkimiyetine giren patrikhane için yeni bir çağın başlangıcı gibi yeni bir dönem başlamaktaydı. [4]

II.Mehmet (Fatih) İstanbul’u aldığında, Hıristiyan dünyası Doğudaki ikinci büyük merkezinin dini açıdan Müslümanlarca yok edileceğine inanıyor, buna karşı yeni bir haçlı seferinin hesabını yapıyordu. Ancak Fatih, hiç ummadıkları bir tutumla, Patrikhane’yi kapatmak bir yana, onlara hiçbir zaman görmedikleri özgürlükler ve haklar verdi. Türklerin egemen oldukları yerlerde dini baskı uygulamama genel tutumu yanında, Fatih, Hıristiyan dünyasının bölünmüşlüğünün sürmesini amaçlamış, Patrikhane’yi adeta koruması altına almıştı.

Fatih Kanunnamesi’yle II.Gennadios Ekümenik (Evrensel) Patrik yapıldı ve vezir ünvanı verilerek, devletin önemli işlerinin görüşüldüğü Divan’a alındı. Patrik ve Patrikhane’ye bağlı kişiler vergiden bağışık tutuldu. Patrik, Hıristiyan halkın tartışmasız önderi sayıldı, Ortodoks topluluğunun yargılama ve cezalandırma işlemlerinde tam yetkili kılındı. Bu haklar, Patriğin Bizans dönemindeki haklarından daha ileriydi. [5]

Kimi padişahlar, Patrikhane’ye tanınan hakları bir miktar kısıtlasa da, ayrıcalıklar Cumhuriyet’e dek sürdü. 1856 Islahat Fermanı’yla, Patriğin görevi ömür boyu sürecek biçimde uzatıldı. Yargılama ve cezalandırma konusundaki yetkileri arttırıldı. [6]

Kozmopolit bir imparatorluk olan Osmanlı, Patrikhane’nin etkisini kendi siyasi hedefleri maksadıyla kullanmak için güçlü olduğu dönemlerde bu yapıyı korumuş ve desteklemiştir. Osmanlı’nın duraklama ve özellikle gerileme döneminde, Batı ülkeleri Patrikhane üzerinde büyük bir nüfuz elde etmiş ve Patrikhane’yi Osmanlı aleyhine kullanmıştır. [7]

Fesat’ın Temelleri

Esasında Patrikhane Makamı, Bizans’ın dini ve dünyevi olan iki yönlü iktidarının ayakta kalan tek tarafının devamı idi. Yani Bizans ölmemiş onun şahsında yaşamaya devam etmiştir. Nitekim Batı tarihçileri “Bizans’taki Osmanlı hâkimiyeti Aya Sofya’nın duvarlarına sürünmüş badanaya benziyor. Altındaki mozaik putlar bozulmamıştır.” demektedir. [8] Buna göre; İstanbul başkent olmak üzere Bizans İmparatorluğu’nu en geniş sınırları ile yeniden diriltmek ve büyük Yunanistan’ı kurma hayali olan Megali İdea’nın temeli, İstanbul’un fethine kadar dayanmaktadır.

Hıristiyan Ortodoks halkın dini ve ahlaki eğitimi kiliseye bırakılmıştır. Dil ve din ile ilgili olarak önceleri ilköğretim yapılırken zaman içinde yüksekokullar açılmış böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde kiliselerin kontrolünde Yunan fikrinin önemli faaliyet merkezleri yaratılmıştır. Kilise öğrenim için tahsilli yetişmiş papazları kullandı veya yetenekli Rumları Avrupa’da öğrenim yaptırıp sonraları halkın öğretmeni olarak mükâfatlandırdı. Bu fikir mukaddes bir ülkü olarak gizlice Rum gençliğine aşılandı. Vaazlarla halkın kalbinde hürriyet idaresi ve milletin manen yeniden doğuşu fikri ateşlendi. [9]

Türk Düşmanlığı

17’nci Yüzyılda yaşayan III.Parthenios, en gözü kara Patriklerden biriydi. Balkanlarda devlet karşıtı çalışmalar yapıyor, Ortodoksları ayaklandırmaya çalışıyor, Patrikhane’nin olanaklarını bu amaçla kullanıyordu. Padişah IV.Mehmet, 1657 yılında idamına karar verdi ve Paşakapı’da idam edildi. Suçu; Eflak Voyvodası Costantin’i ayaklanmaya teşvik etmek ve İstanbul yangınında kargaşa çıkarıp yağma yaptırmaktı. [10]

Patrikhane, III.Parthenios’un asılmasından sonra uzun bir süre sessiz kaldı. Ancak, 18.Yüzyılın sonlarına doğru Yunanistan’da gelişmeye başlayan ulusçu ayaklanmalarla ilişki kurdu. Ayaklanmaya hazırlanan örgütlere para ve silah yardımı yaptı, manevi destek verdi. 1821 yılında ortaya çıkan ve Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasıyla sonuçlanan Mora Ayaklanması’na önemli etkisi oldu. Patrik V.Gregorios, Rum çetelere verdiği destek nedeniyle 1821’de Patrikhane’nin orta kapısında idam edildi. [11] Bu olay Megali İdea’nın meşalelerinden biri yapıldı. Bu kapı yeni seçilen Patriğin emri ile orada bir Türk Devlet ya da hükümet başkanı asılıncaya kadar kapalı kalmak kaydıyla kapatıldı ve bu kapı hala da kapalı bulunmaktadır.

Rus Çarı’na Mektup

1821 Yunan ihtilalinde kilise önderlik etmiş ilk ihtilal bayrağını papazlar açmış ve böylece Yunanistan istiklalini ele geçirmiştir. Merkezi İstanbul’da olan Etnik-i Eterya’nın bir üyesi olan Fener Patriği Gregorios isyanın ele başıydı. II.Mahmut’un bu isyanın sorumlularını bulmak için başlattığı araştırmada, Patrikhane’de yapılan arama sonucu Fener Patriği’nin söz konusu isyandaki rolünü ve Rus Çarı ile olan ilişkisini ortaya çıkaran belgelere ulaşıldı. Bu belgeler arasında bulunan Rus Çarı Aleksandr’a hitaben yazılan mektupta V.Gregorios, Türkleri dünya siyasi ve askeri hayatında korkulacak bir varlık olmaktan çıkaracak, hatta bağımsız bir millet olabilmekten mahrum edecek çok dikkate değer önerilerde bulunuyordu. Günümüzde ülkemize yönelik bir takım uygulamaları anlamak açısından bir örnek olan bu mektubun içeriğine bakmakta yarar var. V.Gregorios Türkler hakkında şu tespitlerini bildiriyor; ”Çar Cenapları, siz Türk milletini yok etmenin tek yolunun savaş olduğunu düşünüyorsunuz. Bu görüşünüz doğru değildir. Türkleri hazırlıksız yakalayıp yenseniz bile, bununla yok olmazlar. Oturup düşünürler, yanlışlarını giderir, eksikliklerini tamamlar ve karşınıza çıkarlar… Onları yok etmenin tek yolu, uzun vadeli çalışarak inanç ve geleneklerini sarsmak, yaşam biçimlerini bozmaktır… Bunlar; yalan, ikiyüzlülük, rüşvet gibi kötülükleri bilmeyen bir ahlaka sahiptir. Güçleri buradan gelir. Bunu bozmak gerekir. Bu yönde başarılı olmanın kolay bir yolu vardır. Türkler, sonradan Müslüman olanları, doğuştan Müslüman olanlardan daha çok sever, bağırlarına basar; ırk farkı gözetmezler. Bunların arasına yalandan din değiştiren adamlar sokun. Yüksek yerlere gelmelerini sağlayın. Ahlakları zaafa uğradımı, çürük bir ağaç gibi kırılırlar, yeniden büyüyemezler. Türkleri ahlakları sağlamken yenseniz bile, sağlam ağaç budaması gibi daha gür dallanırlar ve yeniden ağaç olurlar.

PATRİKHANE’NİN ANADOLU’NUN İŞGALİNDEKİ ROLÜ

Fener Rum Patrikhanesi, Kurtuluş Savaşı boyunca yunan politikalarını ve Anadolu’nun işgalini destekleyici nitelikte faaliyet yürüttü. Bu kapsamda, 1919 yılı ortalarında bağımsızlığını ilan ederek kapısının üzerine çifte kartallı “Bizans Bayrağı”nı astı. Bursa Metropoliti Doroteos Mamelis, yıkıcı örgütlerden Mavri Mira Örgütü başkanı Zevan Efendi ile işbirliği yaparak Anadolu’nun işgali ve İstanbul’un da Yunan mandasını savunarak bu yönde faaliyetlerde bulundular. Ayrıca Batı ve Orta Anadolu ile Doğu Karadeniz bölgelerindeki hemen tüm Rum ayaklanmalarında etkin biçimde yer aldılar.

Paris Barış Konferansı’nda itilaf devletlerinin 30 Mart 1919’da İzmir’i Yunanistan’a verme kararı almasında Patrikhane’nin bu yönde aktif çalışmasının rolü vardır. [12]

İzmir’e Yunanlılar’ın çıkarılması konusunda da İzmir Metropoliti Hrisostomos 14 Mayıs 1919’da kışkırtıcı bir konuşma yapmış, yerli Rumlar ellerinde silahlarla meydanlarda toplanmıştır. Patrikhane’de planlanan programların Ege bölgesindeki baş elemanı olan Metropolit, Yunan askerlerini Kordonboyu’nda dualarla karşılamış, gösterişli bir şekilde hazırlanan dini bir törenle silahlarını bir araya toplayıp sevinç dansları yapan birlikleri “takdis” etmiştir. Yunan Ordusu İzmir’i işgal ederek kırım (katliam) yapmış, başta Vahdettin’in buyruğuyla silahlarını bırakan subaylar olmak üzere 300 Türk’ü öldürmüştür.

LOZAN GÖRÜŞMELERİNDE PATRİKHANE

Fener Rum Patrikhanesi, tek başına bir kurum olarak Lozan Antlaşması’nda yer almamıştır. Yani Lozan Antlaşması, Patrikhane’yi ne ismen ne de özel bir şekilde zikrederek bununla ilgili bir hüküm koymuş değildir. Durum böyle olunca Ortodoksların Ekümenik Patrikliği’nin bir ibadet kurumu olarak Lozan Antlaşması’nda herhangi bir teminat ve koruma altına sokulmamış olduğu açıktır.

Patrikhane’nin tek sığınağı, Türk Hükümeti’nin ve Türk milletinin hoşgörüsü olmuştur. [13] Patrikhane konusunda Mustafa Kemal Paşa, 25 Aralık 1922’de Le Journal gazetesi muhabiri Paul Heriot’ya Çankaya’da verdiği beyanatta şunları söylemiştir: “Bir fesat ve ihanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız ne gibi gerekçe ve nedenle ileri sürülebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluluğu var? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?” [14]

Lozan’da yapılan görüşmelerin sonunda Türk Heyeti, Osmanlı döneminde verilen bütün ayrıcalıkların kaldırılıp, yalnızca dini yetkileri ile sınırlı kalması koşuluyla Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasını kabul etti. Baş delege olarak İsmet İnönü de bu konudaki sözleri “sözlü senet” olarak kabul ettiğini bildirdi.

PAPA EFTİM VE ORTODOKS TÜRKLER

Fener Rum Patrikhanesinin Milli Mücadele aleyhine yürüttüğü yıkıcı faaliyetler karşısında Hıristiyan Türklerin Patrikhaneye karşı örgütlenmesinde ve mücadele etmesinde en büyük rolü Papa Eftim oynamıştır.

1884 yılında Ankara’da doğan Papa Eftim, kendisini daima Türk olarak nitelendirmiş ve kendisine söylenen Türk dostu sözünü kabul etmemiştir. Atatürk’ün kendisine “Baba Eftim” dediği Papa Eftim, yayımladığı beyanname ve meclis binasının bahçe duvarı üzerinde yaptığı konuşma ile hem kendisinin hem de Ortodoks Türklerin duygularını dile getirmiş ve Mücadeleye olan inancı göstermiştir. [15]

Atatürk, yalnızca Türk olduğu için değil, ülkenin işgaline ve Patrikhane’nin ihanetine karşı savaşım verdiği için Papa Eftim’i destekledi, çalışmalarına yön verdi. Hıristiyan Türkler içinde olduğu kadar, Müslüman Türkler ve Hıristiyan Rumlar içinde de saygınlığı olan Papa Eftim, bu üç kesim arasında oluşabilecek olumsuz olayları önleme ve Ortodoks Cemaatini ulusal savaşıma kazanma ya da yansızlaştırma yönünde başarılı çalışmalar yaptı.

 Atatürk’ün istemi üzerine Türk Ortodoks Patrikhanesi’ni kurdu. 72 Ortodoks ruhban temsilcisiyle kurduğu Türk Patrikhanesi, Fener Rum Patrikhanesi’ni etkisizleştirmek için çalışmalar yaptı. Anadolu’yu dolaşarak, Ortodoksları Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmamaya, onu desteklemeye çağırdı. Dini topluluklara ve tüm kiliselere bildiriler yolladı. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkanların, ülkenin ve kendilerinin felaketine neden olacağını belirterek; bunu yapanların, hoşgörü ve adaletle davranan Türk Ulusu’na karşı suçlu olacaklarını söyledi.

Sivas Kongresi’ne katıldı. 23 Nisan 1920’de, Büyük Millet Meclisi’nin açılış duasını okuyan din adamlarının arasında o da vardı. Burada yaptığı ve coşkuyla karşılanan konuşmayı, “yaşasın Türk Ordusu ve milleti” diyerek bitirdi. [16]

CUMHURİYET DÖNEMİ VE 1938’DEN SONRA ESKİYE DÖNÜŞ

İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye ve Yunanistan kamuoylarının gündeminden inmeyen bir konu olmuştur. Bunun başlıca nedeni; yeni Cumhuriyetin daha henüz birkaç yıl önce ihanetlerini gördüğü bu kuruma karşı gücünü hissettirmek ve kontrol altına almak istemesidir. Türkiye’nin amacı, Patrikhane’nin artık bir “başpapaz” konumunda Lozan Antlaşması’nda olduğu gibi yalnız Türkiye’yi ilgilendiren bir iç sorun olduğu biçimindeki anlayışı yerleştirmektir. Patrikhane’nin “hamisi” Yunanistan’ın tavrı da, tam tersine, konuyu uluslararası arenada tutmak yönünde olmuştur.

Cumhuriyet döneminin temel tezine göre, Fener Rum Patrikhanesi İstanbul’daki Rumlar’ın özel kilisesi’nden ibarettir. Bu ve buna benzer kiliseler ile kurumlar ve içindeki personelin çalışması Türk yasalarına bağlıdır. Esasen başta Patrik olmak üzere diğer papazlar ve dini kişiler, Türk tabiyetindedirler ve böyle olmak zorundadırlar.

Lozan’da varılan sözlü anlaşmanın ardından Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Patrik seçimini denetlemeye başlamıştır. [17]

Her konuda olduğu gibi Patrikhane konusunda da, 1938’den sonra “eskiye dönüş” süreci başladı. İlk ödünü veren İsmet İnönü’ydü. CIA adına çalışan Athenagoras (asıl adı Aristokles Spiru’dur), 1948 yılında, ABD Başkanı Truman’ın özel uçağıyla İstanbul’a geldi. Ankara Ekspresi’ne eklenen özel bir vagonla Ankara’ya götürüldü, burada ayrıcalıklı bir protokol ile karşılandı.

Medrese çıkışlı CHP’li Başbakan Şemsettin Günaltay, Fener Rum Patrikhanesi’nin isteğine uygun olarak, Papa Eftim’in kurduğu Türk Ortodoks Kilisesi’nin dağıtılmasını istedi. Daha sonra, Yunanistan uyruklu Athenagoras, Bakanlar Kurulu Kararıyla Türk vatandaşlığına geçirildi ve Fener Patriği yapıldı.

1950’de Başbakan olan Adnan Menderes, Athenagoras’ın ayağına dek gitti ve elini öptü. Milli Eğitim Bakanlığı, Heybeliada Ruhban Okuluna “Teoloji Yüksek Okulu” adını vererek ilahiyat fakültesi konumuna getirdi. Turgut Özal Hükümeti, Patrikhane tarihinde görülmeyen bir ayrıcalıkla Kültür Bakanlığı Bütçesinden para yardımı yaptı. [18]

Özellikle Demokrat Parti döneminde Athenagoras’ın isteğiyle birçok din adamına TC vatandaşlığı verilmiştir. Athenagoras Ankara’dan “olur” alarak cumhuriyetten beri ilk defa dini giysilerle din adamlarının katıldığı “Fota” yani İsa’nın vazifesini simgeleyen suya haç atma töreni 6 Ocak 1952’de yapılmıştır.

Sonuç olarak, Osmanlı’dan büyük dersler çıkaran ve Fener Rum Patrikhanesi’nin emperyalizmin güdümüne girdiğini gören genç Türkiye Cumhuriyeti, bir fitne ve fesat yuvası olan Patrikhane’yi Eyüp Kaymakamlığı’na bağlamıştır. Ama Cumhuriyet’in sorumluluğunu taşıma yeteneği olmayan kadrolar Lozan’da kabul edilen statüyü sulandırmıştır.

EKÜMENİKLİK KAVRAMI VE PATRİKHANE’NİN EKÜMENİKLİĞİ

 “Ekümene” (Gr.Oikoumene, Oikoumenos); “sürekli yerleşim alanı” anlamına gelmektedir. Kalıcı yerleşim görmüş toprak bütünlüğü ifade eder. Bu nedenle de “uygarlık” kavramıyla bağlantılıdır. Aynı zamanda üstün bir kültürün ifadelendirilişi “Ekümene” kavramıyla anlatılır. [19]

Günümüzde Fener Rum Patrikhanesi, bir dinin olmaktan çok bir ideolojinin siyasi strateji üretim merkezi durumundadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Patriğin Ekümenik ünvanını tanımak için hukuki bir sorumluluğu yoktur. Lozan Konferansı’nda yapılan sözlü anlaşmaya göre de; Patrikhane’nin İstanbul’da kalması, dünya işlerine karışmaması şartına bağlanmıştı. Günümüzde ekümenizm ile Türkiye Cumhuriyeti içindeki ve dışındaki Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesi söz konusudur. Patrik Bartholomeos, 5 Mayıs 1997 tarihli TIME dergisinde çıkan demecinde; “Ortodoks Hristiyanlara, doğu-batı yakınlaşmasını sağlamada özel bir görev düştüğüne inanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti gibi bizim de her iki dünyada ayağımız var” demiştir. Böyle bir görev siyasi bir faaliyettir. Bu faaliyetin ABD ve Rusya’daki Ortodoks kiliselerinin aralarındaki ilişkileri de kapsadığı hatırlanırsa, Türkiye bakımından siyasi niteliği açıktır. [20]

       Günümüzde Fener Rum Patrikhanesi ve Ortodoksluk üzerinde tartışılan konu; Patrikhane’nin statüsünün yükseltilerek güçlendirilmesidir. Bu konuyu ABD Başkanı Bill Clinton, 1994 yılı Mart ayında Başbakan Tansu Çiller’e yazdığı mektupta gündeme getirmiştir. [21]

Clinton mektubunda; Patriğin sıkıntılarının azaltılmasını istemiş, ancak bu sıkıntıların neler olduğu mektupta dile getirilmemiştir. Clinton’un Fener Rum Patrikhanesi ile ilgilenmesinin en önemli nedenlerinin başında, ABD’nin dünya Ortodokslarını kontrol etme isteğinin yanında, Amerika’da çoğu Anadolu’dan göç etmiş yaklaşık 5 milyon Rum kökenli Ortodoks’un bulunması ve bunların verdiği oyların etkili olması gelmektedir.

Fener Rum Patrikhanesi’nin ruhani lideri I.Bartholomeos kendisinin “Ekümenik Patrik” sıfatı ile kabul edilmesini istemekte ve bu alanda yoğun çalışmalar yapmaktadır.

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, ekümenikliğin Türkiye tarafından kabul edilmezliğini şu nedenleriyle vurgulamıştır: ”Burada ekümenikliğin doğal sonucu olarak Patriğin, sadece Patrikhane Saint Sinod’undaki metropolitlerce değil, dünyadaki Ortodoks kiliselerini temsil eden tüm metropolitler tarafından seçilmesi gerekeceğini vurgulayalım… Bu yola gidilmesi Türk devleti içinde uluslararası temsil statüsü olan bağımsız bir dinsel otorite, bir türlü ‘dinsel devlet’ yaratmak gibi bir sonuç doğurur… Patrikhane’nin gerçek güç tabanı İstanbul’daki 1500 kişilik Rum cemaati değil, Amerika’daki üç milyonluk Yunan Diasporasıdır… Bu söylediklerimiz… Patrikhane’nin ‘Ekümenik’ statü kazanmasının, Türkiye’nin dış ilişkilerinde çok ciddi rahatsızlıklar yaratmanın da ötesinde, “Türkiye’de rejimin dinamitlenmesisonucunu doğuracağını ortaya koymaktadır”. [22]

ABD Başkanı Bill Clinton, 14 Kasım 1999’da ailesi ile birlikte Türkiye’ye geldi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le yaptığı görüşmede Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Fener Rum Patrikhanesi’ne dâhil edilerek açılmasını talep etti.

Clinton’dan sonra, Türkiye’ye gelen büyük devlet yetkililerinin hemen tümü, Patrikhane’yi “ziyaret” etti, Bartholomeos’u ekümenik patrik kabul ettiklerini gösteren görüşmeler yaptı. Almanya Cumhurbaşkanı Johannes Rau, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, Papa 16.Benedik, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ve Angela Merkel, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer, Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras ve Çipras, Papa Franciscus; Patrikhane’yi “ziyaret” eden yabancıların bir bölümüdür. Dolayısıyla Türkiye’de cemaati çok az olmasına rağmen, Fener Rum Patrikhanesi Hıristiyan dünyasında ekümen bir kilise olarak kabul görür hale gelmiştir. Burada Türkiye’ye verilen mesaj son derece açıktır. Türkiye, Patriğin fiili statüsüne uygun bir hukuk düzenlemesine zorlanmaktadır.

GÜNÜMÜZDEKİ DURUM

Athenagoras’a kadar, cumhuriyet 25 yıl boyunca, Yunanistan’ın Patrikhane’ye belirli bir sahip çıkma tavrı göstermiştir. Athenagoras ile birlikte Patrikhane uluslararası duruma gelmiş ve devreye ABD girmiştir.

Patrikhane’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki rolü ABD vatandaşı Athenagoras’ın; ABD Başkanı Truman’ın özel uçağı ile İstanbul’a getirilerek görevi almasıyla başladı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra hızlandı.

Bu hareketlilik 1 Eylül 1985’te Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu İakovos’un Türkiye’ye gelişiyle yoğunluk kazandı. Başbakan Özal tarafından sağlanan özel izinle Türkiye’ye gelen İakovos, “Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesi için yetki verilirse arabuluculuk yaparım” demiştir. [23] Özellikle bu ziyaretten sonra, Türkiye’yi ziyaret eden ABD’li görevliler Patrikhane’yi ziyaret etmeye başladılar.

İakovos, “Türkiye’ye giden Amerikalıların Patrikhane’yi ziyaretini siz mi teşvik ediyorsunuz” sorusuna ‘hayır, ABD Dışişleri Bakanlığı istiyor” yanıtını vermiştir. [24]

Yunanistan’da iktidarda iken PASOK’un Merkez Komitesi üyesi Mihalis Haralambidis 1989 yılında yaptığı açıklamada: “Bizans Ortodoks kültürü, Avrupa kültürünün temel taşlarından biridir. Bizans kültürünün temellerinden sayılan, İstanbul Patrikhanesi ve Ayasofya kaderine terk edilmiş bir durumda esaret altında bırakılamaz. Patrikhane binasına izin verilmesi Türkiye’nin bir hediyesi değildir. AB’ye girmek için verdiği tavizlerden birisidir. Türkiye’nin AB’ye kabul edilebilmesi için İstanbul Patrikhanesi’ni, Vatikan ve San Marino gibi otonom bir devlet olarak tanıması şartı AB tarafından istenecektir.” demiştir. [25].

Clinton ve Ruhban Okulu

ABD Başkanı Bill Clinton, 14 Kasım 1999’da eşi ve kızıyla birlikte Türkiye’ye geldi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le yaptığı görüşmede şaşırtıcı bir istekte bulundu. Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olarak açılmasını istedi.

  Bu istem, konuyla ilgili gelişmeleri bilenler için şaşırtıcı değildi. Yirminci Yüzyılın son on yılında, ABD başta olmak üzere hemen tüm Batı ülkelerinde, “dinler arası diyalog” adı altında bir devinim başlatılmış, emperyalist siyasetin önem verdiği bu devinimde, “dünya Ortodokslarının dini merkezi” kabul edilen Fener Rum Patrikhanesi öne çıkarılmış ve onun ekümenik patriklik olduğu ilan edilmişti.

ABD’de bu yönde yoğun kampanyalar düzenleniyor, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına ve Lozan Anlaşması’na aykırı olan bu tutum sürekli gündemde tutuluyordu. Fatih Kaymakamlığı’nın denetimine bağlı bir dini birim olan Patrikhane, uluslararası siyasetin Türkiye’ye yönelen unsuru durumuna getiriliyor, bu tutumla yüzyıl öncesine adeta geri dönülüyordu. Clinton’un istemi bu sürecin üst düzeydeki sonuçlarından biriydi. [26]

Türkiye kamuoyunda son yıllarda çok sık gündeme gelen Türkiye’nin çevresindeki ülkelerce bir Ortodoks ekseni içine alınmakta olduğu konusu ile ilgili olarak Bartholomeos, “Moskova bunu gündeme getirdi, ama ben çıktım” [27] açıklaması yapmıştır. Bu açıklamanın gerçeklere ne kadar uygun olduğu Patriğin son yıllarda ki faaliyetleri ile çelişmektedir. Dışta oluşturulmak istenen Ortodoks eksen, içeride ise Patrikhanenin Vatikanlaşma çabaları devam etmektedir.

Günümüzdeki Faaliyetleri

Patrikhanenin internet sitesinde ekümenikliğini ilan eden Bartholomeos, Türk adası olan Eşek (Agathonision) ve Nergizçik (Arkioi) adaları ile etrafındaki küçük adaları, doğrudan sözde ‘Ekümenik Patrikliğin’ yönetimi altına almıştır. Fener Rum Patrikhanesi, hâlihazırda Yunan işgali altında olan Türk adalarındaki kiliseleri işletmekte ve kiliselere papaz atamaktadır.

Patrikhane, tarihte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin aleyhinde pek çok çalışma yürütmektedir. Bu çerçevede sürekli olarak, dünyanın dört bir yanına dağılmış Yunan Diasporası’nı birleştirici, bütünleştirici ve sonuçta Yunan stratejik vizyonuna hizmet edici bir rol oynamaktadır. Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açma girişimleri, “Ekümenik (Evrensel) Patriklik” iddiaları ve faaliyetleri, Patrikhane’nin günümüzdeki istek ve çalışmalarının başlıcalarını oluşturmaktadır. Ama bunlardan en önemlisi de aynen I.Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi yakın tarihimizde emperyalist güçlerin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirme yolunda bir politik araç olarak kullanılmasıdır.

Patrikhane’nin günümüzdeki çalışmaları ile Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik yeni stratejileri arasında tam bir paralellik vardır.

Fener Rum Patrikhanesi, 1990’dan itibaren şu üç önemli ara hedefi gerçekleştirmek için açıkça çalışmaktadır.

       Ekümenik ünvanını alarak 1500-2000 kişilik bir cemaatin “Azınlık Kilisesi”nin dini makamı olmaktan çıkarak, Vatikan benzeri özel ve özerk bir evrensel, siyasi-dini makam haline gelmesi,

       Patrik seçiminde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak zorunluluğunu kaldırtmak,

       1971 yılında kapatılan Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu’nu açmak, buraya yabancı öğrenci de almak. [28]

Bu hedeflerine; dışarıdan getirtilerek ya da içerde kazanılarak Hıristiyan nüfusun artırılması, mübadeleyle giden Rumların geri dönmelerinin sağlanması, Ayasofya’nın kilise olarak ibadete açılması, Katolikler ve Protestan kiliseleriyle birlikte hareket ederek Dünya Hıristiyanlarının birliğinin sağlaması da ilave edilebilir.

STRATEJİK HEDEF; BÜYÜK ORTADOĞU’NUN İÇİNDE YENİ BİZANS’IN HAYATA GEÇİRİLMESİ

SSCB’nin dağılmasından ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ABD liderliğinde “Yeni Dünya Düzeni”nde tek başlı, tek merkezli bir dünya meydana getirmenin planı “Yeni Dünya Düzeni Projesi”dir. ABD bu proje ile Fener Rum Patriği’ni kullanarak 270 milyon ve Yunanistan Ortodoks (200 milyonu Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğundadır) üzerinde bir nüfuz elde etme peşindedir. Bu insanların kontrolü konusunda Rusya Moskova’daki patrikhaneyi, ABD ve Yunanistan ise Fener Rum Patrikhanesi’ni kullanmak istemektedir.

Rusya yeniden süper güç olma hedefini Ortodoks kilisesi ve Slav Milliyetçiliği üzerine inşa etmektedir. Fener Patrikhanesine Ekümeniklik yetkisi tanınırsa Ortodoksların kontrolü Rusya’nın elinden alınarak Fener Patrikhanesi yoluyla ABD’nin eline geçmiş olacaktır.

Kurulduğundan bu yana sürekli savaş içinde bocalayan İsrail’in güvenliği açısından, bölge ülkelerinin hepsinin parçalanması ve eyaletlere bölünmesi gerekmektedir. Irak’ın üçe bölünmesi gibi, Türkiye, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır gibi bölgenin büyük ülkelerinin hepsinin de tıpkı Lübnan ve Ürdün gibi küçük devletçiklere bölünmesi gerekmektedir. Bu plana göre, bütün bölge ülkelerinin üç ya da beş eyalete bölünmesi ve bütün eyaletlerin Kudüs’e bağlanması gerekmektedir. Bölge ülkelerinin bir balkanizasyon sürecinden geçmesinden sonra, otuz civarında eyaletten oluşacak bir Orta Doğu Birleşik Devletleri kurulacaktır. [29]

Orta Doğu’ya hâkim olmak için uygulamaya konulan bu proje bağlamında, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ni de kapsamına alan Vatikanlaştırılmış Fener Rum Patrikhanesi ile Bizans yeniden hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bunu gerçekleştirmek üzere ABD’nin, Fener Rum Patrikhanesini Avrupa Birliği ve Yunanistan vasıtasıyla kullanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Sonuçta Yahudiler 2 bin yıl bekleyerek nasıl devlet kurmuşlar ise Fener Rum Patrikhanesi de aynı yolu izleyerek Yeni Bizans’ı gerçekleştirme yolunda ilerlemektedir.

Patrikhane’nin konumunu güçlendiren her girişim Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurur. Patrikhane güçlendikçe Ekümenik iddiaları daha büyük bir taraftar toplar. Patrikhane’yi Rusya’ya karşı kullanmak isteyen emperyalist merkezler Patrikhane’ye verdikleri desteği daha da artırır. Rusya ve bütün Ortodoks dünyasını denetim altında tutmak isteyen güçler tıpkı Vatikan gibi, Türkiye’yi zayıf gördükleri bir anda Patrikhane’ye de surlarla çevrili bir devlet statüsü vermek için harekete geçer. Bu koşullar altında Batı ve emperyalist merkezlerle kısa dönemli geçici çıkarlar için işbirliği yapan Türkiye, orta ve uzun vadede ciddi bir sorunla baş başa kalır. Patrikhane’nin etkinlik ve nüfuzunu azaltmak için Türkiye Rusya ile ortak hareket etmelidir. [30]

DİPNOTLAR :

[1] http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2015/04/fener-rum-patrikhanesi.html

[2] ÇEÇEN Anıl, Türkiye’nin B Planı, Kilit Yayınları 2011, s.169

[3] ÇEÇEN A. a.g.e. s.170

[4] SOFUOĞLU Dr. Adnan, Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, Turan Yayıncılık 1996, s.22

[5] https://tr.wikipedia.org/

[6] a.g.s

[7] POLAT Soner, Ortodoksluk ve dinsel jeopolitik

(http://www.yurdumacanfeda.com/tr/?p=61622)

[8] ŞAHİN M.Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye İstanbul-1999 s.127

[9] SOFUOĞLU A. a.g.e.s.27

[10] www.e-tarih.org

[11] www.e-tarih.org

[12] KÖSE Ertan, Yunanistan ve Bitmeyen Kin, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ekim 2005, s.196

[13] ŞAHİN, a.g.e s276-277

[14] KÖSE a.g.e, sf.198

[15] http://dergipark.gov.tr/download/article-file/291619 s.7

[16] www.e-tarih.org

[17] KÖSE E. a.g.e, sf.200

[18] http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2015/04/fener-rum-patrikhanesi.html

[19] ALTINDAL Aytunç, Türkiye ve Ortodokslar, Alfa Yayınları, Ocak 2005 s. 157-158

[20] KÖSE E. a.g.e, s.205

[21] Sabah, 24.03.1994

[22] ELEKDAĞ Şükrü, “Patrikhane’nin statüsü” Milliyet, 3 Aralık 1995

[23] Hürriyet, 2 Eylül 1985

[24] Cumhuriyet, 7 Şubat 1987

[25] Türkiye Gazetesi, 27 Nisan 1999

[26] http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2015/04/fener-rum-patrikhanesi.html

[27] Milliyet, 23 Aralık 1994

[28] KÖSE E. a.g.e, s.211

[29] ÇEÇEN A. a.g.e. s.167

[30] POLAT S., a.g.s