Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Arap ülkeleri, yangın olayı üzerine hemen bir İslam Zirve Konferansı’nın toplanmasını kararlaştırmış ve girişimlerde bulunmuşlardır. Bu amaçla İslam ülkeleri liderleriyle çeşitli görüşmeler yapan Kral Faysal, Türkiye’ye de bir ziyarette bulunmuştur. Türkiye, Kral Faysal’ın İslam Paktı fikrine, sadece Anayasasındaki laiklik ilkesi ile çelişeceği tereddüdüyle değil Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı Orta Doğu politikasını başarısızlığa uğratabileceğinden de dikkatli yaklaşmıştır. Kral Faysal’ın 29 Ağustos 1966’da Ankara’yı ziyaretinden sonra 4 Eylül’de yayımlanan Türkiye-Suudi Arabistan ortak bildirisinde, ‘‘ İki ülke arasında mevcut manevi bağlar ve ortak çıkarlardan doğan ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği’’ üzerinde durularak ‘‘ İslam dininin Müslüman ülkeler arasında anlayış ve kardeşliği kuvvetlendirdiği’’ belirtilmiş, fakat Türkiye’nin İslam Konferansı’na katılmayı kabul ettiği konusuna değinilmemiştir. Ancak Türkiye, Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın isteği üzerine bu konferansa daha çok gözlemci olarak katılacağını belirtmiştir.

Kral Faysal’ın birlik çağrısı yaptığı ziyaretler, Arap devletlerinin öncelikli amacının Filistin’i kurtarmak, Müslüman memleketlerde komünizmin, milliyetçilik ve sosyalizm kisvesi altında yayılmasını önlemek olduğu için Arap Devletleri tarafından eleştirilmiş İslam Birliği’ne Türkiye ile İran’ın alınmaması gerektiği vurgulanmıştır. Türkiye’nin İslam Konferansı’na katılımına karşı çıkan devletler arasında Mısır’da vardı. Mısır, Türkiye’nin İsrail ile ilişkisinin olmasını, Rabat İslam Zirvesi’ne katılmasını engelleyici bir sebep olarak görmekteydi.

Arap ülkeleri, yangın olayı üzerine hemen bir İslam Zirve Konferansı’nın toplanmasını kararlaştırırken, İsrail’e karşı da adeta bir gövde gösterisine girişmek istemişlerdi. İlgi çekici bir nokta da, Zirvenin toplanmasında Arap dünyasının ‘muhafazakâr’ kanadının özellikle büyük çabasının olmasıdır. Bu durum, Arap ülkeleri arasındaki liderlik yarışmasının söz konusu olduğunu göstermekteydi.

Arap dünyasındaki bu gelişmeler, Türkiye için endişe yaratıcı bir durum ortaya çıkarıyordu. Konferans’a katılmama halinde, Arap ülkelerinden başka, birçok Afrikalı Müslüman ülke de gücendirilmiş olacaktı. Bu durum ise, Türkiye’nin 1965’den sonra izlemeğe başladığı politika açısından iyi bir sonuç doğurmayabilirdi. Ayrıca, Anayasası gereği laik bir ülke olan Türkiye’nin adeta bir ‘ İslam Cihadı’ görüşünü alabilecek bir toplantıya katılmasının doğruluğu tartışması vardı.

Türkiye’nin İslam Konferansına davet edilmesi, dış basında da yer almıştır. Müslüman ülkeler arasında askeri bakımdan en güçlüsü olan Türkiye’nin, İslam Zirve ve Konferansı’na davet edildiği takdirde güç bir duruma düşeceği ifade edilmiştir. Türk Hükümeti, İslam ülkelerinin arasına girilmesinin girilmemesinden daha az sakıncalı olacağını düşünerek, Başbakan Süleyman Demirel tarafından 16 Eylül’de tercihini Konferans’a katılmak yönünde kullandığını bildirmiştir. Yaşanılan kararsızlık sonucu bulunan formül, hem tam üye olmamak, hem de bütün görüşmelerde bir sınırlama şartı ileri sürmekti. Türk Anayasası’na uygun bir dış politika ve BM anlaşması çerçevesinde, İslam ülkeleriyle işbirliği yapabileceğimiz belirtiliyordu.

8-9 Eylül 1969’da Rabat’ta, bir hazırlık komitesi toplanmıştır. Bu komite, I. İslam Zirvesi’ne hangi ülkelerin davet edileceğini kararlaştırmış ve zirvenin gündemini hazırlamıştır. Genel olarak İKT’nin kuruluşuna ve şartının onaylanmasına yol açan faktör, aslında siyasi olup ortak inanca dayanan dayanışma fikri ise, siyasi ve diğer konulardaki işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla ortaya konuluyordu. Hazırlıklar sonrası, 22-25 Eylül 1969’da toplanan Rabat Zirvesi’ne Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in başkanlığında bir heyet katılmıştır. İlk İslam Konferansı’nın 1969’da Rabat’ta yapılmasından sonra, bu konferans siyasi bir niteliğe bürünerek kurumsallaşmıştır. Kurumsallaşmanın nedeni ise, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ve Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın, Mısır devlet başkanı Cemal Abdül Nasır’a cephe almalarıydı.

Rabat’taki İslam Zirvesi Konferansı’nda iki önemli karar alınmıştır. Öncelikli olarak alınan karar İslam Konferansı Örgütü’nün ilk adımı olan, İsrail’in işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesini ve Müslüman ülkelerin dışişleri bakanlarının her yıl toplanmasını sağlamak üzere bir Daimi Sekreterlik kurmak olmuştur. Ayrıca, konferans‘ta İsrail’le ilişkilerin kesilmesi önerisi kabul edilmediği gibi, Arap ülkeleri arasındaki bölünme de bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türkiye ve İran’la birlikte, Mali, Moritanya, Nijer ve Senegal gibi Afrikalı Müslüman ülkeler İsrail’le diplomatik ilişkileri kesmeyi reddetmiştir. İsrail’le ilişkilerin kesilmesine karşı çıkılmasında da, Arap devletlerinin CENTO’ ya üye devletleri, Batı’nın sözcülüğünü yapmakla suçlamalarına neden olmuştur.

Konferans sonunda yayınlanan karara şu paragraf eklenmiştir: ‘‘ Türkiye Dışişleri Bakanı, Konferans’da yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Konferans sonunda yayınlanan Beyannameyi, ilgili konularda Birleşmiş Milletler’de kabul veya tasvip ettiği kararlara uygunluğu nisbetinde desteklediğini açıklamıştır.’’ Açıklamada da görüldüğü gibi Türkiye’nin, İslam Zirve’sinde alınan kararlar karşısındaki tutumu çok fazla bağlanmamak şeklinde olmuştur. Nedeni ise, Türkiye’nin laik bir devlet olarak İslam Zirvesi’ne katılması ile ilgili, özellikle CHP muhalefeti ve kamuoyu tarafından katılma konusunda sert tartışmaların yapılmasıydı.

Türkiye, uluslararası konjonktürün etkisi ve anayasal düzenin gereklerine uygunluk konusunda henüz hassas olunması nedeniyle, örgütlenmenin ilk adımı olan daimi sekreterlik kurulması çalışmalarına katılmamış hatta bu girişime karşı çıkmıştır.

Türkiye’nin İKT çerçevesinde İslam ülkeleri ile daha yakın ilişkiler kurmaya yönelmesinde, o yıllarda Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üye olma sürecinin yavaş bir şekilde ilerlemesi de etkili olmuştur.

Rabat’ta yapılan konferansta olduğu gibi, Cidde’de yapılan İslam ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı’nda da, İsrail ile ilişkileri olan Müslüman ülkelerin ilişkilerini kesmeleri istenmiştir. Türk heyeti başkanı Orhan Eralp, sert bir şekilde Türk Dış politikasına müdahale edilmemesini istemiş ve ‘‘Konferansın gündemi bellidir, onun içinde kalınmazsa anlaşmak güçleşir’’ diyerek sadece Libya ve Sudan değil, aynı şekilde düşünen bazı üyeleri de ikaz etmiştir. Cidde toplantısında Türkiye’nin, dış politikasının bir noktada din esası üzerine kurulmuş Pakistan ile çatıştığı ortaya çıkmıştır.

Cidde’de Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Orhan Eralp başkanlığındaki heyet, 1971’de Karaçi’de yapılan İslam Konferansı’nda İslam ülkeleri dışişleri bakanlarının, Türkiye’nin benimsemediği kararlar almak istemesi nedeniyle zor anlar yaşamıştır. Türkiye 1969’dan beri katıldığı her toplantıda sıkıntı çekmiştir. Çünkü konferansta yapılan teklifler, Türkiye’nin ne geleneklerine ne de Anayasa’sına uygun değildi.

1972’de Cidde’de yapılan konferansta, Türk Heyeti, Malezya’nın Daimi Sekretarya kurulması fikri, İslam Bankası, İslam Haber Ajansı ve Kültür Merkezi gibi projeler karşısında ‘‘Hele her şey belirsin, hükümetim inceler ve gerekli kararı belirttiğimiz ölçüler içinde alır’’ diyordu. Diğer ülkelerde Eralp’in sözlerini anlayışla karşılamıştır. Türkiye ile Mısır, hem sekretarya hem de İslam Haber Ajansı fikrine karşı çıkmışlardı. Ama Mısır’ın muhalefeti, İslam Bankası’nın Kahire’de kurulması konusunda Suudi Arabistan’ın verdiği tavizle ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Afrika’daki Müslüman ülkelerinin yararlanması için, Kuzey Afrika’da bir İslam Üniversitesi kurulması, Türkiye’nin laiklik anlayışı ile uyuşmadığı için İslam Kültür Merkezleri kurulması fikri de Türkiye tarafından benimsenmemiştir. Konferansın devamını ve başarı kazanıyormuş gibi görünmesini en büyük başarı sayan diğer ülkeler, Türkiye’yi içlerinde tutmayı bu süre içinde yeterli buluyorlardı. Yoksa Türkiye’nin tutumunun kendileri için bir gerçek destek olmadığı ortadaydı.

Türkiye’nin hayır diyemeyeceği nadir tekliflerden biri, Pakistan’ın ortaya attığı ve Suudi Arabistan’ın desteklediği İslam Bankası fikri idi. Zengin Müslüman ülkelerinin paralarını, İsviçre Bankalarında muhafaza edeceklerine, getirip geri kalmış Müslüman ülkelerinin kalkınması için kullanmalarında daha faydalı olacağını düşünmüşlerdi.

Mart 1972’de toplanan İslam Konferansı, İslam ülkelerinin birlik ve mücadelesinin gelişmesi yönünde çok önemli bir yere sahiptir. Bu toplantıda kabul edilen ‘‘Konferans Yasası’’nda ırk ayrımını kaldırmak, sömürgeciliğe karşı çıkmak, Filistin halkının mücadelesini desteklemek, bütün Müslüman devletlere yardım etmek gibi prensipler yer almaktaydı.

23-24 Şubat 1974’te Lahor’da toplanan İslam Konferansı, hem Türkiye hem İslam ülkeleri hem de Dünya için diğer toplantılardan farklı bir özellik taşıyordu. Türkiye, ilk defa bu toplantıya Dışişleri Bakanı ( Turan Güneş) seviyesinde katılmıştır. Böylece Bayülken döneminde başlayan, Araplarla iyi ilişkiler politikası daha ileriye gitme konusunda hız kazanmıştır.

Türkiye, politikası gereği Arap ülkeleri ile yakınlaşmaya çalışırken bu konferans ’ta, zor bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Toplantıya katılan ülkelerin hepsi Müslümanlığı devletin resmi dini olarak kabul ederken, Türkiye de başta laiklik olmak üzere Anayasal İlkeleri, dini, devlet politikasının ve yönetiminin dışında tutuyordu. Zaten toplantıya gitmeden önce Turan Güneş, Milli Güvenlik Kurulu’nda Atatürk reformlarından, anayasal ilkelerden, özellikle laiklikten asla taviz verilmeyeceğini belirterek Lahor’da bir çözüm arayacağına işaret etmiştir.

Konferansta, üye İslam ülkelerinden hala İsrail ile ilişki içinde bulunanların ilişkilerini kesmeye çağrıldıkları karara bağlanmış, ama bunu ne Türk delegasyonu ne de İranlılar üstlerine almamışlardı. Türkiye, İslam Ülkeleri Teşkilatı’na üye olmak için üyelere yapılan çağrıyı üzerine almak için bir sebep görmemişti.

Yapılan ilk 5 toplantıya, ancak temsilci düzeyinde katılan Türkiye, 1975’de Cidde’de yapılan Dışişleri Bakanları Konferansına, ilk defa devlet seviyesinde gidiyordu. Konferansta, Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş, Dışişleri Bakanı Vedat Çelik ve Kıbrıs Müftüsü konuk olarak kabul edildiler. Bu konferans’ta hiçbir dış ülkenin ve kuruluşun temsilcilerine konuşma hakkı verilmezken, Kıbrıs Türk Federe Devleti Dışişleri Bakanı Vedat Çelik tarafından ortaya atılan ve Türk heyetince de desteklenen konuşma talebi hiç tereddütsüz kabul edilmişti. Konferansta bir konuşma yapan Denktaş, Kıbrıs Türklerinin sorunlarını ve tezlerini anlatmıştır. Konferans sonunda yayınlanan bildiride, ‘‘Türk toplumunun; iki bölgeli, federal, bağımsız, egemen, tarafsız ve yabancı üslerden arınmış bir Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinde, meşru haklarını ve İslam karakterini korumak için harcadığı çabaların anlayışla karşılandığı’’ belirtilmiştir.

Arap dünyası için kuşkusuz en büyük sorun Filistin’di. Her toplantı Filistin ile başlayıp, Filistin ile bitiyordu. Ancak bu konferans’ ta, Filistin yanında ikinci bir konu olarak Kıbrıs vardı. Türk heyeti aslında bu konferans ’ta özellikle Kıbrıs konusunu ortaya koymak, Makarios’un Arap ülkelerinde yaptığı gezinin etkisini biraz olsun hafifletmek için gelmişti. Ama alınan sonuç beklediklerinin çok üzerinde olmuştur. İslam ülkelerinin Kıbrıs konusunda desteğini sağlamak için Türkiye, Konferansın bütün üye ülkelere, İsrail ile siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkilerini durdurmaları ve milletlerarası kuruluşlarda İsrail’i BM’den çıkarmak için gayret göstermeleri çağrısında bulunmasına karşı çıkmamıştır. İsrail ile diplomatik ilişkilerini düşük bir seviyeye indirmiş bulunan Türkiye, bu seviyeyi korumaya çalışmıştır. Bu toplantıda Türkiye tarafından, 7. Dışişleri Bakanları Konferansı’nın İstanbul’da toplanması çağrısında bulunuldu ve kabul edildi. Konferansta Suudi Arabistan’ın, Kıbrıs için 5 milyon dolarlık bir yardımı vermesi, özel kulislerde Türkiye’ye, 12-15 Mayıs 1976 tarihleri arasında İstanbul’da yapılacak 7. İslam Konferansı için organizasyon masrafı olarak 1 milyon dolar yardım teklif etmesi tüm gözlemciler tarafından ilgi ile izlenmiştir.

1974’te Türk Ordusu tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtını izleyen dönemde, Amerika’nın Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması ile Türkiye’nin başka bloklarda kendisine güçlü yerler araması gereği sık sık söylenirken, 6. İslam Konferansı’nda sanki Türkiye’ye İslam dünyasının Avrupa temsilciliği hatta sözcülüğü üstü kapalı olarak teklif edilmiştir.  Konferans’ta, Dünya İslam Birliği temsilcileri tarafından verilen raporda, Amerika’nın Türkiye’ye haksız olarak uyguladığı silah ambargosunun yerilmesi ve Türkiye’nin önderliğinde Pakistan ve İran’ın da katılacağı bir İslam Silah Sanayinin kurulması teklifi büyük destek görmüştü. Bu konferans içinde Arap ülkelerinin Türkiye’ye yönelik davranışları, bugüne kadar İslam ülkeleri dışında kabul edilen ve önemsenmeyen Türkiye’ye önem vermeye başladıklarının bir göstergesiydi. Türkiye’nin son dönemde ilişkilerinin durgun olduğu Mısır Arap Cumhuriyeti bile, Türkiye’ye büyük ilgi gösteriyor ve Kıbrıs konusu ile ilgili olarak röportajlar yapıyordu. Petrol Kralı ülkelerin liderliğinde ki İslam dünyasının Türkiye’ye birdenbire bu şekilde yaklaşması merak konusu olmuştur. Ancak bu konu, İslam Ülkeleri’nin giderek ekonomik ve politik güç haline gelen İran’ın liderlik ve sözcülük rolünden İslam ülkelerinin memnun olmadığı ve bu rolü, Türkiye’ye vermek istedikleri şeklinde yorumlanmaktaydı.

  1. İslam Kongresi’nin son toplantısında, İslam dünyasını ilgilendiren bir dizi karar tasarısı kabul etmiştir. Kıbrıs konusunda Kongre, Enosisi şiddetle kınamış ve ada Türkleri ile Rumların eşit statülerle bir federasyon teşkil etmelerinin tek adil ve çıkar yol olacağını belirtmiştir. Filistin taksimi konusunda BM kararını tanımayı reddetmiştir.

 

 

Devam edecek…

 

 

 

Kaynakça

 

 

6/12505,105-32/1460,030.18.01.02.240.68.11 Sayılı Başbakanlık Kararnamesi.

Anıl Çeçen, ‘‘İslam Konferansı Üzerine’’, Halkoyu, S.1/ 114-121, Ankara, 1976.

Baskın Oran, Türk Dış Politikası, I, İstanbul 2001.

Cumhuriyet, 1 Eylül 1966, 22 Şubat 1966.

Cumhuriyet, 5 Eylül 1969.

Dışişleri Bakanlığı Belleteni, S.24, Eylül 1966.

Dışişleri Bakanlığı Belleteni, S.60, Eylül 1969.

Dünya, 4 Ocak 1965.

Ekmeleddin İhsanoğlu, ‘‘Türkiye ve İslam Konferansı Teşkilatı’’, Yeni Türkiye, Y.1, S.3, (Mart-Nisan 1995).

Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap- İsrail Savaşları (1948- 1988), İş Bankası yay., İstanbul, 1989.

Fahir Armaoğlu,‘‘Türkiye-İsrail ve Filistin Meselesi’’,İki Tarafın Bakış Açısından Türk-Arap Münasebetleri,  İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, (IRCICA), İstanbul, 2000.

Gökçen Alpkaya, ‘‘ Türkiye ve İslam Konferansı Örgütü’’, SBFD, C.XLVI, ( Ocak- Haziran 1991), Ankara, 1991.

İhsan Sabri Çağlayangil, Anılarım, Yılmaz yay., II.b, İstanbul, 1990.

İsmail Soysal, ‘‘İslam Konferansı ve Türkiye(1964-1984)’’, Dış Politika, S.3, (Eylül 1984).

Mehmet Barlas, ‘‘Türk-Suudi Arabistan Bildirisi’’, Cumhuriyet, 5 Eylül 1966.

Milliyet, 25-26 Mart 1970.

Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karşı Politikası (1945-1970), Sevinç matb., Ankara, 1972.

Reşat Titiz, ‘‘Faysal’ın Ziyareti ve İslam Paktı’’, Cumhuriyet, 6 Eylül 1966.

Süleyman Özmen, İsrail ve Etnik Dini Çatışmalar, IQ yay., İstanbul, 2006.

Yankı, S.153, 18-24 Şubat 1974.

Yankı, S.156, 11-17 Mart 1974.

Yankı, S.228, 28 Temmuz-3 Ağustos 1975.

Yankı, S.270, 17-23 Mayıs 1976.

Yankı, S.52, 13-19 Mart 1972.