Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

1925 yılında yönetimi ele geçiren Pehlevi Hanedanlığı, 1979 İran İslam Cumhuriyeti kuruluncaya kadar ülkeyi monarşi ile yönetmiştir. İran İslam Devrimi, 11 Şubat 1979’da Muhammed Rıza Şah’ın devrilmesi ve 2 Aralık 1979’da kabul edilen Anayasa ile İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanan, toplumun büyük bir kesiminin katıldığı bir devrimdir. Devrim, muhalefet hareketinin geniş tabanlı ortaklığına dayanmaktaydı. Pehlevi Hanedanı etrafındaki seçkinler ve Şah’ın ekonomik politikalarından kazanç sağlayan küçük sermaye sınıfı dışında tüm zengin, orta ve alt sınıf muhalefete destek vermişti.

Şah’ın Modernleşme Projesi Her Kesimi Memnun Etmemiştir…

Rıza Şah Pehlevi iktidara geldiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün toplumu modernleştirme çabalarını örnek alarak İran’da da uygulamaya çalışmıştı. Ancak Şah’ın modernleşme projesi toplumun farklı kesimlerini şu veya bu şekilde etkilemiş, tepki göstermelerine neden olmuştu. Temelde farklı sosyo-ekonomik nedenlerle toplumun önemli bir kesimi Şah’ın iktidarına muhalefet ederek iktidarı bırakmasını talep etmişti. Buradaki tepki gerici bir anlayışla modernleşmeye değil, modernleşmenin toplumdaki ters etkisi ve siyasal yaşamda bir düzenleme getirilemeyişi üzerine toplumsal hoşnutsuzluk olduğu söylenebilir.

Devrime giden süreçte modernleşme projesi kapsamında neler olduğuna kısaca bakmak faydalı olacaktır.

1925’ten 1979’a kadar olan dönemde çağdaş eğitim projesi kapsamında seküler eğitimin devam etmesiyle yeni bir aydın sınıfı oluşurken, dini kurumlarda verilen eğitimin geri plana atılmasıyla din adamları güç kaybı yaşamaya başlamıştı.

1953 yılından sonra petrolden sağlanan önemli gelir ile sanayileşmeye geçilerek devlet güçlenmiş, toprak reformu ile feodal yapı ve büyük toprak sahiplerinin gücü kırılmış, din adamlarının gelir kaynaklarına ve statülerine de zarar vermişti.

1970’lere gelindiğinde modernleşme projesi yeni bir orta sınıf yaratırken diğer yandan da büyük şehirlerde gecekondularda yaşayan geniş bir yoksul sınıf oluşturmuştu. Geleneksel orta (Çarşı) ve üst sınıf bu durumdan olumsuz olarak etkilenmeye başlamıştı.

1953’ten sonra Şah’ın baskıcı rejimi devam etmiş, tüm siyasi partilerin kapatılması devrime giden yolu açmıştı. Kısacası, 1975’te tek partili sisteme geçilmesi din adamlarının sadece ekonomide değil siyasette de sürekli gerilemesine ve muhalefetine neden oldu.

1973-1979 döneminde İran’da önemli gelişmelerin olduğu söylenebilir. Dünyanın 1973 Petrol krizini yaşandığı dönemde, OPEC içinde en başından beri petrol fiyatlarının artması için çaba harcayan Şah’ın Tahran’da yapılan OPEC toplantısında ki konuşmasının ardından petrolün varil fiyatı 15 dolara çıkmış, İran ekonomik olarak önemli bir konuma gelmişti. Petrol satışı ile ülkeye önemli döviz girdisi sağlayan İran, Almanya ve ABD’de yatırımlara girişmişti. Nükleer santral ve SSCB desteği ile İsfahan’da çelik ve metalurji tesisleri kurulmuştu. 1974 yılında boru hatlarıyla Rusya üzerinden petrol satışı başlamıştı.

Modernleşme kapsamında gerçekleştirilen Ak Devrim ile kadınlara yeni haklar tanınması, geleneksel düzenin bozulması ve dini kuralların etkisinin azalması anlamına geldiği için toplumda rahatsızlık yaratan bir durum olmuştu.

1 Şubat 1979 Humeyni’nin Gelişi…

Bölgede güçlü olma isteği Şah’ı, ABD ve İngiltere ile işbirliğine itmiş, Şah, muhalefet tarafından petrol rezervlerini yağmalayan ABD kuklası olarak nitelendirilmişti. Şah’a tepkili olan halk zamanla etkisini iyiden iyiye hissettiren Ruhullah Musavi Humeyni’nin etrafında toplanmaya başlamıştı. 1963 yılına gelindiğinde Ak Devrime tepki olarak Şah aleyhine sloganlar ile başlayan gösteriler yoğunlaşmış, rejime ve ABD aleyhine verdiği vaazlarla lider konumuna gelen Humeyni ve bazı din adamları tutuklanmıştı. Humeyni’nin tutukluluk döneminde idam edilmesini engellemek amacıyla en yüksek mertebe olan Ayetullah unvanı verildi. Çünkü hukuken bir Ayetullah idam edilemezdi. Bir süre sonra serbest kalan Humeyni rejim aleyhine söylemlerine devam edince 1964 yılında önce Türkiye’ye (Konya-Bursa), ardından da Irak’a (Necef) sürgüne gönderildi. Necef’te de muhalefetine devam eden Humeyni bir süre sonra Batılı ülkelerin desteği ile Fransa’ya gitti. Dolayısıyla Şah bu duruma tepki verdi. Çünkü İran’da, devrime giden süreçteki eylemlerin sola doğru temayül etmesi Batının hoşuna gitmediğinden sol hareketi dizginlemek için yeşil bir kuşak oluşturulması çıkarlarına daha uygun olacaktı. Ayrıca Rusya ile yakınlaşan Şah’ın, eşini de Çin’e resmi ziyarete göndermesini doğuya, Komünist dünyaya açılma olarak algılayan Batı, Şah’a karşı yeni bir alternatife yönlenmişti.

Şah’a tepki olarak devam eden çatışmaların artmasıyla kanser hastalığı olan Şah (16 Ocak’ta Mısır’a gitti) ülkeyi terk etmiş yerine bıraktığı geçici hükümet bir süre sonra İslam Devrimi içinde dönüşüm geçirmişti. Şah’ın devrilmesiyle farklı siyasi gruplar iktidar mücadelesine girişmiş olsa da Humeyni liderliğinde İslamcı kesim iktidarı ele geçirmiş ve teokratik, baskıcı rejim kurulmuştu. Humeyni liderliğindeki teokratik ve baskıcı rejim devrim sonrası gelişen bir olgu değildi. Humeyni iktidara gelmeden önce de, devletin ilahi yasalar ile yönetilmesi, örgütlenmesi ve din adamları tarafından denetlenmesi anlayışına sahipti. Dolayısıyla devrimi destekleyen solcular ve liberaller devrim sonrası Humeyni’nin kutsal Kum şehrine çekileceği ve yönetimi başkalarına devredeceği yanılgısını yaşamışlardı. Hatta Humeyni’nin iktidarda olması bazı din adamları için siyasetin dini kurumları olumsuz etkileyeceği endişesine neden olmuştu.

İran İslam Devrimi’nin Bölgeye Önemli Yansımaları Oldu…

İran İslam Devrimi’nin sadece İran’da değil bölgede de önemli dönüşümlere neden olduğu söylenebilir.

Basra Körfezi’nde ve bölgede komünist tehdide karşı önemli bir müttefikini kaybeden ABD,  artık İran İslam Cumhuriyeti ile bölgede rakip konumuna gelmişti. Özellikle devrimin ardından 444 gün süren rehine krizi bugüne kadar devam edecek olan ilişkilerdeki gerginliğin başlangıcı olmuştu.

Devrim sonucu bölgede ardı ardına gelişmeler yaşanmıştır. Şah yönetiminde iyi ilişkiler kurulan İsrail ile Mısır arasında barış görüşmeleri gerçekleşirken devrim sonrası İran-İsrail diplomatik ilişkileri kesilmişti. Soğuk Savaşın iki önemli gücü ABD ve SSCB, İran’da ki devrim ile kaygıya kapılmış, Çin ile ABD yakınlaşmasından endişe duyan SSCB de bölgede kendi güvenliği açısından Afganistan’ı işgal etmişti. Ardından İran-Irak Savaşı çıkmış Arap ülkeleri İran’a karşı Irak’ı desteklemişti. Humeyni’nin, açıktan Arap Körfez ülkelerinin halklarına İslam ile babadan oğula geçen krallıkların uyumsuzluğu ve kendi monarşilerini devirme konusunda çağrıda bulunması diğer Ortadoğu devletlerinin de (Sünni) Şii İran’a endişe ile bakmasına neden olurken özellikle İran ve Suudi Arabistan arasında bugüne kadar devam eden soğuk savaş Sünni-Şii mücadelesi olarak kendini göstermiştir. Bu süreçte İran gibi önemli bir müttefikini kaybeden ABD, Suudi Arabistan ile yakınlaşmaya başlamıştı.

İran Devrimi, her ne kadar İran’ı yalnızlaştırmış olsa da artık imkansız olmayan Müslüman ülkelere örnek olacak siyasal İslam’ın başlangıcı olmuştur.

Devrim Başarılı Oldu mu?…

Devrim koşullarının hala devam ettiği söylenebilir. Şöyle ki, Şah’ın devrilmesine giden süreçteki talepler bugün de benzer özellik taşımaktadır. Özellikle ekonomik ve sosyal talepler. Devrimin ilk yıllarında yaşanan savaş ve yaptırımların olumsuz etkisi yeni yaptırımlarla hala devam etmektedir. 2017 sonu 2018 başında ülkede protesto eylemlerinin görülmesi ekonomik krizin etkisiyle işsizlik ve yoksulluğun arttığının bir göstergesiydi. Ancak toplumda mevcut sorunların suçlusu olarak devrim değil hükümetin yanlış politikası ve ABD görülmekle birlikte, yeniden bir devrim yapmaktansa reform daha iyidir anlayışı hakimdir.

İran halkı devrim ile gerçekten sorunların çözüleceğine inanmış ancak hayal kırıklığı yaşamıştı. Benzer sıkıntıların yaşandığı günümüzde ise hükümetin geniş çaplı reformlar yapacağı yönünde açıklamaları toplumun taleplerine cevap verebilecek mi zaman içinde görülecektir.