Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Duygu sağırlığı, uzun yıllar  araştırmacıların ilgisini çekmekle birlikte;”duygulara duyarsız olmak”, istikrarlı bir kişilik yapısı mıdır? Yoksa yaşam koşulları ile ilişkili bir durum mudur? Ortaya konulamadı. Bilimsel olarak 30-40 yıllık bir kavram ve dünyada yaygınlığı son derece yüksek olan bir sorun. Yani dünyada her 10 kişiden birisi aleksitimik.

Nasıl anlarız ? Aleksitimik bir kişilik özelliği ile karşı karşıya olduğumuzu anlamak için uzun bir zamana ihtiyaç duymayız. Bir bakışta demek de çok iddialı olur, ama neredeyse ilk dakikalarda anlayabiliriz. Bize sabahları “günaydın”demeyi bile çok gördüğünü düşündüğümüz bir iş arkadaşımız, soğuk bir“nasılsınız” bile dememek için asansörde gözlerini  kaçıran bir komşumuz, bir robotla iletişim kurmaya çalıştığımızı düşündürten bir patronumuz/yöneticimiz ya da buz gibi bir duruşla iş görüşmesi yaptığımız biri, aleksitimik olabilir. Pozitif-negatif elektrik aldık almadık der dururuz günlük konuşmalarımızda.   İşte aleksitimik arkadaşlar, negatif elektrik yayarlar farkında olmadan.  Bir kadın ya da erkek için etrafta; buzlar kralı ya da kraliçesi dendiğinde, aleksitimi açısından durup bir an düşünmek gerekebilir.

Aleksitimik bireyler, “kendilerini anlatmakta ve başkalarını anlamakta büyük sorunlar yaşadıklarından en fazla zararı kendilerine veriyorlar.” Çünkü sözel olarak ifade edemedikleri duyguları,  sanki bedenlerinin başka bir noktasından çıkış yolu buluyor  ve bu bireyler psiko-somatik hastalıklara çok sık yakalanıyorlar. Psikiyatri bilimi duygu sağırı bireylerle ilgileniyor olsa da, psikolojik bir rahatsızlık değildir aleksitimi. Sadece bir kişilik özelliği ve kimi zaman içinde yetişilen ailenin, toplumun ve kültürün etkisi ile ortaya çıkar.

Duygu sağırlığı, ölçülebilir bir durum. Geliştirilmiş başarılı bazı ölçme değerlendirme testleri vardır. Önemli olan, böyle bir bireyle aynı ortamda yaşamak durumunda kalındığında neler yapılabilir bunu bilmektir. Çünkü ilişkiler, özellikle aile ilişkileri olumsuz etkilenir.  Bu nedenle  yönetilebilir hale getirmek gerekmektedir. Ancak en önemlisi ebeveynlerin sorumluluğudur.Duygularını tanıyan ve ifade edebilen bireyler yetiştirmeye özen göstermemiz gerekiyor.

Bir hastalık denebilir mi? Aleksitiminin başlı başına bir hastalık olmadığını bilmemiz gerek, ruhsal ve fizyolojik birçok rahatsızlığın tetikleyicisi olduğu bilinmektedir. Örneğin; aleksitimik bir insan kızgınlığını, öfkesini, sevgisini dile getiremediği için sık sık baş ağırısı yaşayabiliyor, gaz sancısı ile dolaşıyor, kalp hastalığına yakalanmış gibi nefesi daralıyor. Hiper tansiyon, kalp krizi, sindirim ve solunum sorunları, nedensiz baş, sırt, karın ağrıları, baş dönmesi oluyor… Hatta bazen bireyler panik atak sorunları ile karşılaşıyorlar. Aleksitimi oranı psikiyatrik hastalıklarda % 31’dir. Sokaktaki her 10 kişiden birinin aleksitimik olduğu tahmin ediliyor. Bu noktada ilginç olan; bireyin kelime haznesi ne kadar düşük ise, aleksitimik olma ihtimalinin o kadar yüksek olmasıdır. Bireyler duygularını anlatabilecekleri ne kadar çok kelime bilirlerse o kadar kolay  duygularını da ifade edebiliyorlar. Dolayısıyla aleksitimide eğitimsizlik daha baskın bir etken oluyor.

Türkiye’de durum nedir ? Toplumumuzda  “erkeklerinin ağlaması ayıplanır, kadınlarının ise, her derdi çekmesi beklenir.” Paratoner gibi sorunları çeken ama duygularını yansıtmayan kadın ve erkeklerin buna karşılık nedensiz sağlık sorunları ortaya çıkıyor. Sık sık depresyona giriyor, panik atak yaşıyorlar. Çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için, duygularını tanımaları için aileler uygun ortam yaratamıyorlar çoğu zaman. “Anne çocuğun duygusal ihtiyacına karşılık ver(e)meyen bir anne ise örneğin altını ıslattığında, karnı acıktığında ya da okşanmak istendiğinde hemen karşılık vermiyorsa keza bu durum baba için de geçerli ise, çocuk bir süre sonra anne-babaya karşı güvenli bir bağlanma duymuyor ve duyarsızlaşıyor. Çocukluk döneminde sevilme ihtiyacı yeterli ve iyi karşılaşmamışsa çocukların aleksitimik olma olasılığı artıyor. Çocuklukta travma yaşayan ya da yeterli ilgi ve sevgi gösterilmeyen çocuklar, bu duygusal örselenmelerle baş edebilmek için duygu dünyalarının kapılarını kapatıyorlar. Bu sorunun çözümü davranış değişikliği yaratabilecek çeşitli danışmanlık/mentorluk çalışmalarından geçiyor.  Bireyin sorunlarını tartışarak konuşmasının tedavi edici olduğunu bilmeliyiz. Bireylerle kendi iç görüsünü kazandıracak çeşitli farkındalık çalışmaları yapılarak,  bireyler duygu sağırlığından kurtulabilirler.