Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Ortadoğu’dan söz edildiğinde daha çok etnik anlamda Arap, Fars ve Türklerin çoğunluk olduğu ve dinsel anlamda Müslümanların yaşadığı bölge kast edilmektedir[1]. İslam, doğup geliştiği bu topraklarda farklı şekillerde algılanmış ve yorumlanmıştır. Siyasi, kültürel ve daha farklı etkenler İslami düşüncenin farklılaşmasına ve değişik mezheplere bölünmesine neden olmuştur. İslam dünyasında çoğunluğu oluşturan Sünni mezhepler ve gayr-i Sünni mezheplerin tamamının doğup, geliştikleri ve bugün de varlıklarını sürdürdükleri bölgelerin Ortadoğu’da olması[2] bu coğrafyanın mezhepsel çatışmaların merkez üssü olmasına neden olmuştur.

Ortadoğu, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte Avrupalı devletlerin (İngiltere-Fransa ve daha sonra da Amerika) egemenliği altına girmiş olup, sonraki süreçte sahip olduğu istikrarlı yapısını kaybetmiştir. Bölgede cetvelle sınırları belirlenen yeni devletler kurulmuş ve neredeyse yüz yıldır istikrar sağlanamamıştır. Tarih boyunca devam eden istikrarsızlık, 2011 yılında domino etkisi yaratan Arap Baharı ile devam etmiş, güvenlik sorunları ve nüfuz mücadeleleri ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Tarihsel süreçte hep gergin bir fay hattı oluşturan Sünni ve Şii ilişkileri genelde siyasi olaylar doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Neredeyse her dönem Şiiliğin ve Sünniliğin temsilciliğini yapan siyasi bir güç bulunmuştur[3]. Sünni-Şii mücadelesi önceleri Osmanlı-İran arasında iken şimdi, İran-Suudi Arabistan merkezli yani Şii-Selefi mücadelesi halini almıştır.

Şii Hilali

Şii hilali kavramı, 2004 yılında ilk defa Ürdün Kralı Abdullah tarafından dile getirilmiştir. Şii egemenliği Irak, Suriye ve Lübnan’ı hatta Yemen’i de içine alan bölgeyi kapsamaktadır[4]. Son dönemde Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen gibi ülkelerde merkezi yönetimin zayıflamasıyla birlikte, bu ülkelerde İran etkisinin artması Şii hilali söylemini güçlendirmiştir.

resim1

Dünyadaki Şii nüfusuna baktığımızda Müslüman nüfusun yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. İran’dan sonra bölgede en büyük Şii nüfus Irak’ta bulunmaktadır. İran’daki Şii nüfus yaklaşık 70 milyon iken Irak’taki Şii nüfus toplam nüfusun %60-65’idir. Bahreyn’de Şii nüfus oranı %70, Yemen’de %35 (Zeydi), Lübnan’da %35, Kuveyt’te %30, Katar’da %20, Birleşik Arap Emirlikleri’nde %16, Suriye’de %10-12 (Nusayri) ve Suudi Arabistan’da ise %5’dir[5].

İran, dış politikasında bir araç olarak Şii faktörünü kullanırken, Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki Şii gruplar da çıkarları doğrultusunda mezhepsel kimliklerini ön plana çıkararak İran ile yakınlaşmaktadırlar. Şii nüfusu sayısal olarak az gibi görünse de, ulus anlayışından farklı bir bağ oluşturduğundan Sünnilikten daha avantajlı bir durumdadır. İran’ın mezhep temelli dış politikasının kutuplaşmalara yol açması, Körfezdeki Sünni ülkelerin ABD’den silah alımlarını artırmalarına ve daha otoriter politikalara yönelmelerine neden olmaktadır. Yani Körfez ülkelerinin ABD’nin daha fazla etkisi altına girmesi anlamına gelmektedir. Bu durum İran’ın bölge genelinde yayılmasına göz yuman ABD’nin de işine gelmektedir[6].

İran ve Suudi Arabistan Rekabetinin Ortadoğu Devletleri Üzerindeki Etkisi

Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Şii-Selefi çatışması son dönemlerde genel anlamda İran ve Suudi Arabistan eksenli gerçekleşmektedir. İran’ın karşısında onu en sert şekilde eleştiren ve gerektiğinde her türlü eylemi meşru sayan bir anlayış olarak Selefilik bulunmaktadır. Bunu bir fırsat olarak değerlendiren İran, Selefilik eleştiri adı altında Sünnilere söyleyemediği bir takım mesajları iletmiş oluyor. Bunu tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan, Şiilere karşı tutumunu daha da sert bir şekilde dile getirmekte ve çatışma ortamını canlı tutmaktadır[7].

İran ve Suudi Arabistan arasında yaşanan rekabet doğal olarak Şii-Selefi çatışmasını da körüklemiştir. Suudi Arabistan, iç ve dış politikada Vehhabiliği kullanmakta, dini söylemlerle siyasi bir tutum sergilemektedir. Devletin neredeyse kurucu faktörü olan Vehhabiliği diğer ülkelere ihraç etme çabasında olan Suudi Arabistan, içinde barındırdığı Şii azınlık ve etrafında bulunan Şii nüfusunun İran etkisi altında bulunmasından dolayı İran’a karşı düşmanca tavır sergilemektedir[8].

Irak’ta 2003’te başlayan ABD işgali öncesine kadar Şiiler, ülke içinde çoğunluğu oluşturmalarına rağmen ülke yönetiminde söz sahibi olamamışlardı. Sonraki süreçte İran, Irak’taki Şiileri himaye ederek desteklemiş, onlara siyasi, ekonomik ve askeri yardımda bulunmaktan kaçınmamıştır[9].

Şiilerin iktidara gelmesi, ardından Sünni Arapların siyasi süreçten dışlanması ve baskı altına alınması Sünni grupların tepkilerine sebep olmuştur. Sünni Arapların siyasal ve toplumsal hayattan dışlanmasına tepki gösteren bölgesel ülkelerin başında ise Suudi Arabistan gelmiştir. Irak’taki Şii yönetiminin Sünnilere yönelik bu politikaları Suud yönetimi tarafından sık sık eleştirilmiştir. Bu gibi gelişmeler, İran ve Suudi Arabistan’a sınırı olan Irak’ı, iki ülkenin rekabet alanlarından biri haline getirmiştir. Suudi Arabistan’ın Irak içerisindeki Sünni aşiretler aracılığıyla Şiilerin ağırlıkta olduğu hükümeti ve dolayısıyla İran’ı dengelemeye çalıştığı söylenebilir[10].

Suriye konusunda da İran’ın, Suriye’ye her türlü desteği vermeye hazır olduğu dünya kamuoyunca bilinmektedir, hatta uzmanlar tarafından İran’ın Vietnam’ı olarak değerlendirilmektedir[11]. Suriye’deki rejimin koruyuculuğunu üstlenmiş olan İran, Suriye’ye yapılacak her türlü operasyonun önünü kesmeğe çalışmakta ve askeri anlamda Suriye’ye destek vermektedir. Suriye ile İran ilişkilerinin temelinde mezhep birliği önemli bir rol oynamasına rağmen yakınlaşmalarında Arap Baharı sırasında Suriye’nin tutumu etkili olmuştur. Ayrıca, İran-Irak savaşının başladığı dönemde İran’ın etrafında bulunan tek dost devlet Suriye idi ve Lübnan’da bulunan Hizbullah ile iletişim kurmak için Suriye önem taşımaktaydı[12]

Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) üyeleri, bünyelerinde bulunan Şiilerin etkinlik kazanmaması için mevcut hükümetleri desteklemektedirler. Örneğin, Bahreyn’de nüfusun %65’ini oluşturan Şiilerin, ülke yönetiminde söz sahibi olmadıkları görülmektedir. 2011 yılında ayaklanan Şii grupları bastırmak için Körfez ülkeleri Bahreyn’e askeri yardımda bulunmuşlardır[13]. Bahreyn’de bulunan Şiiler üzerinde etkiye sahip olan İran etki alanını genişletmeye çalışmaktadır. Suudi Arabistan, içindeki Şii azınlığı büyük bir güvenlik tehdidi olarak algılayarak, onları bazı haklardan mahrum etmektedir. Suudi rejime göre ülke içindeki her Şii vatandaş potansiyel ajan gibi görülmekte ve Suudi yönetim Şiilere yönelik politikaları bu tehdit algısı içinde oluşturmaktadır[14].

İran ve Suudi Arabistan arasında çatışma konularından biri de ABD’ye karşı farklı tutum sergiliyor olmalarıdır. İran devrimi gerçekleştikten sonra Humeyni ABD’yi ‘‘büyük şeytan’’ ilan ederek ona ve Suudi Arabistan gibi ABD’nin kuklası olduğunu iddia ettiği devletlere karşı cephe almıştır[15].

Son dönemde Tahran ile Riyad arasında tırmanan gerginliğin Ortadoğu’daki çatışmaların ve savaşların büyümesine yol açacağından endişe edilmektedir. İki ülkenin ekonomik ve askeri açıdan bölgenin en güçlü devletleri arasında yer almaları, aralarındaki rekabetin çok uzun zamandır sürüyor olması ve son dönemde her ikisinin de artan bir şekilde güç politikasına yönelmeleri bu endişeleri besleyen faktörler olarak öne çıkmaktadır.

Tahran ile Riyad Arasındaki Rekabetin Nedenleri

Her şeyden önce, bu rekabetin temel sebebi, Basra Körfezi’nin iki yakasındaki İran ve Suudi Arabistan’ın, hem petrol ve doğalgaz rezervleri açısından çok zengin olan Körfez bölgesinde, hem de bütün Ortadoğu’da üstünlük kurma mücadelesine dayanmaktadır. Bu mücadele sadece zengin enerji kaynaklarını kontrol etme çabasıyla sınırlı kalmayıp, Lübnan, Irak, Yemen, Suriye, Afganistan, Pakistan ve Körfez bölgesinde mezhepsel ya da etnik açıdan kendisine yakın olan kesimleri iktidarda tutma konusunda izlenen politikaya kadar uzanmaktadır. Söz konusu bu ülkelerin bir türlü istikrara kavuşamamalarının arkasında yatan sebeplerden biri de Tahran ile Riyad yönetimlerinin bu ülkelere yönelik müdahaleci politikalarıdır. Her iki ülkenin Ortadoğu’da izledikleri bu müdahaleci politikalar çoğu zaman “mezhepçi politika” olarak tanımlanmış ve eleştirilmiştir

Bu çerçevede, İran’ın Yemen, Lübnan ve Irak’ta izlemiş olduğu politikayı yayılmacı ve saldırgan olarak değerlendiren ve güvenlik boyutu ile ele alan Riyad yönetimi, kendi ülkesindeki Şii azınlığın da Tahran tarafından kışkırtılacağı endişesiyle bir yandan içeride bu azınlığa karşı baskıcı politikalara yönelmekte, diğer yandan da silahlanma harcamalarını her geçen yıl artırmaktadır[16].

Suudi yönetiminin bu şekilde silahlanması Tahran’da büyük bir endişeyle karşılanmış ve Riyad yönetimi Batı ile işbirliği yaparak İran’daki rejimi yıkmaya çalışmakla suçlanmıştır. Son dönemde ise İran, Suudi Arabistan’ı Sünni bir blok oluşturup İran ve Ortadoğu’daki diğer Şiileri tahakküm altına almaya çalışmakla itham etmektedir. Bu güç mücadelesi her iki ülkeye oldukça yüksek maliyete sebep olmuştur.

Irak’taki nüfuzu her geçen gün artan İran için Suriye’de durumun mevcut haliyle korunması Hizbullah’a yardım koridorunun korunma altına alınması anlamına gelmektedir. Suudi Arabistan ise, Esad rejiminin çöküşü sonrası ülkede çoğunluk olan Sünnilerin etkin olduğu bir rejimin hâkim olabilmesi için Tahran ile aradaki rekabetin önemli bir cephesi olarak Suriye’yi seçmiştir. Bu durum Tahran ile Beyrut’un bağlantısını keserken aynı zamanda Şam’da İran’ın etkisinin en aza indirilmesi anlamına gelmektedir[17]. Suudi Arabistan ise Suriye Ulusal Koalisyonu (SMDK) üzerindeki nüfuzunu artırmak ve bazı muhalif grupları bir araya getirerek kendi elini güçlendirmek istemiştir.

resim3

Irak’ta, Şii temelli hükümetin kurulması ile İran’ın Ortadoğu’da nüfuz sahibi olma isteği net biçimde ortaya çıkmıştır. Irak’ta mezhep odaklı çatışmaların ve gerilimin artmasında IŞİD’in rolü de göz ardı edilmemelidir. Şii yönetiminin varlığı Arap Baharı sürecinde İran’ın nüfuz elde etme isteğinde itici güç olmuştur. İran’ın etki alanı kast edilerek Şii Hilali diye adlandırılan jeopolitik söylem, kendini Şii nüfuzun temsilcisi kabul eden İran’ın bugün bir şekilde beslediği aktörlerin mücadele alanı olduğu kabul edilebilir.

resim4

Lübnan, yapay sınırları ve tarihinde maruz kaldığı müdahaleler nedeniyle bölgede yaşanan problemlerin her zaman etkisi altında kalmıştır. Köklü problemlere sahip siyasi yapısı ve “ortaklıkçı” demokrasinin reel politiği yansıtmaması ülke içindeki siyasi otorite boşluğunu giderek daha da derinleştirmiştir[18].

İran ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki çatışan çıkarlarına dayalı güç savaşı ve bu güç savaşının Lübnan üzerinden temsilen yürütülmesi, Lübnan krizine dair çok sayıda olayın perde arkasında bu iki ülkenin yer aldığının bir göstergesi olmuştur. Suriye İç Savaşı ile birlikte söz konusu durum daha da derinleşmiş ve Lübnan’ı daha fazla etkilemeye başlamıştır. Tahran ile Riyad arasındaki rekabetin krize dönüşmesinin zaten işlerin yolunda gitmediği Lübnan’da olumsuz etkiler yaratma potansiyeli, Lübnan içerisindeki, belli ölçülerde geçmişe de dayalı, ittifak ve ihtilaflardan kaynaklanmaktadır. Lübnan’daki siyasi otorite boşluğu, bölge üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen aktörler tarafından sıklıkla manipüle edilmiş ve Lübnan vekâlet savaşlarının etkisi altında varlığını sürdürmeye çalışmıştır[19]. İran tarafından desteklenen Hizbullah’ın bir silahlı direniş örgütü olarak Lübnan’da ve bölgede güçlenen varlığı başta Sünniler olmak üzere diğer grupların güvenlik endişelerinin artmasına yol açmıştır[20].

İran’ın bölgedeki eylemleri ve Hizbullah’ın faaliyetleri, Sünniler başta olmak üzere, Lübnan’daki Hizbullah karşıtlarının, Suudi Arabistan, Katar ve Batılı müttefikleri ile ilişkilerini daha bağımlı hale getirmektedir. Her iki rakip siyasi grup, birbirlerine karşı müttefikleri ile kuvvetlenmekte, safların karşılıklı olarak ayrışması ve ittifaklar içindeki bağın kuvvetlenmesi de Lübnan içerisindeki ayrışmayı derinleştirmektedir. Dolayısıyla, Lübnan, içinde bulunduğu kaos ve kriz ortamından dış aktörlerin müdahalesi olmaksızın çıkamayacağı bir noktaya gelmiştir. İsrail’e karşı mücadelesi ile belli bir popülarite yakalayan Hizbullah, Suriye’de rejimin yanında aktif olarak savaşa katılmasını takiben Lübnan içerisindeki meşruiyetini hızla kaybetmeye başlamıştır[21].

resim7

Suudi Arabistan ile İran arasındaki rekabetin kriz halini alması beraberinde Lübnan’ı daha istikrarsız bir duruma sokacaktır.

İran ile Suudi Arabistan’ın Yemen’de etkinlik kurma mücadelesi birbiriyle bağlantılı iki ana unsur üzerinden değerlendirilebilir: Yemen’i yönetecek aktörün kim olacağı ve jeopolitik rekabet.

resim5

İran için Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerle karşılaştırıldığında ikincil öneme sahip bir ülke olmuşsa da, Yemen’de etkili olmak için kullanabileceği (ve kullandığı) en önemli araç ideolojik olarak ABD ve İsrail karşıtlığı bir söylem geliştiren Husilerdir[22]. Jeopolitik açıdan bakıldığında, Irak’ın genelini özellikle güneyini Şii milisler aracılığıyla kontrol eden İran’ın, Yemen’i de Husiler eliyle kontrol etmesi, Suudi Arabistan’ı çevrelemesi anlamına gelmektedir[23]. Yani, Şii Hilalinin son noktasıdır.

Bugün…

ABD Başkanı Donald Trump’ın Mayıs ayında Suudi Arabistan’a ziyareti ardından başlayan Katar Krizi, Körfezde ve İslam Dünyasında bölünmeyi beraberinde getirmiş, dolayısıyla dayanışma ve işbirliği organizasyonu olan Körfez İşbirliği Teşkilatı’nı (KİT) da sonlandırmıştır. Dolayısıyla Katar Krizi, bundan sonraki olayların habercisi olmuştur denilebilir.

resim6

Barack Obama döneminde İsrail, özellikle İran ile yapılan nükleer anlaşma nedeniyle müttefiki tarafından bölgede kendini tecrit edilmiş olarak görürken, ABD’nin Trump ile yeniden terörün yok edilmesi için Ortadoğu’da varlığını hissettirmesi İsrail’i rahatlatmıştır.

Petrol zengini Suudi Arabistan’ın son günlerdeki politik dönüşümleri, bölgeyi de etkisi altına almıştır. Suudi Arabistan’ın Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifa etmesinde etkili olması, İran’ın Şii Hilali içinde olan Lübnan ve Filistin’de de etkin olmak istediğinin bir göstergesidir. ABD’nin de, petrol zengini Ortadoğu üzerinde egemenlik kurmasının önünde bir engel olarak gördüğü İran’ı ortadan kaldırma amacıyla Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki mezhepsel gerilimleri kasten körüklemeye çalıştığı da göz ardı edilemez. Bilindiği gibi ABD, Suudi Arabistan üzerinde en etkili ülke konumundadır.

Şii Hilalinin son çemberini oluşturan Yemen’de 2015’te başlayan savaşın ne zaman biteceği de hala belirsizliğini korumaktadır.

İran, Körfez ülkelerinde Suudi Arabistan’ı etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Suudi Arabistan ve müttefiklerine karşı Katar’ı destekleyen İran, Körfez bölgesindeki etkisini arttırmaya devam etmektedir[24].

İran ve Suudi Arabistan eksenli mücadele doğal olarak Türkiye’nin bölgedeki politikalarını da etkileyecektir. Suudi Arabistan bir bakıma Ankara’nın karşısına çıkarılmış bir rakip olacaktır. Türkiye’nin yeni dış politika belirleyip bölgede etkin bir şekilde kalması gerekmektedir.

Sonuç

Ortadoğu, tarih boyunca dini ve siyasi çatışmalara sahne olmuştur. Günümüzde de bazı güçler tarafından mezhepsel farklılıklar kullanılarak, bölgede çatışma ortamı oluşturulmuştur. Bunun da kaynağında iktidarı elinde tutan kesimlerin, farklı mezhepsel ve etniksel grupları bir tehdit olarak görerek anayasal hak ve hürriyetlerden bu kesimleri mahrum etme olgusu vardır.

Bölgede en gergin ilişkiler Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanmaktadır. İran bölgede elde etmiş olduğu çıkarların korunması için mücadele ederken Suudi Arabistan ise kendisine tehdit olarak gördüğü İran’ın yayılmacı politikasının yansıması olan ‘‘Şii Hilali’’nin etkinliğini kırabilmek için her türlü dış politika girişimlerini kendisi için meşru görmektedir. Bu arada bu iki ülkenin kendilerini İslam’ın tek temsilcisi olarak görmesi aralarındaki tarihsel husumeti derinleştirmektedir.

Bu mücadele özellikle 2011 yılından sonra Şii-Selefi sıcak çatışması olarak karşımıza çıkmıştır. Her iki kesim arasındaki çatışma, bölgesel bir nitelik kazanmış olup son dönemlerde Suriye ve Irak gibi ülkeleri etkisi altına almıştır. Ayrıca her iki ülke yönetimlerinin varlık sebebi ve meşruiyeti bağlı oldukları mezheplerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ne İran, ne de Suudi Arabistan Ortadoğu’da mezhep çatışmalarının durması için adım atmayacaklar gibi görünmektedir.

Sadece Ortadoğu’nun değil, İslam dünyasının da önemli devletleri olan İran ve Suudi Arabistan’ın, bugüne kadar vekâletle yürüttükleri çatışmayı doğrudan yürütür hale gelmeye doğru yaklaşmaları bütün Ortadoğu için ciddi riskler oluşturmaktadır.

ABD’nin İran’ı bölgeden uzak tutmak istemesi doğrultusunda, Suudi Arabistan’ın faaliyetleri ABD’nin bölgesel politikalarına yardımcı olmaktadır ve uzun vadede de böyle olacağı görülmektedir.

Kaynakça

 “Interview with David Ottaway”, Pomeas, 15 Temmuz 2015, http://www.pomeas.org/index.php/interviews/494-interview-with-david-ottaway

AKGÜN, Birol, BOZBAŞ, Gökhan, ‘‘Arap Dünyasında Siyasi Selefizm ve Mısır Örneği’’ Akademik Orta Doğu Dergisi, C.7, S. 2, 2013.

AKYURT, Mehmet Ali, “Yemen 2010”, Ortadoğu Yıllığı 2010, Ed. Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Cenap Çakmak, Küre yay., İstanbul, 2010.

ARI, Tayyar, Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Marmara Kitap Merkezi yay., 4.b, Bursa, 2008.

ARIKAN, Pınar, ‘‘Suriye’nin Nusayri Yüzü ve İran’’, Ortadoğu Analiz, C.4, S.43, Temmuz 2012.

AYHAN, Veysel, ‘‘Ortadoğu’daki Şii-Sünni Gerginliği ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, C.4, S.38, Şubat 2012.

BÜYÜKKARA, Mehmet Ali, ‘‘İslam Kaynaklı Mezheplerin Ortadoğu’daki Coğrafi Dağılımı ve Tahmini nüfusları’’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, VI/2, Güz 2013.

DEMİR, Yeşim, “İran’ın Vietnam’ı Suriye’de Türkiye mi İran mı Kazançlı Çıkacak?”, http://ankaenstitusu.com/iranin-vietnami-suriyede-turkiye-mi-iran-mi-kazancli-cikacak/

http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20160121192240_analiz148.pdf

http://www.basnews.com/index.php/tr/opinion/392373

http://www.bilgesam.org/incele/1174/-ortadogu%E2%80%99da-olusan-yeni-dengeler-ve-%E2%80%9Csii-hilali%E2%80%9D-soylemi/#.WiFFSdJl8dU.

https://wpsa.research.pdx.edu/papers/docs/jfrancisco.pdf

KÖPRÜLÜ, Nur, EBREM, İlker S., “Lübnan’da Çoklu Güç Paylaşımı ve Ortaklıkçı Demokrasi Zeminin Arap Ayaklanmaları Sonrası Geleceği”, Akademik Ortadoğu, C.8, S.1, (2013).

ÖZ, Şaban, ‘‘Şia’nın Aslı ve Doğuşu Üzerine Görüşler’’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, I/2 Güz 2008.

RABİNOVİCH, Itamar, Orta Doğu’da Etnisite Çoğulculuk ve Devlet, Avesta Yayınları, 2004.

ŞAHİN, Mehmet, “Şii Jeopolitiği: İran İçin Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Ortadoğu, C.1, S. 1, 2006.

YÖNEM, Ahmet, ‘‘Şii-Sünni İlişkileri Bağlamında Günümüz Selefiliği’’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, VI/2 Güz 2013.

[1] Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Marmara Kitap Merkezi yay., 4.b, Bursa, 2008, s.25.

[2]Mehmet Ali Büyükkara, ‘‘İslam Kaynaklı Mezheplerin Ortadoğu’daki Coğrafi Dağılımı ve Tahmini nüfusları’’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, VI/2, Güz 2013, s. 321-354.

[3] Şaban Öz, ‘‘Şia’nın Aslı ve Doğuşu Üzerine Görüşler’’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, I/2 Güz 2008, s. 29-47.

[4]http://www.bilgesam.org/incele/1174/-ortadogu%E2%80%99da-olusan-yeni-dengeler-ve-%E2%80%9Csii-hilali%E2%80%9D-soylemi/#.WiFFSdJl8dU.

[5] Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran İçin Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Ortadoğu, C.1, S. 1, 2006, s. 40.

[6]Itamar Rabinovich, Orta Doğu’da Etnisite Çoğulculuk ve Devlet, Avesta Yayınları, 2004, s. 30; http://www.bilgesam.org/incele/1174/-ortadogu%E2%80%99da-olusan-yeni-dengeler-ve-%E2%80%9Csii-hilali%E2%80%9D-soylemi/#.WiFFSdJl8dU.

[7] Ahmet Yönem, ‘‘Şii-Sünni İlişkileri Bağlamında Günümüz Selefiliği’’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, VI/2 Güz 2013, s. 195-222.

[8] Birol Akgün, Gökhan Bozbaş, ‘‘Arap Dünyasında Siyasi Selefizm ve Mısır Örneği’’ Akademik Orta Doğu Dergisi, C.7, S. 2, 2013, s. 18.

[9] Veysel Ayhan, ‘‘Ortadoğu’daki Şii-Sünni Gerginliği ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, C.4, S.38, Şubat 2012, s.18-24.

[10] http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20160121192240_analiz148.pdf, s.11-12.

[11]Yeşim Demir, “İran’ın Vietnam’ı Suriye’de Türkiye mi İran mı Kazançlı Çıkacak?”, http://ankaenstitusu.com/iranin-vietnami-suriyede-turkiye-mi-iran-mi-kazancli-cikacak/

[12] Pınar Arıkan, ‘‘Suriye’nin Nusayri Yüzü ve İran’’, Ortadoğu Analiz, C.4, S.43, Temmuz 2012, s. 18-29.

[13] Veysel Ayhan, a.g.m., s. 21.

[14] https://wpsa.research.pdx.edu/papers/docs/jfrancisco.pdf

[15] Tayyar Arı, a.g.e., s. 532.

[16] http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20160121192240_analiz148.pdf, s.8-9.

[17] http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20160121192240_analiz148.pdf, s.14.

[18] Nur Köprülü, İlker S. Ebrem, “Lübnan’da Çoklu Güç Paylaşımı ve Ortaklıkçı Demokrasi Zeminin Arap Ayaklanmaları Sonrası Geleceği”, Akademik Ortadoğu, C.8, S.1, (2013), s. 2.

[19] http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20160121192240_analiz148.pdf ,s.17.

[20] A.g.m., s.8.

[21] http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20160121192240_analiz148.pdf, s.19.

[22] Mehmet Ali Akyurt, “Yemen 2010”, Ortadoğu Yıllığı 2010, Ed. Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Cenap Çakmak, Küre yay., İstanbul, 2010, s. 318.

[23]“Interview with David Ottaway”, Pomeas, 15 Temmuz 2015, http://www.pomeas.org/index.php/interviews/494-interview-with-david-ottaway

[24] http://www.basnews.com/index.php/tr/opinion/392373