Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

15 Temmuz darbe girişimi sonrası Yunanistan’ın Dedeağaç şehrine inen helikopterimizdeki pilotların iade edilmemesi Türkiye için nasıl bir risk oluşturduğu konusuna girmeden önce tarih boyunca kısaca Türk-Yunan ilişkilerine bakmakta fayda görüyorum.

Bazı devletler tarafından “Enemybrothers” (düşman kardeşler) olarak adlandırılan ve yaklaşık 200 yıllık tarihlerinde zaman zaman sorunlar yaşayan bu iki ülke arasındaki ilişkiler önem taşımaktadır. Şunu da unutmamak gerekiyor, her dönem bu iki devletin kavgasından kazanım elde etmek isteyen güçler olmuştur. Her iki ülkenin de bağımsızlıklarını birbirlerine karşı verdikleri savaşlar sonucu kazanması günümüzde yaşanan sorunların kökeninin o yıllara kadar uzanmasına yol açmıştır.
Ege’nin karşı kıyılarında, benzer kültürlere sahip olan halklar yüzyıllar boyunca aynı topraklar üzerinde beraber yaşamışlardır. Uzun süre Osmanlı Devletinin egemenliğinde yaşayan ve diğer gayrimüslim unsurlara göre daha üstün ve korunmada öncelikli kabul edilen Rumlar, Osmanlı Devleti içinde oldukça iyi konumdaydılar. İki halk ortak bir tarihi paylaşmaktadır.

18. yüzyıl sonlarında Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik akımlarının da etkisiyle hem Avusturya, hem de Rusya, Osmanlı Devleti’ni parçalamak amacıyla, Rumları bağımsız bir devlet kurmaları konusunda kışkırtmaya başlamışlardır. İlginç olan bir nokta da bağımsızlık fikrinin bugünkü Yunan topraklarında değil de sıcak denizlere inme politikası olan Rusya’da doğmuş olmasıdır. Yunanistan Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını alarak, yeni bir devlet olarak karşımıza çıkmıştır.
Yunanistan, yayılmacı bir politika izlemiş ve dış politikasını Osmanlı Devleti’nden toprak alarak büyüme üzerine kurmuştur. Yunanistan’ın izlediği politika sonucunda Osmanlı Devleti ile Yunanistan defalarca karşı karşıya gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile doğrudan çatışmaya girmeyen ancak Paris Barış Konferansı’na katılarak Osmanlı topraklarından pay isteyen Yunanistan, Megali İdea’ya dayanarak 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgal etmiştir.
Buna göre:
• Ege Denizi, Yunan denizi haline getirilecek,
• Bizans İmparatorluğu yeniden hayata geçirilecekti.

Ancak, Megali İdea hedefleri 1922 yılında Türk askeri tarafından sona erdirilmiştir. “Küçük Asya Felaketi” olarak nitelenen başarısızlıklarının ardından Lozan Barış Anlaşması’na da imza atmak zorunda kalmışlardır. Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının ardından iki ülke arasında sıcak ilişkiler başlamıştır. Sorunlar ortak bir zeminde buluşulması ile çözülebilmiştir. Savaş bittikten ve Lozan Anlaşması imzalandıktan sonra Atatürk’ün politikası, Yunanistan ile ilişkileri normalleştirmek ve yakınlaştırmak olmuştur. Hatta 1934 yılında Balkan Paktı imzalanmıştır. Ancak bu ılımlı ortam tamamıyla oturtulamadan çeşitli nedenlerle yerini gerilimlere bırakmıştır. Yaşanan her gerilimin de yansımaları Ege Denizi, Kıbrıs, Patrikhane, azınlıklar gibi konularda kendini göstermiştir.

Günümüzde, Türkiye ve Yunanistan arasında hala çözülemeyen ve kronikleşmiş durum haline gelen sorunlardan birini Kıbrıs meselesi oluşturmaktadır. Diğer sorunlar ise, “Ege sorunu” kapsamında Ege Denizi’ndeki adaların silahlandırılması, bazı adacık ve kayalıkların statüleri, kıta sahanlığı, karasuları, hava kontrol sahası ve FIR hattı sorunları sayılabilir.

Yeterince gergin olan ilişkiler bir kaç gün önce 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında 8 askerin Yunanistan’a sığınması ve Türkiye’nin resmi talebiyle iade edilmesini istemesi ancak Yunanistan’ın olumsuz cevap vermesi ile yeniden gerildi. Bu durum, 1980’li yıllardan itibaren PKK elemanlarına kendi topraklarında BM denetiminde bir mülteci kampı olarak bilinen Lavrion’u açarak destek sağlamasına benzemektedir. İade süreci de iki ülke arasında güven arttırmaya yönelik çabalara darbe vuracak gibi görünmektedir.

Bu süreç içinde resmi ağızlar, Yunanistan’a kaçan darbeci askerlerin iade edilmemesine ilişkin, “Geri Kabul Anlaşması”nın iptali dahil gerekli adımların atılacağını belirtmişlerdir. Bu anlaşmanın iptal edilmesi sadece Yunanistan’ı değil Avrupa’yı da ilgilendirmektedir. Şunu da belirtmek gerekiyor; Yunanistan yetkili makamları yargılarının bağımsız olduğunu belirterek Türkiye’ye de bir mesaj göndermektedirler…
Şimdi yargı bahanesini bir tarafa bırakıp şu sorulara cevap arayalım;
Yunanistan’da bulunan helikopterimizdeki milli bilgiler düşman eline mi geçti? Veya böyle bir tehlike ile karşı karşıya olabilir miyiz?

Helikopterimiz Yunan hava sahasını ihlal etmesine rağmen nasıl iniş izni verilmiştir? Neden Türk – Yunan ilişkilerinin gündeminde sıklıkla yer alan bir konu olan hava sahası ihlali konusunda Yunanistan tarafından misilleme gelmemiştir?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak çok iyi biliyoruz ki askeri uçuşlar ve tatbikatlar sırasında sertleşmeye dönüşen ve devam eden gerginlikler ile it dalaşı olması kaçınılmazdı.

Bu gerginliğe neden olan konunun kamuoyu önünde konuşulması çözüm olasılıklarını zayıflatmaktadır. Kapalı kapılar ardında ve soğukkanlı bir şekilde çözüm sağlanabileceğine inanıyorum. Öncelikli olarak iki ülke arasında uzun süredir var olan bu güvensizlik ortamının sonlandırılması gerekmektedir.

Sonuç olarak, her iki ülkenin de birbirlerine karşı verdikleri mücadele ile devlet olarak ortaya çıkmaları, Yunanistan’ın, Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak görmesi birbirine karşı güvensizlik duymalarına neden olmakla birlikte Türkiye’den gelecek bir tehdit algılaması içindedir. Oysa ki Türkiye bugüne kadar Yunanistan’ın bütünlüğüne karşı hiç bir harekette bulunmamıştır tam tersine Yunanistan, geçmişte defalarca toprak almak suretiyle genişleme politikası gütmüş ve Bizans İmparatorluğu’nu yeniden oluşturma amacında olmuştur. Tüm bunlara ek olarak uluslararası teröre destek vermesi Türkiye tarafından Yunanistan’a duyulan güvensizliği arttırmıştır.