Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

YAKLAŞMAKTA OLAN BÜYÜK EKONOMİK KRİZ DURDURULABİLİR Mİ?

Murat ÖZBÜLBÜL

Başbakan Binali Yıldırım “ekonomimizin temelleri sağlam” diyor ve bir ekonomik kriz tehlikesi olmadığını iddia ediyor.. Ben bir ekonomist olarak sayın Yıldırım’ın bu yargısına ne yazık ki katılamıyorum..

Türk ekonomisinin temelleri sağlam değildir, hatta tam tersine Türk ekonomisinin temelleri çürük ve hastalıklıdır dememiz çok daha doğru olur düşüncesindeyim….

Öncelikle icat ve tasarım yapamayan teknoloji, sermaye, enerji ve diğer doğal kaynaklarda dışarıya aşırı derecede bağımlı olan bir ülkenin ekonomisi asla sağlıklı kabul edilemez…

Bu sağlıksız yapı ekonomimizin temel kronik sorunudur. AKP iktidarı bu yapıyı düzeltmek vaadi ile iktidar olmuşsa da 14 yıllık iktidarı boyunca düzeltme yönünde ciddi bir aşama kaydedememiştir….

İkinci olarak ekonominin temeli güvendir, her ekonomi güven üzerine bina edilir. Bir ekonomiye güvenin var olup olmadığını anlamak için evvel emir ülkenin hukuki, siyasi ve güvenlik yapısının mevcut durumuna bakılır.

Türkiye’ye de bu gözle bakarsak :

Çok yakın bir zamanda yaşanan darbe teşebbüsü, ülkenin asker sivil güvenlik bürokrasisinin bir terör örgütünün eline geçmesi ve bu örgütün Genel Kurmay Başkanı dahil tüm kuvvet komutanlarını esir almış olması, meclisi bombalamış hatta Başbakan ve Cumhurbaşkanını öldürmeye teşebbüs etmiş olması demokratik bir ülkede çok ender görülecek boyutta çok ciddi bir güvenlik zaafiyetidir zaten.

Hukuku işleten bürokrasideki terör örgütünün etkisi ise dünya tarihinde kolay bulunmayacak bir hukuk güvencesi zaafıdır. OHAL ilanı ile birlikte bir çok anayasal hukuki güvencenin askıya alınmış olması ise güven bunalımı yaratacak bir başka ana etkendir. Bu durumda olan bir ülkenin hukukuna hiç kimse güvenemez.

Bütün bu güvenirlilik zaaflarının yanısıra rejim değişikliği riski taşıyan bir anayasa değişikliği girişimi de siyasi belirsizliğe yol açmaktadır. Ülkenin siyasi istikrarı da tartışmaya açılmakta ve güven kaybı yaşanmasına yol açmaktadır.

Diğer yandan İŞİD, FETÖ ve PKK gibi üç önemli terör örgütünün direkt tehdidi altındaki bir ülkede güvenlik ve güven sağlamanın çok ama çok zor olduğunu da kabul etmek gerekir.

Sınır ötesi macera arayışları ve yaklaşık yüz yıl önce tanımlanmış olan Lozan antlaşmasını tanımama söylemleri ise zaten bir ülkedeki istikrara olan güveni havaya uçurmak için başlı başına yeter bir sebeptir.

Bütün bu olguları alt alta yazıp topladığımızda Türkiye’de çok ciddi bir güven sorunu olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Bu kadar büyük bir güven bunalımı yaşayan bir ekonominin temellerinin sağlamlığından bahsetmek olsa olsa halka moral verme amacı taşıyan içi boş bir söylemden öteye gitmez….

Buraya kadar sadece “ekonomimizin temelleri sağlam” söylemini analiz ettik ve sanırım ekonomiden anlayan herkes Türk ekonomisinin temellerinin sağlam olmadığı konusunda bana katılacaktır.

Bu aşamadan sonra ise zaten temelleri sağlam olmayan Türk ekonomisinin bu günkü kriz tehdidi karşısındaki durumuna göz atmamız gerekir:

Küresel ölçekte bir paradigma değişikliği yaşandığı konusunda çoğu ekonomist hemfikir; bundan böyle ucuz ve bol dolar bulmak, kolayca borçlanmak dönemi bitti gibi görünüyor. Yeni seçilen Başkan öncelikle küresel ekonominin sağlıklı işlemesini değil Amerikan ekonomisini büyütmeyi hedefleyeceğini açıkça beyan etmektedir. Bu yaklaşım önümüzdeki dönemde güçlü dolar, yüksek faiz ve yüksek hammadde fiyatları ile karşılaşacağımızı işaret etmektedir. Eğer Amerika’yı diğer gelişmiş ülkelerde izlerse bunlar azgelişmiş ülkelerden ithalatı kısacak politikalar uygulayacak demektir. Bu durumda küresel ticaret hacmi düşecektir.

Türkiye gibi ithalata bağımlı ülkeler ithalatlarını finanse etmekte çok zorlanacakları bir döneme girilmektedir. Türk ekonomisinin en büyük kronik sorunu yüksek teknoloji, enerji ve hammadde de ithalata aşırı bağımlı olmasıdır. Türkiye’nin ihracatı ise düşük teknolojili ve düşük katma değerli ürünlerden ibarettir ve halihazırda bu segmentte küresel ölçekte çok ciddi bir rekabet yaşanmaktadır , bu durumda bu rekabet ortamı daha da sertleşecek demektir.

Türk ekonomisinin cari açık sorunu da zaten bu hastalıklı yapıdan kaynaklanmaktadır. Önümüzdeki dönemde Türk ekonomisi ihracatta zorlanırken ithalat artacak bu durum cari açığı kontrol edilemez bir seviyeye yükseltecektir.

Türkiye’nin ihracat ile ilgili tek sorunu bu da değildir üstelik ana ihracat pazarlarından çoğunda savaş yada iç savaş sürmektedir ve bu ülkelerde ekonomik faaliyetler durma noktasındadır. Diğer bir büyük pazar olan Rusya’ya uygulanan ambargo Rus ekonomisinde çok ciddi bir durgunluğa hatta küçülmeye yol açmıştır . Rus ekonomisine bağımlı olan ülkelerde de bu durgunluk etkilidir. Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa’da ekonomik kriz hala yatışmamış ekonomi canlanmamış beklenen ekonomik büyüme başlamamıştır. Amerika’nın politika değişikliği Avrupa’yı da muhakkak ki etkileyecektir. Avrupa’da krizin sürmesi ve belki de derinleşmesi Türkiye’nin bu pazada da sıkıntı çekmesine yol açacaktır. Ayrıca Avrupa ile yaratılan siyasi gerilim ve olası yaptırımlar ekonomiye düşünülemeyecek ölçüde büyük zarar verecektir. Bu gün ne yazık ki siyasiler Avrupa ile siyasi ilişkileri germe konusunda birbirleri ile yarışmaktadır.

Dışarıda hammadde fiyatları, faiz ve dolar yükselir ticaret hacmi düşerken içerideki duruma da bir bakalım :

Öncelikle devletin kamu borcu stoğu göreceli olarak düşüktür ki bu bir kriz döneminde ciddi bir avantajdır. Fakat bu borç stoğu yapısı da sağlıklı değildir. Çılgın projeler olarak adlandırılan çeşitli yap işlet devret projelerinde verilmiş olan döviz bazındaki hazine garantileri fiilen devletin borcu olsa dahi devletin bilançosunda borç olarak görülmemektedir. Köprüler, demiryolları, enerji tesisleri, tüneller, şehir hastahaneleri gibi bir çok yap işlet devret projesi bitmiş veyahut sürmektedir. Bu çılgın projelerin hangi çılgın bedellere yol açacağı yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Örneğin 20 milyar dolara mal olması beklenen Akkuyu Nükleer santrali için Ruslar’a 15 yılda toplam 80 milyar dolar ödenecektir….

Diğer yandan Türk özel sektörü krize yaklaşık 200 milyar dolarlık bir açık pozisyonda yakalanmıştır ve ekonominin küçüleceği bir dönemde bir çok firmanın çok ciddi etkileneceği yaygın iflasların yaşanacağı açıktır.

Türk ekonomisinin en önemli döviz kazandırıcı sektörü şüphesiz ki turizmdir. Turizm güven ve güvenlik bunalımından en çok etkilenen sektördür. Terör tehdidi altında olan bir ülkenin turizmde başarılı bir performans göstermesi mümkün değildir. Türkiye’ye turist gönderen en önemli destinasyon şüphesiz ki Avrupa’dır Avrupa ile yaşanan krizler şüphesiz ki önümüzdeki dönemde bu pazarda da ciddi sıkıntılara yol açacaktır. Rusya ile nisbi bir rahatlama sağlanmış olsa dahi Rusya’nın yaşadığı ekonomik kriz oradan da eskisi kadar bol ve para harcamaya hazır turistin gelmesini engelleyecektir. Görünen o ki turizm sektöründe 2016 yılında yaşanan küçülme ne yazık ki 2017 yılında da artarak sürecektir.

Devlet harcamaları açısından baktığımızda ise ortaya oldukça vahim bir tablo çıkmaktadır gerek yut içinde gerekse yurt dışında sürdürülen terörle mücadele bütçeye önemli bir yük getirecektir. Yurt dışı operasyonları olası maliyeti ise bu günde öngörülememektedir bile. Herkes çok iyi bilirki günümüzde savaş pahallı bir iştir ve ekonomileri olumsuz etkiler üstelik Türkiye gibi savunma sanayiinde çok yüksek oranda ithalata bağımlı ülkelerde savaş çok daha ciddi bir maliyettir.

Bütün bunların yanında savaş bölgelerinden kaçan 3 milyondan fazla mültecinin ağırlanması da Türk ekonomisini çok ama çok zorlayacak finanse edilmesi güç bir yüktür. Yakın zamana kadar gelişmiş ülkelerin yardım ederek bu muazzam maliyeti karşılamaya katkı verecekleri konuşuluyordu ama bu gün itibari ile bu beklenti boşa çıkmış vaziyettedir.

Devlet harcamalarını arttıracak bütçe açığı verilmesine sebep olacak bir başka olgu ise İdil, Silopi, Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova ve benzeri yerlerde çatışmalar sonucu yıkılan on binlerce ev ve işyerinin devletçe yapılması büyük ölçüde hasar gören altyapının yeniden inşası en az 99 depremi boyutunda bir maliyet ortaya çıkaracaktır.

Buraya kadar öngördüğümüz tablo şudur ihracat ve turizm gibi döviz kazandırıcı faaliyetler önümüzdeki dönemde küçülecek ve döviz gelirleri düşecektir. Dışarıdan doğrudan yatırımcı gelmesi yatırım yapması ve döviz getirmesi azalacak belki de duracaktır. Dışarıdan borçlanmak hem zorlaşacak hemde pahallanacaktır. İçeride ise devletin harcamaları artarken küçülen ekonomi yüzünden gerek doğrudan ve gerekse dolaylı vergi gelirleri ciddi oranda düşecektir. Özel sektör borçlarını yenilemekte ve ödemekte çok ciddi sıkıntıya düşecektir. Bütün bu yaşanacaklar ise zaten ekonomik krizin ta kendisi demektir.

Sonuçta ekonomi ciddi oranda küçülecek işsizlik artacak ve yaygın iflaslar görülecektir. Siyasi iktidar bu gidişatı durdurmak için bir şeyler yapmak yerine siyasi istikrarsızlığı arttıracak hamleler ile oyalanır ve dış maceralara hevesinde devam ederse bu tablo beklenildiğinden de ağır yaşanacaktır.