Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

       Kıbrıs’ta çözüm arayışlarına devam edilmekte ve bu doğrultuda taraflar arasında görüşmeler sürdürülmektedir.

     Bilindiği gibi KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile GKRY lideri Nikos Anastasiadis 9 – 11 Ocak 2017 tarihinde bir araya gelecekler daha sonra da 12 Ocak günü konunun tüm tarafları olarak 5 li konferansa geçilecektir. Umulur ki; bu görüşmelerde belli bir noktaya varılsın ve sonuç alınabilsin.

     Tüm çabaların ve görüşmelerin samimi ve yapıcı olduğu ön kabulümüze rağmen, gelişmeleri izlediğimizde; Rum tarafının, bir önceki yazımızda söz edildiği üzere, konuyu gerçek tarafların ve garantörlerin konusu olmaktan çıkartıp bir AB ve BM Güvenlik Konseyi konusu haline getirmek üzere hamleler yaptığını görüyoruz. Bu hamlelerin, hiçbir sonuca ulaşmaması halinde bile Türk tarafını sıkıştırmaya ve istenen tavizleri almaya dönük olduğu açıktır.

     Neydi Rum tarafınca istenen, KKTC topraklarının %25 i ki en verimli ve her anlamda işlenebilir araziler, 100.000 civarında Rum vatandaşının kuzeye geçmesi ve yerleşmesi, mülkiyet haklarında 1974 öncesi hakların esas alınması, Türk askerinin adadan çekilmesi ve garantörlük konusu.

     Peki bunun karşılığında Türk tarafına ne öneriliyor ? Sözde temsilde eşitlik ki bu da nüfusla orantılı, yani 4 Rum 1 Türk şeklinde ve dönüşümlü başkanlık ya da başkan yardımcılığı.

     Rum tarafının konuyu gerçek mecrasından çıkartıp hiç alakası olmayan AB ülkeleri ve İngiltere dışında doğrudan ilgili olmayan ABD, Rusya, Çin ve Fransa’dan oluşan BM Güvenlik Konseyini görüşmelere dahil etme çabası daha şimdiden uzlaşmaz bir tavır içinde olacağının göstergesi gibidir. Prof. Dr. Ata Atun, GKRY’ nin KKTC ni muhatap kabul etmemek gibi bir niyetle toplantıların 4 lü konferans olarak yapılması ve KKTC’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında ve Rum Delegasyonuyla birlikte masada yer alması teklifini getirebileceğini dile getiriyor ki; böyle bir talepte bulunulması dahi baştan uzlaşmaz olunacağının belirtisi olacaktır.

     Bağımsızlığını ilan ettiği 1983 yılından bu yana KKTC’ni resmen tanımayan/tanımak istemeyen AB üyesi ülkeler ve diğerlerinin masaya müdahil olmaları Türk tarafının ciddi bir tuzak içine çekilmesi tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bu ülkelerin uluslararası ilişkilerde doğrudan muhatap kabul etmekten kaçındıkları KKTC ile uluslararası platformlarda temsilini kabul ettikleri GKRY arasındaki müzakerelerde hangi tarafta duracaklarını tahmin etmek çok da zor olmayacaktır.

     Batı basınında yer alan, Müzakere Sürecinin bir daha kolay kolay bulunamayacak bir fırsat olduğu yolundaki yorumlar ve bu doğrultuda bir anlaşma sonucu hali hazırda KKTC vatandaşı olmayan ve sayılarının 30.000 civarında olduğu ifade edilen Türk nüfusun adadan gönderilme ihtimali, sonunda KKTC’de yaşayan Türkleri bir azınlık haline kadar götürebilir ki bu tam da Rum tarafının istediği ve ajandalarından hiç çıkarmadıklarını düşündüğümüz ENOSİS’in gerçekleşmesi demek olacaktır.

     İki toplumlu ve ortak yönetimin amaçlandığı, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ve kısa bir süre sonra Anayasanın bazı maddelerinin  Rum tarafınca Kıbrıslı Türkler aleyhine değiştirilmek istenmesi, bilindiği gibi Barış Harekatına kadar varan bir süreci getirmiştir. Dolayısıyla, eşitlikçi ve cazip gibi görünen ama, esasen sadece, iyi ihtimalle, dönüşümlü başkanlığın ya da başkan yardımcılığının verildiği ve karşılığında bir çok tavizin istendiği bu müzakerelere en üst seviyede dikkat edilmesinin, görüşmelere gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin ve gerekse KKTC’nin Devlet Aklı ve Milli Hafızasının yön vermesinin  ulusal çıkarlarımız açısından uygun olacağı değerlendirilebilir ki böyle olacağı da kuşkusuzdur.