Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Atatürk Suriye ve Arapların kendi kaderlerini tayin hakkını, ayrı devlet kurmalarını savunuyordu. Atatürk Kurtuluş Savaşı’mızda Suriye ve Arap toplumlarıyla emperyalizme karşı ortak veya ayrı ayrı mücadeleyi savunmuş; hatta konfederasyon halinde birleşilebileceğinden bahsetmiştir. 9 Ekim 1919’da Suriyelilere yolladığı beyannamede “bütün silahlarımızı ülkemizi bölmek isteyen hain partilere karşı çevirmeliyiz… Din kardeşi gibi yaşayalım ve düşmanlarımızı perişan edebilelim”[1] diyordu.

11 Aralık 1919 tarihli Heyeti Temsili Kararları arasında “Suriye’nin bağımsız bir Arap Hükümeti teşkil etmesi ve ardından Konfederasyon halinde birleşmemiz esası”ndan bahsedilmiştir.[2] Atatürk emperyalizme karşı Suriye ve bölge milletleriyle işbirliği için 15 Şubat 1920’de Halep’te Arap Milli Teşkilatı Başkanlığı’na yolladığı yazıda “mektuplarınızda Suriye, Irak ve Türkiye, bağımsızlıklarını kurtararak Konfederasyon teşkil eylemek veyahut gelecekte kararlaştırılacak tarzda bir irtibat tesis eylemek üzere birlikte hareket edilmesi bildirilmiş, biz de bu teklifinizi kabul ederek tafsilatlı bir talimat göndermiştik” diye yazmaktadır. Demek ki Suriye’deki direniş örgütü Türklere  konfederasyon kurmayı önermiş ve bu öneri kabul edilmiştir. Atatürk bu yazıda Fransız ve Ermeni işgal kuvvetlerinin bertaraf edilmesini istemektedir.[3]

Atatürk 29 Şubat 1920’de Talat Paşa’ya mektubunda “Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra ‘konfederasyon’ halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir.”[4] diye yazar.

24 Nisan 1920’de, Mecliste yaptığı konuşmada Iraklılara; Suriyelilere söylediği görüşü; yani “Ettiğimiz, kendi dâhilinizde, kendi kuvvetlerinizle, kendi mevcudiyetinizle istiklalinizin teminine çalışınız. Biz de her şeyden evvel bağımsızlığımızın teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz” ifadesini aktardığını belirtmiştir.[5]

Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından 2 yıl önce, 1937’de Suriye Başbakanı Cemil Mardam ile yaptığı görüşmede Atatürk, Fransızların Suriyelileri “adam yapmak” istemelerine, “evvela kendileri adam olsunlar” diyerek tepki gösterir. Suriyelilerin zeki, modern ve nazik insanlar olduğunu, Fransızların terbiyesine ihtiyaçları olmadığını belirtir. Bütün kabahatin Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğunu,  Balkan Harbi sonunda kendisinin Talat Paşa’ya “Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz” teklifinde bulunduğunu cümlelerine ekler.[6] Hatay meselesini Fransızları dışlayarak Suriye ile Türkiye’nin arasında çözmeyi ve Suriye’nin tam bağımsızlığını istediğini belirtir. Eğer Fransızlar mâni olursa Suriyelilerin ordusu olmasa bile Türkiye’nin ordusuyla Fransızlara mani olacağı ve ordunun geri çıkacağı hususunda kefil olduğunu açıklar. Suriye Başbakanına da ordu yapmasını önerir. Dahası Hatay’ı istemediğini, kendisi için Hatay’ın namus meselesi olduğunu ve Fransızlara bırakmayacağını da vurgular:

“Suriyeliler henüz olgun değilmişler. Fransızlar acaba ne zaman olgun olmuşlardır? Tarih maalesef yanlış anlaşılmıştır. Suriyeliler mükemmelen medeni iken acaba Fransızlar ne vaziyette idi? Daha birçok meselelerimiz vardır. Fakat ve maalesef bunların ortaya konulması için kuvvet lazımdır. Biz kuvvet yapabiliriz. Türkiye kuvvetini kurmuştur. Suriye de mükemmelen kuvvet yapabilir. Fakat Suriyelilerin ellerini kollarını bağlamışlar. Çözünüz onları, koparınız o bağları! Biz Türkler, sizi seven dostlarınızız. Tabii bu meseleleri diplomatik kanalla takip edeceğiz. Fakat onlar bize galebe çalamazlar. Hatay nedir? Küçük bir şey. Ben, onu bize verin demiyorum. Bu mesele benim için bir namus meselesidir. Biz orayı muharebe ile kaybetmedik. Bize verin demiyorum. İhtiyacımız yoktur. Mesele, benim için bir namus meselesidir. Arazimiz o kadar geniştir ki, 17 milyon değil, 50 milyon nüfus barındırabilir ve barındıracaktır. Bu meseleyi halledeceğiz. Bu namus meselesidir. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım. Mesele, Suriye ile aramızda kalınca bin bir dostluk yolları ile uyuşuruz. Hatta Suriye Başvekili ile benim aramda kalsa daha çabuk olur. Bunu yapacağım. Fransızlara veremem. Açık söylüyorum. Eğer Ekselans yarın Suriye’ye ve Şam’a dönerlerse lütfen benim bütün Suriyelilere ve bütün dostlarımıza selamımı söylesinler ve açık olarak desinler ki, ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar mani olursa Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kafi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım.” [7]

Görüldüğü gibi Atatürk, Suriye ile dayanışmaya önem vermiştir. Bugün Suriye’de ABD öncülüğündeki işgal ülkemizin üniter yapısını tehdit etmektedir. Çünkü ABD Akdeniz’e kadar açılan Kürt devleti kurmak istemekte, bu amaçla Suriye PKK’si olan PYD’ye 30 bini aşkın tır silah vermiştir. PKK’nin hedeflerinden biri de İran, Irak, Suriye, Türkiye’den toprak koparıp Büyük Kürdistan’ı kurmaktır.

Kaderimiz Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki gibi emperyalizme karşı vatan savunmamızda Suriye ile örtüşüyor. Suriye’nin meşru yöneticisi Esad, İran, Irak, Lübnan gibi bölge ülkeleri ile anlaşarak ABD’nin ve PKK’nin varlığını bölgeden uzaklaştırmalıyız. Bu Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarımız için de önemlidir.

İktidarın, ABD’nin hesaplarına, iktidara mı yarayacağına bakarak değil ülkemize yarayıp yaramayacağına bakılarak hareket edilmelidir. Süreç, iktidarın ABD’ye verdiği tavizlere, tutarsızlıklarına, milleti birleştirmekte yetersizliklerine, Esad ile anlaşmamasına rağmen ABD’den bağımsızlaşmaya, Suriye ile işbirliğine doğru ilerliyor. Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nde ABD’nin Türkiye’nin kınanmasına karşı çıkması ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un “ABD’nin çıkarlarını muhafaza etmeliyiz” yaklaşımı, iktidarın sıcak paraya ihtiyacından dolayı yapılan açıklamadır ama bu esası; yani ABD’nin harekata razı olmayarak askerlerini geri çekmesi gerçeğini değiştirmiyor. AB, ABD, harekatın haklılığını engelleyerek siyasi iktidarı zaafa yöneltmeye çabalayacaktır. Fakat hayat ABD ve iktidarın zaaf, tutarsızlıklarını çözerek ilerlieyecektir. Böyle olasa idi bugün bu harekat da yapılamazdı. Unutmayalım ki Türkiye, açılımdan PKK’nin hendeklere gömüldüğü, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Afrin Harekatlarını yaparak ABD’nin Suriye’deki alanına bir kama olarak girmiş, AB ve ABD’nin tehditlerine rağmen sondaj çalışmalarını sürdürmektedir.

 Süreç, tutarsızlıklara rağmen ABD’nin gerilemesine yönelik ilerlemektedir. İran, Çin, Rusya Adana Mutabakatı’na, Esad ile işbirliğine dikkat çektiler. Rusya ve İran, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini” sağlama gereğine dikkat çektiler. Bu, her şeyin iktidarın hesaplarıyla yürümeyeceğini, zorunlulukları dikkate alması gerektiğini gösteriyor.

Atatürk’ün “savaş, zorunlu olmadıkça cinayettir” cümlesi, diplomasinin sonuç vermemesi, ABD’nin PYD ordusu kurması, devlet kurmaya çalışması, Suriye’yi bölmesi nedenleriyle güvenliğimize yönelik tehdit içermesi dolayısıyla vatan savunması durumu oluşmuştur. Dolayısıyla harekat zorunludur.

Atatürk’ün bu cümlesi, bu şartlar altında savaş karşıtlığına değil, vatan savunması için harekatın zorunluluğuna yorumlanmalıdır.

Doğru strateji Esad ile koordineli şekilde Adana Mutabakatı’na uygun şekilde PKK’nin kökü kazınması ve ABD, Suriye’nin tümünden çıkarılmalı, Suriyelilere yerleşim yerleri kurmanın, Afrin’de fakülte açmanın yanlışlığı anlatılmalıdır. ABD ve PKK tehdidi bertaraf etmenin ötesinde bu amaçlar, Güvenli Bölge’de kalıcı olma hedefi, bölge ve dünya devletlerince yanlış anlaşılacak, haklı davamıza destekler sona erecek, birlikte davrandığımız devlet arasında uzlaşma sona erecektir. Astana Süreci’nde belirtilen ifadelerde geçen “Suriye Devleti’nin egemenliği” ifadesi tüm Suriye topraklarında Esad’ın egemen olmasıdır. Mevlüt Çavuşoğlu New York Times’ta yayınlanan makalesinde Barış Pınarı Harekâtı için “Suriye’de siyasi çözüm bulunana kadar, yaşayabilir ve herkesin temsil edildiği yerel yönetimler oluşturulmalı”[8] ifadesi kafaları karıştırmaktadır. BAAS’sız, Esadsız bir Suriye’nin egemenlik hakkının tanınacağına ve bu olana kadar Suriye’nin topraklarına yerleşilebileceğine yorumlanabilir. Bu ise başta bölge ülkeleri olmak üzer dünya ile sorunlar doğurur.

PKK’den kurtarılan topraklar Esad’a devredilmelidir. PYD’nin elindeki IŞİD kampları denetimine alınarak, ABD’nin ve PYD’nin, IŞİD’i ülkemiz için kullanması engellenmelidir.

 Kaynaklar:

[1] ATABE, c.4, 3. Basım, 2005, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.251.

[2] ATABE, c.5, 4. Basım, 2007, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.253-254.

[3] ATABE, c.6, 2. Basım, 2003, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.334-335; Atatürk, Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık, Der: Musa Sarıkaya, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.79-80.

[4] Atatürk, age, s.88.

[5] ATABE, c.8, 2. Basım, 2003, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.80-81.

[6] ATABE, c.30, 2011, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.122; Atatürk, age, s.251.

[7] ATABE, c.30, aynı yer; Atatürk, age, s.252.

[8]Çavuşoğlu New York Times’ta yazdı: Yanlış anlaşılmaları açıklama zorunluluğu hissediyorum”, Aydınlık, 12.10.2019, erişim tarihi 12.10.2019, https://www.aydinlik.com.tr/cavusoglu-new-york-times-ta-yazdi-yanlis-anlasilmalari-aciklama-zorunlulugu-hissediyorum-politika-ekim-2019