Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TEVFİK FİKRET’İN ATATÜRK’Ü ETKİLEYEN YÖNLERİ

Atatürk 19 Ağustos 1915’te kaybettiğimiz Tevfik Fikret için “Ben inkılâp ruhunu ondan aldım” demişti.

Neden başkaları değil de Fikret? Neden inkılap ruhunu ondan almıştı?

Çünkü Fikret, devrimciydi. Döneminin saltanat, eğitim, kadın, din anlayışına karşı gelmiş, yeni bir toplumsal düzen önermişti. Tevfik Fikret’’in şiirlerini tahlil ettiğimizde bunu görebiliriz. “Sis”, Abdülhamit rejimine karşı isyanın şiiridir. O, padişahın mutlak otoritesini, ahlâksızlığı, yılgınlığı, padişahın topraklarını genişletmek ve din için verilen savaşları eleştiriyordu. Bu yönleri barındıran Sis, olanca ağırlığıyla İstanbul’un üstüne çökmüş ve insanları kımıldayacak hal bırakmamıştı. Fikret sis betimlemesiyle İstanbul’u, genelde de siyasal ve toplumsal yaşamı eleştirmektedir.

Örtün, evet ey facia… Örtün, evet, ey şehir;
Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kâtil kuleler, kaleli, zindanlı saraylar.
Sağlam mezarı anıların, ulu tapınak,
Ey gururlu sütunlar ki birer bağlanmış dev
Geçmişi geleceğe anlatmakla görevli
Ey dişleri düşmüş, sırıtan sur silsilesi
Ey kubbeler, ey şanlı tapınaklar
Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler
Ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
Temin edebilmiş nice bin sabırlı dilenci
“Geçmişlere rahmet” diyen mezar taşları
Ey türbeler, ey her biri patırtılı bir anıyı
Uyandırarak sessiz ve sakin yatan ecdat!
Ey toz ve çamurun savaş alanı eski sokaklar
Ey her açılan gediği bir olayı sayıklayan
Viraneler, ey uğursuzların pusu kurup gecelediği,
Ey kapkara damlarıyla yıkılmamış bir matemi
Temsil eden huzurlu ve eskimiş evler
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yuva
Bu tasalı ocaklar ki acılarla somurtmuş
Yıllarca zamandan beri tütmek ne, unutmuş!
Ey midelerin sıkıştıran zehri önünde
Her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar

Osmanlı düzeninin eleştirildiği bu şiir Atatürk gibi memleketin gidişatından kaygılanan aydınların isyan duygusunu harekete geçirir. ‘Sis’ şiiri elden ele dolaşır.

Tevfik Fikret’in Atatürk’ü etkileyen diğer önemli şiiri ise, Tarih-i Kadim’dir. Atatürk bu şiirden “Tevfik Fikret’in o Tarih-i Kadim’i yok mu, işte o dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır.”

Çünkü Tarih-i Kadim’de, Fikret insanı ezen, tutsak eden, savaş, zulüm, baskı, taassup, adaletsizlik, çıkar, göz yumma, adam kayırma gibi her şeye isyan eder. Şiir, Atatürk’ün devrimci ruhunu ateşler. Şiirden bir bölüm verelim:

Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!
Sen de, gelenekçi iskelet,
yazdığın kara yazılara bir son ver,
aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.
Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?
Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,
nice acılar verdin bütün insanlara,
inim inim inlettin bütün insanları.
Parçalan, kararmış taç, tuz buz ol,
hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.
Göz yaşından incilerin nerde hani?
Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!
Eski çağlar nasıl kanmış size?
Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!

Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?
Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,
hangi güç kalkar, ben yaparım der?

Atatürk “ben yaparım” der ve yapar.

Niyazi Berkes, Tarih-i Kadim için şunları yazmıştır:

“Bu şiir, insanın baskı rejimi altında, eşitsizlikler içinde ikiyüzlülük ve kölelik ruhuyla nasıl yozlaştırıldığının bir hikâyesidir. Şair, geçmişin kötülüklerine karşın, uzun, karanlık gecenin bir gün sona ereceğine, yeni bir sabah doğacağına inanıyor. Fakat bu devrimi kim yapacaktır? Birçokları, bunun ancak Tanrı’nın bir mucizesi olacağına inanıyor. Fakat bütün bu sefaletler, acılar o Tanrı adına sürdürülmüyor mu? Şu küçük tanrılar, o büyük Tanrı’nın yeryüzündeki gölgeleri değil midir? Dünyadaki tanrısal egemenliklerinde kendi resullerini, kendi cehennemlerini, kendi cellatlarını kuran, kendi cennetlerinde yaşayan müstebitlerin prototipi olan bir Tanrı bunu nasıl yapabilir? Hayır, müstebit bir Tanrı, insanlığın Tanrısı olamaz. Ancak insanlığı seven, ona acıyan Tanrı, Tanrı olabilir. Din babalarının anlattığı öteki Tanrı insanlığı köleleştirmek, kafalarını zincirlere vurmak için uydurulmuş bir efsanedir. Artık şüphe ona meydan okuyor.”[1]

Fikret’in din anlayışını ve dini sömürü aracı olarak kullanılmasını şu mısralarda görmek mümkündür:

Din şehit ister, gökyüzü kurban.
Her yanda durmadan kan akacak,
Durmadan her yanda kan!
Topunun güneşi, ayı, yıldızları var,
ve topunun görünmez bir tanrısı.
Topunun adanan bir cenneti var,
ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,
ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.
Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.
Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.
Tanrılar ne derse onu yapacak halk,
sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.
Ama tanrılar ne derse onu yapacak.

Aslında din, kendisi konuşmadığına göre, din adına konuşanlar savaşlara karar vermekte, kan dökülmesine neden olmaktadır. Birçok savaş dini yaymak veya korumak amacıyla çıkarılmaktadır. Aslında olansa padişahların, ulemanın egemenliğini ve topraklarını genişletmesidir. Fikret’in tanrısı kan döken, zulmeden varlık olamaz. Ona göre tanrı insancıldır.

Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
– her yeri kanla, göz yaşıyla dolu –
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

Fikret bu anlayışı nedeniyle bağnaz din adamlarını, yöneticileri karşısına almıştır. Dinsiz damgası yemiştir, dışlanmıştır. Bunu o dönem göze alabilen nadir şairlerdendir. Bu yönüyle cesur bir kişidir. Mehmet Akif Ersoy, kendisini “kilise görevlisi” anlamında zangoçlukla yaftalamıştır.

Fikret’in din anlayışı, Atatürk’ün laiklik anlayışını etkilemiştir. Din artık siyasal ve toplumsal düzeni belirleyen etmen olmaz. Din uğruna savaş yapılmayacaktır. Savaş, vatan savunması olmadıkça cinayet olarak görülecektir. Din vicdanlarda hüküm sürecektir.

Ferda şiiri Atatürk’ün en beğendiği şiiridir. Ferda “yarın” demektir. Atatürk de Fikret gibi gençliği, cumhuriyetin geleceğinin, Türk devriminin, yarının en büyük güvencesi görmüştür. Fikret için de her şey gençlik içindir ama gençliğe sorumluluklarını hatırlatır.

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!

Atatürk Fikret gibi “tek bir şeye ihtiyacımız vardır, o da çalışkan olmak” demiştir.

Fikret “Gençler, bütün ümmid-i vatan şimdi sizdedir”, Atatürk “bütün ümidim gençlerdedir” der. Fikret “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim” der, Atatürk, 1925’te öğretmenlere seslenirken “Cumhuriyet siz­den fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” demiştir.

Atatürk gençlerle konuşurken söz edebiyata gelince Fikret’e olan hayranlığını anlatır:

“Onu biz mektep sıralarında okurduk. Ondaki heybet, ondaki vakur âhenk hiçbir şairimizde yok.”

Gençlerden Fikret’in bir şiirini okumalarını ister. Biri, “Ben Ferda’sını söyleyebilirim Atam” diyerek ileri atılınca Atatürk:

“Ferda’yı mı? Ah delikanlı, benim en sevdiğim şiirdir o. Onu sana söyletmeyeceğim, kendim söyleyeceğim.”

Atatürk gür bir sesle oku­maya başlar:

Asrın unutma, harikalar asrı feyzidir;
Her yıldırımda bir gece bir gölge devrilir.
Bir ufku itila açılır, yükselir hayat;
Yükselmeyen düşer, ya terakki, ya inhitat!
Yükselmeli dokunmak alnın semalara;
Doymaz beşer dedikleri kuş itilalara…
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!

“Ferda’yı mı? Ah delikanlı, benim en sevdiğim şiirdir o. Onu sana söyletmeyeceğim, kendim söyleyeceğim.”

Fikret, eğitim anlayışını “Yeni Mektep” fikriyle ortaya koyar. Bu okuldan yetişenler, geleneklerin katı kurallarıyla bağlı kalmayacaklar, özgürlükçü kişiliğe sahip olacaklardı. Yetişenler memurluğa dayanmadan hayata atılacaklardı, girişimci karakter kazanacaklardı. Okulda Öğretim Türkçe ve İngilizce olacaktı. Fransızca, Almanca, Rusça seçmeli olacaktı. El sanatlarına, beden eğitimine önem verilecekti. Müzik, resim ve geziler de önemli unsurlardı. Okulun iki önemli mesleki amacı tarım ve ticaret adamı yetiştirmekti. Bu hedefler, Balkan savaşlarının yenilgisiniz okullarda din derslerinin azlığına bağlayan bağnaz kafalar karşısında devrimci özellikler barındırıyordu.

Tevfik Fikret’in, Atatürk’ü etkilediği diğer yönü, kadınlara verdiği önemdir. Atatürk, 1925’te İzmir Kız öğretmen Okulunda “Türk Kadını na­sıl olmalıdır?” sorusunu şöyle yanıtlamıştır:

“Burada Fikret merhumun cümlece malûm olan bir sözü­nü hatırlatırım: Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer.”

Atatürk sohbetlerde, Tevfik Fikret hakkında olumsuz laf söyletmez. Çankaya’da bir gece söz, edebiyata gelince, birisi Fikret’in büyük şair olmadığını belirtir. Olayı İsmail Hik­met Ertaylan’dan dinleyelim:

“Kimdi bilmiyorum, bir yüksek ruhlu (!) zat Fikret’in iyi şair olmadığını söyleyecek oldu. Atatürk, o her şeyi hakkiyle gören, her hakikatin üzerinde duran o büyük insan, büyük bir iğbirarla kaşlarını çattı:

— Efendim, efendim, anlamadım, ne dediniz? Fikret bü­yük şair değil miydi? dedi ve o gür, o vakur sesiyle şu beyti okudu:

Milyonla barındırdığın cesetler arasından
Kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?

Atatürk sözlerine şöyle devam etti:

— O karanlıklar içinde bir nur gören ve halkı o nura doğ­ru götürmeye çalışan Fikret bu feryadı koparırken sizler ne­relerdeydiniz? Niçin içinizden kimse onun gibi feryat etme­di. Ben Fikret’e yetişemedim, onun sohbetinden istifade ede­medim. Kendimi bedbaht sayarım. Fakat onun bütün eserleri­ni okudum, birçoğu da ezberimdedir. O, hem büyük şair, hem de büyük insandır.

Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan bü­yük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım.”

Atatürk’ün “ancak onu iyi tanıyanlar ve tanıyacak olanlar, benim bugün yapmak istediklerimi kavrayabilirler!” sözüne uygun olarak Tevfik Fikret’in Atatürk’ü hangi yönlerden etkilendiğini belirtmeye çalıştım.

Gerçekten de Fikret’in din, laiklik, kadın, eğitim, gençlik gibi konular üzerindeki fikirleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla hayata geçmiştir. Sanırım bu yönden Fikret’in ruhu şad içindedir.

MUSTAFA SOLAK

[1] Niyazi Berkes, Türkiye Çağdaşlaşma, Yayına Hazırlayan: Ahmet Kuyaş,Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 4. Baskı: İstanbul, 2003, s.385.