Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

 “Nedir Bu Meselenin Özü?”

Son günlerde medyada, adına cep telefonlarından aşina olduğumuz Huawei’nin haberlerini sıkça duyar olduk. Pek çok insan için Huawei yalnızca Çin merkezli bir telefon markasından ibaret görülmekteydi. Oysa Huawei, 170 ülkede faaliyet gösteren ve başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkenin telekom altyapısını oluşturan devasa bir ağ ve telekomünikasyon şirketidir. Telefon üretimi şirketin yan işlerinden birisidir. Öyle ki sektörün yalnızca bu kısmında bile Apple’ı geride bırakarak dünya genelinde en çok telefon satan 2. üretici konumuna yükselmiştir.

Kısa sürede dünyanın dört bir tarafına yayılan, markasal açıdan efsane olmuş rakiplerini geride bırakan (bazılarını iflasa sürükleyen) Huawei’nin, ABD-Çin hegemonya mücadelesinin odak noktasına düşmesinin altında yatan sebepleri açıklamaya çalışacağız. Fakat öncelikle resmi daha büyük bir pencereden görmek fayda sağlayacaktır.

“ABD’nin Kapitalist Dünya Hegemonyası”

İkinci Dünya Savaşından sonra yaklaşık 50 yıl boyunca, iki süper gücün hâkimiyet mücadelesi dünya politik düzeninin en temel belirleyicisi oldu. Bu hâkimiyet mücadelesi ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan birbirine tamamen zıt olan iki devlet arasında yaşandı. Dolayısı ile hâkimiyet mücadelesinin temelinde, savunulan siyasal ve ekonomik düzenin gerek ABD, gerekse Sovyetler Birliği açısından dünya refahına katkı sağlayacağı tezi bulunmaktaydı. Bu mücadele süresince taraflar pek çok alanda birbirlerine karşı üstünlük mücadelesine girişti. Teknolojik, askeri, siyasal ve sosyal kulvarlarda mücadele edildi. Ancak sonucu ekonomi belirledi. Ekonomik kalkınmayı sağlayamayan Sovyetler Birliğinin dağılması kaçınılmaz oldu.

Ne demek istediğimizi açmamız gerekirse; iki tarafın da diğer ülkelere kendi siyasal düzeninin refaha ulaşmak için en doğru düzen olduğunu gösterme çabası bulunmaktaydı. Kendi cephelerinde yer alan devletlerin otomatik olarak kendi hâkimiyetlerine güç kattığı bir dünya düzeni oluşmuştu. Dünya bu uzun dönemi “soğuk savaş” olarak tanımlamıştı. Soğuk savaş olarak tanımlanmasının en önemli sebebi de birbirini yok etmek isteyen bu güçlerin, askeri açıdan sıcak bir savaşı göze alamamalarıydı. Çünkü sıcak savaşın yalnızca ABD ile Sovyetlerin değil, bütün dünyanın yıkımına yol açacak kadar şiddetli olmasından korkulmaktaydı. Bu nedenle taraflar arasındaki güç mücadelesi, direkt olarak askeri bir çatışmadan ziyade, pek çok alana yayılan geniş çaplı bir rekabete dönüşmüştü.

Pek çok farklı cephede süren bu mücadele sonucu bildiğimiz üzere ABD ayakta kaldı yani kazanan taraf oldu. Uzun yıllar boyu çift kutuplu dünya düzeninden sonra ABD küresel hegemonyasını açıkça ilan etmişti. Hem soğuk savaş süresince hem de sonrasında ABD dünyanın geri kalanına kapitalizmi yerleştirmiş, serbest ticaretin “kutsallığına” olan bağlılığını her yere taşımıştı. Sovyetler Birliğinden farklı olarak ABD ekseninde yer alan ülkeler, bu düzenle beraber refah seviyelerinde meydana gelen artıştan dolayı kapitalist düzeni benimsemekte zorlanmadılar. Aksine bu düzene adapte olabilmek adına çabaladılar.

Sovyetler Birliği de, ABD de esas olarak üzerlerinde hâkimiyet kurdukları ülkelerden elde ettikleri imkânlar (kaynaklar) sayesinde güç elde etme yoluna gittiler. Sovyetler Birliğinin yöntemi, ülkelerin kontrolünü askeri baskıyla elde tutmaya yönelikti. Sovyet ülkelerinin hiçbirinde ekonomik kalkınma ve refah düzeyi tatmin edici bir seviyeye yaklaşamadı. Dolayısı ile halkların hoşnutsuz olduğu bir düzen vardı. Sonuç itibariyle bu düzen de sürdürülemez hale gelmişti.

ABD’nin elinde ise Sovyetler Birliğinin sahip olmadığı bir silah vardı, o da ekonomik gücü ve şirketleriydi. ABD kendi içerisinde şirketlere karşı tamamen adil bir düzen inşa etmişti. Tekelleşmenin devlet eliyle engellendiği bu düzende, rekabet şirketlerin verimliliğini olağanüstü bir biçimde arttırmaktaydı. Bu da özellikle teknolojik bakımdan ABD’nin dünyanın ilerisinde olmasına katkı sağladı. Dünyanın dört bir tarafındaki pazarlar, bu ilerlemenin ortaya koyduğu ürünleri alabilmek adına kaynaklarını ABD’ye aktarmaya başladı.

Bir diğer taraftan da uluslararası şirketleri sayesinde dünyaya yayılmış oldu. Ancak uluslararası alanda şirketlerin konumu, ABD içerisinde olduğundan farklıydı. ABD uluslararası alanda iş yapan büyük şirketlerinin arkasında durmakta, onların çıkarlarını koruyabilmek adına ülkelerin iç işlerine müdahale etmekteydi. Bu müdahalelerin ABD destekli iç darbelerle sonuçlandığı zamanlar olmuştu. Bazı şirketler de özellikle ABD’nin hegemonyasını ve nüfuzunu güçlendirebilmek adına uluslararası alanda faaliyet göstermekteydi Bu şirketler, yoksulluk çeken ama stratejik veya kaynaksal açıdan değerli olan ülkelere çeşitli kulvarlarda yatırım yapar, bir yandan da bu devletleri borçlandırmaya yönelik büyük anlaşmalar yaparak devletlerin ekonomik bağımsızlıklarını ele geçirirdi.

Özetle ifade etmek gerekirse, kapitalizm olarak adlandırdığımız düzen, dünyanın zenginliğinin ABD’ye akmasına ve ABD’nin hegemonyasının artmasına yardımcı oldu. Sovyetlerin de dağılmasıyla, bu düzenin karşısında durabilecek kimse kalmamıştı. ABD küresel düzeyde kendi kurduğu oyunu kabul ettirmiş ve oyunun kurallarını kendi çıkarına olacak bir biçimde belirlemişti. Bu düzeni reddeden tek güç olan Sovyetler Birliği ise özellikle ekonomik bakımdan ABD’nin zenginliğine zıt bir biçimde sefalete boğulmuş ve dağılmak zorunda kalmıştı.

ABD ise dünyanın tek hâkim gücü olarak, kurallarını kendi koyduğu siyasal ve ekonomik düzende oyunu sürdürmekteydi. Ne zaman ki Çin, ABD’nin karşısında tehdit olabilecek kadar kendini göstermeye başladı işte o zaman ABD oyunun kurallarını değiştirmeye başladı.

“Dünya’nın Yeni Süper Gücü: Çin ve Çağımızın Soğuk Savaşı”

Çin, ABD’nin kurallarını koyduğu oyunu kendi lehine çevirmeyi başardı. Aslında bütün meselenin özünü burada aramak gerekmektedir. Bugün Huawei meselesinde yaşananların da kaynağı buradan gelmektedir.

Trump’ın geçtiğimiz sene başlattığı ticaret savaşları, aslında ABD’nin dünya ticaretindeki pozisyonunu değiştirme çabası olarak görülse bile, bu savaşın ana cephesinin Çin olduğu ve amacın da yalnızca ticari dengelerin düzelmesinden ibaret olmadığı bariz biçimde belli olmuştur. Bildiğimiz üzere Çin, ekonomik büyümesinin getirdiği meyveleri, küresel ölçekte nüfuzunu hızla arttırabilmek adına kullanmaktadır. Gerek Sahraaltı Afrika bölgesinde, gerek Avrupa bölgesinde, gerekse Kuşak-Yol projesi kapsamında Asya bölgesinde yaptığı yatırımlarla dünya genelinde kendisine hâkimiyet alanı yaratmaya çabalamaktadır. Bu yöntem geçmişte ABD ve İngiltere’nin uyguladığı yöntemlere benzemekle birlikte, Çin nüfuz arttırıcı politikalar izlediği bölgelerde altyapı yatırımlarına devasa kaynaklar ayırmakta ve bu süreci takip etmesi zor bir hızla yürütmektedir.

Dergimizin önceki sayılarında ticaret savaşları ile ilgili olarak yazdığımız makalelerde Çin’in ekonomik gelişiminin ABD İçin nasıl bir tehdit olduğundan bahsetmiştik. Bugünlerde karşımıza çıkan Huawei meselesiyle görmüş olmaktayız ki ABD yalnızca ekonomik cepheden değil, her cepheden Çin’e karşı bir mücadeleye başlamış durumdadır. Uzunca bir süre konuşulan ticaret savaşları aslında çağımızın soğuk savaşının ilk adımlarıdır.

Geçmişe baktığımız zaman, ABD’nin şirketleri aracılığı ile dünyanın dört bir yanına hâkim olabildiğini görürüz. Teknolojik altyapısı sayesinde ise, bütün devletlerin bir adım önünde kalarak askeri ve ekonomik açıdan kendisini rakipsiz kılmıştı. Oysa ABD şirketlerinin üretimlerini ucuz maliyet dolayısıyla Çin’e kaydırmasıyla beraber Çin, ABD içerisinde keşfedilen pek çok teknolojik ilerlemeye anında erişebilir hale gelmişti. Bu erişim sayesinde Çin, kaynakların ülkesine akmasının da etkisiyle çeşitli sektörlerde ABD’nin ilerisine geçebilme imkânına kavuştu. Bugün her sektörden Çin şirketleri, dünyanın dört bir tarafını sarmış durumdalar. Bu şirketlerin en önemli avantajı ise maliyet unsurlarının diğer ülkelerin şirketlerine kıyasla çok düşük olmasından gelmektedir. Ayrıca ABD ve diğer kapitalist ülkelerden farklı olarak, Çin şirketleri, Çin hükümetine tam bir bağlılık içerisinde ve koordine bir şekilde hareket etmektedirler. Geçmişe baktığımız zaman ABD’nin bu amaçla kullandığı şirketler olduğundan bahsetmiştik. Ancak günümüzün serbest piyasa koşulları batı dünyasında devletlerin şirketler üzerindeki kontrolünü yok diyebileceğimiz kadar azalmıştır. Aksine bir şekilde şirketlerin devletler üzerindeki kontrolü artmaya başlamıştır. Devletlerin şirketlere karşı etkisiz kaldığı bir devirde, Çin hükümeti şirketleri üzerindeki kontrol gücü sayesinde kapitalizmi, devletin küresel nüfuzuna katkı sağlayabilmesi için kullanabilmektedir.

Çağımızın yeni soğuk savaşı işte bu aşamada başlamaktadır. Geçmişin soğuk savaşında olduğu gibi, askeri korkutmalarla değil, modern dünyanın silahları olan para ve şirketlerin ön plana sürüldüğü bir mücadele gerçekleşecektir. Ancak bunlardan da önemli olarak çağımızın gereği olarak, bu savaşların en önemli mücadelesi de siber dünyada gerçekleşecektir. Bu aşamada da en önemli mücadele unsurları, teknoloji sektöründe faaliyet gösteren şirketlerden oluşacaktır.

“Mücadelenin Değişen Boyutları ve Çin’in Yeni Silahı: Huawei”

İçinde bulunduğumuz yeni dünya düzeninde, ilk kez şirketler, ülkeler arası mücadelelerin ana unsurlarından olmaktadır. ABD’nin dünyanın üretim üssü olma unvanını Çin’e kaptırmasıyla beraber ilk başlarda ucuza taklit ürünler üreten Çin, bugün ucuz ama kaliteli ürünler üretme kapasitesine sahip olmuştur. Çok değil, bundan 5-10 sene önce “Çin malı” ucuz ve kalitesiz ürünleri ifade eden bir tabirken, bugün kaliteli ama ucuz ürünlerin ifadesi olmuştur. Çin’in ucuz ama kalitesiz üretim yapması, batı dünyası için tehdit değilken, ucuz ama kaliteli üretime geçilmiş olması batının Çin’e karşı dikkat kesilmesine neden olmuştur. Ucuz maliyetle geniş çaplı ve kaliteli üretim yapabilen Çin şirketleri, küresel ölçekte sektöre hâkim rakiplerinin önüne geçmeye başladılar.

Meselenin özüne gelirsek, Huawei neden bir anda ABD ile Çin arasındaki sorunun tam merkezine oturdu ? Bildiğimiz gibi ticaret savaşları ABD tarafından başlatılmış ve karşılıklı hamleler yapılmıştı. Bu süreçte ABD’nin ticaret savaşı ilan ettiği diğer ülkelerle müzakereleri olmuş ve çoğunda yapılan müzakerelerde anlaşmaya varılmıştı. Dünyanın asıl takip ettiği ABD ile Çin arasında yapılan müzakerelerin sürdüğü esnada, dünya piyasaları olumlu bir sonuç beklerken bir anda Huawei’nin sahibinin kızı (aynı zamanda şirketin CFO’su) Meng Wanzhou’nun Kanada’dan transit geçerken tutuklandığı haberini almıştı. Şok etkisi yaratan bu durum karşısında Çin’den büyük tepkiler geldi. Tutuklamanın gerekçesi, Huawei’nin alt şirketlerinden birinin İran’a olan yaptırımları deldiği ve bu esnada yaptırımları delen şirketin yönetim kurulunda Meng Wanzhou’nun yer almasıydı. Bu olayın yankıları devam ederken kısa süre önce ABD’den açık bir savaş ilanı geldi, o da Huawei’nin ABD’li tedarikçilerle iş yapmasını engelleyen bir nevi Huawei’ye ambargo diyebileceğimiz yaptırımları yürürlüğe sokmasıydı.

Gerekçe olarak da Huawei’nin teknoloji hırsızlığı yapması ve kullandıkları donanımın casusluk amacıyla kullanılabileceği riski taşıması gösterilmişti. Yani ABD, Çin devletinin Huawei aracıyla gizli bilgilere erişmesinden çekindiğini söylemekte. Bu ABD’nin kullandığı bir yöntem. Bu nedenle bütün telekom altyapısına yayılmış bir Çin şirketinin de farklı bir şey yapmasını beklemiyorlar. Diğer açıdan Çin’in de böyle bir imkânı varken cihazlarda “arka kapılar” bulundurmadığını düşünmek zor olacaktır. Peki, Huawei’nin arkasında Çin hükümeti var demek, şirketin bu amaçlar için kullanılabileceğini düşünmek doğru olur mu? Bu soruya evet demek zor olmasa gerek, çünkü Huawei yönetiminin büyük çoğunluğunu Çin Komünist Partisi üyeleri oluşturmakta ve şirket Çin hükümetinden büyük destekler almaktadır.

Huawei’nin durumumu şu şekilde daha iyi açıklayabiliriz. Huawei, dünyanın telekomünikasyon alanında kurucu ve efsanevi şirketlerinden olan Cisco’nun ve Ericsson’un tahtlarını kısa sürede elinden alabilmiş bir şirket. Üstelik çağımızın bir sonraki iletişim devrimi olan 5G altyapısına en hâkim olan şirketin Huawei olduğu bilinmektedir. Bu imkânları sayesinde şimdiden Amerika ve Avrupa’nın dört bir yanına yayılmış olan şirketin önü kesilmeye çalışılmaktadır. Serbest piyasanın en ateşli savunucusu olan ABD’nin, bizzat bir şirketle mücadele etmeye teşebbüs etmesi, çağımızın soğuk savaşının yeni bir boyutudur.

Örneğin, bu yasaklamalar sonucu bundan sonra üretilecek olan Huawei marka telefonlar Google’ın Youtube, G-Mail ve Navigasyon uygulamalarını kullanamayacaktır. Telefon donanımında kullanılan çeşitli çipleri ve materyalleri ABD’den temin edemeyecektir. Şirket bu tür kısıtlamalara kendi işletim sistemini kurarak ve kendi çip üretimini yaparak karşılık vereceğini duyurmuştur.

ABD’nin Huawei’nin önünü kesmeye çalışması çok ses getiren ciddi bir hamleydi. Çünkü serbest piyasanın yılmaz savunucusu olan bir ülkenin bir şirketle bizzat uğraşıp yasaklar koyacak duruma gelmesi çok önemli görülmektedir. Oysa madalyonun diğer tarafına baktığımızda ise 1,5 milyardan fazla nüfusu ile devasa bir pazar olan Çin’de Google, Facebook, Youtube vb uygulamalar hali hazırda uzun süredir yasak olduğunu görmekteyiz. Çin’de bunlar ve benzeri sitelerin yerli muadilleri bulunmaktadır. Uluslararası arenada ABD’yi şiddetle eleştiren Çin’in, kendi ülkesini ABD’nin bütün data şirketlerine çok önceden kapattığını ve bu şirketlerin Çin’de faaliyet göstermesine müsaade etmediğini unutmamak lazım.  Yani, bu mücadelede ABD’nin yaptığı hamleler ses getirmiş olsa bile esasında Çin de mücadelesine çok önceden başlamış durumdaydı. Fakat Çin özgürlükçü bir devlet olarak tanınmadığı için bu yasaklar ses getirecek kadar ilgi çekmemiştir.

Çin, Huawei gibi şirketleri aracılığı ile dünyanın dört bir tarafında etkisini göstermektedir. Sınırsız sayılabilecek insan gücü, devasa kaynaklar ve ucuz maliyet avantajı ile geleceğin dünyasına egemen olmayı amaçlamaktadır. Bu amacı gerçekleştirebilmek adına da modern dünyanın en önemli silahı olan şirketlerini kullanmaktadır. Küresel düzeyde güç ve varlık mücadelesi eski zamanlarda olduğu gibi askeri hâkimiyetle değil, siber dünyaya ve küresel çapta pazarlara olan hâkimiyet ile gerçekleşmektedir. ABD ve Çin arasında tanık olduğumuz bu mücadele, çağımızın soğuk savaşı olarak yorumlanmaktadır.