Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Avrupa’da 15.yüzyıldan itibaren bilinçli inancın başlangıcı olarak toplumsal yeniden doğuşu ifade eden Rönesans hareketi; yol açtığı aydınlanma çağı ile kültür, sanat, teknoloji ve bilinç hareketlerine ilham kaynağı teşkil ederek feodalizmden sanayi devrim ve toplumuna (kapitalizme) geçişe zemin hazırlamıştır.

Rönesans süreci sonrası ortaya çıkan aydınlanma felsefesi tekâmülün birinci basamağı olan inanç toplumundan ikinci basamağı olan bilgi toplumuna çıkış evresi olup Batı toplumları sanayi, bilim ve teknoloji devrimleri sonrası 3’üncü basamak olan bilinç toplumuna çıkış evresini başlatmışlardır. Din ve inanç kavramları da ezbere ve kuru kuruya inanç boyutunda değil bilinç boyutunda anlaşılmaya, kavranmaya ve kendi öz dillerinde okunmaya başlanmıştır. Japonya, Rusya, Güney Kore, Çin, Singapur, Tayvan gibi doğu ülkeleri de farklı yollardan olsa da bir şekilde bilinç toplumuna geçiş olan tekâmül evrelerini tamamlama sürecine girmişlerdir.

Akıl, bilim ve izanı ön plana geçiren bu toplumlara Allah yürü kulum demiş bugün Endüstri 4.0 ile 4’üncü boyut akıllı – siber- sanal sistemler, hologram teknolojiler, yapay zeka, akıllı robotlar ve bu robotların endüstri ya da askeri amaçlı kullanımı gibi ileri düzey uzay ve akıllı teknolojilerin üretim aşamasına geçmiş bulunmaktadır. Bu konuda dünyaya öncülük eden Batı toplumları ve onlardan aşağı kalmayan uzakdoğu merkezli doğu toplumlarının beşeri yaratıcılıkları bugün fethedilmeye çalışılan ve artık paylaşımı için müzakerelerin başlatıldığı Mars’taki keşif robotu Curiosity ile sembolleşmiş durumdadır.

Japonya ve Batı ülkelerinde insan kaynaklı beşeri sermaye oranı % 65’lere erişmiş durumdadır. Özellikle ekonomi alanında hızla büyüyerek dünyanın 17’nci Büyük Ekonomi ve G-20 üyesi olma başarısına erişen Türkiye yol, köprü, alt yapı, havaalanı vs. gibi fiziki sermayesini artırırken beşeri sermaye açısından ise tam tersi bir durum söz konusudur. Japonya ya da Finlandiya gibi örnek alacağımız son derece başarılı eğitim sistemleri önümüzde dururken yaz boz tahtasına dönen milli eğitim sistemiyle durumumuz pek iç açıcı değildir. 

İşin en ilginç tarafı AB’ye uzun yıllardır girme uğraşında olan ve kapitalizme çoktan geçmiş olan Türkiye’de batıya doğru yaklaşıldıkça sanayi, şehir kültür ve bilinci nezdinde “avrupalılaşma oranı” artmakta, doğusuna doğru gidildikçe bundan uzaklaşılarak ve hatta bazı yörelerde hala töre, kan, aşiret ve özellikle intikam kültürleri ile filmlere konu, Avrupa ırkçılarına malzeme, teröre de kaynak olan Ortadoğu feodalizmine adeta geri dönülmektedir. Yaşam tarzı ve sosyokültürel açılardan gittikçe kutuplaşan bu iki toplumsal katman gerçekte bir akünün iki kutbu gibi büyük potansiyel içermekte olup politikada popülizm ağır bastığından dolayı toplumsal barış ve mutabakat yolunda henüz etkin bir aşama kaydedilememiştir.  

İleri gelişmiş ülkelerde 21’inci Yüzyıl “İdeal İnsan Tipi” kendisi ile barışık, dinamik ve stratejik düşünce tarzını benimsemiş, insiyatif ve bilinç sahibi, esnek, yaratıcı, analitik, çok yönlü ve özellikle bilgiyi çok çabuk kavrayıp raporlayabilen kısacası pro-aktif ve kişisel yetenekleri keşfedilip geliştirilmiş insan olarak tanımlanmıştır. Eğitimde öncelik bilgi yüklemeye değil bilinç vermeye odaklanmış bulunmaktadır. Dinamizmin ön plana çıktığı 21’inci Yüzyıl pro- aktif’lerin yüzyılı olup, dogmatik ve kalıpçı statükocuların yaşama şansı artık kalmamıştır.

Gittikçe hızlanıp karmaşıklaşan uluslararası konjonktürde insan faktörü ülkelerin gösterecekleri performanslarda “stratejik güç” olarak ön plana çıkmıştır. İnsan faktörü konusunda ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölçerek uluslararası karşılaştırılmasını mümkün kılan PİSA ve HDI (İnsani geliştirme endeksi) gibi bilimsel geliştirilmiş kriterler bulunmaktadır.

 

“Okuma – anlama / öğrenme – idrak” değerlendirmelerini kapsamına alan 2015 OECD / PİSA – eğitim kriterine göre dünya ekonomisinde 17’nci sırada bulunan G-20 üyesi Türkiye araştırmaya tabi tutulan 72 ülke arasında 50’nci olarak çok gerilerde yer almıştır. Yine OECD’nin "2016 Tek Bakışta Eğitim" adlı yıllık raporunda, Türkiye, 38 OECD üyesi ülke arasında sondan dördüncü olarak 35’inci sırada yer almıştır. 2015 Birleşmiş Milletler (BM ) raporunda yer alan HDI endeksinde ise 71’inci sırada yer bulmuştur. Türkiye’nin Umman ve İran’ın dahi gerisinde yer alması eğitim ve sosyo-ekonomik alanlarda yapılan onca para, uğraş ve projelere rağmen gerçekte bir şeylerin doğru gitmediği hususunda ciddi “ikaz” özelliği taşımaktadır.

Bu ikazdan “ilköğretim bazında dahiçok yoğun bilgi bombardımanına tabi tutulan yeni nesillerdeöğrenim bazındaverimliliğin düşük düzeyde kaldığı ve aslında bunun yaşam kültürü olarak en ciddi toplumsal sorunumuza ayna tuttuğu dersini çıkarmak mümkündür. Bu toplumsal sorun yalın biçimde ortaya konulmak isteniyorsa günlük hayatımızda rutin olmuş trafik terörü örneklemesinden hareket etmek fazlasıyla yeterlidir.

Türkiye’de kırmızı ışıkta durulacağını yani başka bir deyişle ‘’toplumda karışıklıkların olmaması için zaten yasal olan kurallara disiplinli olarak uyulması gerektiğini – İnsan hayatının her alanda kutsal olduğunu ve saygı gösterilmesi gerektiğini '’bilgi bazında bilmeyen hiç kimse yoktur..!!  Ancak feodal bir kültürün geçiş kalıntıları olan ;

kuralları hiçe, başkalarını yok sayma, agresifliğin ötesinde saldırganlık,

Öncelik hakkını her zaman kendisine tanıma

eğilim ve saygısızlığı ciddi bir bilinç ( PİSA-kriterinde: “öğrenme-idrak”) sorunu olmanın yanında alışkanlık ya da kısacası kültür sorunudur. Her kutsal bayram tatilinde alınan tüm önlemlere ve yolların artık duble olmasına rağmen ortaya çıkan trafik kazalarının her seferinde bile bile “katliama” dönüşmesi bunun açık göstergesidir.

Sonuç

Mars gezegeni üzerinde dahi paylaşım müzakerelerinin başlandığı, teknoloji, yaratıcılık, rekabet ve inovasyonun hâkim olduğu dünyamızda Türkiye açısından zaman çok kısıtlıdır. Ülkemizde fiziki sermayeye dayalı ekonomik gelişim performansı ile beşeri sermayeye dayalı insan kaynaklı sosyo-kültürel gelişim beraberce dengeli, barışçıl, uyumlu ve sağlıklı bir kalkınma temelinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu iki ana olgu arası mesafe ne kadar büyürse her türlü şiddet ve terör dâhil yaratacağı toplumsal sancı ve problemler de o kadar büyüyecektir.

Haçlı seferleriyle savaş yanında o döneme kadar Ortadoğu’da parlak bir medeniyete yol açan İslam alimleriyle yüzleşen Avrupalılar özellikle İmamı Azam Ebu Hanife’nin çerçevelediği akılcı felsefi yolda ilerleyip ilmi eserler ortaya çıkaran İbn-i Sina, İbn-i Haldun ve İbn-i Rüşd gibi alimlerin akıl ( bilim )  ve inancı ( din ) bir arada tanımlayan eserleri Avrupa dillerine çevrilmiştir. Bu eserlerin Hıristiyanlar tarafından dikkate alınıp, Hıristiyanlığa Rönesans öncesi ışık tutmuş olması bugün hala Ortaçağ karmaşası içinde yaşayan İslam dünyası adına düşündürücü ve ibret verici bir durumdur. Ayrıca Avrupa’da vuku bulan Rönesans’ın bu toplumlarda tekâmül evresi inanç toplumundan bilgi toplumuna çıkış evresini sembolize ettiği özellikle göz önünde tutulmalıdır. Tarihsel bu ders Atatürk’ün üstün vizyon ve gayretleri sonrası bu günün Türkiye’sinin bilgi toplumuna atlamayı başarması yerine imam hatip modeli üzerinden tekamül evresi bir basamak alttaki inanç toplumu üzerinde tekrar çalışılma strateji ve eğilimi sadece Türklük adına değil gerçekte İslam adına da doğru istikamet olamayacağının göstergesidir.

Türklerin mükemmel atasözleri aslında bizlere yol göstermekte olup, ‘’ insan 7’sinde ne ise 70’inde de odur’’ atasözü bunlardan birisidir. Dünyanın en başarılı milli eğitim sistemlerine sahip Japonya ya da Finlandiya adeta bu atasözünden haberdardır. Çocukların İlk okul öğretiminde ders ya da ödev sarmalı yoktur..!!  Belli bir sistemle çocuklara; uyum, sorumluluk, dürüstlük, dakiklik, akıl, izan, özgüven, sabır, araştırma ve yaratıcılık ruhu, düzenli ve disiplinli olma, insan ve sokak hayatına sevgi – saygı, insanları olduğu gibi kabul etme, çevreye saygı ve temizlik, vatan sevgisi ve ruhu, beraberlik – ekip ruhu ve dayanışması gibi öğrendiklerinde yüzme öğrenmek , bisiklete binmeyi öğrenmek gibi ömür boyu kalıcı olan davranışsal özellikler uygulama içersinde ve bilinç düzeyinde verilmektedir.

Dikkat edilirse bu davranışsal özellikler bizim toplumsal yaşamımızda aileden, sokağa ve trafiğe kadar çok büyük sorunlar yaratan hatta toplumsal yaşamın başına adeta başa bela olmuş davranışsal özelliklerdir. Akşam yayına giren tüm TV kanallarında haberlere konu olan çoğu olay çocuklukta öğrenilmemiş bu davranışsal anormalliklerin ürünü olarak yer almaktadır. Üstelik bir insanın kendi yalan ya da palavralarına inanma hastalığı olarak ifade edilen Mitomani hastalığı tehlikeli bir gidişatla neredeyse toplumsal hastalık olma yolundadır.         

Dolayısıyla Eğitim performansında her kategori’de dünyada ilk sıralarında yer alan Japonya ya da Finlandiya’daki eğitim sistemleri örnek alınıp, inceleneceği gibi bu ülkelerden davet edilecek uzmanların görüşlerine de ivedilikle başvurulmasında çok yarar vardır.

Ayrıca üniversite mezunlarının iş hayatına daha hızlı, etkin, verimli ve çok yönlü uyumlarını sağlama hedefine yönelik olarak:

Mühendislik ve Fen Bilimlerinde okuyanların birkaç sömestir temel işletme-iktisat eğitimi,

İktisat, işletme ve sosyal bilimlerde okuyanların yeterli temel bilim-mühendislik eğitimi,

her bölümde okuyan öğrencilerin ise analitik zekâlarına katkı amacıyla aldıkları her bilgiyi “teknik analiz bazında daha etkin sistematize edip rasyonel raporlayabilme amacına” yönelik olarak birkaç sömestr felsefe eğitimi almalarında özellikle yarar vardır…