Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Dünyanın önde gelen kredi derecelendirme kuruluşları (Rating Kuruluşları) Standard & Poor’s, Moody’s, Fitch Ratings ve JCR-Japanese Credit Rating Agency kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar ülkeler ya da şirketler için iyiden kötüye doğru riskin gittikçe arttığını ifade eden kredi notları verirler. Örneğin Standard & Poor’s derecelendirme göstergeleri en iyiden en kötüye doğru; AAA, AA, A, BBB, BB, B, CCC, CC, C (temerrüt ) , D ( iflas ) şeklindedir.  BBB’nin altındaki tahviller spekülatif veya yüksek riskli sayılır. Son zamanlarda piyasalarda adından sıkça söz edilen Arjantin’in S&P tarafından yeni kredi notu B-(görünüm negatif), Türkiye’nin kredi notu ise B+ (görünüm durağan) olarak değerlendirmiş olup, yüksek düzeyde riskli olarak görülmektedir.

CDS (Credite Default Swap) kredi temerrüd takası ya da bir başka ifade ile bir çeşit türev sigorta poliçesidir. Örneğin tahvil alan bir yatırımcının vade sonunda bunun ödenememe riskine göre ödenmesi gereken sigorta pirim oranıdır. CDS ülke ya da şirket riskleri arttıkça pirimleride artar. Bu takdirde o ülke veya şirkete daha az yatırım yapılır. Risk arttıkça CDS yükselir ve o ülkeye gelmesi söz konusu olan sıcak para dahil piyasa yatırımları düşer. CDS Borsa gibi global piyasalarda anlık piyasa göstergesidir. Piyasa yatırımcıları için ilk sırada tercih edilen reel yön göstergesi olup S&P gibi Rating şirketlerinin not göstergeleri gerisinde kalır.

Dünyada piyasaların en riskli olarak algıladığı ülkelerde CDS oranlarının sıralaması şu şekildedir (http://www.worldgovernmentbonds.com/sovereign-cds/ ) :

1-Venezüella 72 150 bp ( base point, baz puan )  iflas süreci…

2- Arjantin                   2842  bp  aşırı düzeyde riskli

4- Pakistan                 501 bp  yüksek düzey riskli

4- Ukranya                 486  bp  yüksek düzey riskli

5- Türkiye                   399 bp  yüksek düzey riskli

Almanya’nın CDS oranının 11 olduğu düşünülürse yukarıdaki oranların ne derece yüksek olduğu ortaya çıkar.  Örneğin 486 bp demek 5 yıllık tahvil ya da bono nominal değerinin % 4,86‘sı sigorta pirimi olarak ödenecek demektir. Bu durum yatırımcıya daha fazla maliyet getireceği için caydırıcı olur. Arjantin’de 18 ağustos 2019 itibariyle 2842 bp rakamı  %28,42 luk bir pirim oranı demektir ki bu kadar maliyetteki tahvile artık kimse yatırım yapmak istemez. Bu durumda devlet kendini finanse edemez duruma düşer ki bu iflasa geçiş sürecini ifade eder. Arjantin’de ortaya çıkan bu sürecin kırılgan sahada yer alan Türkiye’yi olumsuz tetiklemesi kaçınılmaz olarak görülmektedir.

Sonuç

Kapitalist küresel düzen içerisinde ülkeler okyanusta yüzen gemiler gibidir. Bizim gemimiz de okyanusta kazaya uğramadan yüzme uğraşında olup dışarıdan döviz bazında sıcak para da dahil kaynak sağlamak zorundadır. Dışarıdan acil kaynak ihtiyacı muhtemelen o duruma gelmiştir ki 100 milyon dolar gibi cüzi sayılacak bir döviz yatırımı karşılığında milli doğal park ve SİT alanı statüsündeki Kaz dağları dahi mükemmel yeraltı sularıyla beraber kurban edilme safhasıyla karşı karşıyadır.

İlk beşte sıralanan kırılgan olarak nitelenen ülkelerde keyfiyet, ithal kaynaklı lüks düşkünlüğü, gösteriş ve özellikle israfın had safhada olduğu görülmektedir. Zengin ülke Japonya’ya gidildiğinde sokakta en yaygın ve lüks durumda olan arabanın Toyota Corolla olduğu görülür. Halbuki döviz ihtiyacı olan Türkiye’de devletin en alt kurumları dahil ithal lüks mal, araba furyası, gösteriş ve israf başını alıp gitmiş durumdadır. Bu düşkünlük insanlar ya da kurumlar arasında boş ve şekilsel statü sağlama aracı haline gelmiştir.

Yukarıdaki rakamlar alarm işaretleri vermektedir. Doğru oturup, doğru konuşma zamanı gelmiş hatta geçmektedir. CDS manupule edilemeyen gerçek zamanlı piyasa göstergesidir. Piyasaların bizi nasıl gördüğüne bizi nasıl algıladıklarına işaret etmektedir. Önemli olan bizim ne düşündüğümüz, ne yakındığımız değil piyasaları değişik yollardan finanse eden küresel piyasaların bizi dışarıdan nasıl gördüğü ve nasıl algıladığıdır. Hele hele popülizmin gazına gelip dış mihrak, ekonomimiz şahlanıyor ya da bizi kıskanıyorlar edebiyatı küresel piyasalar için hiçbir anlam taşımadığı gibi kendi kendimizi aldatmak ya da bindiğimiz dalı kesmekten öteye anlam taşımamaktadır.

Türkiye başta hukuk, adalet ve demokrasi olmak üzere siyaset, ekonomi, eğitim, liyakat, teknoloji ve beşeri sermaye alanlarında yapısal reformlarını popülizme tekrar tekrar kaymadan ve iç politik çekişmelere maruz bırakmadan samimiyetle gerçekleştirmek zorundadır.

Ayrıca hala kan kaybı yaşayan Türkiye’nin uluslararası planda önü açılması adına her ne pahasına olursa olsun asla taviz vermeyeceği iki ulusal alanda “yeni strateji ve politikalar” üretmek zorunluluğu görülmektedir:

  • ABD’de etkili olan siyon evangelistleri Ortadoğu’da vaad edilmiş topraklarda Adana’dan Seyhan ve Ceyhan nehirlerini ve Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ı da kapsamına aldığı anlaşılan Büyük İsrail Projesini gerçekleştirmeyi kendilerine misyon olarak vazife edinmiş durumdadırlar. 40 yıllık geçmişi olan ( ! ) ve BOP’u da kapsamına ( ! ) alan bu projeye geçiş aşamalarından biri de Büyük Kürdistan Projesi olup, bu proje de 3’üncü bölge olarak Güneydoğu Anadolu’yu da içine almaktadır. Bu konuda Türkiye’nin toprak bazında vereceği taviz Edirne’den Hakkari’ye iç savaşa zemin hazırlama potansiyeline sahiptir. Bu durum Büyük Kürdistan’ın ikinci bölgesi olan Kuzey Suriye konusunda Esad’ın Esed yapılmasının nasıl bir hata olduğuna işaret etmektedir. Esad’sız çözüm olmayacağı anlaşılan Suriye’de Rusya lideri Putin’in önerileri doğrultusunda gerçekçi işbirliği sürecine girilmesi belki de somut çözüm yollarından birisi olacaktır.
  • Doğu Akdeniz’de yeni doğal gaz ve petrol rezervleriyle çok daha önem kazanan Kıbrıs konusunda verilecek taviz, Akdeniz kıyılarında Türkiye’yi turistik plaj durumuna indirgeyecektir. Stratejik derinlik adına komşularıyla sıfır sorun teorisi üreten Türkiye; AB’den Almanya, Hollanda, Rusya ve başta Mısır Arap ülkelerine kadar sorun sarmalına girmiş, uluslararası yalnız duruma düşen konumunu “değerli yanlızlık” olarak uzun süre geçiştirmesi ciddi zaman kaybına yol açmıştır.Türkiye komşularıyla yaşanan bu seri hataları telafi etme sürecinde olup, başta AB olmak üzere diğer komşularıyla hem ticari hem de siyasi ilişkilerini aynı Rusya ile olduğu gibi tekrar üst düzeye getirmenin yollarını aramak ve bulmak zorundadır.