Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

     The Economist’in araştırma servisi The Economist Intelligence Unit Haziran 2016 tarihine ait olarak belirlediği on büyük küresel riski yayımladı.

The Economist Intelligence Unit‘e göre 10 büyük küresel risk (Haziran 2016)

Risk Derecesi Risk
20 Çin’in Keskin Bir Ekonomik Yavaşlama İçine Girmesi
16 Gelişen Piyasalardaki Kur Dalgalanmaları Nedeniyle Özel Sektör Borç Krizinin Ağırlaşması
15 İç ve Dış Baskılar Sonucu Kuşatılmış AB’nin Dağılma Sürecinin Başlaması
15 Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden Ayrılması ve Euro Bölgesi’nin Dağılması
12 Donald Trump’ın ABD Başkanı Olması
12 Artan Cihat Terörü Tehdidinin Küresel Ekonomide İstikrarsızlık Oluşturması
10 Küresel Büyümedeki Yükselişin 2017 Yılında Yükselen Marketlerin Rallisine Dönüşmesi
8 İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden Ayrılmayı Seçmesi
8 Çin Yayılmacılığı Sonucu Güney Çin Denizi’nde Çatışma Çıkması
4 Petrol Sektöründe Yatırımların Düşmesinin Petrol Fiyatlarında Şok Etkisi  Yaratması

Kaynak: The Economist Intelligence Unit  Haziran 2016 https://gfs.eiu.com/Archive.aspx?archiveType=globalrisk

 

Liste, mevcut küresel gelişmelere bağlı olarak, risklerin doğurabileceği sonuçlar üzerinedir. İncelememizde amaç The Economist’in yayınladığı listedeki maddelerin içeriğinden kısaca bahsedip olayların ekonomik arkaplanı ve olası ekonomik sonuçları üzerine açıklayıcı incelemeler ekleyerek, risklerin sıralaması hakkında fikir yürütmektir.

 

  1. Çin’in Keskin Bir Ekonomik Yavaşlama İçine Girmesi

 

Listenin başında olduğu üzere Çin’in büyüme hızının, altın dönemlerinden uzaklaşmaya başlaması en ciddi küresel risk olarak görüldü. Küresel ekonominin tam ortasıda bulunan ve 124 ülkenin ekonomisini birinci dereceden kendine bağlayan bu büyük ülkenin ekonomisinde görülen her sorun, küresel piyasalarda anında geniş yankılar uyandırmaktadır.

 

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

  • Ülkenin hizmet ve üretim sektörlerinde bozulmalar var.
  • GSYİH’sının %240’a yakınını borç stoku oluşturmaktadır.
  • Sermaye çıkışları ve yapısal zayıflıklar son dönemlerde artmıştır.
  • Çin Halk (Merkez) Bankası’nın 2009 yılından bu yana artan borç yükünü kısmak ve Renminbiyi desteklemek amacıyla 300 milyar dolarlık rezervlerini ertimiştir.
  • Borsanın kötü yönetilmekte ve ekonomi yönetimine güven azalmaktadır.
  • Sonuç olarak da, Çin ekonomisinin beklenilenden daha fazla yavaşlamasının, küresel ticari mal fiyatlarını normalden fazla düşüreceğini ve Çin’in yüksek ithalatından (petrol ve metal) faydalanan az gelişmiş ülkelerin bu yüzden büyük sıkıntılar çekeceğine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca AB ve ABD’de ekonominin git gide Çin’e bağlanmış olmasından kaynaklı benzer etkilerin bu piyasalar üzerinde de yaşanabileceğinden bahsedilmektedir.

 

Peki neden The Economist Çin ekonomisindeki yavaşlamanın daha da artması olasılığını en büyük küresel risk olarak niteledi ?

Bunun cevabını ararken bilmemiz gerekenler ;

Çin ekonomisi bu yıl ilk çeyrekte % 6,7 büyüdü fakat genel beklentiler bu oranın ilerleyen dönemlerde pek fazla artamayacağı yönünde. 2008 krizinden sonra pek çok ülke, 2008 öncesi ekonomik canlılığına ulaşamadı. Fakat Çin büyüdükçe, daha çok ithalat yaptı ve özellikle az gelişmiş ülkelerden ithal ettiği ham madde kaynakları sayesinde bu ülkelerin gelir elde edip harcamalar yapmasına olanak sağladı. Küresel durgunluk döneminde, az gelişmiş ülkeler elde ettikleri gelirlerle AB ve ABD’den ithalat yaptılar. Aynı zamanda Çin de AB ve ABD’den yüksek rakamlarda ithalat ve ihracat yaptı. Sonuçta her ne kadar Çin dünyanın en büyük ihracatçısı konumunda olsa bile aynı zamanda dünyanın en büyük emtia ithalatçısı olarak pek çok ülkenin de en büyük gelir kaynağı olarak ekonomik çarkın dönmesine katkı sağladı. Çin ABD’nin en büyük finansman sağlayıcısı, ABD tahvillerinin çok büyük bir kısmı Çin’in elinde. Dolayısı ile bütün sıkıntılarla rağmen Çin’in devasa büyümesi sayesinde küresel piyasalar işlemeye devam etti.

Çin’in büyüme oranlarının ve üretiminin azalmasıyla beraber, küresel krizin etkilerini hala atlatamayan piyasalar, Çin’in ithalatını kısmasıyla gelirlerini kaybetmeye ve durgunluğa gömülmeye başladılar.  Çin ucuz işgücü avantajına eskisi kadar sahip değil , kırsal kesimden kentlere göç azaldı ve iç piyasada çok büyük borç yükü var. Çin’in borçları büyümesine oranla iki kat arttı. Ülkeden tam 600 milyar dolar sermaye çıkışı oldu. Bunlarla birlikte sayısız pek çok sorun gelecek için Çin ekonomisinde büyüme oranlarına ilişkin iyimser tahminleri azaltıyor.

Çin ekonomisinin sert bir düşüşe geçmesinin en büyük küresel risk olarak gösterilmesinin nedeni budur. Pek çok ülke için çok yüksek büyüme oranlarına sahip olmasına rağmen, Çin % 7’den aşağı bir oranla büyüdüğü zaman bu, bütün dünya ekonomisini boğmaya yetiyor. Bu yüzden Çin ekonomisinde artan pek çok sorunun çözümü bulunamazsa ve büyüme oranları daha da aşağı inerse, bunun sert bir küresel krize yol açacağının öngörüldüğünü söyleyebiliriz.

 

  1. Gelişen Piyasalardaki Kur Dalgalanmaları Nedeniyle Özel Sektör Borç Krizi’nin Ağırlaşması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

  • FED’in parasal genişleme sürecini sonlandırdıktan sonra yavaş yavaş daralma sürecine girmesiyle gelişmekte olan ekonomiler bu durumdan olumsuz etkilenmeye başladılar.
  • Ticareti ABD’ye bağlı ülkeler, ellerindeki sermayeyi dışarı kaçırmamak adına çok yüksek faiz oranları uygulamaktalar. Bu da beraberinde bu ülkelerin ekonomilerine çok ağır bir yük getirmektedir
  • Sonuç olarak; dünyanın herhangi bir yerinde patlak verebilecek bir piyasa krizi beraberinde zincileme bir etki yaratacaktır, bu da küresel paniğe yol açabilir. Özellikle cari açığı ve siyasal riskleri yüksek olan ülkelerde bu durumun yansımaları çok kötü olacaktır. Bunun sonucunda, borçlarını ödeyemeyen bankaları hükümetlerin kurtarması gerekebilir. Bu şartların özellikle Avrupa’da tekrar bir borç krizine yol açması oldukça muhtemel.

 

2008 Krizi’nden bu yana, hala süregelen bir korku var. Çünkü büyük krizin etkileri bahsedildiği üzere, hala açık bir şekilde hissedilmektedir ve bu etkilerden kurtulmak, sürekli yeni risklerin oluştuğu bir küresel sistemde çok zor görünmektedir. Henüz bir önceki krizin sarsıcı etkileri yok edilememişken piyasaların durgunlaşıyla beraber gelişen yeni bir krizden kurtulmak çok daha zor olacaktır. Krizden etkilenen bütün ekonomiler bununla başa çıkabilmek için süreç boyunca bütün imkanlarını seferber ettiler. Bugün karşımıza çıkan tabloda gördüğümüz ülkelerin mevcut bütün imkanlarını 2008 Krizi’nden sonra seferber edip tüketme seviyesine geldiğidir. Örnek vermemiz gerekirse, 2008 yılından bu yana Avrupa bankaları çok yüksek rakamlarda borçları silmek zorunda kaldı. Fakat ülkelerin borçlarını ödeyememesi durumunda, tekrardan borç silme uygulamasına gidilmesi mümkün görünmemektedir.

 

Kriz döneminde ABD, AB ve Japonya gibi ekonominin ana çarklarını ellerinde bulunduran ülkelerin çarkları neredeyse durmuştu fakat gelişmekte olan ülkelerin edindikleri borçların da etkisiyle döndürdüğü küçük çarklar bu krizin aşılması konusunda yardımcı oldu. İçinde bulunduğumuz bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin borçlanma oranları görülmemiş seviyelerde. Borçlanmaların çok büyük bir bölümü dolar üzerinden yapılmaktadır. Dolar üzerinden borçlanan pek çok ekonomi şimdi FED’in daralma politikasına başlamasıyla birlikte ekonomik durgunluk ve borçlarını ödeyememe riski ile karşı karşıya bulunmaktadır.

 

Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin dolar karşısında değer kaybetmeye başlamasıyla, özel sektörün borçlarını ödeyemediği bir durumda, dünyanın herhangi bir yerinde oluşabilecek bir kriz kuvvetle muhtemel zincirleme bir etki yaratacaktır. Bu da borç veren pek çok bankanın iflas etmesine, küresel ekonominin çarklarının durmasına yol açacaktır. Sonuçta artık eldeki imkanları bir önceki krizde tüketen ekonomik aktörlerin olası bir krizde ellerinden pek bir şey gelmeyecektir. Bunun da çok şiddetli bir çöküş yaratacağı muhtemeldir.

 

 

 

 

  1. İç ve Dış Baskılar Sonucu Kuşatılmış AB’nin Dağılma Sürecinin Başlaması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

  • Mülteci krizi, Euro Bölgesi borç krizi, uzun vadeli durgunluk ve artan terör tehdidi, AB içerisinde uyum sorunlarına neden oldu.
  • Paris ve Brüksel terör saldırıları sonrası Schengen konusunda endişe ve sıkıntılar oluşmuştur.
  • Özellikle terör tehdidi, sınırların olmadığı bir Avrupa yerine tekrardan ulus-devletlerin güçlendirilmesi çalışmalarına zemin hazırlamıştır. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi de bunun bir sonucudur.
  • İngiltere’nin AB’den ayrılmak için referanduma gidecek olması bir başka etkendir.
  • Avrupa birliği ekonomisinde görülen durgunluk ve krizler birliği daha da zor durumda bırakmaktadır.
  • Sonuç olarak da; AB’de sınırların tekrar işler hale gelmesiyle ticari ve ekonomik düzen büyük zarar görecektir. AB ülkeleri olası bir parçalanma durumunda, ekonomik kriz karşısında tek başlarına çok daha fazla zarar göreceklerdir.

              Euro Bölgesi ekonomisindeki en büyük sorunlardan birisi, ülkelerin ortak bir para politikasına bağlı olmasına karşın ortak bir maliye politikasının olmayışıdır. Bunun ve diğer etkenlerin de sonucu olarak Yunanistan ve iflasın eşiğinde olan diğer ülkelerin euroyu zayıflatması, Almanya gibi birlikte başı çeken ülkelerin krizde olan ülkelerin yükünü çekmesi birlik içerisindeki sıkıntıların artmasına neden olmaktadır.

Bütün bunlarla birlikte artan terör saldırıları sonucu, ülkelerin sınır güvenliklerini sağlamak amacıyla Schengen Antlaşması’nın askıya alınmasını da konuşmaya başlaması ve AB içerisinde yükselen aşırı sağ partilerin birlikten ziyade ulus-devletçi yapıya geri dönüşü desteklemeleri AB içerisinde çatlakların büyümesine neden oldu. AB’nin en büyük üç ülkesinden biri olan İngiltere’nin de AB’den ayrılmayı ciddi olarak gündeme getirmesi endişeleri daha da artırdı.

Riskin asıl kaynağı, AB’nin en büyük avantajı olan devletler arası kolay ve gümrüksüz ticaretin bütün bu gelişmeler sonucu ortadan kalkması ve Avrupa kıtasındaki her ülkenin ciddi ekonomik sıkıntılara girmesidir. Bütün bir kıta içerisinde siyasal sıkıntılarla birlikte, daralan ticaret hacimleri ve daha da durgunlaşan ekonomiler hiç şüphesiz dünya ekonomisinin de çok büyük yara almasına sebep olacaktır.

 

  1. Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden Ayrılması ve Euro Bölgesi’nin Dağılması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

  • AB ile Yunanistan arasında yapılan kurtarma paketi anlaşmasına rağmen hala risk sürmektedir.
  • Yunanistan’ın ve ekonomik sıkıntı çeken diğer ülkelerin Euro Bölgesi’nden çıkmasıyla yaşanabilecek büyük develüasyonlar ve euro üzerinden olan büyük borçlanmaların ödenememesi durumunda bankalar büyük kayıplar yaşayacaktır. Bu da küresel finans sisteminde büyük bir bozulmaya ve durgunluğa neden olacaktır.

Riskin asıl kaynağı, Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden çıkmasıyla birliğe olan güvenin sarsılması ve ekonomik sıkıntı yaşayan diğer ülkelerin de çözüm amacıyla aynı yolu takip etmesiyle beraber ekonomik birliğin dağılmasıdır.

Bilindiği üzere Euro Bölgesinde, Almanya veya Fransa gibi üretim kapasitesi çok yüksek olan ülkeler ile Yunanistan gibi üretim seviyesi çok düşük olan katma değer yaratamayan ülkelerin aynı sepete dahil olması ve aynı para birimimi kullanması sistemin tıkanmasına neden oldu. Yunanistan kendisinden ekonomik olarak daha güçlü ve aktif olan bu ülkeler ile aynı çarkın içinde dönmeye başladığında,  sistemin kendisine sağladığı faydalardan sonuna kadar faydalandı. Çok düşük faiz oranlarından, çok büyük miktarda borçlar almanın rahatlığı ile büyümesini neredeyse tamamen borçlanma ile sürdürdü. Euro Bölgesi’nde bulunmasının borç edinmek konusunda kendisine sağladığı avantajlardan dolayı pek çok Avrupa bankasından borç almakta zorlanmadı. Sonuçta sırtını birliğin kendisine sağladığı ekonomik avantajlara dayayan ve katma değerli herhangi bir üretim yapamayan, bol miktarda kamu harcamaları yapan bir ülke oldu.

Yunanistan’ın borçlanmasını sürdürebilmek adına raporlama yaparken yanlış veriler sunduğunun ve aslında borçlarını geri ödemeyecek durumda olduğunun anlaşılması birlik içinde çok büyük krize yol açtı. Yunanistan’ın borçları çok yüksek seviyelere çıkmıştı ve bu borçlar geri ödenemezse, borç veren bankalar büyük sıkıntılar yaşayacaktı ve bütün çarklar durma noktasına gelecekti. İşte bu yüzden Yunanistan’ı kurtarmak zorunluluk haline geldi.  Çünkü birlik içerisinde ekonomik krizde olan tek ülke Yunanistan değildi, eğer Yunanistan ile bir anlaşmaya varılamasaydı ve çözüm de Euro Bölgesi’nden ayrılmaya kadar varsaydı bu durum krizde olan İspanya, İtalya, Portekiz gibi ülkelerin de aynı yolu izlemesine yol açabilirdi. Sonuçta bu da euro ve Euro bölgesinin itibar kaybetmesine, diğer üye ülkelerin finansman sağlama konusunda zorlanmalarına ve sistemin işlemez hale gelmesiyle beraber Euro Bölgesi’nin bütün avantajlarıyla beraber ortadan kalkmasına sebep olacaktır.

Her ne kadar Yunanistan’ın kurtuluşu için bir anlaşma daha yapılmış olsa bile bu risk oldukça yüksek bir biçimde devam ediyor. Çünkü Yunanistan’ın ve krizde olan diğer üye ülkelerin borçları oldukça yüksek seviyelerde, bu borçların sürdürülebilirliği de hala garanti altında görülmemektedir. Ayrıca eklemekte fayda var, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ve gelir elde ettiği bölge Euro Bölgesi’dir. Euro Bölgesi’nin ve bizim de kısmen dahil olduğumuz gümrük birliğinin dağılması hiç şüphesiz bizim ekonomimiz için çok büyük bir darbe olacaktır.

 

  1. Donald Trump’ın ABD Başkanı Olması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

  • Trump’ın başta NAFTA olmak üzere serbest ticaret anlaşmalarının askıya alınması yönünde son derece sert açıklamaları var.
  • Çin’i “döviz manipülatörü” olarak damgaladı.
  • Orta Doğu ve cihatçı terörizme karşı son derece sağcı bir duruş sergiledi. Teröristlerin ailelerinin öldürülmesini savundu ve bölgeyi temizlemek için Suriye’ye kara operasyonu başlatmak istediğini belirtti.
  • Trump’ın seçimlerden zaferle çıkması durumunda Meksika ve Çin ile olan bütün serbest ticaret anlaşmalarını ortadan kaldırmaya çalışması ve bu ülkelerle sert bit ticaret savaşına girmesi beklenmekte.
  • ABD ve diğer 11 asyalı, amerikalı devletler arasında geçtiğimiz şubat ayında imzalanan Trans-Pasifik ortaklığını, seçilmesi halinde baltalaması bekleniyor.
  • Müslümanların ülkeye girişini de yasaklamak istedi.
  • Sonuç olarak, The Economist‘e göre Trump’ın başkan seçilme olasılığı düşük görünmekte (Unutmayalım, her şeyin başında Cumhuriyetçi partinin adayı olma ihtimali de düşük görünmekteydi!) fakat seçilmesi durumunda gerçekleştirmek istediklerinin kongreden görebileceği sağlam muhalefete rağmen, küresel piyasalarda büyük sorunlar yaratacağından bahsedilmektedir.

 

               Hiç şüphesiz listedeki en ilginç kısım burası. Emlak zengini bir şovmenin IŞID gibi bir terör örgütünden bile daha riskli sayılan bir konuma gelmesi pek olağan bir durum değildir. Donald Trump adaylığını açıkladığı ilk günlerde tamamen bir eğlence unsuru olmuştu, kimse Trump’ın başkanlık yarışında ciddi bir etkisi olacağını düşünmüyordu. Fakat başkanlık yarışında rakiplerinin hepsini geride bıraktı ve şu an Cumhuriyetçi partinin resmi adayı olması yüksek ihtimal görünmektedir.

Trump’ın ciddi meseleler hakkında derinlemesine konuşmaktan kaçındığı ve ekonomik ya da politik söylemlerinin hepsi altı doldurulmamış “çılgın sözler” den ibaret olsa bile, başkan seçilmesi halinde ne yapmak istediğine dair dikkat edilmesi gereken bazı başlıkları var. Bunların içerisinde en önemlileri, ülkedeki göçmenlerin sınırdışı edilmesi ve özellikle Çin ile olan başta olmak üzere diğer ülkelerle yapılan bütün ticaret anlaşmalarının yeniden düzenlenmesine dair söylemleridir. Ayrıca her ne kadar açıklamaları oldukça destek toplasa bile, göçmenlerin sınırdışı edilmesi ile ülkede büyük bir emek daralması yaşanacaktır. Amerikalı vatandaşların çalışmak istemeyebileceği işlerde çalışan bu kesimin yokluğu, ücretlerin yükselmesine ve ekonominin ağır bir yük altına girmesine neden olabilir. Bir diğer taraftan, ABD’nin Çin ve diğer ülkelerle olan ticaretine yüksek gümrük tarifeleri koyması öncelikle kendi zararına sonuçlanabilir. Sonuçta ABD içerisinde tüketilen malların büyük çoğunluğu Çin’den gelmekte ve bu malların üzerine fazladan gümrük vergileri bindirilmesi iç piyasada fiyatların yükselmesine neden olabilir. Sonuçta Çin’in yükselmesiyle beraber ABD pek çok sektör Çin’le rekabet edemeyip üretim tesislerini kapatmak zorunda kalmıştır ve bu vakitten sonra da tekrar üretimi teşvik etseler bile iç piyasada her iki durumda da ticari malların fiyatları oldukça yükselecektir. Aynı zamanda Çin, ABD tahvillerinin en büyük alıcısı konumundadır. Kısaca ABD sorunlarını Trump’ın yöntemleriyle, dış ticareti daraltıcı şekilde çözmeye kalkarsa  hem kendi ihracat gelirlerinden hem de çok büyük bir finansman kaynağından feragat etmiş olur. Ayrıca ülkede yine önemli bir iş gücü olan Müslümanların da ülkeden atılması ile ilgili gerçekçi olmayan fikirlerin bile ABD’yi hem ne kadar çok vergi gelirinden hem de ne kadar büyük bir iş gücünden mahrum bırakacağını anlatmamıza gerek yoktur.

Sonuç olarak, bu sıralamada Trump’ın seçilmesi sonrası yaşanabilecek siyasal sorunlar ve bunların ekonomik yansımaları, ABD’nin siyasal ve ekonomik olarak dünyaya etkisinden dolayı bütün küresel düzeni istikrarsızlaştırabileceği üzerinde durulmuştur ve bunun terör örgütlerinin sebep olabileceklerinden daha da etkili bir soruna işaret ettiği belirtilmiştir.

 

  1. Artan Cihat Terörü Tehdidinin Küresel Ekonomide İstikrarsızlık Oluşturması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

  • Cihatçı terör tehdidi, son aylarda yapılan saldırılardan sonra pek çok ülkenin gündemlerinin üst sırasına yerleşmiştir.
  • Kendine sürekli yeni destekçiler ve finansman kazanabilen IŞID’in artan saldırıları sonrasında gelen misillemelere daha da şiddetli saldırılarla cevap vermesi ve böyle devam etmesi sonucu hem bölgesel hem de küresel olarak tüketicinin ve yatırımcının güveni azalacaktır. Bu da beş yıldır yükselmekte olan hassas ABD ve Avrupa piyasalarında düşüşe neden olabilir.

 

Dünya’nın en zengin terör örgütü sayılan IŞID etki alanını genişlettiğinden beri, bölgesel ticarete kilit vurmuş durumda. IŞID’in etki alanını genişletmesinden önce Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ikinci ülke Irak’tı. Hem Irak ve Suriye’ye yapılan ihracatlar hem de bu ülkelerdeki ticari yollarla daha güneyde bulunan ülkelere yapılan ihracatlar Türkiye için çok büyük gelir kaynaklarıydı. IŞID’in artık ticaret yollarını kontrol etmesiyle beraber bu koca coğrafyada ihracat yapabildiğimiz tek yer olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetimi kaldı. Buraya yapılan ihracatlar için talep yüksektir fakat zararı telafi etmekten de çok uzaktır.

Her ne kadar alternatif rotalarla Irak ve Suriye’nin güneyine inme çabalarına girilse bile gerek deniz taşımacılığı gerekse İran üzerinden daha uzun bir kara yolu boyu yapılabilecek kara taşımacılığı maliyetleri en az iki kat arttırmaktadır. Bu bölgelerde ticaret yapan neredeyse bütün ihracatçı firmalarımızın işleri durma noktasına gelmiştir. Kısacası bölgede artan terör mevcudiyetinden en çok etkilenen ülke Türkiye’dir. Türkiye dışında da hem çevre ülkeler hem de ticaret yollarını kullandığı için gelir elde eden ülkeler açısından bölgesel terörist varlığın güçlenmesi, yatırımları ve ticareti çok sert biçimde etkilemiştir.

Ayrıca riskin bir diğer önemli kısmı da, IŞID’in kontrol ettiği bölgenin büyük petrol rezervlerine sahip olmasından kaynaklanmaktadır. IŞID’in de bu petrolleri piyasa fiyatının oldukça altından satabildiği bilinen bir durum. Bölgedeki petrol üretiminin sekteye uğraması ve istikrar kaybına uğraması küresel petrol fiyatlarını yükseltici etki yapması beklenmekteydi. Fakat IŞID’in sağladığı ucuz fiyatla alıcılar bulabilmesi petrol fiyatları üzerinde tam tersi bir etki yaratmış durumda. Üstelik sahip olduğu rezervler sayesinde oldukça güçlü bir finansman sağlamaktadır. Bu da örgütün hızlı bir biçimde güç kazanmasına ve etki alanını küresel çapta genişletebilmesine olanak vermektedir. Elde ettiği bu küresel güç sayesinde de dünya piyasaları üzerinde istikrarsızlık ve endişe yaratıcı etkiler oluşturmaktadır.

  1. Küresel Büyümedeki Yükselişin 2017 Yılında Yükselen Marketlerin Rallisine Dönüşmesi

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları :

 

  • Döviz piyasaları 2015 yılında büyük karışıklıklara katlandı.
  • 2016 yılında ise zor süreçlerin ardından küresel alanda büyük sermaye hareketlilikleri yaşandı. Piyasalar hızlı bir canlanma sürecine girdi, bu canlanmanın geri tepme riski bulunuyor.
  • Özellikle 2016 yılı başı ticari mal ve döviz piyasaları açısından endişe vericiydi. Petrol fiyatları 25 dolara kadar geriledi ve gelişmekte olan ülkelerin para birimleri FED’in faiz arttırma kararı ile darbe aldı.
  • Küresel hisse senedi piyasalarında dibin görülmüş olması, Çin’in ekonomik büyümesinin yavaşlaması yönünde duyulan kuşkular ve Renminbi’nin değer kaybı endişeleri şiddetlendirdi.
  • Fakat Şubat ayından bu yana yatırımcılar bütün risklere rağmen büyük yatırımlara giriştiler. Küresel hisse senedi piyasaları, petrol fiyatları ve Renminbi neredeyse 2016 öncesi seviyelerine geri sıçradı.
  • Emtia fiyatlarının çöküşü ve FED’in parasal daralma sürecine girmesinden sonra belki artık küresel piyasalar istikrara kavuşabilir.
  • Sonuç olarak, büyümenin hızlanması, Euro bölgesi ekonomilerini rahatlatmakla kalmayacak aynı zamanda Çin’in ekonomisini yeniden dengeye sokmasına yardımcı olacaktır.
  • Başta Çin olmak üzere, küresel bir iyileşme durumu talebi canlandıracak ve bu da küresel emtia fiyatlarında bir hareketlenme sağlayacaktır. Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrikalı ihracatçılar için bu durum bir rahatlık sağlayacaktır.

Finans piyasalarında ralli kavramı, hisse senedi fiyatlarındaki sert yükselişleri veya sert düşüşleri ifade etmek için kullanılır. Bu maddede riskin vurgusu ise, 2008 Krizi’nden sonra zor bir biçimde toparlanan küresel piyasaların, kontrolsüz büyümeler sonucunda 2008 Krizi’nden daha şiddetli olabilecek bir kriz yaşaması ihtimalidir. 2008 Krizi kontrolsüz ve denetimsiz büyüyen sektörlerden kaynaklı yaşanmıştır. Bu krizin yaralarının sarılabilmesi için de pek çok kaynak kullanılmıştır. Tekrar eden bir biçimde, rahatlayan piyasaların büyümenin rahatlığı ile kontrolü kaybetmesi durumunda oluşabilecek bir kriz riski bulunmaktadır. Böyle bir durumun etkisi, 2008 Krizi’nden bile daha yıkıcı olabilir.

 

  1. İngiltere’nin AB’den Ayrılmayı Seçmesi

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları :

 

  • İngiltere dünyanın en büyük beşinci ekonomisi ve bu büyük ekonominin AB’den ayrılmasının ticari anlamda çok kötü etkileri olacaktır.
  • İhracatçıların AB’den ve ortak pazardan ayrılmalarından sonra karşılaşacakları gümrük tarifeleri ve düzenlemeleri İngiltere’nin ihracatını önemli ölçüde düşürecektir.
  • Bu durum Avrupa Birliği için de kötü olacaktır. Çünkü İngiltere AB’de hızlı büyüyen bir kaç ülkeden birisi. Ayrıca ticaretn daha da liberalleştirilmesi için başı çeken ülke.
  • Sonuç olarak, İngiltere’nin ayrılması küresel istikrarı ve dövizdeki dalgalanmalarını arttırabilir.

İngiltere’de halk 23 Haziran’da Avrupa Birliği üyeliğinin devam edip etmeyeceğine karar vermek için referanduma gidecek. Benzer durumlardan dolayı 1975 yılında da bir referandum yapılmıştı ve İngiliz halkı o dönem AB üyesi olarak kalmayı tercih etmişti. Referandum sonucu ile ilgili olarak anketlerde henüz üstün bir taraf görünmüyor. Bu yüzden sonucu öngörmek şimdilik zor, teklifi halkın önüne koyan Muhafazakar Parti içerisinde bile görüş birliği bulunmuyor. Başbakan Cameron’a göre AB İngiltere’ye belli konularda ayrıcalıklar tanırsa İngiltere AB’de kalmaya devam etmeli.

Peki İngiltere neden AB’den ayrılmak istiyor? Durumun pek çok nedeni var aslında, en geniş kapsamda özetlememiz gerekirse İngiltere pek çok iç işi ve idari işi konusunda bağımsız hareket etme isteği bulunmakta. Ekonomik olarak da AB’nin çalışma saatleri, yıllık izin vb konularda yaptığı düzenlemelerden kurtularak, ekonomik büyümeyi canlandırıcı etkilerde bulunma talebi bir diğer konu. Fakat bunun karşılığında AB’den ayrılırsa serbest ticaret bölgesinden de ayrılması gerekecek ki bu durumun kısa vadede büyüme oranları üzerinde ciddi düşüşler yaratacağı bir gerçek. İngiltere’nin asıl istediğinin ise serbest ticaret bölgesine üye kalmaya devam edip, AB’nin ekonomik ve adli düzenlemelerinden ayrılmak olduğu söylenebilir. Bütün bunların yanında görüşmelerde pazarlık konusu olarak öne çıkan, İngiltere’nin AB’nin önüne koyduğu spesifik maddeler var:

  • AB üyesi ülkelerden İngiltere’ye gelen kişilerin dört yıl ikamet ettikten sonra sosyal güvenlik ödeneklerinden yararlanması.
  • Bu kişilerin işsizlik yardımından yararlanmaması
  • Altı ay boyunca iş bulamayanların ülkeden çıkartılması.

AB’nin İngiltere için istisnalar uygulaması üye ülkeler arasında tepkilere yol açabilir. İngiltere’nin istediğini alıp istemediği düzenlemeleri almadığı bir düzenin kabul edilmesi zor olacaktır. Müzakere edilen maddelere göre de en büyük sorun İngiltere’nin sınır güvenliği ve ülkesinde yaşayan göçmenler ile ilgi daha fazla kontrol talep etmesi.

İngiltere ticari konularda AB bürokrasisinin azalmasını da talep etmekte. Bu duruma bağlı olarak da ayrılma yanlılarının genel düşüncesi, AB’nin hukuki düzenlemelerinden kurtulan İngiliz işletmelerinin iş yapma düzeylerinin “patlayacağı” yönünde. Fakat diğer taraftan İngiltere’deki büyük çaplı küresel şirketlerin AB içerisinde kalmak isteyebilecekleri ve bu yüzden de olası bir ayrılma durumunda merkezlerini veya üretimlerini daha düşük maliyetle üretim yapabilecekleri AB ülkelerine kaydırmayı seçebilirler. Bu hiç şüphesiz Londra’nın bir  finans merkezi olma etiketini yıpratacaktır.

Tartışmaların odağındaki bir diğer ekonomik problem ise, İngiltere’nin AB bütçesine yaptığı yaklaşık 12 milyar pound katkı.  Tartışmalar bunun ne derece gerekli olduğuna dair. Fakat pek çok iktisatçıya ve iş adamına göre bu miktar İngiltere’nin serbest ticaret bölgesinde olması dolayısı ile kazandıklarının yanında ödediği çok küçük bir bedel. İngiltere’nin birlikten ve serbest ticaret bölgesinden ayrılmasıyla beraber ihracat gelirleri AB’nin uygulayacağı tarifelerden dolayı ciddi zarar görecektir. İngiltere’nin AB ile arasındaki ticaret hacmi 400 milyar pounda ulaşıyor ki bu İngiltere toplam ticaret hacminin yaklaşık olarak % 50’sine denk.

Küresel açıdan ele aldığımız zaman bu risk unsuru, AB’nin dağılma ihtimali ile doğrudan ilgilidir. Ekonomik ve siyasal etkileri her ne kadar en çok İngiltere’yi etkiliyor gibi görünse bile İngiltere AB’nin en büyük üç devletinden birisi olduğu için, olası bir ayrılma durumunun ekonomik ve siyasal sıkıntılar çeken birlik içerisinde parçalanmayı tetikleyici bir unsur olabileceği endişesi ile risk taşımaktadır. Öte yandan İngiltere’nin ayrılmaması için verilebilecek tavizler de birlik içerisinde başka tartışmalara yol açacaktır.

 

  1. Çin Yayılmacılığı Sonucu Güney Çin Denizinde Sıcak Çatışma Çıkması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları :

 

  • Güney Çin Denizindeki adalar ile ilgili tartışmaların tansiyonu yükseldi.
  • 2014 yılından itibaren elde edilen raporlara göre Çin gemileri Güney Çin Deniz’inde suni adalar oluşturdu ve buralara iddialara göre uçak savar füzeler yerleştirdi, bu da tartışmalı bölge üzerinde hak iddia eden tarafların tansiyonunu yükseltti.
  • Güney Çin Deniz’indeki sorunların sıcak çatışmaya dönüşmesi bölge içi ekonomik ilişkileri kesecektir ve küresel ticaret akışını zayıflatacaktır.

Güney Çin Denizi sorunu, 1974 yılında Çin’in Vietnam’ın kontrolünde olan Paracel adaları ve etrafını işgal etmesi ile başlamış bir sorundur. Çin ve Vietnam dışında Tayvan, Malezya, Filipinler, Endonezya ve Brunei de soruna taraf ülkelerdendir.

Sorunun kaynağı ekonomik çıkarlara dayanmaktadır. Bölge hem dünyadaki ticari yük gemilerinin yarısına yakınının geçiş rotasını oluşturmakta, hem de oldukça bol petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olduğu düşünülmektedir. Bölgede yüksek miktarda petrol rezervlerinin olduğunun anlaşılmasından sonra özellikle Çin hem petrol ithalatı için ticaret yollarını güvence altına almak, hem de ihtiyacı olan petrolü çıkartabilmek için bölgede agresif bir tutum sergilemektedir. Bölgede suni adalar oluşturarak, askeri varlığını pekiştirerek, ticaret yollarına hakim olmayı amaçladığı düşünülmektedir. 2012 yılında Paracel ve Spratly adalarını kapsayan yeni bir vilayet oluşturması taraf ülkeler açısından büyük tepkilerle karşılandı.

Bütün problem, Güney Çin Deniz’inin önemli ticari yolları içerisinde barındırması ve yüksek petrol, doğalgaz rezervlerine sahip olmasından kaynaklıdır diyebiliriz. Her ülke ekonomik çıkarlarını korumak adına pek çok farklı tez ortaya atarak belirli kısımlar hakkında hak iddia etmektedir. Sorunun çözümü için Çin dışında diğer ülkeler uluslararası yollara başvurmayı istemekte fakat Çin sorunu ikili ilişkilerle müzakere etmekten yanadır. Buradaki amacın, taraf ülkeler üzerinde güç gösterisi yapabilmekten kaynaklandığı ileri sürülmektedir.

Çin’in bölgedeki hakimiyetini yayılmacı ve sert bir tutumla devam ettirmesine karşın sıcak bir çatışma riski düşük görülmektedir. Bölgede çıkabilecek bir çatışma ortamı bölgede ticaret yollarındaki trafiği durdurabilir, bu da taraf ülkelerin uzun vadede çok büyük ekonomik sıkıntılar yaşamasına neden olabilir. Ne Çin ne de taraf ülkeler böyle bir riski almak istemezler. Fakat sorunun da mevcut yöntemler içerisinde çözülmesinin kısa vadede mümkün görünmediğini belirtmekte fayda var.

 

  1. Petrol Sektöründe Yatırımların Düşmesinin Petrol Fiyatlarında Şok Etkisi Yaratması

 

The Economist’in analizinde vurguladıkları:

 

 

  • 2016 yılının başından itibaren küresel döviz ve emtia piyasalarına endişe hakimdi.
  • Petrol fiyatları 25 dolar seviyelerine kadar indi, bu durumun FED’in daralma politikaları ile birleşmesi küresel piyasalarda büyük etkilere sebep oldu.
  • Küresel hisse senedi piyasalarında ortaya çıkan düşüş, Çin ekonomisinin yavaşlaması ile ilgili endişeler ve Renminbi’nin değer kaybı ile şiddetlendi.
  • Petrol fiyatlarında ortaya çıkan düşüş Şubat ayından itibaren durdu ve fiyatlar 2016 öncesi seviyelere geri dönmeye başladı. Bu yüzden riskin etkileri oldukça düşük görülmektedir.

Petrol fiyatlarının düşmesi ithalatçı ülkeler için faydalı bir durum olmasına karşın, petrol ihraç eden çoğu az gelişmiş ve gelirlerinin büyük bölümü buna bağlı ülkeler için oldukça zorlayıcı bir durum. Petrol üretiminin kısılması ve fiyatların yükseltilmesi amacıyla zorlu toplantılar yapıldı fakat bir sonuca henüz ulaşılamadı. Buna rağmen kısa süre içerisinde petrolün fiyatı arzda meydana gelen daralmalardan dolayı şimdilik 50 dolar seviyelerine yaklaştı. Bunun arkasında fiyatların düşüklüğünden kaynaklı olarak ABD’li kaya gazı üreticisi şirketlerin iflas etmeleri ve üretimi azaltmaları önemli bir etken oldu. ABD’li üreticilerin petrol fiyatları bu seviyelerdeyken üretime geri dönmeleri mümkün görünmüyor. Ayrıca Kanada’da petrol rafinelerinin bulunduğu Alberta’da çıkan büyük yangın ve Afrika’da petrol üreten bazı ülkelerin yaşadığı siyasal sıkıntılar nedeniyle üretim son bir ay içerisinde önemli ölçüde azaldı, bu da petrol fiyatlarının yükselmesine yardımcı oldu.

Venezuela, petrol fiyatlarındaki düşüş sebebiyle en büyük krizi yaşayan ülke konumunda. Bu krizi aşabilmenin yolu ya üretimlerini artırmaktan ya da petrol fiyatlarının yüksek sayılabilecek seviyelere gelmesi ile mümkün. Kriz durumunda yatırım yapabilecek imkanları olmadığı için de petrol fiyatlarının seyri Venezuela gibi petrol gelirlerine aşırı bağımlı ülkeler için hayati öneme sahip.

Önümüzdeki süreç içerisinde petrol fiyatlarında daha fazla yükselme beklenmemekte, üretim aksaklıklarının çoğu geçici ve ilerleyen bir kaç ay içerisinde petrol arzı tekrardan eski seviyelerine ulaşabilecek gibi görünmektedir. Fakat, petrol fiyatlarındaki bu aşağı yönlü hareketin petrole olan ilgiyi azaltacağı ve bu sektördeki yatırımların eskisi kadar çok ve iştahlı şekilde yapılamayacağını söylememiz mümkündür. Bu da süreç içerisinde petrol fiyatlarında daha sert şok dalgalarının oluşmasına ve sektöre bağlı ekonomilerin daha büyük yaralar almasına sebep olabilir.

 

Bottom of Form

 

 

 

Korcan ROMYA

Mayıs 2016