Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

 

Birbirlerinden ayrı parça ya da uzuvların birleşerek tek bir bütün haline gelme süreçlerini açıklayan kavram olarak sosyal bütünleşme, bir yönüyle sosyal oluşum ve uyuma atıfta bulunur. Farklı bir söylemle, sosyal bütünleşme, toplumda kabul sınırlarına eklenen yeni bir kültürel öğenin ve kimi zaman da ortaya çıkan yeni karmaşanın mevcut dengeler ve genel kabul görmüş diğer toplumsal değerlerin içine akıtılması, eklemlenmesiyle kültürel doku ve yapıyla harmanlanmasıdır.

Bir diğer açıdan, sosyal bütünleşme, toplumu oluşturan cemaatler, çıkar grupları, topluluklar, birlikler, kurumlar benzeri sosyal yapının içinde yer bulan farklı ölçeklerdeki birleşmelerin arasında ifade bulan kaynaşma ve tamamlanma halidir.

Tamamlanmadan söz ettiğimiz bu aşamada, sosyolojinin en temel kavramlarından biri olan kültürün ön plana çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim, sosyalleşmenin en önemli yüzü aynı zamanda kültürleşmedir de. Bu noktadan hareketle, sosyal bütünleşme, Kirman tarafından da vurgulandığı gibi bir toplumda farklılıkların azaltılmak suretiyle bireylerin karşılıklı bağımlılık ilişkisi içine davet edilerek kültürel birliğin sağlanmasıdır denebilir.

Kültür, mana ve farkındalık üzerine yol aldığımız süreçte, öncelikle Uygur’un dilinden kültürün betimlenmesine bakalım; “ Kültür insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu, tüm gerçeklik demektir. Öyleyse kültür deyimiyle, insan dünyasını taşıyan, yani insan varlığını gördüğümüz her şey anlaşılabilir. Kültür doğanın insanlaştırma biçimi, bu insanlaştırmaya özgü süreç ve verimdir. Kültür insanın kendini kendi evinde gibi hissetmesini sağlayacak, bir dünya ortaya koymasıdır. Buna göre kültür, böylesi bir dünyanın anlam varlığına ilişkin tüm düşünebilirlikleri içerir; insan varoluşunun nasıl ve ne olduğudur.”

Kültürel uyuşmanın güçlü görünümlerinden biri olarak mana etrafında bütünleşme, kültürün sahip olduğu manevi değerler ekseninde bütünlüğün oluşturulması, manevi birliğin tesis edilmesidir. Bu bağlamda, diğer bütünleşme biçemlerinden farklılaşan mana bütünlüğü, kültürün kendine has bileşenlerinin öz yönünden tamamlanmasını içerir.

Bir kültürü kültür yapan en önemli unsur olarak dil, topluluğun her türlü yaşantısını üyelerin birbirleri ile paylaşması, birbirlerinden etkilenmesi, geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kurabilmesi bağlamında etkilidir. Nitekim, bir toplumu toplum yapan ve o birliğin çözülmeksizin alt ve üst kültürlerinin bir arada olmasını olanaklı kılan manada birliğin temel unsuru dil birliği olarak düşünülebilir. Bu açıdan bakıldığında, dilin kendine has kimliğinin korunumunun değerlerin sürdürülebilirliği ve kuşaktan kuşağa aktarımında ne denli etken rol üstlendiği aşikar olur.

Mana birliğini sağlayan bir başka unsur, inancın bütünleşmesidir. Her ne kadar, toplumu birleştiren yüksek bir değer olarak din birliği öne çıksa da, günümüzde çok uluslu alt yapıda gelişen ve büyüme sürecini devam ettiren ülkelerin varlığı ve laik sistemlerin mevcudiyeti, varoluşsal düzlemde Yüce Olan Yaratıcı’ya bağlanma, teslimiyet  ve imanda birliğin sağlanmasının, açık deyişle ulusu meydana getiren bireylerin kutsal din inanışlarına saygılı ve kabul gösteren bir duruş içinde olunmasının inanç bütünlüğünün sağlanmasında yeterli olduğu kanaatini uyandırmaktadır.

Öte yandan, ortak tarih ve tarih bilincine sahip olma sosyo-kültürel bütünleşmede bir diğer önemli faktör olarak izlenmektedir. Bu, bir ulusun tarih akışı içinde edindiği yeri, sahnede aldığı rolü, bu rolün gereği olarak açığa çıkan nedensellik zincirini kavramayı gerektirir. Bu kavrayış, sebep ve sonuçları ile birlikte ulusun yüksek kaderinin bir parçası olarak bireyi de içine alır. Bu bağlamda, ulusun bir bütün olarak ortaya koyduğu edimlerin üyeler tarafından da sonuçlarına maruz kalacak şekilde yaşantılanmasına zemin yaratır. Denilebilir ki, bir topluluğun genel çerçevede sosyo-kültürel bütünlüğü yakalamış olmasının önemli göstergeleri, o toplumda “demokrasi”, “özgürlük”, “barış”, “kardeşlik”, “gelişme”, “ilerleme”, “sadakat” kavramlarının ortaklaşa kullanımında anlayış birliğine varılmış olmasıdır. Böyle bir anlayışın doğal çıktısı olan farkındalık ise toplumsal bilinçliliğin yükselmesinin temel anahtarıdır.

O halde toplumsal farkındalık dediğimizde, toplumun; kendini oluşturan bireyler ve değerler ekseninde benzerlik ve farklılıkları ile bir bütün olarak kavrayışından, bu bütünlüğü sosyo-kültürel düzeyde “eşitlik” ilkesi etrafında birleştirebilmesinden bahsediyor oluruz.

İnsan olarak birlikte yaşamanın inceliklerinin bir yüzünün de, “ötekileştirme” den özgürleşmek olduğu düşünüldüğünde, bir topluluğu oluşturan üyeler olarak bir arada yaşama becerilerimizin yükseltilmesinin gereği, hatta zorunluluğu kaçınılmaz gerçeğimizdir.

Bu çerçevede, manada bütünleşmenin önemli öğelerinden sayılan ve milli değerlerimiz arasında anılan farklılıklara karşı hoşgörü ve diğerlerine empatik yaklaşım ile sevecenlik sahip olduğumuz güçlü kaynaklar olarak farkındalık süreçlerimize destek sunabilir. Hatta öyle ki, sosyal sorumluluk anlayışının bir uzantısı olarak ulusa özgü yaşam tarzını, gelenek, görenek, örf ve adetleri, duygu ve düşünüşleri farklı bir deyişle kültürü yaşamanın, yaşatmanın birlik ve bütünlüğün sürdürülebilirliği açısından sosyal farkındalığın olgusal önemi vazgeçilmezdir. Diğer yandan, uzlaşılabilecek ortak değerler temelinde birleşen etkin sosyo-kültürel iletişim, evrensel olanın deneyimlenmesinde ve ifadesinde kolaylık yaratırken, çatışmayı azaltıcı, huzuru artırıcı yönde etki eder. Böylelikle, uygarlık gelişimsel sürecini idame ettirirken, toplumsal dayanışma, işbirliği ve manevi zenginlik genel yapıya hakim olur. Bireyden başlayarak topluma yayılan farkındalık bilinci, kültürel bütünleşmenin bir sonucu olarak ortak değerleri dünyaya aktarırken, diğer kültürlerin farklılıklarını da yeniden yepyeni gözlerle görebilmeyi, yeniden yepyeni hislerle duyabilmeyi, yeniden yepyeni bir anlayışla kavrayabilmeyi, yeniden yepyeni bir derinlik içinde kabulü mümkün kılabilir.

Sosyo-kültürel farkındalığın esenlik ve anlam kattığı birlik ve beraberlik dolu günler olsun!..