Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

12 Eylül ürünüydük. Zorla Atatürkçülük öğrettiler, en zor sorularla sınavlar yaptılar. Öğrenmenin hazzına varamadan, başarısızlığın farkına vardık. Hep en zor dersti. Geçmesi kolay, hayatta kalması zor. 1920,1921, 1922 ve derken 1938’e geldiğimizde buruk da olsa “nihayet dersin sonuna geldiğimizi hissederek” rahatladığımız bir öğrencilik kurguladılar. İçeriği hemen pas geçip hep sınava çalıştık. Ailene ve arkadaşlarına yüzünün kara çıkmaması için bilmen gereken özet şuydu: Bir adam var, aslında adam değil süper kahraman, silahı yok, parası yok, ordusu yok; her yer düşman halkın haberi yok, bilgisi yok; bu adamın halkı da yok. Olmayan halka meclis açıyor, olmayan halktan ordu kuruyor. Dünyanın medeni ülkelerinin vekil savaşçı tayin ettiği Yunanlar başta olmak üzere, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya gibi devletlerin işgal ettiği ülkesini düşmandan temizliyor.

atatürk çanakkale ile ilgili görsel sonucu

Hikâyenin bir de baş tarafı var. Büyük topraklara hükmeden, yıkılmaya yüz tutmuş bir imparatorluğun subayıdır. İmparatorluğun asker gönderemediği topraklarına tek başına gider, oradaki halkı gayri nizami harp konusunda eğitir ve gerilla savaşı ile başarılar kazanır. Yetmez, yarbay rütbesi ile tümen komutanı olur. Devam etmekte olan Çanakkale muharebelerinin en kritik noktasında ortaya çıkar, dünyanın en büyük donanmasının tüm gücüyle yüklendiği savaşın kaderini değiştirir. Hemen peşinden, “nasıl olsa Paşa görevleri veriyoruz, o da yapıyor” diye düşünüp paşa yapar, doğuya gönderirler. Rahat durmaz, elindeki küçük kuvvetlerle yıllardır işgal altındaki Muş ve Bitlis’i düşmandan kurtarır. Orada işi bitince, şimşek bile olma ihtimali olmayan Yıldırım Orduları Grubu’nun komutasını verirler ki gücü aslında tümenden biraz hallicedir. Birkaç manevra yapar, askerin tamamının tifo, dizanteri, kolera ve sıtma etkisinde olduğunu fark eder. Durumu derin bir siyasi tarih öngörüsüyle birleştirerek ateşkes antlaşmasında en çok avantaj sağlayacağımız, Misak-ı Millî ilan edildiğinde en çok araziyi elde tutabileceğimiz ve aynı zamanda vatan evlatlarının can güvenliğini sağlayacak bir hatta birliğini çeker. Askerlik hayatı boyunca düşmana karşı daha üstün kuvvete sahip olmak nasip olmaz, ama yenilgisiz bir komutan olmak ona nasip olacaktır.

Hikâye ne kadar inanılmaz, ne kadar imkânsız olursa olsun, biz bu hikâyenin içine doğduk. Tabii ki gereken önemi vermedik, çünkü inanılmaz değildi, olmuştu. Hem de bu topraklarda, demek ki çok da mühim bir şey değildi. Biz dersi geçecek not alsak yeterdi. Öyle yaptık, içeriği zaten boş olan dersin içine hiç bakmadık.

Ama zaman geçmeye devam ediyordu ve bize öğretecekleri vardı. Mademki biz ısrar etmiş örgün öğretimden bunu öğrenmemiştik, zaman bize bunu burnumuzu sürterek öğretecekti. Yaşımız kemale erince, bize bu derslerde imkânsız olarak anlatılanların daha imkânsızlarının da olduğunu kemiklerimizde hissettik. Keşke bize onu, onun söylediklerinin hangi ortamlarda söylendiğini, nasıl söylendiğini etüt eden bir şekilde öğretselerdi.

Bugün küçük ve yerel bir takım başarılarla başımız dönerken, ülkeyi kurtarmak için olmayan milleti ayağa kaldırıp organize eden, sonuçta düşmanı denize döken kişi “hah tamam, şimdi oldu” diyip oturmaz. Tüm düşmanları yenince savaş biter ama film bitmez. Asıl savaşın şimdi başladığını söyler. Tabii ki söylemekle yetinmez, hastalığı teşhis eder, çaresinin ne olduğunu da bulur:

Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferler kalıcı olmaz az zamanda kaybedilir.[1]

Efendiler, tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veyahut yenilgiler, yok olmalar ve felâketler, bunların, tümü; gerçekleştikleri devirlerdeki iktisadî durumlarımızla ilişkili ve ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi hak ettiği yere ulaştırabilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız.[2] (Hastalık ekonomik yetersizliktir.)

“Denilebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak.”[3] (Bunun için çok çalışmak gerekecektir.)

Bu millet, ekonomik bağımsızlığını elde ederse o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve ilerlemeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olmayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın bir türlü rıza göstermedikleri budur.[4] (Düşmanlarımızın hiç uyumadığını herhalde artık görmüşüzdür.)

O zamanlar nüfusun %90’ı gibi bir oranı köylerde yaşadığı, elindeki stratejik üstünlüğün Anadolu’nun eşsiz ve geniş coğrafyası olduğunu bilerek harekete geçirmesi gereken kitleye de gereken işareti verir:

Milli ekonominin temeli, ziraattır.[5]

“Türkiye’nin gerçek sahibi efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.”[6](Çok kısa bir sürede sonuç verecektir. Türkiye, 15 yıl gibi bir sürenin sonunda yeterli sermaye birikimine sahip olmamasına rağmen, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi sağlayabilecek altyapıyı kurar.)

Ekonomik kalkınmanın da tek başına değerli olmadığını bilerek ülkenin, milletin ve geleceğin niteliğini artırmak için çalışmalara başlar. Bu niteliği artırmak hayatının önceliği haline gelir. İnsanları dürüst, ahlaklı ve ilkeli olan ülkelerin geleceğinin sağlam olacağı değerlendirmesiyle söylevler verir:

Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.[7] (Çünkü sporcular göz önündedir. Rol model sporcular yetiştirebilmek ülkenin geleceğinde ahlaklı insanların sayısını artıracaktır.)

Hiçbir millet yoktur ki ahlâk esaslarına dayanmadan yükselebilsin.[8] (Bu konuda hiç şüphesi yoktur. Bu nedenle her konuda olduğu gibi, bu konuda da rol model olur. İnsanların kendisini örnek almasına neden olacak kadar efsanevidir.)

Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.[9] (Cumhuriyetin en önemli ideallerinden birisini çok net olarak verir. Bugün en çok ihtiyacımız olan ne?)

Her konuda iyi olmanın başlangıcının “nereden geldiğini bilmek” olduğuna inanmaktadır. İnancını tarih çalışmalarının yönlendirilebilmesi ve bilimsel bir tabana oturtulabilmesi için kurumsal hamlelerle destekler. Tarihçilere şöyle öğüt verir:

Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.[10] (Bazı menfi iddialara rağmen, Türkler, Cumhuriyet ile bilimsel tarih anlayışına sahip olarak tarihini öğrenme fırsatı bulmuştur.)

Nitelikli ve her yönden medeni bir toplum olmanın önemli unsurlarından biri olarak sanatı görmektedir. Sanatçılara verdiği önemi birçok söylevinde göstermiştir:

Hepiniz mebus olabilirsiniz… Vekil olabilirsiniz hatta cumhur reisi olabilirsiniz… Fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.[11]

Sanata önem vermeyen bir millet büyük felakete mahkûmdur.[12]

Müzik yaşamın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.[13] (Batı’nın 300 yılda ulaştığı kültür-sanat seviyesine 15 yıl gibi kısa bir sürede attığı temellerle ulaşılabilmesini sağlayacak bir yapı oluşturmuştur. Ancak idarede zaman zaman sanata yaklaşım değişikliği nedeniyle bunlar sekteye uğramıştır.)

Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalırlar.[14] (Afganistan, Irak, Libya, Suriye, S.Arabistan, Lübnan ve diğer örnekleri şimdilik uzaktan yaşayarak bunları bize anlattı.)

Atılan temellerin yerinde ve isabetli olduğunu görmesine rağmen bunun sadece ve sadece ekonomik ve siyasi alanda tam bağımsız olarak sağlanabileceğini bilmektedir:

Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlık ile mümkündür.[15] (Bugünleri görerek söylediği önemli sözlerden biridir.)

Cumhuriyet millî egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir.[16]

Kuvvet birdir ve o milletindir.[17]

Hükümetin iki amacı vardır: Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını sağlamaktır. Bu iki şeyi sağlayan hükümet iyi, sağlamayan kötüdür.[18] (Vatandaşların, kendisini idare eden hükümetlerde ne araması gerektiğini çok kısa ve basit özetlemiştir.)

Ona göre bağımsızlığın en önemli boyutlarından birisi de adaletin bağımsızlığıdır:

Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet hâlinde mevcudiyeti kabul edilemez.[19]

Gerçeği konuşmaktan korkmayınız.[20] (Sadece bağımsız adaleti olanların gerçeği konuşmaktan korkmayacağı bilinciyle ikisinin birbirini besleyeceğini değerlendirmiştir.)

Son zamanlarda moda olan bir akım da Atatürk’ün inancının farklı gösterilmeye çalışılmasıdır. Bunun böyle olmadığını anlamak için hayatta iken söylediklerini üstünkörü bir okumayla bile anlayabiliriz:

Bizim dinimiz en makul ve doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur.[21] (Hem inançlıdır, hem de kendi dinini diğerlerinden üstün tutmaktadır.)

Bir dinin doğal olması için akla fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.[22] (Moda olan bugünkü akımlara tezat oluşturacak şekilde bilim ve mantığa ilintiyi vurgulayarak dinini yüceltmektedir.)

Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. [23] (Gaipten haber vermenin dine aykırı olduğunu bilmekte ve yaptıklarını dine uygun olmayan bir tabana oturtmayı istememektedir.)

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı dinsiz olmak sanıyorlar. Asıl dinsizlik onların bu düşüncesidir. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, Müslümanların dinsizlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, akılladır. [24] (Tek amacı İslam’ı yüceltmek olan bir cümledir.)

Kıyafet tarzımızı aşırıya vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine özgü gelenek, görenekleri ve kendisine özgü millî özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti sınırlarında kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır.[25] (Şapka devriminin gereğinden fazlasının yapılmasının hem taklit olacağını hem de bizim ruhumuzu bozacağını dile getirerek yine inançlarının seviyesini göstermiştir.)

Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani, bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum.[26] (Bu cümleyi kuran adamın inancı hakkında olumsuz düşünebilmek mümkün müdür? O tarihte bütün güç elindedir; “Ne din, ne kitap! Her şey benim” diyebilecek siyasi bir güce sahip olmasına rağmen sürekli imanının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.)

Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.[27] (Sorgulamadan inanmanın düşmanların iştahını kabartan bir durum yarattığını düşünmektedir. Sorgulamanın ve inancın bir arada olması gerektiğini düşünmektedir. Biraz izinden gidebilmeyi deneseydik 15 Temmuz rezilliğini bu ülke yaşar mıydı?)

Medyanın önemini o günden kavramış ve bunu beyan etmiştir:

Türkiye basını, Cumhuriyet’in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın mensuplarından bunu istemek, Cumhuriyet’in hakkıdır…[28] (Bu önemi vurgularken, aslında görev de vermiş, “kaleminizi satmayın” demiştir.)

Avrupa ve Amerika’da kadınların hayata katılması konusunda henüz engellerin olduğu bir devirde, çok kesin bir tavırla kadınlara her türlü hakkı bir öncü olarak sağlamıştır:

Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine teknik olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur.[29]

atatürk ile ilgili görsel sonucu

Şuna kani olmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.[30]

Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok ilerleme adımları dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve gelişme sahalarında ve yenilikte birlikte mesafe almaları lazımdır… [31]

GDO’lu pirincin henüz olmadığı bir devirde, gün gelip düşmanlarımızın bizim yiyeceklerimize etki edebileceğini de öngörmüştü herhalde:

Bütün gıda ihtiyaçlarımızın kalitesini yükseltmek hastalık ve zararlıları ile uğraşmak için gereken teknik ve yasal her önlem zaman geçirilmeden alınmalıdır.[32] (Gıda güvenliği ile ilgili kurumsal çalışmalar ve aşılama dâhil araştırmalar için büyük yönlendirmeleri olmuştu.)

Milletine son ana kadar inanmayı seçmiştir, çünkü milletinin yüksek bir ruhta olduğuna inanmaktadır:

Dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler arasında ruhen demokrat doğan tek millet Türklerdir.[33]

Türkiye Cumhuriyetini bölmeye çalışacaklarını tabi ki onlarca yıl önceden görmüş ve harcının neden sağlam olduğunu anlatmaya çalışmıştır:

Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.[34] (Peki, nerede o kafatasçı suçlamalarına kaynaklık ettiği söylenen ideoloji?)

atatürk ile ilgili görsel sonucu

Bu memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir ayrıcalıklı oluşumun olağanüstü çıkışına sahne oldu. Bu sahne yedi bin yıllık, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı, o çocuk tabiatın yıldırımlarından, şimşeklerinden, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.[35] (Görüleceği üzere onun “Türk” kavramı kan ve kafatasından değil uzun bir süre aynı coğrafyayı paylaşmakla ilgilidir.)

Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında millî birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve yeteneklerinin olgunluğudur.[36] (Vatan ve yurt kavramının sadece milli birlik ve beraberlik ile gerçekleşebileceğini söylemektedir.)

Ne mutlu Türk’üm diyene![37] (Dikkat çekicidir ki, “diyene” demiştir, “olana” değil. Onun milliyetçiliği nüfusu en çok olanın ismi altında “ırk” birliğine yaslanmadan ve ayrımcılık yapmadan tüm renklerin ve çeşitlerin birliğine ve eşitliğine yöneliktir.)

istikbal göklerdedir ile ilgili görsel sonucu

Milleti arkadan vurmaya çalışanların kendisine zırh yapmaya çalıştığı “Yurtta barış, Dünyada barış” sözü onlardan yıllarca evvel UNESCO tarafından “yapmaya çalıştıklarımızın özetini içeriyor” denilerek “motto” haline getirilmiştir. “İstikbal göklerdedir” derken bilimin, teknolojinin nereye gideceğini öngörmüş ve buna yönelik kurumsal uygulamalarda bulunmuş, uçak fabrikası bile kurmuştur. Bugün süper güçler de dâhil olmak üzere 39 ülkenin meselesi haline gelmiş Suriye/Irak meselesini o günden görerek SADABAT paktını öngörmüştür. Kısacık ömründe yüzlerce yıla sığamayacak ilklere öncülük etmiştir. Hangi problemle karşılaşırsanız karşılaşın çözüme giden bir yöntemi yıllar önceden bulmuş ve uygulamıştır. Bu süre içinde insan kırmamış, gönül almış ve hep insanlara saygı gösterip fikirlerini almıştır. Epey uzunca bir süredir araştırmalarıma rağmen “yerden yere vurulan” mutedil devletçilik ekonomi politikası da dâhil olmak üzere, yanlış verdiği bir karara ve ertesi gün düzeltmek zorunda kaldığı bir söze de henüz rastlayamadım. Ha bu arada son söz, şu ana kadar siyaset okumalarında ve uygulamalarında da henüz bir konuda yanıldığına rastlayamadım.

Sabredip bu yazıyı okuyanlara önerimiz Atatürk’ü anlaşılmaz olarak değil, “ne zaman, neyi, neden” öyle yaptığını belirterek anlatmalarıdır. Bir de kendilerine siyasi çözüm soranlara dünya üzerinde “şaşmaz pusulaya” sahip tek milletin üyesi olmanın gururuyla onu işaret etmeleridir.


[1] (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 111)

[2]  http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir

[3] (1923, İzmit) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 63)

[4] (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 114)

[5] (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt I, s.412)

[6] (1922, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 240)

[7] (Yücel Dergisi Cilt X, Sayı 57, 1939, s. 130)

[8] (1919, Kırşehir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 4)

[9] (1925, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 242)

[10] (Utkan Kocatürk, ATATÜRK’ün Fikir ve Düşünceleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 163)

[11] (1927, Ankara) (Sümerbank Dergisi, Cilt 3, Sayı. 29, 1963, s. 149)

[12] (1923, Adana) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 130)

[13] (1925, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 243)

[14] (1925, Akhisar) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 234)

[15] (1922, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 243)

[16] (ATATÜRK, Nutuk, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Yay. haz. Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Ankara, 2000, s.300)

[17] (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1989, Cilt I, s.423)

[18] (1923, Adana) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 125)

[19] (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1945, Cilt I, s.58)

[20] (Utkan Kocatürk, ATATÜRK’ün Fikir ve Düşünceleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.265)

[21] (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)

[22] (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)

[23] (1937, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 423)

[24] (1923, Adana) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara 1997, Cilt II, s. 132)

[25] (1923, Konya) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara 1997, Cilt II, s. 154)

[26] (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt III, s.93)

[27] (1923, Adana) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 131)

[28] (1924, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 171)

[29] (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.153)

[30] (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.89)

[31] (1925, Kastamonu) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 226-227)

[32] (1937, TBMM.) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara 1997, Cilt I, s. 413)

[33] (Ord. Prof. KARAL Enver Ziya, ATATÜRK’ten Düşünceler, MEB.lığı, Bilim ve Kültür Dizisi, s.148)

[34] (1932, İstanbul) (Cumhuriyet Gazetesi, 05 Ekim 1932)

[35] (Vecize, Millet Dergisi, Sayı : 16, 1948, s., 10-11 ve Türk Kültürü, 1969, s:85, Fethi TEVETOĞLU “ATATÜRK’ün Türk’ü ve Türkiye Cumhuriyetinin Tarifi” isimli makalesinde yer almaktadır. Ayrıca adı geçen vecizenin ATATÜRK’ün el yazısı ile bizzat yazdığı orijinal metninin tarihçi Cemal KUTAY’ın özel arşivinde bulunduğu belirtilmektedir.)

[36] (4 Şubat 1935) (ATATÜRK’ÜN Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1991, Cilt IV, s.643)

[37] (1933, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 319)