…
2100
2008 yılında meydana gelen küresel ekonomik kriz ile sarsılmaya başlayan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) merkezde olduğu tek kutuplu düzen; Çin, Hindistan ve Rusya gibi güçlerin yükselişi, Covid-19 pandemisi ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan jeopolitik problemler nedeniyle giderek zayıflamıştır. Teknoloji alanında gerçekleşen ve “yıkıcı teknolojiler” olarak adlandırılan atılımların sayılarının artması, kamuoyunda yaşanan sosyolojik değişimler, ulus devletler içinde meydana gelen kutuplaşma, güç kazanan yeni bölgesel aktörler ve iklim değişikliğinin getirdiği küresel sorunlar, içinde yaşadığımız dünya düzenini bambaşka bir noktaya getirmiştir. İnsanlık medeniyeti içinde bulunduğumuz şu günlerde yüzyılda bir karşılaşılacak bir değişim içerisindedir. Bu değişim, 21. yüzyılı şekillendirecek ve bugün bildiğimiz anlamdaki halinden çok farklı bir dünyayı karşımıza çıkaracaktır. Bu yazı, insanoğlunun gelecek yıllarda ne gibi olaylarla karşı karşıya kalabileceği, 21. yüzyıl dünya düzeninde hangi yeniliklerin etkili olacağı sorularına cevap aramaya çalışmaktadır.
Üç Kutuplu Yeni Dünya
2022 yılının şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, hiç şüphesiz 21. yüzyılın en önemli jeopolitik dönüm noktalarından biri olarak kabul edilebilir. Savaşın başlarında dünya üzerindeki en büyük üç askeri güçten biri olarak kabul edilen Rusya’nın Ukrayna’yı birkaç gün içerisinde mağlup edeceği tahmin edilse de Ukraynalıların gösterdiği direniş ve Batı’nın verdiği silah desteği savaşı tam bir çıkmazın içine sürüklemiştir. Bugün gelinen noktada Rusya-Ukrayna Savaşı’nın daha ne kadar devam edeceği belirsizliğini korumaktadır. 2024 yılında karşı karşıya olduğumuz bir diğer çatışma noktası ise Gazze Şeridi’nde yaşanan savaştır. İsrail’in Gazze’ye yaptığı operasyon, gezegenimizin bir numaralı süper gücü olan ve Orta Doğu’dan çekilerek ağırlığını Uzak Doğu’ya vermeye hazırlanan ABD’nin yeniden bölgeye gelmesine sebep olmuştur. Gazze’de süregelen savaşın ne kadar devam edeceği tıpkı Ukrayna Savaşı gibi belirsizliğini korumaktayken; dünyanın gebe olduğu birçok yeni savaş, birçok yeni çatışma alanı vardır. Olasılıkların başında hali hazırda devam eden iki savaşın yayılma ihtimali yer almaktadır. Çarlık Rusya’sından beri süregelen “Panslavizm” idealini gerçekleştirmeyi ve Üçüncü Roma İmparatorluğu’nu kurmayı hedefleyen Kremlin yönetimi, Ukrayna’daki savaşı genişletebilecektir. Polonya’nın doğusu, Moldova’nın Transdinyester Bölgesi ve eski Sovyet Bloğu ülkeleri Rusya’nın kontrol altına almak isteyeceği bölgelerin başında yer almaktadır. Ukrayna Rusya’ya karşı direndiği sürece Rusya’nın bu bölgelere karşı saldırgan bir tutum sergilemesi mümkün olmasa da bu olasılık uzun bir süre daha var olmaya devam edecektir. İsrail-Filistin Savaşı’nın da yayılma olasılığı bulunmaktadır. Mevcut İsrail yönetiminin Lübnan’a olan ilgisi, İsrail ve İran arasındaki tarihsel mücadele ve İsrail’in tehdit olarak gördüğü ve komşu ülkelerde bulunan Husiler ve Hizbullah gibi yapılanmalar savaşın yayılma olasılığını her geçen gün arttırmaktadır. Her iki savaşın da yayılması dünyanın içinde bulunduğu mevcut krizi daha da büyütecektir.
Çin ve Tayvan arasındaki jeopolitik durum uzun yıllardır devam eden bir siyasi süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti, Çin Cumhuriyeti (Tayvan) diye bir devletin var olduğunu kabul etmemektedir ve er ya da geç Tayvan’ın Çin anakarasına barış yoluyla bağlanacağını dile getirmektedir. Dünya üzerindeki otoritelerin çoğunluğu ise Pekin yönetiminin aksine, Çin ve ABD’nin Tayvan Adası’nda bir savaşa gireceğini iddia etmektedir. Şurası kesindir ki Çin ile ABD arasında Tayvan’da yaşanacak bir savaş, her iki ülkeyi de ekonomik ve siyasi açıdan ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakabileceği gibi dünyayı da farklı krizlerin içine sokacaktır. Günümüzdeki teknolojik ürünlerin çalışmasını sağlayan bilgisayar çiplerinin %63’ü Tayvan’da üretilirken Tayvan Boğazı ve Güney Çin Denizi dünya deniz ticaretinin büyük bölümüne ev sahipliği yapmaktadır. Bir savaşın yaşanması bu bölgenin ve dolaylı olarak dünyanın ekonomik düzenini alt üst edecektir. Savaş ve tedarik zincirlerinde yaşanan sorunlar Çin’de üretim tesisleri bulunan birçok küresel şirketin bu tesislerini hızla Hindistan ve Türkiye gibi ülkelere kaydırmaya itecektir. Gerginliğin artması durumunda adayı terk etmek zorunda kalacak olan çip endüstrisi için de benzer bir senaryo geçerli olacaktır.
Tayvan’da Yaşanması Beklenen Savaş Hakkında Bir Karikatür
(https://asia.nikkei.com/Spotlight/Asia-Insight/Taiwan-caught-in-US-China-diplomatic-crossfire)
Bir diğer potansiyel savaş alanı ise Hindistan, Pakistan ve Çin toprakları arasında yer alan ve dünyanın maden yatakları bakımından en zengin bölgelerinden biri olan Keşmir Bölgesi’dir. Keşmir Bölgesi’nin Çin ve Hindistan arasında meydana gelecek çatışmalara ev sahipliği yapması ihtimali uzak bir ihtimal değildir. Nitekim 21. yüzyılın yükselen güçlerinden biri olan Hindistan’ın önümüzdeki dönemde Keşmir üzerinde hak iddia etmesi, Çin’in bölgeye olan ilgisiyle karşı karşıya geldiğinde; geçtiğimiz yıllarda yaşanan gerginliklere benzer gerginlikler yaşanabileceği gibi, iki ülke arasında ufak çaplı çatışmalar da meydana gelebilecektir. Bununla beraber Keşmir’in arasında tarihsel bir din kavgası olan Hindistan ve Pakistan arasındaki siyasi gerginliklere de ev sahipliği yapma olasılığı bulunmaktadır.
Bütün bunlar göz önüne alındığında; yeni dünya düzeninin üç kutuplu bir dünya düzeni olacağını söylemek mümkündür. ABD, Rusya ve Çin’in başını çekeceği bu dünya düzeninde; Hindistan, İsrail, İngiltere ve mevcut konumundan ötürü Türkiye’de söz sahibi olabilecek ülkeler olarak karşımıza çıkmaktadır. 21. yüzyılın jeopolitik düzeni, bu üç ülkenin başrolde olduğu süreç ile şekillenecek gibi görünmektedir.
Devletlerin Yaşadığı İç Problemler
21. yüzyılda dünya genelindeki devletlerin çözmeleri gereken en önemli sorunlardan biri, kendi toprakları içerisindeki asayişi ve vatandaş memnuniyetini sağlamak olacaktır. İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve ABD’nin merkezde bulunduğu tek kutuplu dünya düzeninde devlet-vatandaş arası sorunlar daha çok üçüncü dünya ülkelerinde yaşanmaktaydı. Ancak 2020 yılında karşılaştığımız Covid-19 pandemisi ile dünyanın neredeyse her ülkesinde, devletler ile vatandaşlar arasında gerginlikler yaşanmaya başlamış, gezegenin en zengin ülkelerinde dahi vatandaşlar devlet politikalarından ve günlük hayattaki ekonomik sorunlardan ötürü ülkelerini yönetenlere karşı tepki göstermişlerdir. Bunun ilk örneği, pandemi döneminde ABD’de meydana gelen “George Floyd” gösterileri ve kongre baskınıdır. Bu olaylar, dünyanın bir numaralı süper gücünün bu zamana denk hiç karşılaşmadığı sorunlardır ve kamuoyunu oldukça şaşırtmıştır. Rusya içerisinde de Kremlin yönetiminin Ukrayna’da başarısız olması nedeniyle, özellikle Çeçenistan ve Dağıstan gibi cepheye fazlaca asker yollayan bölgelerde ciddi huzursuzluklar yaşanmıştır. Avrupa’da çiftçilerin iklim politikalarına karşı gösterdikleri tepki, Güney Amerika ve Afrika’da ekonomik nedenlerle meydana gelen sokak gösterileri ve Hong Kong başta olmak üzere, farklı Uzak Doğu şehirlerinde gerçekleşen protestolar göz önüne alındığında; devletler ve vatandaşlarının arasının giderek açıldığını söylemek mümkündür. Bu ülkelerin içerisinde asayiş ve güvenlik problemlerini beraberinde getirecektir.
Devletler için sorun teşkil eden bir başka problem ise çeşitli ideolojik gruplar arasındaki gerilimin her geçen gün tırmanmasıdır. Daha çok totaliter olmayan devletlerin karşılaştığı bu sorun, son derece ciddi bir anarşi sorununu beraberinde getirme potansiyeline sahiptir. ABD’yi örnek olarak kabul edersek, ülke içerisinde faal olan Hıristiyan gruplar ile sermaye sahipleri arasında ciddi bir çekişme vardır ve bu mücadele, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti üzerinden şekillenmektedir. Nitekim ülke kamuoyunda ABD’nin iç savaşa sürükleneceğine yönelik inanç her geçen gün daha da kuvvetlenmekte, anarşik olayların sayısı artmaktadır. Benzer bir kutuplaşma Avrupa içerisindeki sol ve sağ gruplar arasındadır. Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa ülkelerinin hayata geçirmesi gereken politikalar konusunda farklı görüşlere sahip olan bu gruplar arasındaki gerilimin gün geçtikçe artması olasıdır. ABD ve AB’nin karşı karşıya olduğu bu sorun, dünyanın birçok devletinin kendi toprakları üzerine karşı karşıya olduğu bir sorundur.
Devletlerin hali hazırda içinde oldukları ve önümüzdeki yıllarda büyümesi beklenen bir diğer sorun ise mevcut nüfus yapısının bozulmasıdır. Savaşlar, ekonomik sorunlar ve iklim değişikliği nedeniyle, özellikle Batı ülkeleri ciddi bir göçmen akımıyla karşı karşıyadır ve bu sorun daha da büyüyerek birçok ülkenin demografik yapısının değişmesine neden olacaktır. Avrupa ülkelerini göz önüne aldığımızda düzensiz göç ve demografik yapının değişmesinin, önümüzdeki yıllarda “Schengen Bölgesi” uygulamasını dahi ortadan kaldırabileceği kimi otoriteler tarafından dile getirilmektedir. Ülkelerin nüfus yapısını bozacak bir diğer unsur ise yaşlanan nüfusun artması ve doğum oranlarının düşmesidir. Özellikle batı ülkelerinde ciddi bir sorun olarak tanımlayabileceğimiz bu durum, demografik yapının değişimini daha da hızlandıracaktır.
Kısacası, çok kutuplu dünyada küresel ve bölgesel güçler arası mücadelenin artması söz konusu olduğu gibi, ülkelerin enerjilerinin büyük bir çoğunluğunu kendi içlerinde harcaması da beklenmektedir. Bu yüzyıl, dünya devletlerinin kendi varlıklarını ve ülke içi istikrarı korumak adına mücadele verecekleri bir yüzyıl olacaktır.
İklim Sorunu ve Yeni Kavimler Göçü
Günümüzde insanoğlunun karşı karşıya olduğu en önemi sorunlardan biri hiç şüphesiz iklim değişikliği problemidir. 2023 yılında gezegenimizin sıcaklık ortalaması 1.32 derecenin üstüne çıkarak bu zamana kadar tutulmuş olan kayıtlardaki en sıcak dönemini geçirmiştir. Gezegenin sıcaklık dengesinin bozulması ve atmosferde oluşan, ozon tabakasının delinmesi gibi çeşitli sorunlar, hava olaylarının dengesini de etkilemiştir. Mevsimlerin farklı aylara kayması, yaz aylarında bir anda ortaya çıkan fırtınalar, çöl ikliminin etkin olduğu coğrafyalara kar yağması, bazı bölgelerin ciddi kuraklık sorunu ile mücadele etmesi gibi olaylar hepimizin günlük hayatında gözlemlediği sorunlardır. Nitekim gelecek yıllarda Orta Doğu, Sahra altı Afrika ve Güney Avrupa bölgesinin kuraklıklar; Güney Asya ve Güney Amerika’nın Amazon bölgesinin de muson ikliminin tahmin edilemeyecek ölçüde değişmesi nedeniyle yaşanamayacak hale geleceği tahmin edilmektedir. İnsanlığı bekleyen bir diğer tehlike ise deniz seviyelerinin yükselmesidir. Artan sıcaklıklar Dünya’nın güney ve kuzey kutuplarındaki buzulları hızla eritmekte, deniz ve okyanus seviyelerini yükseltmektedir. Dünya metropollerinin çoğunun deniz ve okyanus kıyılarında yer aldığı göz önüne alındığında, devasa büyüklükte kentsel alanın deniz seviyelerinin yükselmesi sonucu sular altında kalma ihtimali bulunmaktadır. New York, Miami, Londra, Hong Kong, Mumbai, Singapur, Pekin ve Şangay gibi dünya şehirlerinin deniz seviyelerinin yükselmesi sorunu çözülemezse sular altında kalmasına kesin gözüyle bakılırken; Hollanda, Maldivler, Katar, Kuveyt, Bangladeş ve Pasifik Ada ülkelerinin haritadan silinmesi beklenmektedir. Ülkemizde ise İzmir başta olmak üzere düşük rakıma sahip birçok kent risk altındadır.
Deniz Seviyesinin Yükselmesi Sonucu Oluşması Beklenen Harita
(https://fi.pinterest.com/pin/75505731227067992/)
Tüm bunlarla bağlantılı olarak; 2023 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yapılan “İklim Göçü Çağı’na girdik” açıklaması aslında yaşanacak birçok olayın habercisi olmuştur. Asya’da iklim değişikliğinden etkilenecek ve yaşanmaz hale gelecek bölgelerde toplamda 500 milyonun üzerinde insan yaşarken Afrika’da bu sayı 100 milyondur. Başka bir tabirle yalnızca iki kıtada toplamda 600 milyondan fazla insan yaşadıkları bölgelerden iklim kaynaklı sorunlar nedeniyle göç etmek zorunda kalacaklardır. İklimle beraber devletler arasındaki savaşlar ve devletlerin içlerinde yaşadıkları iç savaşlar da gezegen genelindeki göçmen sayısının artmasına sebebiyet verecektir. Kısacası, savaşların ve iklim sorunlarının yaşanacağı bu süreçte, 1 milyardan fazla insanın farklı yerlere göç etmesi beklenmektedir. Uzak bir ihtimal olmayan bu senaryonun yaşanması halinde, 21. yüzyılda yaşanacak göç hareketleri insanlık tarihinin en büyük göç hareketi olarak karşımıza çıkacaktır. Bu göç dalgasının sonunda “ulus devlet” ve “millet” kavramlarının ciddi anlamda deformasyona uğraması ve bu deformasyonun insan sosyolojisi üzerinde de önemli etkileri olması olasıdır.
Pandemiler Yüzyılı
Afrika’nın önemli bilim adamları arasında yer alan, Kongolu mikrobiyolog Jean-Jacques MUYEMBE-TAMFUM, Covid-19 pandemisi sırasında yaptığı açıklamalarla, 21. yüzyılın bir “Pandemi Yüzyılı” olacağını iddia etmiştir. Tamfum, dünya üzerindeki şehirleşmemiş bölgelerde bilim adamlarının tanımlayamadığı binlerce virüs türünün bulunduğunu, bu virüslerin her birinin insanları hasta etme potansiyelinin olduğunu dile getirmiştir. Özellikle tropikal kuşaktaki şehirsel alanlar ve ormanlık arazilerin hızla entegre olmaya başladığını dile getiren Tamfum, şehirlerin ormanlık alanlara kaymaya başlaması ve oluşacak hijyen sorunları nedeniyle önümüzdeki dönemde birçok küresel salgınla karşılaşabileceğimiz hakkında uyarılarda bulunmuştur. Benzer uyarılar, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası sağlık kuruluşları tarafından da yapılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün Devletlere Sunduğu Pandemi Antlaşması Hakkında Karikatür
(https://g2h2.org/posts/inb-openletter-november2022/)
Bir “Pandemi Yüzyılı” yaşamamız konusundaki risk geçmişe göre oldukça fazladır. Bu durumun ilk nedeni tıpkı Tamfum’un bahsettiği gibi, tropikal kuşaktaki şehirlerin ormanlık alanlara kaymaya başlamasıdır. Bu bölgede insanlara bulaşabilen ve hızla yayılan bir virüsün, küresel ulaşımın en üst seviyeye çıktığı bu dönemde bir pandemiye sebebiyet vermesi oldukça olasıdır. Bir diğer neden ise iklim değişikliğidir. Nitekim dünyanın sıcaklığının artması ile birlikte, güney ve kuzey buzullarının altında asırlardır donuk halde olduğu bilinen ancak insanların hastalanmasına sebebiyet verip vermeyeceği kesin olmayan virüslerin yeniden ortaya çıkması beklenmektedir. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, bir pandemi yüzyılına girme olasılığımız her zamankinden yüksek gözükmektedir.
“Yeni İnsan” Kavramı, Genetik ve Beslenme
Hiç şüphesiz insan vücudu eşi benzeri olmayan, oldukça komplike bir biyolojik yapıdır. Tarih boyunca insan vücudu birden fazla kez içindi bulunduğu farklı koşullara uyum sağlayarak günümüzdeki haline ulaşmıştır. İnsan vücudunun sahip olduğu özellikler ve potansiyel halen tam olarak keşfedilebilmiş değildir. Ancak tüm bunlar, bu biyolojik makinenin kusursuz bir makine olduğu anlamına gelmemektedir. İnsan vücudunun sahip olduğu biyolojik sorunları çözmek, insanı daha komplike bir canlı haline getirmek ve bu amaç doğrultusunda yeni bir “Beslenme Düzeni” ortaya çıkararak insanların besin ihtiyacını bu sistem aracılığıyla karşılamak, günümüz bilim adamlarının üzerinde çalıştıkları konulardır.
2020 yılının Nobel ödülü, geliştirdikleri “CRISPR-Cas9” sistemi nedeniyle Fransız mikrobiyolog Emmanuelle CHARPENTİER ile ABD’li biyokimyacı Jennifer A. DOUDNA’ya verilmiştir. Bir gen dizilimi yöntemi olarak tanımlayabileceğimiz CRISPR teknolojisi, tıp ve genetik alanında devrim yaratan bir teknoloji olmuştur. Genetik bozukluklar CRISPR ile düzeltilebileceği gibi canlıların çevresel koşullara ve hastalıklara daha dirençli hale getirilebilmesi mümkündür. Kanser hastalığı ve salgın hastalığa sebep olan virüsler gibi günümüzde tedavisi oldukça zor olan birçok hastalık CRISPR ile tarihe karışabilecekken; gelecekte su altında nefes alabilen dalgıçlarla, Güneş’in yaydığı radyasyona dirençli astronotlarla, daha az uykuya ihtiyacı olan güvenlik görevlileriyle, kısacası farklı özelliklere sahip olan farklı insan türleri ile karşılaşmamız mümkündür. CRISPR uygulamasının yapıtaşı DNA’dır ve farklı insanların DNA’larının verimli şekilde kullanılmaları adına Biyobanka kavramı ortaya çıkmıştır. Biyobankalar insan DNA’larının saklandığı ve bu DNA kayıtlarının sağlık ve adli işler amacıyla kullanıldığı depolar olarak tanımlanabilirler. Küresel bir salgınlara, yaygınlaşan hastalıklara mücadele etmek adli vakıaların çözülmesinde yardımcı olması amacıyla kurulması beklenen bu bankalar önümüzdeki yıllarda dünya genelinde yaygınlaşacaktır. Mars’ta ve Ay’da koloni kurulması, yeni su altı şehirlerinin inşa edilmesi gibi senaryolarda da insanları bu bölgelere adapte etmek adına biyobankalarda tutulan genler önemli rol oynayacaktır.
Tüm bunlarla beraber yeni besin kaynaklarının kullanılmaya başlaması da gündemde olan konulardan biridir. Nitekim değişen iklim ve hızla artan dünya nüfusu nedeniyle günümüzde tükettiğimiz birçok ürünün gelecekte tüketilmemesi, tüketilememesi mümkündür. Ayrıca bildiğimiz anlamdaki geleneksel tarım her geçen gün daha da demode hale gelmekte ve hem insanlara hem de gezegene zarar vermektedir. Üretilen çözümlerden ilki geleneksel tarımdan endüstriyel tarıma geçilmesidir. Bu yeni tarım sisteminde çiftçilik kavramı ortadan kalkacak ve tarımsal faaliyetler, arazilerinden, şehir merkezlerinde bulunan seralara kayacaktır. Dünyayı endüstriyel tarıma geçirmeyi hedefleyenler, bu yeni tarım sistemi ile çok daha az enerji ile çok daha verimli besinler üretmeyi hedeflemektedirler. Üretilen bir diğer fikir ise gıda kapsülleridir. Gıda kapsülleri adından da anlaşılacağı üzere bir gıdanın hap olarak alınması ve tüketicide tıpkı o besini tüketmiş hissi uyandıran kapsüllerdir. İleride bu kapsüllerin dünya genelinde yaygınlaşması olasıdır. Uzun lafın kısası, 21. yüzyılda beslenme alışkanlıklarının da değişmesi oldukça yüksek bir ihtimal olarak görünmektedir.
Manhattan Adası’nda İnşa Edilmesi Planlanan Dikey Sera
(https://inhabitat.com/sky-garden-skyscraper-by-daniel-libeskind/)
Kuantum Tabanlı Küresel Blokzincir
Blokzincir teknolojisi verilerin dağıtık ve güvenli şekilde kaydedilmesini; bireylerin kendi aralarında herhangi bir aracıyla ihtiyaç duymadan işlem yapmasını sağlayan teknoloji olarak karşımıza çıkmaktadır. Farklı veri bloklarının bir zincir olarak yapılandığı; kriptografik şifreleme mekanizmasına sahip olan bu teknoloji, küresel çapta bir kayıt sisteminin oluşmasını sağlayabilecek nitelikte bir teknolojidir. Blokzincir sayesinde tedarik zincirlerinin kontrolü, sağlık hizmetleri, ülkeler arası seyahatlerin denetlenmesi gibi konularda küresel çapta, merkezi bir otoritenin kontrolü altında olmadan tek bir kontrol ve işletme mekanizması kurulabilecektir. Fakat blokzincir teknolojisinin çeşitli sorunları bulunmaktadır. Her ne kadar kriptografi yöntemi ile şifrelenmiş sistemler oldukça güvenli ve aracıya ihtiyaç duymayacak işlemler olsalar da bu sistemler yavaş sistemlerdir ve hacklenmesi imkânsız değildir. Blokzincir tabanlı sistemleri hızlandırmak ve hacklenmesi tam anlamıyla imkânsız sistemler haline getirmek amacıyla bu sistemlerin kuantum teknolojileri ile entegre edilmeleri planlanmaktadır.
Bir Quantum Bilgisayar Örneği
(https://www.pcgamer.com/hardware/multiple-governments-around-the-world-have-secretly-agreed-to-restrict-the-export-of-quantum-computers/)
Kuantum bilgisayarlar henüz bebeklik aşamasında teknolojiler olsalar da 21. yüzyılda yapay zekâdan sonra en önemli devrim olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılmaktadır. Kuantum bilgisayarlar bildiğimiz anlamdaki bilgisayarlarda var olan bitler yerine qubitler kullanmaktalardır. Bu qubitler çok daha hızlı işlem yapabildikleri gibi hacklenmeleri ve bir siber saldırıdan zarar görmeleri neredeyse imkansızdır. Kuantum teknolojisi ile donatılmış bir blokzincir sistemi, günlük hayatımızı oldukça hızlandıracaktır ve 21. yüzyılın küresel veri tabanı, kuantum tabanlı Blokzincir sistemleri üzerine inşa edilecektir. Bu sistemler adeta bir “küresel noter” görevini üstleneceklerdir.
Yeni Ekonomik Sistem
20. yüzyıl ilk çeyreğinde dünyaya hâkim olan finans sistemi, Batı merkezli bir finans sistemidir. Batı merkezli finans kuruluşları ve bankaların ekonomiye hâkim olduğu, Amerikan dolarının ise rezerv para statüsünde bulunduğu bu sistem, 21. yüzyılın ilk çeyreğine kadar etkinliğini sürdürmüştür ve yakın vadede de etkinliğini sürdürmeye devam etmesi beklenmektedir. Ancak 2008’de yaşanan global ekonomik kriz ile beraber sarsılan batı merkezli ekonomik sistem, 2020’de yaşanan Covid-19 pandemisi ile birlikte gerilemeye başlamıştır. Yeni bir ekonomik sistem gerekliliği başta Dünya Ekonomik Forumu olmak üzere birçok uluslararası otorite tarafından dillendirilmeye başlanmış, doğunun küresel güçleri olan Çin ve Rusya’nın liderliğinde oluşturulan BRICS gibi birliktelikler, yeni bir ekonomik sistem gerekliliğini bir kere daha gözler önüne sermiştir.
21. yüzyılın finans sistemi, merkezi olmayan bir finans sistemi olacaktır. Günümüzün kripto para birimleri ve bu para birimlerinin işlem gördükleri borsalar, söz konusu bu merkezi olmayan finans sisteminin ilkel birer versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. 21. yüzyıl finans sisteminin merkezi olmayan para birimleri üzerine kurgulanması, merkez bankalarının, özel bankaların ve diğer finans kuruluşlarının var olmadığı bir finans sistemini beraberinde getirecektir. Bununla beraber, dijital ortamda bulunan bu para birimleri üzerine kurulan yeni finans sistemi, “nakit” kavramını da tarihe karıştıracak olan bir sistemdir. WEF ve BRICS gibi uluslararası kuruluşlarda gündeme getirilen bu yeni finans sisteminde Amerikan dolarının yerini, yeni bir uluslararası kripto para biriminin alması gerektiği fikri yüksek sesle dillendirilmektedir. Yakın vadede küresel anlamda bu yeni finans sistemine geçiş her ne kadar çok mümkün görünmese de uzun vadede Amerikan dolarının rezerv para statüsünü bir merkeziyetsiz para birimine teslim edeceği, günümüzde yüksek sesle konuşulmaktadır.
Yapay Zekâ
“Detroit” isimli oyun 2018 yılında piyasaya sürülen bir oyundur ve insanlar ve robotların bir arada yaşadığı bir toplumu gözler önüne sermektedir. Detroit, gelecekte insanlarla robotların iç içe yaşayacakları bir toplumun nasıl bir sosyolojik yapıya sahip olacağı ve hangi kavramların tartışmaya açılacağı hakkında bizlere güzel bir perspektif sunmaktadır. Günümüzde yapay zekânın geldiği nokta göz önüne alındığında, robotların fazla uzak olmayan bir gelecekte günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası olacağını söylemek mümkündür.
Yapay zekâ günümüzün en çok konuşulan kavramlarından biridir ve akıl almaz bir hızla ilerlemektedir. Yapay zekâ alanındaki hız o kadar üst seviyededir ki, teknoloji şirketleri gelirlerinin büyük bir kısmını bu teknolojilerin geliştirilmesine ayırmışken, devletler de yapay zekâdan yararlanmaya çoktan başlamışlardır. Yapay zekâ bu hızla ilerlediği taktirde, tıpkı Detroit oyununda olduğu gibi, gelecekte sokaklarda gezen ve insanların üstlendiği “ağır ve gereksiz iş” niteliğindeki birçok işin bu robotlar tarafından yapıldığını görmemiz mümkündür. Daha uzak bir gelecekte ise her evde insanlara benzeyen ve ev haklına yardım eden android robotlar ile karşılaşılabilir. Bu durum insanlık tarihinde bir dönüm noktası olacaktır. Biz insanlar, kendi hayatlarımız ve toplum için çok daha yararlı işlerde çalışırlarken, günümüzde bizleri meşgul eden birçok işin robotlar tarafından çok daha hızlı ve verimli şekilde yapılması mümkün olabilecektir.
Yapay zekâ teknolojilerinin getireceği birçok pozitif gelişme vardır. Ancak bu teknolojiler yıkıcı teknolojilerdir ve yaratacakları ilk yıkıcı etki milyonlarca insanın işini kaybetmesi olacaktır. Nitekim 2023 yılı, özellikle teknoloji şirketlerinde, yapay zekâ nedeniyle en çok işten çıkarmanın yaşandığı yıl olmuştur ve bu işsizlik dalgası artarak devam edecektir. Dolayısıyla, her ne kadar yeni iş alanları ortaya çıkacak olsa da tüm insanlığı bekleyen ciddi bir sosyal işsizlik dalgası kapıdadır. Bir diğer yıkıcı etki ise mahremiyet kavramının tamamen tarihe karışması olacaktır. Yapay zekâ sistemleri devasa miktarda veri ile çalışmaktadır ve topluma tam olarak yararlı sistemler üretmek isteniyorsa, insanların sahip olduğu ve dijital ortamda bulunan tüm verilerin yapay zekâ sistemlerine entegre edilmesi gerekecektir. Son ve en büyük tehlike ise robotların insanları düşman olarak görmeye başlamasıdır. Bizlerden çok daha hızlı, güçlü, yüksek IQ’lu ve herhangi bir temel biyolojik ihtiyaca sahip olmayan robotların, insanoğlu ile gireceği bir savaşı kazanmasına kesin gözüyle bakılabilir. Dolayısıyla günümüzde yapay zekâ konusunda uyarı yapan ve bu teknolojilerin insanlığın sonunu getireceğine inananlara hak vermemek elde değildir.
Yeni Ticaret Yolları
21. yüzyılı şekillendiren birçok yeni ticaret yolu projesi bulunmaktadır. Çin devletinin uzun süredir üzerinde çalıştığı “Bir Kuşak Bir Yol” projesi, bu projelerin başında yer almaktadır. Kuzey Kuşağı, Orta Kuşak ve Güney Kuşağı olmak üzere üç ana kol üzerinde gelişen ve Çin’den Avrupa’ya uzanan bu proje, geçtiğimiz yıllarda ciddi mesafe kaydetmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti, Orta Asya ülkelerine, Türkiye’ye, Pakistan’a, Hindistan’a, İsrail’e ve İran’a ciddi yatırımlar yaparak 21. yüzyıl ticaretini şekillendirecek olan bu projeyi ilerletmeye çalışmaktadır. Buna karşılık, gezegenin hali hazırdaki süper gücü olan ABD; Kuşak Yol projesine karşı çeşitli yeni ticaret yolu projeleri üretmeye çalışsa da bu zamana kadar bu projeye rakip olabilecek seviyede bir proje ortaya çıkaramamıştır. Bütün bunlar göz önüne alındığında 21. yüzyıl ticaret savaşlarının Çin ve ABD arasında geçeceği yorumu yapılabilir. Ancak dünyadaki değişimler, başka ticaret yollarının da ortaya çıkmasını sağlayacak niteliktedir. İklim değişikliğinin neden olduğu Arktik buzullarının erimesi ve deniz seviyesinin dünya genelinde yükselerek birçok bölgeyi sular altında bırakması sonunda yeni su ticaret yolları oluşacaktır. Bu ticaret yollarının en önemlisi Arktik buzullarının erimesi sonucu Rusya’nın kuzeyinde açılan ve Norveç’ten Japonya’ya deniz yolu ile gidilebilmesini sağlayan ticaret yoludur. Eskiden buzullar nedeniyle kullanılamayan bu yol söz konusu bu buzulların erimesi ile kullanılabilir hale gelecektir. Bununla beraber söz konusu yolun büyük bir bölümü Rusya’nın kıta sahanlığı içerisinde yer aldığı için ticaret yolunun kontrolü de Rusya’da olacaktır. Tıpkı Rusya’nın kuzeyinde oluşan bu su yolu gibi, Orta Amerika ve Güneydoğu Asya’da da deniz seviyesinin yükselmesi sebebiyle yeni ticaret yolları oluşabilecektir.
Arktik Okyanusu’ndan Geçen Yeni Deniz Ticaret Yolu
(https://www.thearcticinstitute.org/future-northern-sea-route-golden-waterway-niche/)
Tüm bunların yanında devletlerin ve özel şirketlerin bizzat üzerinde çalıştıkları yeni kanal projeleri bulunmaktadır. Bunların başlıcası Nikaragua Kanalı’dır. Panama kanalının ABD ve Anglosakson güçler tarafından kontrol edilmesi nedeniyle Çin’in ortaya çıkardığı, Panama kanalının alternatifi olarak geliştirilen bir projedir Nikaragua Kanalı. Proje finansmanı her ne kadar askıya alınmış olsa da Çinlilerin Atlas ve Pasifik Okyanusu arasındaki ticarete dahil olacaklarına neredeyse kesin gözüyle bakılabilir. Yine Çinlilerin bizzat finansmanını sağlamaya çalıştığı KRA Kanalı projesi de Malakka Boğazı’na alternatif olarak ortaya çıkarılmış bir deniz yolu projesidir. Ülkemizde ise İstanbul Boğazı’na bir alternatif olarak Kanal İstanbul projesi gündeme getirilmiştir. Göründüğü üzere dünya üzerindeki güçler kendi kontrolünde olan yapay deniz yolları üzerinde de ciddi mesai harcamaktadırlar. Tüm bunlar göz önüne alındığında 21. yüzyılın aynı zamanda bir “Ticaret Savaşı” yüzyılı olacağını söylemek mümkündür.
Yeni Küresel Enerji Kullanımı
Geleceğin en önemli enerji kaynağı olarak gösterilen enerji kaynakları yenilenebilir enerji kaynakları olarak karşımıza çıkmaktadır. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, hidroelektrik enerjisi ve dalga enerjisi bu yenilenebilir enerji kaynaklarının başında gelmektedirler. Yenilenebilir enerji kaynakları her ne kadar geleceğimizin en önemli enerji kaynakları olarak görülseler de medeniyetimizin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılayıp karşılayamayacağı ciddi bir soru işaretidir. Nitekim 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte, birçok Avrupa devleti Rusya’dan ithal ettikleri fosil yakıtlardan kurtulmak amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmiş, ancak bu yönelim ciddi bir hayal kırıklığı ile sonlanmıştır. Bu enerji kaynaklarının günümüzde dahi yetersiz kalması, insanlığın fosil yakıtlara bir süre daha bağlı olacağının ve alternatif enerji kaynakları ortaya çıkarması gerektiğinin göstergesidir.
Bilim adamları arasında Sahra Çölü’nün tamamını güneş panelleri ile kaplamak, uzaya yeni güneş panelleri kurmak gibi birçok absürt fikir tartışılsa da 21. yüzyılda medeniyetimizin en önemli enerji kaynağının füzyon reaktörleri ve yeni nesil nükleer santraller olması beklenebilir. Füzyon reaktörleri en basit anlatımla dünya üzerinde yeni bir güneş üretmekte ve bu yapay güneşten neredeyse sonsuz düzeyde bir enerji üretmektedir. İlk olarak Çin’de denenen füzyon reaktörü deneyi başarıyla sonuçlanmıştır ve bu reaktörler üzerinde çalışmaya diğer gelişmiş ülkeler de devam etmektedir. Füzyon reaktörlerinin başarıya ulaşması ve yaygınlaşması durumunda medeniyetimizin bir numaralı enerji kaynağı olması kaçınılmaz görünmektedir.
Füzyon Reaktörlerinin İç Yapısı
(https://www.tunas.gov.tr/tr/haber-detay/dunyanin-en-buyuk-nukleer-fuzyon-reaktoru-faaliyete-basladi)
Uzay Teknolojileri ve Dünya Dışı Rekabet
Uzay, insanların daima merak ettiği bir yer olmuştur ve uzun vadede bu merakın ortadan kalkacağını söylemek güçtür. Önümüzdeki yıllarda, Soğuk Savaş döneminden alışkın olduğumuz uzay yarışlarının yeniden kızışması ve bir dünya dışı rekabete evrilmesi mümkündür. Bu rekabetin ilk aşaması Dünya yörüngesinde olacaktır. Nitekim gelecek yıllarda dünya yörüngesinde faaliyet gösterecek olan ve farklı ülkeler tarafından kurulan uzay istasyonlarının sayısı artacak, bu istasyonlar arasında bir rekabet olacaktır. Bu istasyonların bazılarının uzay asansörleri ile dünyaya bağlanması projeleri de mevcuttur. Sonuç olarak dünya üzerindeki hayatın küçük bir bölümü Dünya yörüngesine taşınacak ve bu, yörüngede ülkeler arası bir rekabete sebebiyet verecektir.
Japonya’nın Üzerinde Çalıştığı Uzay İstasyonu ve Uzay Asansörü Projesi
(https://www.milliyet.com.tr/galeri/japonya-uzay-asansoru-testlerine-basliyor-2737998/1)
Uzayda rekabet yaşanması beklenen bir diğer yer ise Dünya’nın uydusu Ay’dır. Nitekim 2010’lu yıllarda Amerika, Çin ve Rusya; Ay üzerinde bir koloni kurmak üzere mesai harcamaya başlamışlardır. Ay’a bir koloni kurmak ve Ay üzerindeki toprakları paylaşmak 21. yüzyılın uzay yarışlarının ikinci aşaması olacaktır. Nitekim Ay üzerinde Helyum 3 başta olmak üzere insanlık adına enerji kaynağı sayılabilecek birçok maden bulunurken, insanlığın Dünya dışında yaşamasını test edecek nitelikte birçok deney burada yapılabilecektir. Aynı zamanda dünya dışı yaşam veyahut Dünya’ya benzer bir gezegen bulmak konusunda uydumuz ciddi bir araştırma üssü olarak kullanılabilecek niteliktedir.
21. yüzyıl uzay yarışlarının üçüncü aşaması ise Mars’a insanlı araç göndermek olacaktır. Nitekim uydumuz Ay için yapılabilecek yorumların aynısı Mars için de yapılabilir. Mars’a insanlı araç gönderen ilk devlet, tıpkı 60’larda ABD’nin Ay’a insan göndererek uzay yarışını kazanması gibi, 21. yüzyıl uzay yarışının galibi olarak görünebilir. Ancak teknolojinin geldiği nokta göz önüne alındığında Mars’a birden fazla devletin insanlı uzay aracı göndermesi mümkündür. Bununla birlikte SpaceX gibi uzay teknolojileri üzerinde faaliyet gösteren şirketlerin de Mars’a ilgi duyması kaçınılmazdır. Kısacası Ay’daki toprak paylaşımına benzer bir paylaşım Mars’ta da yaşanabilecekken, bu paylaşım içerisine özel şirketler de katılabilir ve Mars’ta adeta kendi kolonilerini kurabilirler.
Sonuç
Bütün bunlardan anlayacağımız üzere, 21. yüzyıl birçok yeniliği ve beraberinde birçok riski içinde barındıran; fırsatlar ve risklerle dolu bir yüzyıl olacaktır. Jeopolitik açıdan ABD, Çin ve Rusya’nın başrol oynayacağı bir uluslararası düzen bizleri bekliyor olsa da bu yüzyılın küreselleşmenin en üst seviyeye çıktığı yüzyıl olması beklenmektedir. Quantum tabanlı blokzincir sistemleri ve merkezi olmayan para birimleri ile uluslararası nitelikte, hiçbir devlete bağlı olmayan bir ekonomik sistem ortaya çıkabilecektir. Yeni ticaret yollarının ve enerji kaynaklarının ortaya çıkması da bu ekonomik sistemin şekillenmesinde etkili olacaktır. Yapay zekâ günlük hayata hızla entegre olacak, CRISPR teknolojisi tıp ve beslenme alanında kullanılamaya başlanacak ve tüm bunlar insanların yaşam düzenini baştan aşağı değiştirecektir.
21. yüzyılda medeniyetimizin karşı karşıya olacağı bir numaralı sorun iklim sorunu olacaktır. Bu sorun şehirlerimizin sular altında kalmasına, yeni pandemilerle yüzleşmemize ve devasa göç hareketlerinin yaşanmasına vesile olacaktır. Bir diğer tehdit ise devletlerin kendi içlerinde ve birbirleriyle yaşayacağı gerginliklerdir. Nitekim yazının başında bahsettiğimiz gibi, 21. yüzyıl birçok bölgesel çatışmaya gebe bir yüzyıl olacaktır.
- 2100 - 11 Temmuz 2024
- 21. YÜZYILDA TÜRKİYE? - 9 Mayıs 2023
- BİR DEPREM ÜLKESİ: TÜRKİYE’Yİ GELECEK YILLARDA BEKLEYEN BÜYÜK DEPREMLER - 17 Şubat 2023
- AMERİKA’DAKİ İÇ KAVGA NEREYE GİDİYOR? - 8 Aralık 2022
- TEKNİK YÖNLERİ İLE BLOKZİNCİR TEKNOLOJİSİ - 12 Kasım 2022
- HAYDİ, DÜNYAYI SIFIRLAYALIM… - 25 Eylül 2022
- 21. YÜZYIL ŞEHİR VE ŞEHİRLEŞME MODELİ - 24 Ağustos 2022
- AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TEMELLERİNİ OLUŞTURAN DÜŞÜNCE AKIMLARI, ŞAHISLAR VE FİKİRLER - 14 Haziran 2022
- FRANSA’DA MACRON DÖNEMİ ve 2022 FRANSIZ CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ ÜZERİNE İNCELEME - 4 Nisan 2022
- 21. YÜZYIL KAVRAMLARI: BLOKZİNCİR, GENOM VE DİĞERLERİ - 30 Kasım 2021