Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

NORMAL MİLLİYETÇİLİK AŞIRI SAĞ OLAMAZ

Bugünkü dünya uygarlığının çıkış noktası olan Avrupa kıtası, sanayi devrimi ve birbirini izleyen diğer devrimci atılımların ortaya çıkış merkezi olarak yirmi yüzyıldan daha fazla bir zaman dilimi içinde, insanlığa büyük katkılarda bulunmuş ve böylesine olumlu bir destek çağdaş uygarlığa sıçrama yaptıran atılımların belirginlik kazanmasına her açıdan yardımcı olmuştur. Avrupa bu çerçevede ayağa kalkarak insanlığa yön göstermeye yönelirken, iki bin yıllık bir tarihsel sürece zemin hazırlamıştır. Orta çağ sonrasında içine girilmiş olan devrimler çağı, Avrupa merkezli adımların atılmasıyla öne çıkmış ve daha sonraları da bilimsel gelişmeler birbirini izlediği için, sanayi devrimini diğer alanlarda izleyen yeni devrimci atılımlar insanlığın gündemine oturmuştur. İnsanlığın beş kıtada birden orta çağ uykusundan uyanarak kalkınma ve gelişme yoluna doğru gitmesi, beş asırlık bir zaman dilimi içinde gelişerek çağdaş uygarlık düzeyinin başlangıç noktalarında Avrupa kıtası, öncülük görevini üstlenen bir merkez olmanın ötesine giderek tüm insanlığın geleceği için yararlı olabilecek adımların birbirini izlemesinde etkin bir rol oynamıştır. Yeni çağlar böylesine bir oluşumun başlangıç dönemi sonrasında ön plana çıkmış ve bu yüzden de dünyanın gelişmesi ve insanlığın ilerlemesi, Avrupa kıtası merkezli devrimci atılımlar ile tarihteki yerini almıştır. Bugünün en ileri ve gelişmiş devletleri Avrupa kıtasında yer almazken, Avrupa ülkeleri gene eskisi gibi öne çıkan devrimci adımları ile tarih yazmaya devam etmektedirler.

Geçen ay içinde Avrupa ülkelerinde Avrupa Birliğinin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu ile ilgili seçimler yapıldı ve ortaya kıtasal kamuoyunun biçimlendirdiği yeni bir siyasal ortam beklenmedik bir biçimde geldi. Birlik üyesi olan Avrupa ülkelerinin tamamının katılmış olduğu bu seçimler sonucunda, Avrupa’nın kıtasal bir yapılanma olarak ne gibi siyasal gelişmeler ile karşı karşıya olduğu açıkça siyasal gündemin baş köşesinde yerini almıştır. İspanya’da sağcı partiler yüzde kırk oranında oy almıştır ve Hollanda’da iktidardaki sağcı partilerin oy oranlarının beş misli arttığı görülmüştür. Avusturyada sağcı bir parti ilk kez en fazla oyu alarak birinci sıraya yerleşirken, Avrupa Birliği gibi bir kıtasal oluşuma karşı çıkarak bağımsızlık statüsünün devamını istemektedir. Belçika gibi Avrupa Birliğinin merkezi olan bir ülkede liberaller ağır bir yenilgiye uğrarken, bu ülkeden ayrılmak isteyen Flaman milliyetçisi parti oylarını arttırarak eskisine oranla daha da fazla destek almıştır. Polonya’da ise geleneksel sağ kanat parti olan Sivil Koalisyon, seçimleri kıl payı kazanarak var olan statükonun sürdürülmesini sağlamıştır. Toplam seçmen sayısının üçte birini alan bu parti eski sağcı muhalefet olan Hukuk ve Adalet partisinin önünde yer almıştır. Sağ uçta yer alan konfederasyon partisi ise oylarını üç misli artırarak seçimleri tamamlamıştır. Avrupa ülkeleri içinde orta ve doğu Avrupa arasındaki alanda yer alan Macaristanda Macar milliyetçi iktidar partisi oylarını daha da artırırken, yeni kurulan merkez sağ bir parti seçmenlerin yüzde otuzundan destek alarak Avrupa Halk partisi grubuna katılma hakkını elde etmiştir. Avrupa Parlamentosu seçimleri içinde yer alan milliyetçi ve sağ kanat partilerin oyları yükselirken, yeni bir milliyetçi dönemin hızla devreye girdiği görülmektedir. Liberal tutum ve yaklaşımlar bu aşamada geride kalmıştır.

Bütün ideolojilerin ve siyasal sistemlerin doğduğu ve zamanla yaygınlık kazandığı Avrupa kıtası bütün devletlerin katıldığı bir genel seçimler aşamasından geçerken, ilerisi için yeni bir tutum belirlemektedir. Liberalizmin ve sosyal demokrasinin doğum yeri olan Avrupa kıtası aynı zamanda ulusalcı hareketlerin ve milliyetçi cereyanların da doğduğu yer olmuştur. Sanayi devrimi benzeri yenilikler yaşam biçimlerini tümüyle etkileyerek yenilerken, aynı zamanda Fransız devrimi çizgisindeki siyasal gelişmeler de devrimci fikirlerin insanlığın düşünce alt yapısını zenginleştirerek, çağdaş uygarlığa yönelen insanlık birikimini gelecek için ana hedef haline getirmiştir. Ortaçağ sonrasında yüzyıllarca ilerleme ve gelişme kavramlarını kendisi için bir dayanak noktası olarak gören Avrupalılar, bu kez milliyetçi oyların fazla miktarlarda kullanılmasıyla ve bugünkü ulus devletin dünya sahnesine yeniden çıkmasıyla, Fransız devriminin bir armağanı olarak insanlığı yeniden milliyetçilik ülküsüyle karşı karşıya getirmişlerdir. Avrupa kökenli sosyalizm, sosyal demokrasi, liberalizm gibi ana akımların hepsi dışlanarak devre dışı bırakılırken, orta çağ sonrasında gündeme gelen milliyetçilik cereyanlarının bugünün dünyasında yeniden ortaya çıkmalarıyla farklı bir siyasal durum gündeme getirilmiştir. Orta çağ sonrasında krallıklar ve imparatorluklardan ulus devletlere doğru bir geçiş süreci yaşanırken, şimdi gelinen yeni aşamada ve bugünün koşullarında bu kez de ulusal toplum yapıları ile ulus devletleri ortadan kaldırmak üzere, yeni tür bir emperyalizm küresel boyutlarda örgütlenmeye girişmiştir.

Bütün ideolojilerin ve siyasal akımların Avrupa’daki çıkış yerleri gelecek için belirleyici olmuş ve bu doğrultuda insanlığın gelmiş olduğu yeni aşamalarda bir dönem içinde ortaya çıkan kapitalizm çökmeye doğru yönlendirilirken, sosyalizm bu aşamada ana akımın yerini alabilecek farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Bugünün koşullarında Karl Marx’ın zamanında fazlasıyla uğraştığı kapitalizm şirketler üzerinden çökerken, var olan devlet düzenlerini de yıkıma doğru zorlamaya başlayınca, küresel emperyalizm ile ulusal toplumlar ve devletler karşı karşıya gelerek, bugünkü dünyayı yeni bir kamplaşma olgusu ile karşı karşıya getirmişlerdir. Bir tarafta halklar ve uluslar, diğer tarafta da giderek küreselleşen tekelci şirketlerin uluslararası alandaki tekelci ve hegemonyacı tutum ve davranışları bugünün dünyasını yeniden bir çıkmaza doğru sürüklemiştir. Dünyada var olan bütün düşünce ve siyasal akımların doğum yeri olan Avrupa kıtası kapitalizm ve sosyalizm çatışmalarının dışına çıkma aşamasına gelirken imparatorluklar sonrasında kurulmuş olan ulus devletlere bağlı bulunan ulusal toplumlar Fransız devrimi sonrasında kazandıkları ulus devlet statüsünden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Avrupa parlamentosu için üye ülkelerde seçimler yapılırken, diğer düşünce ve ideolojilerin çökertilmesi nedeniyle, milliyetçi akımlara doğru seçmen tabanında önemli miktarda kaymalar olmuştur. Dünya tarihinde görülmemiş biçimde eski sosyalistler, sosyal demokratlar ve liberaller darmadağın bir hale gelirken, yeni siyasal dönem bir kaos ortamı olarak görülmeye başlanmıştır. Birinci dünya savaşı sonrasından gelen eski siyasal partiler düzeni, yepyeni bir milliyetçilik akımının yükselişi ile birlikte siyasal gelişmeleri belirlemeye başlamıştır. Birinci dünya savaşı öncesi siyasal durum yeniden ortaya çıkartılırken, Avrupa kıtası ciddi bir karışıkla karşılaşmıştır.

Dünyanın önde gelen ilericileri, devrimcileri, bilim adamları, filozofları ve siyasal önderleri kendileri için Avrupa kıtasını bir doğuş ve ortaya çıkış kapısı olarak görmüş ve bu durumu kendi varlıkları açısından her zaman için bir güvenlik sorunu olarak değerlendirmişlerdir. Avrupa’da doğmuş olan siyasal düşüncelerin temsilcileri duygu ve düşüncelerini dünya kamuoyuna anlatırken, bu önemli kıtadaki hukuk devleti ile demokratik rejimleri birlikte ele alarak Avrupa siyasal sistemleri ve rejimlerinin çatısı altında kendilerini korumaya çaba göstermişlerdir. Milliyetçilik oylarının Avrupa parlamentosunun yapısını değiştirmesiyle birlikte, Avrupa devletleri üzerinde bir üst-bölgesel devlet olarak örgütlenmeye çalışılan parlamento öne çıkmaktadır. ABD Amerikan Birleşik Devletleri olarak kıtasal bir devlet olmaya yönelirken, Avrupa Birliği topluluğu da bu çizgide bir kıtasal devlet olmaya yönelmiş ama böylesine bir yönelişten beklenen istikrarlı ve gelişmiş siyasal hukuk düzeni gündeme getirilememiştir. Avrupa’daki milliyetçi oyların birkaç misli fazla kullanılmasıyla ciddi bir istikrarsızlık sürecine girilmesi, kuruluş aşaması bitmemiş olan Avrupa kıta devletinin son aşamada kurulması hayallerini yıkmıştır. İkinci dünya savaşı sonrasında içine girilen birlik sürecinin tamamlanamaması ortaya çok ciddi sorunlar çıkarmıştır. İhtilafa düşen ulus devletler, kendi çıkarlarını korumak doğrultusunda daha fazla sert siyasal duruşlara yöneldikçe, kıtasal sürecin iç dünyasında iniş çıkışlar daha fazla yer alarak kıtasal kaosu tırmandırma potansiyelini getirmiştir. 

Seçim sonuçları açıklanırken milliyetçi oyların çok olması üzerine yapılan kamuoyu yoklamaları ve anketler, dünya medeniyetinin doğduğu bu kıtadaki üst bölgesel devlet arayışının sona erdiği gibi olumsuz sonuçları öne çıkararak, demokratik rejime duyulan güvenin paramparça olduğunu göstermiştir. Normal koşullarda milliyetçiliği de tıpkı sosyalizm ,sosyal demokrasi ya da benzeri başka bir ideoloji çizgisinde kullanmasını iyi bilen Avrupalılar, dengelerin bozulması ya da siyasal çizgilerin bozulması gibi olağan olmayan durumların ortaya çıkmasını korku ile karşılayacağına, zayıflamış olan milliyetçi potansiyeli güçlü gösterebilmek için millici ya da ulusalcı duruşları aşırı sağ diyerek ya da var olan durumlara ters düşecek biçimde ileri giderek normalin ötesinde bir aşırılık kavramıyla birlikte sertleşme ve çatışma yanlısı olumsuz bir siyasal çizgiyi  öne çıkararak bazı gerçekleri saptırmaktadırlar. Milliyetçi oyların fazla olmasını hemen aşırı sağcılıkla suçlamak kolay bir yol olarak görünmektedir. Milliyetçilik diğer ideolojiler gibi bir siyasal akımdır ama bunun ötesinde aşırılıkla suçlanması tümüyle ters sonuçlar verebilir ya da milliyetçilik karşıtı çizgileri öne çıkararak milli devletleri ya da ulusal toplum düzenlerini sarsarak çökertebilir. Ulus devletlerin güçlenmesini istemeyen tekelci şirketler ya da küresel organizasyonlar normal milliyetçi akımları tasfiye ederek, hegemonya düzenlerini her yerde geçerli kılmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda milliyetçi akımları ve siyasal yapıları aşırı kavramı ile birleştirerek, halk kitlelerini normal cumhuriyetçilik çizgisinden daha uzağa doğru çekerek milliyetçilik normal sınırlar dışına kasten sürüklenmektedir. Her milletin varlığını güvence altına alan milliyetçilik, uluslar tarafından kendi güvenliklerini korumak için de sonuna kadar savunulmaktadır.

Normal koşullarda bir milliyetçilik hiçbir zaman aşırı değildir. Her zaman için diğer siyasal akımlar gibi, milliyetçilik bir ulusun ve bir ulus devletin korunabilmesi açısından yaşamsal öne sahip bulunmaktadır. Aşırı sağ suçlaması milliyetçi oyların fazlalaşması ile öne çıkmıştır ama bugün gelinen noktada durum her aşamada hızla değişmekte; toplum ve devlet daha küçültücü yeni unsurlar karşısında kaldıkça aşırılık yansıtan durumlar ortadan kalkmakta ve liberallerin aşırılık suçlamaları ile ulus devleti çökertme planları da geçerliliğini yitirmektedir. Avrupa parlamentosuna giden yolda ortaya çıkan aşırı sağ suçlaması bir seçim oyunu olarak dile getirilirken, yeni ortaya çıkan olumlu gelişmelerin ya da toplumsal refleks olarak kendiliğinden ortaya çıkan gelişmelerin, bu tip yaklaşımları devre dışı bırakmaları mümkün olabilmektedir. Ne var ki, dünya üçüncü bir cihan savaşına normal koşulların ötesinde sürüklenerek yaklaştıkça, ulus devletler ve onların uzantısı olan ulusal toplumlar öne çıkarak önem kazanmaktadır. Bu aşamada milliyetçiliğin aşırı gibi gösterilerek savaş ortamında karşı tarafa karşı kullanılacak bir çizgide basın ve medya organları aracılığı ile pompalanması, savaş ortamına destek sağlamak gibi yan destek arayışını öne çıkarabilmektedir. Bu sebeple geçmişten gelen ulusal çizginin kamuoyuna dürüst bir biçimde yansıtılması, her türlü basın ve yayın oyunlarının ötesinde dikkate alınmalıdır.

Milliyetçilik Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkan bir düşünce ve siyaset çizgisidir. Avrupa kıtasında yayıldıktan sonra birçok dünya ülkesinde ortaya çıkan bu akım Avrupa’da üç yüz yıllık bir gelişme gösterdikten sonra Asya’ya doğru ilerleme de kaydetmiştir. Rus Çarlığı, Osmanlı imparatorluğu ve Avusturya imparatorluğunda bu tür milliyetçi akımların Asya kıtasında yaygınlık kazanmasıyla Türkiye’nin de içinde bulunduğu yeni ulus devletler dünya haritasındaki yerlerini almışlardır. İki binli yıllara kadar devam eden ulus devletler milliyetçilik cereyanları sayesinde ortaya çıkarak bugünlere kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sermaye küreselleşirken bütün dünyayı kucaklamaya yönelmektedir. Bu aşamada da var olan ulus devletlere düşman olmaktadır. Sürekli olarak ulusal toplum ve ulus devlet karşıtlığı yapan küresel sermaye, her fırsatta ulusalcılığı kendi çıkarları için kullanmaktadır. Normal seçim sonuçlarına göre ilk kez milliyetçi partiler daha fazla oy alırlarken ve bu durumda diğer partilerde olduğu gibi uygar toplum esaslarına göre kutlanmaları gerekirken, milliyetçilik medya ve basın yayın kuruluşları tarafından küçümsenerek diğer akımlardan farklı aşırı bir akım olarak lanse edilmeye çalışılmıştır. Aynı durum liberaller, muhafazakârlar, sosyal demokratlar ya da sosyalistler için gündeme geldiğinde aşırılık sıfatı kullanılmadan değerlendirmeler yapılarak, dünya siyaseti yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Liberaller, sosyalistler ve muhafazakârlar seçimlerde gerilerden gelirken hiç kimse onları küçümsememekte ama seçimlerin galibi olarak ortaya çıkan milliyetçiler siyasal rejim açısından tehlikeli ilan edilebilmektedirler. Bazı çevreler aşırı sağ popülizmi olarak ilan ettikleri son durumda, perde arkasındaki gerçekleri görmezden gelirken, giderek ağırlaşan problemlerle hayat boyu baş etmek zorunda kalan çalışan kitlelerin çektiği büyük sıkıntıların, sandık sonuçlarına ağır bir biçimde olumsuz etkiler yaptığını da görmek zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Değişen dünya koşulları siyasal alana etki ederken, her yer ve her şey alt üst olmaktadır.

Yeryüzü haritasında yer alan bütün devletlerin sahip oldukları jeopolitik gerçekler düzeyinde birbirlerinden çok farklı ülke özellikleri taşıdıkları görülmekte ve devletler arası küresel durum ulusal yapılanmaların geçmişten gelen uzantıları ile sürerken, ulus devletlerin her zaman için kendi gerçekleri ile baş başa olarak yola devam edebilmenin yollarını aradıkları görülmektedir. Uygarlığın beşiği olan Avrupa kıtası, bugün dünyanın merkezi ya da bütün dünyayı yöneten bir güç merkezi olamamıştır. Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri arasında sürdürülen siyasal ve yönetsel çekişmeler, zaman içinde koşulları zorlamaya başlayınca Avrupa üzerinden yeni bazı girişimler öne çıkmıştır. ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya dünya sahnesinde öne çıkarken Avrupa kıtası giderek gerilerde kalmakta, yeni bir siyasal ütopya ortaya koyarak bir türlü öne geçememektedir. Kuzey Atlantik hattı çizgisinde oluşturulan batı bloğu giderek zorlanırken, Avrupa kıtası her alanda çıkmazlara doğru sürüklenmektedir. Var olan büyük sorunlar daha da büyürken haksızlık, adaletsizlik, eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, tekelleşme, otoriterlik, işsizlik ve açlık büyük sorunlar olarak bir çözümsüzlük çıkmazı içine düşmüştür. Aşırı sağın yükselişinin suçunu milliyetçiliğin sırtına yükleyen toplumun diğer kesimleri ve zengin burjuvaziler dünyayı gelecekte kendi çıkarları çizgisinde yönetebilmenin arayışı içine girmişlerdir. Toplumun okuyan ve düşünen bölümleri suçların artışını aşırı sağın geçici yükselişinde değil ama keyfilik ile otoriterliğin giderek kalıcılaşmasıyla popülizmin halk kitlelerine karşı kullanılmasında görmektedirler. Hırsızlığın giderek tırmandığı bir aşamada mafya, çete ve suç şebekeleri işbirliği tezgahları ile büyütülürken bütün insanlık korku içinde belirsiz bir geleceğe mahkum edilmektedir. Dünya var olan sorunlarına çözüm bulamazken yeni yeni ortaya çıkan farklı sorunların büyük devletleri uğraştırdıkları görülmektedir.

Sorunlar giderek kalıcılaşırken, elektronik devrimin gündeme getirdiği eskisinden farklı siyasal ortamda kurumlar ve kuralların giderek yetersiz kalmış ve bu yüzden de sanayi toplumundan kalan toplumsal yapı ile elektronik yapılanma karşı karşıya gelmiştir. Devlet yönetimleri bürokrat ve teknokratlara teslim edilirken, siyasal kadrolar devlet yönetiminden uzaklaştırılma aşamasına gelmişlerdir. Eski ve yeni bilimsel devrimlerin karşı karşıya gelmesi ve zamanla birbiri içine girmesiyle bilim alanında ciddi bir kaotik ortam yaratıldığından buradan insanlığa gelen eski katkıların ve desteklerin eskisi gibi alınamaz bir duruma geldikleri görülmektedir. Bilimden beslenemeyen toplumlar en gerçek yol gösterici olarak bilimsel akımları eskisi gibi takip edemez ve izleyemez bir ortama sürüklenmişlerdir. Bilimsel çalışmaların bu yüzden gözden düştüğü Türkiye gibi orta boy devletler ne yazıktır ki eskisi gibi özgür ve bağımsız bilimsel çalışmalardan yararlanılamaz bir duruma sürüklenmiştir. Bilimsel kaynaklardan yararlanamayan bilim kadrolarının emperyalizmin maceracı girişimlerinde birer Truva atı olarak kullanıldıkları görülmektedir. Son yıllardaki gelişmeler sayesinde sermayenin çok büyümesi ve şirketlerden sonra devletleri de satın almasıyla birlikte artık eskisi gibi kendi ülkesini yönetecek devlet sayısının giderek azaldığı görülmektedir.

Yeryüzünde kurulmakta olan yeni dünya düzeni zamanımızda rekabet ve çeşitli çekişmeler yüzünden bir türlü devreye girememektedir. Bu yüzden gündeme gelen küresel dengelerdeki bozuklukların yeni bir plan ve de program ile hazırlanarak devreye sokulmaları gerekmektedir. Yeryüzünde var olan her yapı ya da sistem belirli uzmanlıklara sahip olan kişiler tarafından incelenerek uygulama alanına aktarılmıştır. Bilim ve düşünce hayatının önde gelen alimleri ya da teorisyenleri belirli bir ütopyaya sahip oldukları öğrenilmiştir. Yakından ele alınarak incelendikleri aşamalarda hepsinin geleceği dönük bir ütopyası olduğu anlaşılmaktadır. Eski İngiliz dış işleri bakanının görevden alındıktan sonra geleceğe dönük bir proje olarak Ütopya isimli bir okyanus adasında daha adil ve düzenli bir dünya devleti oluşturma hedefi olmuştur. Thomas Moore isimli eski bakan var olan dünya düzeni yerine başka bir düzen ararken ortaya önemli bir ütopya planı atmıştır. Milliyetçiliğin yerine yeni bir gelecek planının getirilmesi de bir örnek yaklaşım olarak benimsenebilmektedir. Devlet gücünü ele geçirenlerin devlet yönetimi ile oynarken içinde bulundukları siyasal ortama karşı çıkışı ya da buradan ayrılarak kaçışı geleceğe dönük alternatif projeler olarak siyaset alanına getirilerek tartışma konusu yapılabilir. Milletin olmadığı yerde milliyetçiliğin de olmayacağı açıktır. Ne var ki her insanın bir yurdunun olması isteği, bir gün onun böylesine bir projenin arkasından gitmesine yol açabilir. Ya da o kişinin sahip olduğu gerçek akıl, yeni bir ütopya öne çıkararak geleceğin dünyası için farklı bir hayal alemini gündeme getirebilir. Özellikle hayal dünyasından olumlu sonuçlar çıkaran düşünürler bunun arkasından koşarlarken daha çok distopya denen çok sorunlu ortamlardan kaçış planlayabilirler. İlk sömürgeciler Avrupa’dan Amerika kıtasına yönelen gidiş planlarını birer ütopya olarak devreye sokmaya çalışmışlardır.

Bilim ve gerçeğin yol gösterdiği her yönde milliyetçilik de bir çıkış noktası olarak devreye girebilir. Uzun bir geçmişi olan dünyaya biçim verme ve de kendi etnik kökenlerine dayanan düzenler kurma isteği, sonraki aşamalarda milliyetçiliğin ortaya çıkışı ile gerçeklik kazanma aşamasına gelmiştir. Milliyetçiliğin aşırısı ya da daha kısaltılmış biçimleri söz konusu olamaz. Milliyetçilik ya vardır ya da yoktur. Var olan ülkelerde yaşayan milletler kendi milliyetçilikleri ile daha gelişmiş bir gelecek projesinin arayışı içine girerler ve ellerine fırsat geçtiğinde de böylesine bir projeyi uygulamaya geçirebilmek için çaba gösterirler. Egemen güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşı çıkartmaları tarihin her döneminde görüldüğü gibi bugün de milliyetçi hareketler üzerinden dünyaya yepyeni bir görünüm kazandırma yolunda, eski metotların devreye alınarak daha somut projelere öncelik verilmesi gibi tutum ve yaklaşımlarla gündeme getirilmektedir. Milliyetçi hareketler halklar ve değişik toplumlar arasında gündeme getirildiği zaman, bir ülkedeki yaklaşımların ötesinde küresel ya da bölgesel çizgilerde ulusal gücü güçlendirecek sonuçlar alınmaya çalışılmaktadır. Normal düzeydeki milliyetçi cereyanlar, siyasal alana çıktığı noktada hiçbir biçimde aşırı sağ gibi davranamaz ve aşırı uçların politikalarına alet olamaz. Ulus devletlerin yoluna devam edebilmesi için milliyetçi hareketlerin öncülük yapmaları kaçınılmazdır.