Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

BİR DEPREM ÜLKESİ: TÜRKİYE’Yİ GELECEK YILLARDA BEKLEYEN BÜYÜK DEPREMLER

6 Şubat 2023, ülkemiz ve Türk toplumu adına hafızalardan kolay kolay silinemeyecek acı bir gün olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı. Sabah saat 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde meydana gelen 7,7 büyüklüğündeki, ardından saat 13.30’da bu sefer Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde meydana gelen 7,6 büyüklüğündeki iki deprem ülkemizin güney doğusunda bulunan 11 ilde büyük bir yıkım yarattı. Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman en fazla hasara uğrayan iller olarak karşımıza çıkarken; Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Adana, Diyarbakır, Kilis ve Malatya söz konusu depremlerden ciddi anlamda zarar gördü. Bu makalenin yazıldığı tarihte, resmi rakamlara göre yaklaşık 40 bin vatandaşımızın hayatını kaybettiği ve bölgede ciddi mali kayıplara sebebiyet veren bu iki deprem, cumhuriyet tarihine “Asrın Felaketi” olarak geçti.

Türkiye Anadolu, Arap ve Avrasya levhaları üzerinde bulunan bir ülkedir ve bu durum ülkemiz üzerinde üç ayrı temel deprem bölgesinin varlığını beraberinde getirmektedir: Kuzey Anadolu Fay Hattı, Doğu Anadolu Fay Hattı ve Ege Kıyıları üzerinde bulunan deprem kuşağı… Kuzey Anadolu Fay Hattı ve Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde çeşitli kırılma noktaları bulunmaktadır. Bu kırılma noktaları belirli aralıklarla 7 ve üzeri büyüklükte depremler üreterek enerjilerini boşaltmakta ve ortaya çıkan bu enerji bir sonraki kırılma noktasına aktarılmaktadır. 1900 ve 2005 yılları arasında yaşanan depremlere baktığımızda bu depremlerin çoğunun 4 ila 5 büyüklüğündeki depremler olduklarını görmekteyiz. Bu dönemde gerçekleşen 7 ve 8 arası büyüklükteki depremlerin sayısı yalnızca dokuzdur. 1999 Gölcük Depremi ve 1939 Erzincan Depremi bu depremler arasında yer almaktadırlar. Söz konusu bu büyük depremlerin çoğu Kuzey ve Doğu Anadolu fay hatlarındaki kırılma noktalarında gerçekleşmişlerdir. Bu iki fay hattının yanında, Ege’de bulunan deprem kuşağı da geçtiğimiz yıllarda 7 ve üzeri büyüklükte birçok deprem üretmiştir. (Kaynak: Kandilli Rasathanesi). Nitekim Ege Deprem Kuşağı dünyada okyanuslar dışında, kıtasal alanlarda bulunan en faal sismik bölgedir.

Bütün bu verilere baktığımızda ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu ve depreme karşı her daim hazır bulunmamız gerektiğini anlamak zor değildir. Peki Türkiye’yi gelecekte hangi büyük depremler beklemektedir? Bugün Türkiye’yi bekleyen bu depremleri incelemeye çalışacak ve ülkemiz adına nasıl sonuçlar doğurabilecekleri hakkında değerlendirmelerde bulunacağız.

Resim1

Türkiye Deprem Risk Haritası (Kaynak: CHIP)

Büyük İstanbul Depremi

Senaryo: Tarih muhtemelen 2020’li yıllar, saatler gece yarısını gösterirken İstanbullular derin uykularındalar. Ancak sokak hayvanlarında bir huzursuzluk var. Özellikle köpeklerin gösterdikleri agresif davranışlar gecenin sessizliğini bozuyor. Birkaç dakika sonra yerin altından korkunç bir uğultu geliyor ve bu uğultuyu 7,6 büyüklüğünde iki dakika sürecek olan bir sarsıntı izliyor. Çoğu insan ne olduğunu bile anlamadan binalarını terk etmenin derdinde… İlk kesilen elektrikler oluyor. Su ve doğalgaz şebekeleri işlevini yitiriyor ve telefon hatları kilitleniyor, kimse kimseden haber alamıyor. Dışarıda göz gözü görmeyen bir manzara… Karanlığın içerisinde yıkılan binalar, binaların altında kalan insanları kurtarmaya çalışanlar ve ağlayan insanlar var. Ağır gaz ve yanık kokusu yavaş yavaş şehre yayılıyor. Deprem toplanma alanları kaldırıldığı için kimse ne yapacağını, nerede toplanacağını bilmiyor. 1 milyon kişi anında İstanbul’dan çıkmaya, 200 bin kişi ise girmeye çalışıyor ve şehrin giriş-çıkışlarında İstanbul, tarihinin en büyük trafik sıkışıklığı ile karşılaşıyor. Servis şeritlerine arabalar park ettiği için ambulans ya da itfaiye, hiçbiri, hiçbir yere ulaşamıyor. Aynı nedenden ötürü Türk Silahlı Kuvvetlerine ait araçlar da şehre giriş yapamıyor ve güvenlik açığı sebebiyle yağma olayları artıyor. Gün ağarmaya başladığında İstanbul’un Marmara kıyılarındaki suların yavaş yavaş çekildiği gözlemleniyor. Bu sırada şehir genelinde sirenler ötmeye başlıyor ve kıyıda bulunan insanlar için tsunami uyarısı yapılıyor. Sadece birkaç dakika sonra İstanbul’un güney kıyılarında yer alan ve çoğu yıkılmış olan yapıların tamamı Marmara Denizi’nin karanlık sularına gömülüyor.

Türk Deprem Vakfının verilerine göre İstanbul il sınırı içerisinde yer alan alanların %58’i, birinci ve ikinci derece deprem bölgesidir (Gül ve Güneri, 2164). Nitekim Türkiye’nin en uzun ve en aktif fayı olan Kuzey Anadolu Fay hattının kuzey uzantısı mega kentin güneyinden, Adalar’ın birkaç km yakınından geçmektedir. 1999 Gölcük Depremi’nde kırılarak 7 üzeri büyüklükte deprem üreten Kuzey Anadolu Fayı’ndaki son enerji transferi, bu depremin gerçekleştiği noktadan İstanbul açıklarına doğru olmuştur. Yani bir sonraki kırılma, Büyük İstanbul Depremi ile 2030 yılına kadar mutlaka gerçekleşecektir. İstanbul’daki fay iki noktada sıkışmış durumdadır ve bu durum iki ayrı senaryoyu beraberinde getirmektedir. Eğer fay iki noktadan art arda kırılırsa, bu İstanbul’da yaşanacak 7,2 büyüklüğündeki iki deprem anlamına gelmektedir. Ancak bütün fayın tek bir parça olarak kırılması, ortaya 7,8-8 büyüklükleri arasında tek bir deprem çıkaracaktır. İstanbul’daki deprem senaryoları ise 7.5 ve üzeri büyüklükte bir depremin gerçekleşme olasılığına göre oluşturulmaktadır. En çok zarar görecek ilçelerin ise Bayrampaşa, Arnavutköy, Sultangazi, Fatih, Esenler, Esenyurt ve Avcılar olması beklenmektedir (Gül ve Güneri, 2175).

resim_2023-02-17_180507280

İstanbul Sarsıntıdan Etkilenecek Bölgeler ve Hasar Görecek Alanlar (Kaynak: Sesetyan, Zülfikar ve Diğerleri, 172)

Olası bir İstanbul Depremi’nde şehrin geleceğini etkileyecek belirli risk elemanları bulunmaktadır. Bu risk elemanları şehirdeki bina yapısı, sosyoekonomik aktivitelerin sıklığı, ulaşım sistemlerinin ve telekomünikasyon altyapılarının dayanıklılığı, elektrik dağıtım sistemlerinin direnci gibi unsurlardır. Olası bir İstanbul Depremi’nde yaklaşık 35.000 ila 40.000 arasında binanın tamamen yıkılması beklenmektedir. Bununla beraber şehir genelinde 70.000 binanın dikkate alınması gereken seviyede, 200.000 binanın ise orta seviyede hasar alması tahmin edilmektedir. Sadece binaların çökmesinden oluşacak olan zarar ise 11 milyon doları bulacaktır. (Erdik, Mustafa ve Diğerleri, 16). Bütün bunlar göz önüne alındığında olası bir İstanbul Depremi ile beraber yaklaşık 600.000 insanın evsiz kalacağı söylenebilir. Bazı uzmanlar ise bu sayının 1 milyonun üstüne çıkacağını iddia etmektedir. Bu durumun önüne geçmek adına birçok isim şehir genelindeki kentsel dönüşümün bir an önce tamamlanması gerektiğini dile getirmektedir. Ancak şahsi fikrim, İstanbul gibi devasa ve sosyolojik anlamda karışık bir metropolde bölgesel bir kentsel dönüşüm planını eksiksiz tamamlamak gerçekçi değildir. Bunun yerine her bir şehir sakininin kendi konutunun depreme dayanıklı olup olmadığını kendi kontrol ettirmesi daha gerçekçi olacaktır. Yani burada vatandaşlara büyük bir sorumluluk düşmektedir. Devletin yapması gereken ise kapsamlı ve detaylı bir arama-kurtarma planı hazırlamak, şehir genelindeki kamu düzeninin ve kamu hizmetlerinin deprem sonrasında nasıl sağlanacağına odaklanmak ve konutunu depreme dayanıklı hale getirecek olan bütün yurttaşlara bütçe yaratmak olmalıdır.

Yapılar konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise İstanbul’un simgeleri olan tarihi eserlerdir. İstanbul’un simgeleri arasında yer alan, Kız Kulesi, Ayasofya, Boğaz Köprüleri, Galata Kulesi vb. birçok yapı hakkında dayanıklılık testleri çeşitli kurumlarca yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün deprem sırasında önemli derecede hasar alması beklenmemektedir. Deprem bölgesinin içinde yer alan köprümüz 15 Temmuz Şehitler/Boğaziçi Köprüsü’dür. Ancak bu yapı da geçtiğimiz yıllarda depreme dayanıklı hale getirilmiş ve olası bir yıkılma riski ortadan kaldırılmıştır. İstanbul’un simgeleri arasında yer alan ve en ağır şekilde hasar alması beklenen yapıların başında Bizans dönemine ait surlar gelmektedir. Nitekim bu duvarların kendileri dayanıksız yapılar oldukları gibi, bulundukları zemin de son derece tehlikelidir. Söz konusu zeminin genellikle kireç taşından, kumdan ve çakıldan oluştuğu tespit edilmiştir (Batur, Yılmaz, Özener, 6364). Tarihe baktığımızda yaşanan tüm İstanbul depremlerinde bu surların ciddi hasar gördüğüne, kimi zaman yeniden yapıldığına yönelik kayıtlarla karşılaşılmıştır. İnceleyeceğimiz son yapı ise göz bebeğimiz Ayasofya’dır. Ayasofya bu zamana kadar birçok deprem atlatsa da ayakta kalmayı başarmıştır. Bunun nedeni Ayasofya’nın yapıldığı malzemedir. Yapının duvarlarında kullanılan harç depremin oluşturduğu yer sarsıntısını emecek şekilde tasarlanmıştır. Kullanılan bu karışım ve duvarlardaki incelme-kalınlaşma noktaları Ayasofya’yı İstanbul’daki en esnek yapılardan biri haline getirmiştir (Moropoulou, Çakmak ve Diğerleri, 544). Ayasofya’nın meşhur kubbesi ise, geçmiş yıllarda yaşanan İstanbul depremlerinde iki kere çatlamış ve Bizanslılar ve Osmanlılar tarafından tamir edilmiştir. Depremin yaşanması durumunda Ayasofya ile ilgili benzer bir senaryoya hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Büyük İstanbul Depremi’nde beklenen vefat sayısı ise korkutucu rakamlardadır. İstanbul Depremi’ndeki vefat sayısının 30.000 ila 40.000 arasında olacağı beklenirken bu sayıyı iyimser bir tahmin olarak gören uzmanlar da vardır. Prof. Dr. Naci GÖRÜR ve Prof. Dr. Celal ŞENGÖR’ün de içinde bulunduğu bu topluluk, ölü sayısının 80.000 ila 1 milyon arasında olacağını iddia etmektedirler. Bununla beraber Kandilli Rasathanesi’nin tahminlerine göre yaralanan ve tedavi görmesi gereken insanların sayısının depremden sonra 20.000 ila 60.000 civarında olması beklenmektedir. 140.000 kişinin ise hafif şekilde yaralanacağı tahmin edilmektedir (Gül ve Güneri, 2167).

Büyük İstanbul Depremi ile ilgili konuşulması gereken son nokta tsunami ihtimalidir. Marmara Denizi’nin kapalı ve küçük bir deniz olması nedeniyle bu denizde yaşanacak bir depremde tsunami oluşmayacağı akla gelebilir. Ancak uzmanlar deprem sonrasında Marmara kıyılarına vurması beklenen tsunami hakkında ciddi uyarılarda bulunmaktadırlar. Bu kıyılardaki zeminin deprem sonrasında sıvılaşması ile birçok binanın çökmesi ve bu binaların 4 metre yüksekliğindeki tsunami dalgaları tarafından yutulması beklenmektedir. Tarihi kayıtlar da uzmanları destekler niteliktedir. Nitekim Bizans dönemine ait kayıtlar depremler sonrasında yükselen su seviyesi ve oluşan dev dalgaların, şehirdeki surların kenarına kadar geldiğini ve kimi zaman surların yıkılmasına neden olduğunu bizlere göstermiştir.

Büyük İstanbul Depremi Türkiye’nin karşılaşacağı en büyük sorunlardan biridir. Söz konusu bu depremle ilgili birçok bilimsel çalışma yapılmakta, stratejiler geliştirilmektedir. Nitekim Gölcük ve Düzce depremleri sonrası geliştirilen deprem analiz sistemleri aracılığıyla İstanbul’da yaşanacak bu deprem hakkında çeşitli senaryolar yaratılmıştır. Bizzat Kandilli Rasathanesi ve İstanbul Valiliği tarafından yürütülen bu çalışmalar sırasında bölgesel sarsıntı operatörleri ve hasar tespit sistemleri de tasarlanmıştır (Sesetyan, Zülfikar ve Diğerleri, 170). Bununla beraber İç İşleri Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin deprem sonrası tahliye planları da söz konusudur. Bütün bunlar olumlu gelişmeler olarak kabul edilebilse de kesinlikle yeterli değildir. Nitekim İstanbul’da bir deprem olması halinde oluşacak hasar devasadır ve Türk ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Deprem sonrasında köprüler sağlam kalsa bile otoyollarda meydana gelecek hasarlar kıtalararası ticareti aksatabilecektir. Bu bakımdan yapımı geçtiğimiz yıllarda tamamlanan Kuzey Marmara Otoyolu ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün varlığı hayati önem taşımaktadır. İstanbul’u ekonomik açıdan önemli kılan bir diğer nokta da birçok üretim tesisinin ve Türk özel sektörünün burada bulunmasıdır. Nitekim ülkenin vergi gelirlerinin %50’ye yakın miktarı İstanbul’dan sağlanmaktadır. Fabrikalarda oluşacak yıkım, deprem sonrası Borsa İstanbul’un tamamen çökmesi ve şirketlerin operasyon merkezlerinin hasara uğraması Türk ekonomisi için felaket demektir. Her ne kadar birçok isim İstanbul’daki sanayinin İstanbul’dan taşınması gerektiğini dile getirseler de bize göre bu plan da gerçekçi değildir. Bunun yerine Türkiye genelinde, İstanbul’un yıkıma uğraması durumunda ülke ekonomisini ayakta tutacak, İstanbulluların deprem sonrasında yeni bir hayat kurabilecekleri yeni cazibe merkezleri yaratmak gerekmektedir.

Adana-Hatay Depremi ve Oluşacak Nükleer Tehdit

Senaryo: Dönem 2030’lu yıllar, saatler ise öğle vakitlerini gösteriyor. Adanalılar ve Hataylılar için sıradan bir gün. Ancak tıpkı İstanbul’da olduğu gibi sokak hayvanlarında yine bir huzursuzluk var. Hayvanların alışılmışın dışında hareketleri insanların gözünden kaçmıyor. Birkaç dakika sonra 7,2 büyüklüğündeki deprem Adana ve Hatay illerini vuruyor. Çukurova’nın verimli topraklarına inşa edilen 17-18 katlı birçok konut hem yapıdaki yetersizlikler hem de zemindeki sorunlar nedeniyle anında çöküyor. Binlerce kişi enkaz altında… Adana’da panik havası eserken Hataylılar ise 2023’te yaşadıkları o korku dolu saatlerle adeta yeniden karşılaşıyorlar. Kent 2023’te yeniden inşa edildiği için bu sefer yıkım daha az, ölüm sayısı daha düşük. Buradan 180 km uzakta, Mersin Silifke’de, Akkuyu Nükleer Santrali’nde sirenler çalıyor. Deprem sırasında santraldeki soğutma sisteminde oluşan hasar, sistemin tamamen çökmesine neden oluyor. İlerleyen dakikalarda nükleer reaktördeki sıcaklık kontrol edilemeyecek bir seviyeye geliyor. Bütün tesis olası bir patlama ve nükleer sızıntı tehlikesiyle boşaltılıyor. Aynı dakikalarda santral genelinde tsunami uyarısı da yapılıyor.

Resim3

Akkuyu Nükleer Santrali-Adana-Hatay Deprem Haritası (Kaynak: Bilim ve Gelecek)

2023’te hizmete geçecek olan Akkuyu Nükleer Santrali Türkiye’nin ilk nükleer santrali olacaktır ve soğutma için gereken suyun tedarik edilmesi adına bu santral Mersin kıyısına yerleştirilmiştir. Her ne kadar su kaynağına ulaşım kolaylığı nedeniyle bu bölgeye yerleştirilmiş olsa da Akkuyu Nükleer santralinin 7 büyüklüğünde deprem oluşturabilecek olan Helen yayının üzerinde bulunması ve olası bir depremin gerçekleşmesi durumunda bölgede beklenen tsunami senaryoları, santral için seçilen bölge konusunda ciddi tartışmaları beraberinde getirmiştir. Söz konusu bu deprem ve tsunami riskinden ötürü santralin inşaatında görev alan Japon mühendisler bölgedeki sismik belirsizlik nedeniyle inşaatın başlama tarihinden önce afet simülasyonları yapmanın hayati olduğunu kayda geçirmişlerdir (Yavuz, 574). Yapılan simülasyonlar, son 113 yılda gerçekleşen depremlere bakılarak yapılmıştır ve sayıları 100.000 civarındadır. Başka bir tabirle yukarıda ortaya koyduğumuz senaryo, Akkuyu Nükleer Santrali’ni yapan mühendisler tarafından da masaya yatırılmıştır.

Çernobil Felaketi, Three Miles Island Kazası, Windscale Yangını, Fukuşima Faciası… Söz konusu bu olaylar tarihin en meşhur nükleer felaketleridir ve milyonlarca hayatı derinden etkilemişlerdir. Türkiye’nin en çok etkilendiği kaza kuşkusuz Çernobil Felaketi olmuştur. Bu felaketin yaşandığı yıllarda, Türk Tabipler Birliğinin verilerine göre kanserle mücadele edenlerin sayısında ciddi bir artış gözlemlenmiştir. Özellikle Artvin civarında Çernobil’i izleyen üç yılda ölümlerin %47,9’u kanser nedeniyle olmuştur (Akçay, 350). Benzer bir felaketin Akkuyu Nükleer Santrali’nde yaşanmaması adına tesisi yapan mühendisler ve deprem uzmanları santrali 100.000’den fazla simülasyona tabi tutmuşlardır (Yavuz, 575). Sonuçlar santralin 6,5 üzerinde gerçekleşecek birçok depreme, Akdeniz’de meydana gelebilecek iki metre boyundaki tsunami dalgalarına direnebileceğini bizlere göstermiştir. Bununla beraber inşası sırasında Akkuyu Nükleer Santrali’ne bir tsunami ön uyarı sistemi de kurulmuştur. Böylece olası bir tsunami uyarısında santral kendisini otomatik olarak kapatabilecek ve nükleer tehdit ortadan kaldırılabilecektir. Soğutma sisteminin zarar görmesi durumunda meydana gelecek nükleer patlamayı önlemek amacıyla Akkuyu’yu tasarlayan mühendisler, yedek bir soğutma sistemini de santrale yerleştirmişlerdir.

Akkuyu Nükleer Santrali’ni tehdit eden bir başka fay hattı ise, 6 Şubat depreminin de gerçekleştiği Doğu Anadolu Fay Hattı’dır. 6 Şubat sonrasında bilim adamları, boşalan enerjinin Adana-Hatay Bölgesi’ne aktarıldığını tahmin etmektedirler, yani Doğu Anadolu Fay Hattı’nda gerçekleşecek bir sonraki büyük depremin tehdit ettiği iller Adana ve Hatay’dır.  Akkuyu Nükleer Santrali söz konusu bu kırılma noktasına 180 km uzaklıkta olduğu için yaşanacak bir Adana Depremi’nden etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır (Akçay, 353). Dolayısıyla santralin yapımında, beklenen bu Adana Depremi’nin de hesaba katılması hayati önem taşımaktadır.

Adana’da gerçekleşen son deprem 27 Haziran 1998’de meydana gelen Adana-Ceyhan depremi olmuştur ve büyüklüğü 6,2 civarındadır. Bu deprem sırasında yaklaşık 150 kişi hayatını kaybetmiş, 1500’den fazla vatandaşımız ise yaralanmıştır. Bu depremin en önemli özelliği Adana civarındaki sanayi bölgelerine verdiği zarar ve şehir civarındaki üretimi ciddi anlamda aksatması olmuştur (Wenk, Lacave, Peter, 13).  Bölgedeki birçok fabrikanın kısmi anlamda çöktüğü, üretim bantlarının zarar gördüğü kayıtlara geçirilmiştir. Adana’nın 6,2 şiddetindeki bir depremde dahi bu kadar zarar görmesinin sebebi üzerine kurulduğu alüvyonlu topraklardır. İstanbul’un kıyı şeritlerinde de karşılaşılan bu toprak türünün deprem sırasındaki deformasyonu artmakta (sıvılaşmakta), üzerindeki yapıların ciddi anlamda zarar görmesine neden olmaktadır. Nitekim bu deprem sonrasında Çukurova’da bulunan birçok tarlada 2-3 metre uzunluğunda kaymalar gerçekleşmiştir (Wenk, Lacave, Peter, 17). Adana’da oluşan bu zararın nedenlerinden biri şehrin imar planının ortaya çıkış aşamasında zemin çalışmasının iyi yapılmamış olmasıdır. Yaşanacak daha büyük bir depremde bu Adana’da bulunan daha yüksek yapıları hiç kuşkusuz etkileyecektir.

Adana ve Hatay şehirlerinin 7-7,5 büyüklüğünde bir depremle karşılaşması, Adana’nın alüvyonlu toprak yapısı ve Akkuyu Nükleer Santrali’nin bölgeye yakınlığı göz önüne alındığında, Türkiye için tahmin edilenden çok daha tehlikeli bir durumdur. Dolayısıyla Akkuyu Nükleer Santrali’nin deprem felaketinin yanında nükleer bir felakete sebep olmayacak şekilde inşa edilmesi ve işletilmesi, Adana ili civarındaki yapı denetimi ve imar planlarının kusursuz yapılması ve zemin problemi olan binaların bir an önce kentsel dönüşüme sokulması, Hatay ilinin ise 7.5 büyüklüğünde bir depreme dayanacak şekilde yeniden inşa edilmesi gerekmektedir.

Büyük İzmir Depremi

İzmir gerek kültürel birikimi gerek sahip olduğu ekonomik büyüklük ile Türkiye’nin en önemli üç kenti arasında yer almaktadır. Şehir sismik açıdan son derece aktif bir bölgededir ve tarihi boyunca birçok farklı depremle karşılaşmıştır. İzmir kentinin çevresinde dokuz adet fay bulunmaktadır: Karaburun Fayı, Midilli Fayı, Foça Fayı, Gediz Grabeni , Küçük Menderes Fayı, Seferihisar Fayı, Gülbahçe Fayı, Tuzla Fayı ve İzmir Fayı… Yağcılar Fayı ve İzmir Fayı bu faylar arasındaki en aktif olanlarıdır (Tepe, Sözbilir ve Diğerleri ,786). Tübitak’ın yürüttüğü araştırmaya göre İzmir üzerinde aktif olan bütün faylar 7 ve üzeri büyüklükte deprem üretebilecek kapasitedelerdir. Tarihi kayıtlara göre yapılan analizlerde 7 ve üzeri büyüklükte bir İzmir depreminin yaşanması önümüzdeki yıllarda mümkündür (Tepe, Sözbilir ve Diğerleri, 779). Nitekim Kuzey Anadolu Fay Hattı ve Doğu Anadolu Fay Hattı’ndan farklı olarak İzmir’de bulunan bu faylar belirli periyodlarla hareket etmemektedirler. Başka bir tabirle İzmir üzerinde bulunan herhangi bir fay, herhangi bir zamanda söz konusu Büyük İzmir Depremi’ni üretebilecek kapasitededir.

Resim4

İzmir’de Bulunan Fay Hatları ve Sismik Harita (Kaynak: HaberTürk)

İzmir tarihi boyunca birçok yıkıcı depremle karşılaşmış ve şehir birçok kez yeniden inşa edilmek durumunda kalmıştır. Şehirde bilinen ilk yıkıcı deprem M.S. 178’de, Roma İmparatoru Claudius döneminde gerçekleşmiştir. Depremin büyüklüğü hakkında herhangi bir veri olmasa da İzmir’in (o dönemki adı ile Smirni) tamamen yeniden inşa edildiği bilinmektedir. M.S. 688 ve 1025’te gerçekleşen depremler de İzmir üzerinde yıkıcı etkiler yaratmıştır. Bütün bu depremlerin İzmir yahut Tuzla Fayları üzerinde gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tepe, Sözbilir ve Diğerleri, 791). 1688 Depremi İzmir civarında ölçümü yapılabilen ilk büyük depremdir. Söz konusu bu deprem İzmir’i neredeyse tamamıyla yok etmiş, İzmir’deki Sancak Kalesi’nin çökmesine sebep olmuştur. Bu deprem aynı zamanda İzmir’de bir tsunami yaşanmasına da neden olmuştur. Kıyıda bulunan ve alüvyonlu zemin nedeniyle çöken yapılar söz konusu bu tsunaminin altında kalmışlardır (Tepe, Sözbilir ve Diğerleri, 793). İzmir benzer bir depremle 1778 tarihinde de karşılaşmıştır. 1944 yılında Edremit Körfezi’nde gerçekleşen 6.8’lik deprem, 1953 yılında şehrin 170 km dışında gerçekleşen 7.2’lik deprem, 1992 yılında gerçekleşen 6 büyüklüğündeki deprem ve son olarak 2020’de gerçekleşen ve 117 kişinin hayatını kaybettiği, hafızalarımızda son derece taze olan İzmir Depremi bölgede 6 ve üstü büyüklükte gerçekleşen bazı depremlere örnek gösterilebilirler (Deniz, Korkmaz ve Diğerleri, 1476).

Olası bir İzmir Depremi’nde yaşanması beklenen olayların İstanbul Depremi ve Adana Depremi’nde yaşanacak olaylara benzer olaylar olacaklarını söylemek mümkündür. 2020’de yaşadığımız deprem bize göstermiştir ki, İzmir kenti yaşanacak 7 ve üzeri büyüklükteki bir depremde ciddi anlamda hasar alabilir. Hem turizm hem de ticari faaliyetler açısından kritik bir öneme sahip olan İzmir’in harabeye dönmesi, her ne kadar İstanbul Depremi kadar olmasa da Türk ekonomisine ciddi ölçüde zarar verecektir. İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde, uluslararası RAIDUS programı aracılığıyla deprem senaryoları geliştirilse de bu çalışmalar böyle bir depreme karşı yeterli olmayacaklardır.

Büyük Bursa Depremi

Bursa kenti gerek lojistik açıdan bulunduğu pozisyon gerek barındırdığı sanayi tesisleri ile Türkiye için önemli şehirler arasında yer almaktadır. Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın güney kolu ve İnönü-Eskişehir Fay Hattı Bursa şehir merkezine yakındır, Ulubat Gölü’nden gerçektedirler. Her ne kadar Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın güney uzantısı, hattın kuzeyi kadar deprem üretmiyor olsa da zaman zaman 7 ve üzeri büyüklükteki depremler bu fayda da gerçekleşmektedir. Nitekim 28 Şubat 1855’te gerçekleşen ve büyüklüğü 7.1 olan Bursa Depremi şehirde büyük yıkıntıya sebebiyet vermiştir. 1607 ve 1616 yıllarında da Bursa kenti büyük depremlerle karşılaşmıştır. Söz konusu bütün bu depremler araştırmacılar tarafından incelenmiştir ve bu incelemelere göre Bursa’dan geçen İnönü-Eskişehir Fayı’nın ve Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın güney uzantısının 7 ve üzeri bir deprem üretmesi mümkün görünmektedir (Ünal ve Diğerleri, 225).

Bursa bölgesinde bulunan fayların periyodik olarak deprem ürettikleri bilinmektedir. Söz konusu periyoda göre Bursa’da her 1000 yılda bir büyük bir deprem meydana gelmektedir. Ancak zaman zaman, söz konusu periyotlara uymayan büyük depremler söz konusu bölgede gerçekleşmiştir. Her ne kadar söz konusu bölgede büyük depremler çok nadir meydana gelse de böyle bir depremin meydana gelmesi durumunda özellikle Bursa şehir merkezinin çok ciddi hasar alabileceği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla, yukarıda bahsettiğimiz depremler kadar riskli olmasa da önümüzdeki dönemde olası bir Bursa Depremi’ne de hazır olmak gerekecektir (Ünal ve Diğerleri, 227). Bu depremin yakın tarihte gerçekleşme olasılığı düşüktür fakat gerçekleşmesi halinde ortaya çıkacak ekonomik zarar Türkiye için kritik seviyelerde olacaktır. Tüm bunlarla beraber belirtmek gerekir ki, İstanbul’da yaşanacak deprem de Bursa’yı en az bu deprem kadar tehdit etmektedir. Gerçekleşecek olan 7 ve üzeri büyüklükteki bir sarsıntı hiç şüphesiz Bursa’da da tahribata neden olacak, deprem nedeniyle oluşacak tsunami dalgaları Bursa kıyılarına da vuracaktır.

Resim5

Bursa’da Bulunan Fay Hatları ve Sismik Harita (Kaynak: HaberTürk)

Sonuç

Türkiye bir deprem ülkesidir ve şehirlerimizin birçoğu deprem riski ile karşı karşıyadır. Karşılaşacağımız en büyük deprem tehlikesi hiç şüphesiz İstanbul’dadır. İstanbul’un ekonominin merkezi olması ve 15 milyon insana ev sahipliği yapması, Marmara Denizi’nde yaşanacak olan depremi son derece önemli hale getirmektedir. Kısacası İstanbul Depremi ülkeyi yönetenlerin başlıca gündem maddeleri arasında yer almak ZORUNDADIR. Adana-Hatay Depremi de son derece tehlikeli bir depremdir. Gerek bir üretim merkezi olan Adana’nın harabeye dönme riski, gerek Akkuyu Nükleer Santrali’nde ortaya çıkabilecek bir nükleer felaket söz konusu bu depreme karşı hazırlanmayı kritik hale getirmektedir. Hiç şüphesiz İzmir Depremi’nin de önemi bu depremden az değildir. Bahsettiğimiz bu kent Türkiye’nin üçüncü büyük kentidir ve bölgede bulunan herhangi bir fay hattında yaşanacak bir depreme karşı her daim hazırlıklı olmalıdır. Her ne kadar yapılması gereken hazırlık diğer depremler kadar acil olmasa da Bursa Depremi’nin de unutulmaması, şehrin buna karşı hazırlanması gerekmektedir.

Bütün bunlarla beraber söz konusu depremlerin hepsinde zarar görecek olanlar yine bizim vatandaşlarımız olacaktır. Dolayısıyla arama kurtarma konusunda yapılan çalışmalara daha çok bütçe ayrılması, yapılara yönelik deprem mevzuatının ve denetimin eksiksiz şekilde uygulanması, vatandaşların bu konuda bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi ve mutlaka bir Afet Bakanlığı’nın kurulması şarttır. Kısacası Türkiye bir deprem ülkesidir ve bu ülkenin vatandaşları olarak bununla yaşamayı öğrenmek bizim ve yöneticilerimizin YÜKÜMLÜLÜĞÜDÜR.

Kaynakça

Gul, Muhammet, and Ali Fuat Guneri. “An artificial neural network-based earthquake casualty estimation model for Istanbul city.” Natural hazards 84 (2016): 2163-2178..

Erdik, Mustafa, et al. “Earthquake risk assessment for Istanbul metropolitan area.” Earthquake Engineering and Engineering Vibration 2 (2003): 1-23.

Batur, Maryna, Onur Yilmaz, and Haluk Ozener. “A case study of deformation measurements of Istanbul land walls via terrestrial laser scanning.” IEEE Journal of Selected Topics in Applied Earth Observations and Remote Sensing 13 (2020): 6362-6371

Moropoulou, A., et al. “Advanced Byzantine cement based composites resisting earthquake stresses: the crushed brick/lime mortars of Justinian’s Hagia Sophia.” Construction and building materials 16.8 (2002): 543-552.

Sesetyan, Karin, et al. “Istanbul earthquake rapid response system: methods and practices.” Soil Dynamics and Earthquake Engineering 31.2 (2011): 170-180.

Yavuz, Cuneyt. “Distinctive stochastic tsunami hazard and environmental risk assessment of Akkuyu nuclear power plant by Monte Carlo simulations.” Arabian Journal for Science and Engineering 48.1 (2023): 573-582.

Akcay, Behiye. “The case of nuclear energy in Turkey: from Chernobyl to Akkuyu nuclear power plant.” Energy Sources, Part B 4.4 (2009): 347-355.

Wenk, Thomas. The Adana-Ceyhan earthquake of June 27, 1998: report on the reconnaissance mission from July 6-12, 1998 of the Swiss Society of Earthquake Engineering and Structural Dynamics (SGEB). ETH Zurich, 1998.

Tepe, Ç. İ. Ğ. D. E. M., et al. “Updated historical earthquake catalog of İzmir region (western Anatolia) and itsimportance for the determination of seismogenic source.” Turkish Journal of Earth Sciences 30.8 (2021): 779-805.

Deniz, Aykut, Kasim Armagan Korkmaz, and Ayhan Irfanoglu. “Probabilistic seismic hazard assessment for İzmir, Turkey.” Pure and applied geophysics 167 (2010): 1475-1484.

Ünal, Barış, Ayşegül Askan, and A. Sevtap Selcuk-Kestel. “Simulation of large earthquakes and its implications on earthquake insurance rates: a case study in Bursa region (Turkey).” Natural Hazards 85 (2017): 215-236.