Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TEMELLERİNİ OLUŞTURAN DÜŞÜNCE AKIMLARI, ŞAHISLAR ve FİKİRLER

Avrupa Birliği, Avrupa Kıtası üzerinde kurulmuş ve yirmi yedi farklı üye ülkenin yer aldığı ekonomik topluluk ve siyasi örgütlenmedir. Avrupa Birliği’nin temellerinin 1950’li yıllarda, farklı alanlarda ortaya çıkan çeşitli yapılanmaların hayata geçirilmesi ile atıldığı söylenebilir. Bu örgütler 1951’de kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKTÇ), 1952 yılında kurulan Avrupa Savunma Topluluğu (AST), 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşması ile kurulan Avrupa Ekonomi Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ve 1975 yılında kurulan Avrupa Uzay Ajansı olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa Birliği Anlaşması olarak bilinen Maastricht Anlaşması’nın 1993 yılında imzalanması ile birlikte Avrupa Birliği resmen kurulmuştur.

Avrupa Birliği fikrinin fikir babaları olarak bilinen isimler eski Fransız Ekonomi Planlama Teşkilatı Başkanı olan Jean MONNET ve eski Fransız Dışişleri Bakanı Robert SCHUMAN’dır. Robert SCHUMAN, Fransız Dışişleri Bakanı görevini üstlendiği dönemde Fransa ve Almanya arasında politik ve ekonomik bir entegrasyon sağlama amacı gütmüş ve Schuman Bildirgesi adında bir bildirge yayınlamıştır. Schuman Bildirgesi Fransa’da, özellikle komünistler tarafından, son derece tehlikeli görülse de AKTÇ’nin temellerini atan bildirge olmuştur. Jean MONNET ise AKTÇ’nin kurulmasında büyük rol oynamış ve topluluğun ilk başkanı olarak tarihteki yerini almıştır. Her ne kadar Avrupa Birliği vizyonunun Jean MONNET ve Robert SCHUMAN tarafından ortaya atıldığı kabul edilse de birleşik, sınırları olmayan bir Avrupa fikrinin Ortaçağ’a, hatta Ortaçağ öncesi dönemlere dayandığı söylenebilecektir.

Birleşik Avrupa Fikrinin Öncüleri, Antik Yunan’dan Ortaçağ Feodalitesi ’ne

Avrupa ve Avrupalı tanımı ilk defa Antik Yunan Uygarlığında, tıbbın en önemli figürlerinden biri olan Hipokrat tarafından yapılmıştır. Hipokrat doğrudan bir “Avrupalı” tanımı yapmak yerine, Asyalılar ve Avrupalılar arasında farklılığa neden olan faktörleri belirlemiş, bu faktörleri su kalitesi, hava kalitesi ve iklime yönelik diğer faktörler olarak sıralamıştır. Bununla birlikte Hipokrat, Avrupalıların Asyalılara göre otoriteye daha zor boy eğeceklerine vurgu yapmış, iklimin değişken olması nedeniyle Avrupalıların Asyalılardan daha cesur olduğunu dile getirmiştir (Hava, Su, Toprak, Hipokrat).

Ortaçağ döneminde geldiğimiz zaman, Avrupa’yı kontrol etmek üzerine ortaya çıkan fikir ve görüşlerin varlığı çoğunluktadır. Ortaçağ Avrupalıları, işgaller, savaşlar ve kilise emperyalizmi aracılığıyla, Hristiyanlık üzerine kurulacak tek bir Avrupa’dan söz etmektedirler. Bu teori “Evrensel Kontrol” ya da “Evrensel Dominasyon” olarak tanımlanmıştır. Ortaçağ düzeni feodalite feodallerinin krallar/prenslerle yaptığı sivil, siyasi, spritüal, dini ve ekonomik kontratlar üzerine kurulmuş bir siyasi düzendir. Bütün bu sistemi bir arada tutan evrensel liderler ise Papa ve Alman İmparatoru olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bu düzenin temelinde “Evrensel Kontrol” teorisi yatmaktadır. Ortaçağ’ın simgeleşmiş birçok düşünürü ve yazarı, söz konusu düzen hakkında fikirlerini öne sürmüşler, Evrensel Dominasyon üzerine eserler ortaya çıkarmışlardır.

resim_2022-06-14_193610692

Dante Floransa’yı Eseri ile Aydınlatırken…- Domenico di Michelino

Bu düşünürlerden ilki Dante’dir. Dante en ünlü eserlerinden biri olan Monarşi ’de, evrensel kontrolün evrensel bir imparatorluğun kurulması ile sağlanabileceğini belirtmektedir. Bu imparatorlukta çeşitli hükümdarların egemenliği hüküm sürecekken, bu hükümdarların Papa’ya bağlı olması gerekmektedir. Barışı tek monark sağlayabilecek, aksi halde mücadeleler kaçınılmaz olacaktır. Dante’nin ortaya koyduğu bu “Tek Hâkim” fikrinin antitezi ise dönemin cesur düşünürleri arasında yer alan Pierre DUBOIS tarafından ortaya atılmıştır. Dubois’ya göre Avrupa’nın herhangi bir lidere ihtiyacı yoktur. Avrupa’da evrensel kontrolün sağlanmasının yolu hükümdarlar arasında anlaşma yapılmasıdır. Dubois papalık makamının ortadan kaldırılmasını, laik ve apolitik bir yargı organı kurulmasını, ortak bir konsey oluşturmayı ve egemenler arasında bir Hristiyan ittifakın hayata geçirilmesini teklif etmiştir (De recuperatione Terrae Sanctae, Pierre DUBOIS). İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilmesi ve Ortaçağ’ın kapanması ile birlikte Avrupalı egemenler arasında Türklere karşı oluşturulması gereken bir birliğin varlığı yüksek sesle dillendirilmeye başlanmıştır. Bu birliği dile getirenler arasında yer alan isimlerden biri, Bohemya Krallığı tahtının varisi George PODIEBRAD’dır. Podiebrad’a göre İstanbul’un fethi hem Avrupa hem de Hıristiyanlık için bir utanç kaynağıdır ve şehrin geri alınması bir zorunluluktur. Podiebrad, Avrupa Konfederasyonu’nun kurulması için altı gereklilik saymıştır: Ortak bir Avrupa Mahkemesi oluşturmak, ortak bir Avrupa Parlamentosu kurmak, ortak bir Avrupa ordusu yaratmak, ortak bir döner sermaye ve federal bir bütçe oluşturmak (Birinci Avrupa Konfederasyonu Projesi, George PODIEBRAD)…

Kısacası, Ortaçağ Avrupası’nda ortaya atılan birleşik bir Avrupa kurma fikrinin ve bu fikir üzerine kurulan görüşlerin militarist bir zemin üzerinde yükseldiğinden söz edilebilecektir. Nitekim çağın gereklilikleri de bu bakış açısının ortaya çıkmasına vesile olmuştur.

Barış Arayışı, Fransız Devrimi ve Avrupa’nın Yeniden Organize Edilmesi Süreci

Ortaçağ’ın sona ermesi, kilise hegemonyasının yerini krallıkların hakimiyetine bırakması ve mezhep farklılığının Avrupa’da yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan yeni mücadeleler, Avrupalı düşünürleri “Evrensel Hakimiyet” ideolojisinden barışı arama çabalarına kaydırmıştır. Ortaçağ’daki militarist bakış açısının bu dönemde yerini savaşları önleme mücadelelerine bıraktığı söylenebilir. Barışçıl bakış açısının öncülerinden biri Fransız siyasi yazar Emeric CRUCE olarak karşımıza çıkmaktadır. Cruce devletlerin barışı sağlama ve özgürlüğü tesis etme konusunda ne gibi adımlar atması gerektiği üzerine çalışmış ve savaşa neden olan belirli faktörleri sıralamıştır: onur, şan/şeref, kâr amacı, başka ülkeler üzerinde hak iddia etmek… Birleşik bir Avrupa kurulmasının asıl amacı bu faktörler nedeniyle oluşan savaşları önlemek olmalıdır. Cruce bunu sağlamak adına ortak bir ticari sistemin kurulmasının gerekli olduğunu ileri sürmüş ve bütün Avrupa’da tek bir para biriminin kullanılmasını teklif etmiştir (Le novveav Cynee; ov, Discovrs des occasions et moyens d’etablir vne paix generale & la liberté du commerce par tout le monde, Emeric Crucé). Emeric Crucé’nin ardından L’Abbé Saint-PIERRE gibi diplomatlar da Avrupa’da kalıcı barışı sağlamak adına çalışmalarına devam etmişlerdir. Saint-Pierre Avrupalıların tek bir toplum olmadığını ve barışı sağlamak için Strazburg yahut Dijon şehirlerinde 40 üyeden oluşan bir Avrupa Parlamentosu kurulmasını teklif etmiştir. Bununla birlikte Avrupa insanının maddi varlığının korunması amacıyla ortak bir bütçe oluşturulması ve egemenler arasında bir Avrupa Ordusu kurulması da Pierre’in düşünceleri arasında yer almaktadır (Avrupa’da Kalıcı Barışı Sağlama Projesi, Saint-Pierre).

Abbe Saint-PIERRE’in fikirleri birçok düşünür tarafından eleştirilmiştir. Bu düşünürlerin başında, modern Avrupa’nın temelini oluşturan eserlerden biri olan Sosyal Sözleşme’nin yaratıcısı, Jean Jacques ROUSSEAU gelmektedir. Rousseau, Saint-Pierre’in düşüncelerini eleştirmiş ve kurulacak senatonun egemenlerin yetkilerini sınırlaması gerektiğini belirtmiştir. Rousseau’nun fikri söz konusu senatonun başında olacağı bir Avrupa Konfederasyonu kurmaya yöneliktir. Bu federasyonda özellikle demokrasi kültürüne ve kadınların eğitilmesine önem verilecektir. Barışın birbiriyle mücadele eden monarşiler ya da kilise tarafından sağlanamayacağına vurgu yapan Rousseau, kurguladığı federasyonun temeline Sosyal Sözleşme’yi yerleştirmiştir. (Judgement Sur le Projet de Paix Perpetuelle, J.J. Rousseau). Emanuel KANT’da Rousseau ile aynı görüşü paylaşmış; barışın kalıcılaştırılması için ya her devletin cumhuriyet ile yönetilmesi ya da devletlerin asimile edilerek ortak bir Avrupa federasyonu kurulması gerektiğini söylemiştir. Kant, Avrupa’daki prensliklerin artık sonuna gelindiğinin ve doğal haklar/sosyal sözleşme üzerine yeni bir Avrupa kurulmasının kaçınılmaz olduğunu belirtmiştir. Rousseau ve Kant’ın fikirlerine katılmayıp, bu görüşleri eleştirenler de ortaya çıkmıştır. Bu isimlerden biri, Fransız Devrimi’yle ilgili eleştirileriyle ün salan İngiliz Avam Kamarası Milletvekili Edmund BURKE olmuştur. Burke, Fransız devrimini eleştirdiği eserlerinde, devrim sırasında ortaya atılan özgürlük ve demokrasi kavramlarının Jakoben, ateist ve otoriteyi zedeleyen kavramlar olduğunu, bu kavramlar nedeniyle hırsızların, katillerin ve hainlerin sayılarının fazlasıyla artacağını dile getirmiştir. Dolayısıyla Burke’ye göre kurulacak olan birlik, Fransız Devrimi kavramları üzerine kurulmamalıdır (Reflections On The Revolution İn France, Edmund BURKE).

resim_2022-06-14_193847909

Kralların Pastası Viyana Kongresi- 1815

Avrupa’nın yeniden organize edilme sürecinde son derece önemli bir yere sahip olan bir başka tarihsel unsur ise Viyana Kongresi’dir. Napolyon savaşlarından sonra Avrupa’daki dengeleri yeniden kurmak adına toplanan Viyana Kongresi’nde özellikle Fransız Devrimi’ne dair fikir ayrılıklarının sayısı bir hayli fazladır. Bu kongre aynı zamanda krallıkları/devletleri diplomatik açıdan bir araya getiren ilk geniş çaplı kongre olarak tarihe geçmiştir. Viyana Kongresi’nde yeni bir Avrupa Organizasyonu hakkında fikirlerini ileri süren ilk isimler Karl CHRISTIAN ve Fredherick KRAUSE olmuştur. Christian ve Krause insanlığın gelişimini incelemişler ve barışın ancak küresel bir devlet aracılığıyla, küresel regülasyonlarla sağlanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak bir “Dünya Federasyonu” kurmanın o dönem için hayali olması, Krause ve Christian’ı “Avrupa Federasyonu” fikrine geri döndürmüştür. Bu iki ismin ileri sürdüğü bir başka fikir ise devletlerin üstünde bir mahkeme kurulması fikridir ki bu günümüzün AİHM’sinin kuruluşunun temelini oluşturan fikirdir. Bu dönemde yeni bir Avrupa organizasyonundan söz eden bir başka isim ise C.H. de Saint-SIMONS olarak karşımıza çıkmaktadır. Saint-SIMONS eski Avrupa organizasyonlarını inceleyerek barışın nasıl kalıcı hale getirilebileceği üzerine çalışmıştır. Simons papanın merkezde olduğu Ortaçağ Hristiyanlığı düzeninin, kurulması hayal edilen Avrupa konfederasyonu için ideal olduğuna karar vermiştir. Ona göre egemenlerin kendilerine özel menfaatleri ve Avrupalıların ortak menfaatleri arasında bir denge kurulmalıdır. Bu denge ancak papalık gibi ilahi bir egemen, ruhani bir lider tarafından sağlanabilecektir. Saint-SIMONS, papanın merkezde olduğu ortak bir parlamento ile Avrupa’nın yönetilmesi gerektiğini dile getirmiştir (De la Nouvelle Organisation de la Societe Europeene, Henri de Saint-SIMONS).

“Barış Arayışı” olarak tanımlayacağımız bu dönemde ortaya atılan birleşik Avrupa fikirlerinin arasındaki temel ayrımın, devletlerin asimile edilip edilmemesi konusunda olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, Rousseau gibi yazarlar bir devletten bahsederken, Saint-Pierre gibi yazarlar günümüzdeki birliğin modeline benzer bir vizyon ortaya koymuşlardır.

Nasyonalizm, Federalizm ve Sosyalizm Etkisi

18. 19. ve 20. Yüzyıllar, Avrupa’da birçok siyasi, edebi ve kültürel akımın baş gösterdiği ve yönetim mekanizmasını etkilediği dönemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Romantizm, realizm ve pesimizm gibi edebi akımların yanında, nasyonalizm, federalizm ve sosyalizm gibi siyasal/sosyolojik hareketler de Avrupa’da vücut bulmuş hareketlerdir. Birleşik Avrupa fikrini ilk kez ortaya atan nasyonalistlerden biri, İtalyan milliyetçiliğinin önemli isimleri arasında yer alan ve “Genç Avrupa” akımının liderliğini de üstlenen Giuseppe MAZZINI’dir. Mazzini, antik Roma uygarlığından fazlasıyla etkilenen bir düşünürdür ve ortaya attığı fikir Avrupa Birleşik Devletleri’dir. Mazzini’nin ortaya koyduğu bu vizyon, milli değerlere zarar vermeden ortak değerleri koruyacak bir Avrupa devletinin kurulmasıdır. Mazzini’nin sunduğu tezin antitezi ise ütopik sosyalist olarak tanınan Victor CONSIDERAT tarafından ortaya atılmıştır. Considerat Avrupa’nın diplomatik sefillikten kurtulması için Fransa altında birleşmesi gerektiğini savunan bir düşünürdür, ona göre söz konusu birlik sadece Fransa tarafından kurulabilecek olan devletsiz bir birlik olmalıdır. Bu birlikte Considerat’ya göre farklı hükümdarların yerine tek bir egemen olması, ortak bir hukuk ve ortak bir idare sistemi kurulması gerekmektedir (De la Politique Generale du Role de la France en Europe, Victor Considerat). Sosyalist cepheden devam edecek olursak, en ciddi görüşün P.J. PROUDHON tarafından ortaya atıldığını söyleyebiliriz. Kabul görülen sosyalizmin aksine, Proudhon’un benimsediği sosyalizm anlayışında bireyciliğe ve özel mülkiyete yer vardır. Bu bakımdan sosyalizmin babası olarak kabul edilen Karl MARX ile aralarında ciddi çekişmeler yaşanmıştır. Proudhon’un kurguladığı birlik, Considerat’ya benzer şekilde, devletsiz ve tek bir kimliğe bürünmüş bir federasyonlar federasyondur. Proudhon, Avrupa’nın tek bir federasyon kurmak için fazla büyük olduğunu, kurulacak birkaç federasyonun iş birliği ile ortak bir Avrupa kurulabileceğini dile getirmektedir. Bu federasyonda devlet inaktif bir rol üstlenirken, bireyler Fransız Devrimi sırasında ortaya çıkan liberal kavramlar tarafından kısıtlanmayarak daha da özgürleşeceklerdir (Du Principe Federatif, P.J. Proudhon).

18. Yüzyıl’ın ikinci çeyreğinde, realizm ve pesimizm akımlarının etkisi ile birlikte Avrupa’nın inşa edilmesi tartışmaları hız kazanmıştır. Realist projelerin ilki İngiliz bir avukat olan James LORIMER’den gelmiştir. Lorimer’in projesi güçler ayrılığı prensibi üzerine kurulmuş bir projedir. Yürütme erki, yüksek şurayı da seçecek olan bir senatonun ve söz konusu yüksek şuranın elinde bulunmalı, yargı erki sivil ve ceza yargısı olarak ikiye ayrılmalı, yasama erki ise devletlerin bir araya gelerek yapacakları düzenlemelerden meydana gelmelidir. Lomier’in amacı tıpkı kendisinden önceki düşünürler gibi iç ve devletlerarası savaşları önlemek, kolonileşme mücadelelerine bir denge getirmektir (Organisation of an International Government, James LORIMER). Lorimer’in projesinin antitezi ise Johann Caspar BLUNTSCHLY tarafından ortaya atılmıştır. Blüntschly, Avrupa toplumunu Amerikan toplumuna benzetmiştir. Ona göre ABD’de de insanlar eyaletten eyalete kültürel ve sosyolojik farklılıklar göstermektedir ve düzen buna göre kurulmuştur. Başka bir deyişle Blüntschly, ABD’deki eyaletler gibi, her devletin kendi düzenlemelerini yapmakta özgür olduğu bir konfederasyon vizyonu ortaya koymuştur. Devletlerin kendi egemenliklerinin bu birlikte korunması şarttır (Die organisation des Europaischen Statenvereines, Johann Caspar BLUNTSCHLY).

Milliyetçiliğin ve Emperyalizmin Gölgesinde Dünya Savaşlarına Doğru…

19. yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başları, Avrupa’da milliyetçilik akımlarının bir hayli yaygınlaştığı, batı emperyalizminin dünyayı egemenliği altına aldığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu dönemdeki birleşik Avrupa fikirleri bu iki unsurdan bir hayli etkilenmiştir. Öne çıkan iki milliyetçilik akımı Fransız milliyetçiliği ve Alman milliyetçiliğidir. Fransız ve Alman milliyetçiliği arasında bir Avrupa modeli ortaya çıkaran isim ise, Fransız filozof Ernest RENAN olmuştur. Renan’ın düşüncelerinin temelinde Fransa ve Almanya arasında barış sağlanmasının imkânsız olması yatmaktadır. Dolayısıyla Renan’a göre nasyonalist prensiplerin federatif prensipler ile yer değiştirmesi gerekmektedir. Ayrıca Renan demokrasi kavramının topluma zarar verdiğini düşünmüş ve barışı kalıcı hale getirmek adına yeni bir krallık modeli sunmuştur (Les Lettres a David Strauss, Ernest RENAN). Tüm bunlarla beraber her iki akımı da reddeden liberal fikirlerin varlığından da söz edilebilecektir. Fikirlerin başında, İngiliz bir aristokrat olan Richard Coudenhove-KALERGI’nin ortaya attığı “Pan-Europe” konsepti yer almaktadır. Kalergi’nin bu fikri hem nasyonalizmi hem de uluslararası birlik düşüncesini aynı anda reddetmektedir. Kalergi, tıpkı Caspar BLUNTSCHLY gibi Amerikan kuruluşlarına hayrandır ve Avrupa’nın bu şekilde organize edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Devletlerarası demokrasi ve barış için bu birliğin varlığı şarttır (Pan Europa, Richard Coudenhove-Kalergi).

resim_2022-06-14_194011406

Aristide Briand’ın Milletler Cemiyeti Konuşması Sonrası Yayınlanan Bir Gazete Kapağı- 1929

20. yüzyılda ortaya çıkan iki ayrı Avrupa projesi, Fransız Dışişleri Bakanı olan Aristide BRIAND ve Adolf HITLER’in projeleri, birbirine zıt iki proje olarak karşımıza çıkmaktadır. Kalergi’den bir hayli etkilenen Aristide Briand’ın hayali, zengin ve endüstri devrimi üzerine kurulmuş bir Avrupa’dır. Briand, 5 Eylül 1929’da Milletler Cemiyeti’nde yaptığı konuşmasında ilk defa Avrupa Konfederasyonu kurma fikrini dile getirmiş, ulusların üstünde bir organizasyon ile Avrupa insanlarını birbirine asimile etme vizyonunu ortaya atmıştır. Ortak bir ekonomik sistemin bu federasyonun merkezinde yer alması gerektiğine inanan Briand, devletlerin egemenliğinin korunmasına da büyük önem vermiş ve Hitler’den bu noktada ayrılmıştır. Hitler’in birleşik Avrupa projesi ise Roma İmparatorluğu’ndan esinlenerek hazırlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında yer alan Hitler’in eski Roma İmparatorluğunu kurma isteği bir bakımdan Avrupa’yı birleştirme projesi olarak kabul görmektedir. Bu imparatorlukta ırklar arası bir hiyerarşi mevcut olacak, Almanya merkezli devasa bir ekonomik düzen kurulacaktır (Mein Kampf, Adolf HITLER). Hitler’in bu projesinin, Ortaçağ’daki “Evrensel Dominasyon” kuramına fazlasıyla benzediği söylenebilir. Hitler ile Aristide Briand’ın projeleri arasındaki temel farkın milliyetçilikte yattığı rahatlıkla söylenebilir. Nitekim Hitler’in projesi tamamen milliyetçilik üzerine kurulan ve tek bir ırk, tek bir din ve tek bir kültür vaat eden bir proje iken, Briand farklılıkların korunmasına önem vermiş ve birliğin temelinin ekonomik amaçlar olması gerekliliğini vurgulamıştır.

Sonuç

Antik Yunan’dan günümüze kadar geldiğimizde, Avrupa’yı birleştirmeyi hayal eden figürler arasındaki esas ayrımın kurulacak bu birliğin yapısından kaynaklandığı söylenebilir. Bazıları Avrupa’nın tek bir kültüre, ekonomiye, sosyolojiye ve otoriteye sahip olması gerektiğini savunurken, diğerleri milletler ve devletler arasındaki farklılığın korunmasını ve bu koruma ile bir birlik oluşturulmasını istemişlerdir. Bu ayrımın temelinde, Avrupalıların tek bir millet olarak görülüp görülmediği sorusu yatmaktadır. Tek Avrupa Devleti’ni savunanlar Avrupalıları tek bir millet olarak kabul ederken, Avrupa Konfederasyonu’nu savunanlar Avrupa üzerindeki farklı milletlerin varlığını benimsemişlerdir.

Günümüze baktığımızda teoride Avrupa Devletleri’nin varlığı devam ederken, milletler arasında farklılıkların korunduğu kabul edilmektedir. Ancak alınan siyasi ve ekonomik kararlara, Avrupa üzerindeki farklı milletlerin kültürlerine ve günlük yaşamlarına, devletler ve milletler arasındaki siyasi ekonomik ve sosyolojik ilişkilere baktığımızda Avrupa’daki farklılıkların gerçekten korunup korunmadığının büyük bir soru işareti olduğundan rahatlıkla söz edilebilecektir.

Yazarların Kullanılan Kitapları — KAYNAKÇA

Hava, Su, Toprak, Hipokrat, M.Ö. 460

De recuperatione Terrae Sanctae, Pierre Debois, M.S. 1306

Birinci Avrupa Konfederasyonu Projesi, George Podiebrad, M.S. 1462

Le novveav Cynee; ov, Discovrs des occasions et moyens d’etablir vne paix generale & la liberté du commerce par tout le monde, Emeric Crucé, M.S. 1623

Avrupa’da Kalıcı Barışı Sağlama Projesi, Abbé Saint-Pierre, 1713

Judgement Sur le Projet de Paix Perpetuelle, J.J. Rousseau, 1782

Reflections On The Revolution İn France, Edmund Burke, 1790

De la Nouvelle Organisation de la Societe Europeene, Henri de Saint-Simons, 1814

De la Politique Generale du Role de la France en Europe, Victor Considerat, 1840

Du Principe Federatif, P.J. Proudhon, 1868

Les Lettres a David Strauss, Ernest Renan, 1870

Organisation of an International Government, James Lorimer, 1877

Die organisation des Europaischen Statenvereines, Johann Caspar Blüntschli, 1879

Pan Europa, Richard Coudenhove-Kalergi, 1924

Mein Kampf, Adolf Hitler, 1925