Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

AMERİKA’DAKİ İÇ KAVGA NEREYE GİDİYOR?

20. ve 21. Yüzyılın dünya üzerindeki mutlak hâkim gücü, tam 172 ülkede 800’ün üzerinde askeri üssü bulunan, dünya denizlerinin tamamında uçak gemisi konuşlandırmış, gerek üniversiteleri gerek araştırma kuruluşları ile bilginin yönetilmesi ve teknolojinin kullanılmasında dünyanın bir numarası, para birimi küresel rezerv para olarak kabul edilen ve merkez bankası dünya ekonomisine yön veren Amerika Birleşik Devletleri… Hegemonik gücü sarsılmaz gibi gözüken Amerika Birleşik Devletleri’nin 21. Yüzyıldaki otoritesi kamuoyunun çoğunluğuna göre devam edecek. Her ne kadar Rusya-Ukrayna Savaşı ve Avrupa’nın içinde bulunduğu enerji krizi çoğunluğun öngörüsünü doğrular nitelikte olsa da Amerika yakın tarihinde tecrübe etmediği bir dönemden geçiyor. Nitekim Covid-19 salgını ile ülkenin sağlık sisteminin çökmesi, George FLOYD’un öldürülmesi ile başlayan sokak hareketleri, 6 Ocak 2021 tarihinde gerçekleşen Kongre baskını ve ülkedeki enflasyonun %10 seviyesine dayanması daha önce hiç kimsenin Amerika’da görmeye alışık olmadığı sahneler. Dünyaca ünlü The Economist gazetesi “Amerika Ayrışık Devletleri” ismiyle çıkardığı Ağustos ayı sayısında eyaletler arasındaki rekabetin ve ideolojik ayrımın her geçen gün derinleştiğine ve eyaletlerin hayata geçirdiği, birbirine tamamen zıt olan çoğu uygulamanın ABD’nin bütünlüğü için ciddi bir risk unsuru oluşturduğuna vurgu yaptı. Nitekim ülke içindeki kutuplaşma ve eyaletler arasındaki politik, sosyolojik, teknolojik ve hukuki rekabet daha önce görülmemiş bir seviyede. Bugün ABD’de yaşanan bu iç kavganın temellerine değinecek ve söz konusu mücadelenin nereye evrilebileceğini anlatmaya çalışacağım.

Metin İçi Resim

ABD İçerisindeki Güç Odakları ve İdeolojik Ayrım

Amerika Birleşik Devletleri’nde aktif olarak varlığını sürdüren iki temel siyasal parti Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki partinin aday gösterdiği onlarca aday bu zamana kadar başkanlık görevini üstlenmiş, ülke siyaseti 150 yıl boyunca bu iki parti tarafından şekillendirilmiştir. Günümüzde de Amerika’daki temel kavganın Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki klasik bir siyasi parti yarışı olduğu düşünülebilir. Nitekim basında ve sosyal medyada takip ettiğimiz güncel gelişmeler tamamıyla bu iki siyasi parti arasındaki söylemlerden oluşmaktadır. Ancak Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki kavganın bir iç siyaset mücadelesi ve geleneksek bir başkanlık yarışından çok daha derin bir kavga olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu kavganın derinliğini anlamak açısından öncelikle Cumhuriyetçilerin ve Demokratların ülke yönetimine, ekonomiye ve sosyolojiye yönelik görüşlerini, ideolojik yaklaşımlarını yakından tanımak gerekecektir.

Cumhuriyetçi Parti muhafazakâr bir tabana hitap eden; düşük vergi, küçük hükümet ve serbest teşebbüs gibi unsurları destekleyen, genel olarak Amerika’nın kırsal bölgelerinden oy toplayan bir parti olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle ülke içerisindeki Hristiyan grupların Cumhuriyetçi Parti’ye ciddi destek verdiği ve parti içinde yapılandığı kamuoyu tarafından bilinen bir gerçektir. Eski Amerikan Başkanı George BUSH’un başkan seçildiği 2000 ve 2004 yıllarında, ardından Donald TRUMP’ın izlediği politikalarda ülke içerisindeki Katolik ve Protestan yapılanmaların Cumhuriyetçi Parti’ye destek verdikleri net bir şekilde görülmüştür. Bununla birlikte ABD sınırları içerisinde etkin oldukları bilinen Mormonlar, Ortodoks Yahudiler ve daha birçok topluluğun Cumhuriyetçi Parti tarafında oldukları bilinmektedir. Partinin savunduğu görüşler arasında kürtajın federal düzeyde yasaklanması, idam cezasının ülke genelinde kabul edilmesi ve birçok bilimsel gelişmenin Katolik kilisesi tarafından denetlenmesi gibi unsurlar bulunmaktadır. “Yeniden Büyük Amerika”, “Üstün Amerikan Irkı” gibi ideolojik yaklaşımları temsil eden birçok ismi bünyesinde barındıran Cumhuriyetçi Parti’nin günümüzdeki lideri ise, bu iki ideolojinin katı bir savunucusu olan Donald TRUMP’dır.

Demokrat Parti kendisini işçi sınıfının partisi ve sosyal devletin savunucusu olarak kabul ederken felsefesini “halkla iş birliği yapmak” şeklinde belirlemiştir. Daha liberal ve katılımcı bir siyasi çizgi takip eden Demokrat Parti; New York, Los Angeles, Chicago gibi, zengin kesimin yaşadığı metropollerden daha fazla oy almaktadır. Başka bir tabirle her ne kadar “halkın partisi” olarak kurulmuş olsa da günümüzde Demokrat Parti tabanının zengin Amerikan elitlerinden oluştuğu su götürmez bir gerçektir. Bununla birlikte ülkedeki siyahi Amerikalıların, Yahudilerin, göçmenlerin ve diğer azınlık grupların çok büyük bir bölümünün Demokrat Parti’ye destek verdiği söylenebilir. Demokrat Parti’nin içinde Cumhuriyetçi Parti’den farklı olarak tek bir ideolojik grup bulunmamaktadır. Merkezci olarak bilinen grup ılımlı-liberal ekonomi politikalarını desteklerken Amerikan halkını aşırı sağcı hareketlere karşı korumayı amaçlamaktadırlar. Eski Başkan Bill CLİNTON, eski Pennsylvania valisi Ed RENDELL, mevcut Başkan Joe BİDEN ve daha birçok önemli ismin merkezci akımın temsilcisi oldukları bilinmektedir. Tarihsel olarak “Güneyin Demokratları” olarak tanınan Muhafazakârlar ise Merkezcilere göre daha katı ekonomi politikalarını ve ideolojik görüşleri savunurlarken parti tarafından Cumhuriyetçiler ile uzlaşmak amacıyla sık sık kullanılmışlardır. Bahsedilmesi gereken son ideolojik yapılanma olan Liberaller ise sağlık, eğitim ve ulaşım gibi birçok alanda küreselleşmeyi savunurken, kök hücre araştırmalarının geliştirilmesi, eşcinsel evliliğin yasallaştırılması, daha sıkı silah kontrolü ve çevre koruma yasalarının yürürlüğe girmesi gibi içtihatları desteklemektedirler. Daha global bir düzlemde ilerleyen liberal Demokrat akımın temsilcileri arasında Tek Dünya Devleti’nin kurulması gerektiğini savunan isimlerin sayısı ise bir hayli fazladır.

Uzun lafın kısası Amerika içerisindeki temel kutuplaşmanın bir Demokrat-Cumhuriyetçi çekişmesi olmaktan ziyade “Üstün Amerikancılar” ve küreselleşme politikalarını destekleyenler arasında var olan bir ayrım olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Covid-19 dönemi ile başlayan iç kavganın bu iki ideolojik grup arasında şekillendiğinden de bahsetmek mümkün olacaktır.

ABD İçerisindeki Güç Odakları ve İdeolojik Ayrım

Korona Kaynaklı Sorunlar ve Uygulamalar

Amerika Birleşik Devletleri, 2020-22 yılları arasında gerçekleşen Covid-19 pandemisinden en sert etkilenen ülkeler arasında yer aldı. Ülke genelinde pandeminin başından bu yana 100 milyon civarında vaka ile karşılaşıldı ve yaklaşık 1 milyon 100 bin Amerikalı hayatını kaybetti. Söz konusu ideolojik mücadelenin pandemi döneminde alınan önlemler ile başladığından söz edebiliriz. Bu dönemde Demokrat Parti tarafından yönetilen birçok eyalet Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyelerine harfi harfine uyarak maske kullanımı, karantina ve koronavirüs testi zorunlulukları getirirken Cumhuriyetçilerin kontrol ettiği eyaletlerde çok farklı uygulamalarla karşılaşıldı.

Demokratların kalesi olan eyaletlerin başında gelen New York eyaletinde aşılı olmayan vatandaşların düzenli olarak PCR testi vermeleri istenirken başta sağlık sektörü olmak üzere birçok sektör çalışanına aşı zorunluluğu getirildi. Eyalet genelinde maske kullanımı birçok ortak alanda zorunlu oldu. Yine Demokratların kalesi olarak bilinen California eyaletinde de sağlık çalışanlarına, devlet memurlarına, öğretmenlere, yüksek risk kategorisinde yer alan yaşlılara ve hastalara aşı zorunluluğu getirildi. 2 yaş ve üstü vatandaşların, acil servis hastalarının ve “evsiz sınıf” olarak bilinen sınıfa mevcut insanların ise düzenli olarak maske takması zorunlu oldu. Eyaletin önemli şehirleri arasında yer alan Oakland’da ise söz konusu uygulamalar çok daha sert şekilde hayata geçirildi. Görüldüğü üzere Demokratlar tarafından kontrol edilen birçok eyalette Dünya Sağlık Örgütü ve diğer küresel sağlık kuruluşlarının sürekli olarak dile getirildiği Covid-19 önlemleri düzenli olarak uygulama alanı buldu. Cumhuriyetçi eyaletler ise pandemi döneminin tamamında söz konusu önlemlere sert bir şekilde karşı çıktılar ve bu önlemleri uygulamayı reddettiler. Örneğin Cumhuriyetçilerin düzenli olarak seçim kazandığı Florida eyaleti valiliği aşı pasaportu uygulamasının iş yerlerinde uygulanmasını yasa dışı hale getiren bir genelge yayınladı. Kabul edilen bir başka eyalet yasası ise özel şirketlere aşılanmamış kişiler için getirilen sınırlamaları kaldırmalarını emrediliyordu. Florida eyaleti pandemi döneminde okullarda ve kalabalık alanlarda maske takma zorunluluğunu kaldıran ve zorunlu kılmayı yasa dışı hale getiren başka yönetmelikleri de yürürlüğe koydu. Cumhuriyetçilerin kalesi olarak tanımlayabileceğimiz Teksas eyaletine gelecek olursak valilik, maske takmayı zorunlu hale getiren ve aşı zorunluluğu arayan iş yerlerine idari para cezası uygulayan yönetmelikleri yürürlüğe koydu. “Teksaslılar özgürdür, kimse Teksaslıları aşı olmaya ve maske takmaya zorlayamaz” söylemini kullanan Teksas valiliği özel kuruluşların dini inançlara ve geleneksel değerlere saygı göstermesi gerektiğini sürekli olarak dile getirerek aşı zorunluluğunu ve maske kullanımını pandemi dönemi boyunca reddetti (Kaynak: AARP NEWS).

Farklı eyaletlerde vücut bulan farklı uygulamalar Covid-19 konusunda ciddi tartışmamaları da beraberinde getirmiş oldu. New York ve California gibi eyaletler Cumhuriyetçi eyaletleri ülke genelindeki ölümlerden ve vaka artışından sorumlu tutarken Teksas ve Florida gibi eyaletler ise Demokrat Parti yönetimindeki eyaletleri Amerikalıların özgürlüklerini sınırlamak ve uygulanan karantinalar nedeniyle ülke ekonomisine zarar vermekle suçladı. Bununla beraber Teksas ve Florida başta olmak üzere pek çok Cumhuriyetçi eyalet ciddi ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmayı başardı ve Amerikan tarihindeki en büyük iç göç dalgalarından biri Demokrat Eyaletlerden Cumhuriyetçi Eyaletlere doğru yaşandı. Bu durum eyaletler arasındaki güç dengelerinin bir hayli değişmesine sebebiyet verdi ve Covid-19 önlemleri hakkındaki tartışmaları daha da alevlendirdi.

Rusya-Ukrayna Savaşı Hakkında Tartışmalar

Amerika’nın Rusya-Ukrayna savaşında Ukraynalılara yaptığı yardımlar savaşın başladığı günden bu yana Amerikan iç siyasetindeki en önemli gündem konularından biri oldu. Eski ABD Başkanı ve muhafazakâr ideolojinin simgelerinden biri haline gelmiş olan Donald TRUMP, mevcut Başkan Joe Biden’ı Amerikalıların parasını Ukrayna’da boş yere harcamakla suçladı, provokatif eylemleri nedeniyle Amerika’nın bu savaşa neden olan temel aktörlerden biri olduğunu dile getirdi. Trump ara seçimler için yürüttüğü kampanya sırasında Güney Carolina’da yaptığı bir konuşmada kendisinin başkanlık koltuğunda oturuyor olması durumunda Rusya-Ukrayna savaşının hiçbir zaman yaşanmayacağını iddia ederken, Biden yönetimini korkaklık ve zayıflıkla suçladı. Trump’ın Joe BİDEN’a yönelttiği bir diğer eleştiri ise Rus enerjisinden mahrum kalınan dönemde Venezüella, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle enerji konusunda masaya oturması oldu. Trump Amerika gibi bir ülkenin halkına zulmeden ve ideolojik açıdan Amerika ile zıt kutuplarda bulunan hiçbir ülke ile pazarlığa oturulmaması gerektiğini, bunun Amerika’nın küresel hegemonyasına zarar vereceğini dile getirdi (Kaynak: The Hill).

Trump’ın Kuzey Carolina’da yaptığı bu konuşma da bizlere gösteriyor ki Cumhuriyetçiler Rusya-Ukrayna Savaşı öncesinde uygulanan gerilimi tırmandırıcı politikalardan, savaş sırasında Amerikan kaynakları ile Ukraynalılara yapılan yardımlardan ve Rusya ile ilişkilerin bu derece bozulmasından bir hayli rahatsızdır. Özellikle Biden yönetiminin Rus gazına olan bağımlılığı azaltma çalışmaları ve Amerikan kaynakları ile Ukraynalılara yapılan silah ve para yardımı Cumhuriyetçi tabandan gelen sert tepkilere neden olmaktadır. Muhafazakârlar Rus gazına olan bağımlılığın bir anda azaltılmasının ise Amerika için ekonomik bir felaket olacağını dile getirirlerken aynı oranda doğalgazın başka yollardan sağlanabileceğine dair inancın bir romantizm olacağını iddia etmektedirler.

Küresel Şirketlere Yönelik Suçlamalar ve Çin’le Alakalı Tartışmalar

Eski Başkan Donald TRUMP’ın Carolina’da yaptığı konuşmada hedef aldığı güç odaklarından biri de merkezleri New York ve Silikon Vadisi’nde bulunan küresel şirketlerdi. Trump 2024 seçimlerinde iktidara gelmesi durumunda büyük teknoloji şirketlerinin monopol durumunu ortadan kaldıracağını vadederken bu şirketlerin gereğinden fazla güçlendiklerini ve sisteme karşı çıkılması durumunda birçok kişiyi sanal ortamdan kolaylıkla silebileceklerini iddia etti. Trump’ın iddialarından bir diğeri ise Meta’nın kurucu Ceo’su Mark ZUCKERBERG’in kişisel mahremiyete ilişkin yasaları ihlâl ettiği ve Demokrat Parti’ye ciddi anlamda para akıttığıydı (Kaynak: Insider).

Küresel şirketlere dair Cumhuriyetçi muhafazakâr tabandan gelen suçlamanın temelinde esas olarak bu şirketlerin Amerikan menfaatlerine çalışıp çalışmadıkları sorusu yatmaktadır. Bu durumu daha yakından anlamak adına 2008 yılına gitmek, dünya tarihinin gördüğü en büyük finansal krizlerden birini incelemek gerekmektedir. Dönemin ekonomik krizinin olumsuz etkilerinden kaçmak, üretim maliyetlerini düşürmek ve insan kaynağından yararlanmak adına Amerikan merkezli birçok küresel şirket yatırımlarını Çin’e, o dönemde büyüme içerisinde olan bu yeni pazara yönlendirmişlerdir. Zaman içerisinde Çin’e doğru yönlenen küresel sermaye ve bölgedeki mevcut insan kaynağı Çin’i bir küresel güce çevirmiş ve günümüzde Amerika’nın bir numaralı rakibi haline getirmiştir. Amerikalı muhafazakarların ve birçok Cumhuriyetçinin iddiası söz konusu bu şirketlerin 11 Eylül ile başlayan süreçte Amerika’yı yanlış yönlendirerek Çin’in önünü açtığı, ülke Irak ve Afganistan’da yaşanan terörizmle mücadele ederken Çin’i büyüttüğü ve günümüzdeki konumuna getirdiğine yöneliktir. Söz konusu tartışmanın ileride yaşanması beklenen bir Tayvan krizinde çok daha şiddetli hale geleceğinden rahatlıkla söz edilebilir.

Sadece küresel şirketler ve muhafazakârlar arasında değil, şirketlerin kendi aralarında da gündemde bulunan kavgalar söz konusudur. Özellikle milyarder Elon MUSK’ın Twitter’ı satın almasından, Donald TRUMP ve Steve BANNON gibi isimlerin hesaplarını yeniden açmasından sonra, Demokrat partili elit kesim sosyal medyada yeni bir korku ve nefret dalgasının başlamasından endişe etmektedirler. Bu kapsamda aşırı grupların temsilcileri olarak kabul edilen bu isimlerin yeniden sosyal medyaya dönmesi ve kampanyalarını bu platformlar üzerinden yönetmeye başlamaları, Amerikan elitizmi tarafından hoş karşılanmamıştır (Kaynak: The Guardian).

LGBT ve Kürtaj Hakkı Hakkında Tartışmalar

LGBT haklarına ilişkin tartışmalar dünya çapında süregelen tartışmalardır ancak Amerika’da bu tartışma bir “İnsan Hakkı” tartışmasından çıkmış, ideolojik bir kavgaya dönmüştür. Demokratlar eşcinsel evliliğinin önünü açmak adına birçok yasa tasarısı hazırlayıp hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nin onayına sunmaya çalışsalar da Cumhuriyetçiler bu teklifleri her defasında reddetmişlerdir (Kaynak: Reuters). Nitekim Trump’ın Florida’da yaptığı bir konuşmada sarf ettiği “Kadın kadındır, erkek erkektir. Üçüncü bir cinsiyeti kabul etmiyoruz” şeklindeki sözleri, muhafazakarların LGBT haklarını güvence altına alacak olan yasa tasarılarını kolay kolay onaylamayacağını bizlere göstermektedir. Bir diğer tartışma ise Kürtaj Hakkı meselesiyle ilgilidir. Kürtaj Hakkı Amerikan Anayasası tarafından lafzi olarak korunan bir hak değildir ve asıl tartışma bu nedenden ötürü ortaya çıkmıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin (Supreme Court) kürtaj hakkını Amerikan kültür ve geleneklerine uymaması nedeniyle bir anayasal hak olarak tanınamayacağına yönelik kararı, özellikle elit kesim tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuştur (Kaynak: Cornell Üniversitesi Hukuk Fakültesi). Hem LGBT hem de Kürtaj konusundaki yargısal ve politik tartışmalar 2023 yılında da devam edecek gibi gözükmektedir.

Göçmenler Konusunda Yaşanan Tartışmalar

2019 yılı itibariyle Doğu kıyısının en önemli şehirlerinden biri olan Philadelphia ülkenin en fazla göçmen bulunduran kenti haline gelmiş; Teksas ve Florida’dan gelen göçmenlerin New York, Washington ve Chicago’ya dağılmalarında bir üs olmuştur. Nitekim Philadelphia valiliğine göre sadece bir ay içerisinde 13.300 yabancı uyruklu göçmen Teksas’tan New York, Washington ve Chicago’ya gönderilmiştir (Kaynak: Philadelphia Inquirer). Philadelphia valiliği aynı dönemde Teksas ve Florida’dan gönderilen ve göçmenleri taşıyan otobüslerin artık kente alınmayacağını da açıklamıştır. New York kentinde ise geçtiğimiz aylarda düzensiz göçmen sayısının öngörülemez şekilde artması sebebiyle bir olağanüstü hâl durumu ilan edilmiştir ve OHAL durumu halen devam etmektedir. New York valiliğinin yaptığı açıklamada Teksas ve Florida’dan gönderilen göçmenlerin New York üzerinde başa çıkılamayacak ölçüde bir göçmen yükü yarattığı ve şehir genelinde göçmenleri barındıracak bir mekânın kalmadığı belirtilmiştir (Kaynak: BBC)

Göçmenler tüm dünya ülkeleri adına 21. Yüzyılın en önemli problemlerinden biri olacak gibi görünürlerken Amerika’da Cumhuriyetçi eyaletler ve Demokrat eyaletler arasında göçmenlere ev sahipliği yapmak (daha doğru bir tabir ile yapmamak) konusunda ciddi bir mücadele bulunmaktadır. Özellikle Meksika sınırında bulunan ve göçmen karşıtlığı ile bilinen Cumhuriyetçi eyaletlerin göçmen yükünü Demokrat eyaletlere yıkmaya çalıştığı, bu kapsamda kendi bünyelerinde bulunan göçmenleri sırayla New York, California ve Illinois gibi eyaletlere gönderdikleri ile karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla eyaletler arasındaki göçmen yükünün eşit şekilde dağılmaması ve oluşacak diğer güvenlik sorunları Cumhuriyetçi ve Demokrat eyaletler arasındaki göçmen tartışmasını çok daha şiddetli hale getirebilir.

Eski Başkan Donald TRUMP’a Yönelik Suçlamalar

Eski ABD Başkanı Donald TRUMP’a yönelik ağır suçlamalar 6 Ocak Kongre Baskını olayından bu yana Amerikan gündeminden düşmemektedir. Trump’a yönelik ilk iddialar kendisinin görevi Joe BİDEN’a devredip Beyaz Saray’dan taşındığı dönemde devlete ait birçok belgeyi yanında götürmesine ilişkindi. Özellikle devlete ait birçok gizli dokümanın Trump tarafından Beyaz Saray’dan Florida’ya kaçırdığı Beyaz Saray çalışanlarının dilinden eksik olmuyordu. Başkanlık Kayıtları Yasası’na göre başkanlık kayıtları federal mülk olarak kabul edilmeliydi, başkanın bu kayıtlara kişisel eşyasıymış gibi davranması mümkün değildi. Mayıs 2021’de Donald TRUMP döneminde tutulmuş bazı kayıtların kesin olarak Beyaz Saray’dan kaçırıldığı belirlendi, Ulusal Arşivler ve Kayıtlar İdaresi Mar-a-Lago/Florida’ya götürülen belgelerin başkanlık özelinde dokümanlar olduklarını iddia etti. Eksik olan 184 dokümanın 117’sinin “Çok Gizli (Top Secret)” belgeler olduğu; özellikle Amerika’daki insan kaynağına ve CIA kayıtlarına ilişkin birçok gizli kaydın Beyaz Saray’dan çıkartıldığı belirlendi. Donald TRUMP’dan Beyaz Saray’dan çıkarken yanında götürdüğü dokümanları FBI’a teslim etmesi istendi ancak Trump’ın bunu reddetmesi üzerine FBI, Trump ailesinin Mar-a-Lago’da yer alan malikanesinde bir arama yaptı. Söz konusu dokümanların çoğu FBI tarafından ele geçirilip New York savcılığına teslim edilse de birçok önemli kayıt halen kayıp halinde bulunmaktadır (Kaynak: AP News). Trump’ın başının dertte olduğu bir diğer konu ise 6 Ocak Kongre Baskını ile olan ilişkisidir. New York Başsavcılığı kongreye baskın düzenleyen radikal gruplar ve Trump arasında organik bağlar olduğunu belirlemiş ve geçtiğimiz aylarda eski ABD Başkanı’nı ifadeye çağırmıştır. Her ne kadar her iki olay da gündemden biraz düşmüş olsa da geçtiğimiz günlerde 2024 seçimlerinde Başkan adayı olacağını açıklayan Trump hakkında daha birçok suçlamanın yapılacağını tahmin etmek zor değildir.

Amerika’da Bir İç Savaş Çıkar Mı?

2022 yılında Amerikalıların ülkenin geleceğini nasıl gördüklerini sorgulamak amacıyla yapılan bir anket, vatandaşların %43’ünün ülkenin gelecek on yıl içerisinde iç savaşa sürükleneceğine inandığını ortaya koymuştur. Birçok Amerikalı, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki kavganın daha önce hiç bu kadar derinleşmediğini ve ülkede artan şiddet de göz önünde bulundurulduğunda bir iç savaş olasılığının geçmişe göre çok daha yüksek olduğunu dile getirmektedirler (Kaynak: Bloomberg). Sadece vatandaşlar değil birçok girişimci de böyle düşünüyor olacaktı ki geçtiğimiz yıl ülkenin çeşitli eyaletlerinde insanlara iç savaştan korunmak adına sığınak satmaya başlayan birçok işletme kurulmuştur. Bununla birlikte Amerika genelindeki silahlı protestoların sayısı da ciddi oranda artmaktadır. Birçok otoriteye göre ülkedeki silahlanma özgürlüğü artık bireysel savunma için değil, ideolojik akımları yaymak adına kullanılmaktadır (Kaynak: New York Times). Nitekim ülke genelindeki aşırı sağcı grupların silahlı protestolarındaki artış dikkat çekerken birçok liberal demokrat, Amerika’nın kırsalında örgütlenmiş olan Hıristiyan örgütlerin hızlı şekilde silahlandığını ve bunun ulusal güvenlik için bir tehdit oluşturduğunu iddia etmektedirler. Colorado ve Virginia’da yapılan ve 11 kişinin hayatını kaybettiği saldırıların sonrasında Başkan Joe BİDEN’ın silahlanma özgürlüğünü sınırlandırmaya yönelik çalışmalara başlamıştır. Ancak bu çalışmaların Temsilciler Meclisi ve Senato’da kabul edilme olasılığı düşük görülmektedir (Kaynak: The Guardian). O zaman gelelim can alıcı soruya: Amerika Birleşik Devletleri’nde yakın vadede bir iç savaş beklenebilir mi?

Gerek Amerikan Anayasası aracılığıyla korunan bireysel silahlanma hakkı gerek ülke içerisindeki aşırı ideolojik kutuplaşma olsun, Amerika’da çıkabilecek bir iç savaşın Suriye ve Irak’taki iç savaşlara nazaran çok daha sert geçeceği, çok daha yıkıcı olacağı ve can kaybının oldukça fazla olacağını tahmin etmek zor değildir. Ancak yazının başında da bahsedildiği gibi, bilgiyi bu denli iyi kontrol eden, dünya üzerinde 800’ün üzerinde askeri üssü bulunan, okyanuslarda hüküm süren, demokrasi kültürünün bu kadar geliştiği ve hepsinden de önemlisi, para birimi global rezerv para kabul edilen bir ülkede yakın ve orta vadede bir iç savaş beklemek gerçekçi bir düşünce olmayacaktır. Her ne olursa olsun, önümüzdeki 10 yılda Amerika Birleşik Devletleri’nin çözmesi gereken ciddi ülke içi sorunlar olacaktır. Bu durum ülkenin küresel hegemonyasını gerileteceği gibi, Çin, Hindistan, Rusya ve Türk Devletler Teşkilatı gibi yükselen güçlerin önünü açacaktır.