Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

21. YÜZYILDA TÜRKİYE?

Küresel çapta artan enflasyon, toplumların içinde bulunduğu kutuplaşma süreci, devletler içerisindeki politik istikrarsızlık ve küresel/bölgesel güçler arasındaki gerginlikler mevcut dünya düzenini sarsmaktadır. Türkiye dünyanın içinde bulunduğu belirsizlik dolu bu süreçten en çok etkilenen ülkeler arasında yer almaktadır ve ülke içerisinde geleceğe yönelik ciddi tartışmalar mevcuttur. Kimi kesimler Türkiye’nin cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birinin içinde bulunduğunu ve değişen demografik yapı nedeniyle ülkenin geleceğinin tehlike altında olduğunu dile getirirken, kimileri ülkenin daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir politik konumda durduğunu, söz konusu problemlerin geçici problemler olduğunu iddia etmektedirler. Bütün bu tartışmalar eşiğinde Türkiye, cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi olarak kabul edilen 14 Mayıs seçimlerine hızla ilerlemektedir.

“Evrensel olmadan milli olunamaz”, yani dünyanın nasıl bir jeopolitik/ekonomik süreç içerisinde olduğunu anlayamadan Türkiye’nin geleceği hakkında öngörülerde bulunmamız, tahminler yapmamız mümkün değildir. Bu yazıda 14 Mayıs 2023 seçimlerine giderken, iç siyasette yer alan tartışmalardan bağımsız bir şekilde, Türkiye’nin oluşmakta olan yeni dünya düzenindeki rolünü sizlere anlatmaya, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında bizi ne gibi fırsatların ve tehlikelerin beklediğini gözler önüne sermeye çalışacağım.

Bill Clinton (Eski ABD Başkanı): Türkiye 20. yüzyılın şekillenmesinde önemli rol oynamış ülkeler arasındadır. Demokratik ve laik bir sistemi devlet mekanizmasına yerleştirmesi halinde ise 21. Yüzyılın dinamiğini belirleyecek ülke Türkiye olabilir.

Ülke İçerisindeki Mevcut Sorunlar ve Engeller:

İlgili Haber Başlıkları:

  • Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, haziran ayı TÜFE oranını %78,62 olarak açıkladı. Bu oran, resmi kayıtlara göre son 24 yılın en yüksek TÜFE oranı olarak kayıtlara geçti. (TCMB)(Haziran 2022)
  • Türkiye’de tüketici güveni %63,4’e azalırken 1 Amerikan dolarının değeri 17 TL’yi aştı (22 Haziran 2022)
  • Türk lirası Dolar ve Euro karşısında geçtiğimiz sene %44 değer kaybetti ve bu, tarihi bir değer kaybı olarak kayıtlara geçti.
  • Resmi rakamlara göre 3,6 milyon Suriyeli sığınmacıyı ve diğer milletlerden 320.000 kadar göçmeni ülke sınırları içerisinde bulunduran Türkiye dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan devlet konumunda. Suriye, Afganistan, Pakistan ve İran’dan Türkiye’ye gelen göçmen sayısı ise her geçen gün artmakta. (UNHCR)(Temmuz 2022)
  • UNESCO verilerine göre Türkiye’de her yıl 50 bine yakın öğrenci yurt dışına okumaya gidiyor. TÜİK verilerine göre ise 2019’dan beri Türkiye’den göç eden insanların büyük bir bölümünü 25-29 yaş aralığındaki gençler oluşturuyor. Sadece 2019 yılında 330.289 kişi yurt dışına göç etmiş durumda ve bu rakam her yıl artıyor. Türkiye, nitelikli nüfusunu hızla kaybediyor. (Cumhuriyet)(Mart 2021)

Söz konusu haberlerin tamamından da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin içinde bulunduğu genel süreç herhangi bir ülke için kolay bir süreç değildir. Ülkenin hali hazırda karşı karşıya olduğu en büyük sorun ekonomi alanındadır. Nitekim yukarıda bahsedilen 2022 verilerinden bu yana ülkedeki enflasyon ve kur farkı çok daha üst seviyelere yükselmiş, küçük işletmeler ve üretim tesisleri iflas etmeye başlamış, vatandaş söz konusu enflasyonun altında adeta ezilmiştir. İç siyasette ekonomiden sonraki en ciddi tartışma konusu teşkil eden durum ise düzensiz göçmen konusudur. İklim krizinin mevcut hinterlandı etkilediği ve yıllardır süren iç savaşların devam ettiği bir senaryoda Türkiye’nin göçmen problemi ile karşı karşıya kalmaması gerektiğini söylemek hayalperestlikten öteye geçmeyecektir. Ancak kimi siyasilere göre bugün ülke içindeki göçmen sayısı 18 milyonu geçmiştir ve bu durum hiç kuşkusuz sıradan bir göçmen problemi değildir. Nitekim sayıları bu seviyelere ulaşan göçmenler ülke içerisinde ciddi demografik değişimlere zemin hazırlayabileceklerdir. Bahsedilmesi gerektiğini düşündüğüm bir diğer büyük problem ise Türkiye’den batıya doğru yaşanan beyin göçüdür. Hali hazırda Türkiye’nin yıllardan beri süregelen beyin göçü problemi özellikle Covid-19 pandemisi sonrası ivmelenmiş, ülke yetiştirdiği liyakatli insanları kaybetmeye başlamıştır. Bütün bunların ötesinde Türkiye’nin ciddi bir kutuplaşma problemi vardır. İdeolojik bir ayrımdan çok siyasi partiler üzerinden şekillenen bu kutuplaşma toplumun birçok kesimini birbirine düşman etmiş ve Türk halkı içerisindeki barış ortamını ciddi anlamda bozmuştur.

Bütün bu sorunlar günlük hayatımızda karşılaştığımız, hepimizi son derece endişelendiren sorunlardır. Nitekim Türkiye’nin batmakta olan bir ülke olduğunu düşünen, önümüzdeki birkaç yılda Türkiye diye bir ülke kalmayacağını dile getiren vatandaş ve uzman sayısı bir hayli fazladır. Peki gelecek bizler için gerçekten bu kadar karanlık mıdır? Mevcut dünya düzeninin nereye doğru evrildiğini analiz edebilen herkes, 14 Mayıs seçimlerinden bağımsız olarak, Türkiye’nin 21. Yüzyılı şekillendirecek ülkelerden biri olacağı yorumunu yapabilir. Nitekim Türkiye, yeniden şekillenmekte olan Batı ve Doğu bloklarının tam ortasındadır ve bu merkezi pozisyonunu kullanarak önümüzdeki yüzyılda yükselen güç olma potansiyeline sahiptir (Çeçen, 8). Bugün Türkiye’nin mevcut sorunlarına rağmen nasıl olup da 21. Yüzyılı şekillendirecek bir aktör olacağını sizlere açıklamaya çalışacağım.

Küresel Enerji Rekabeti ve Türkiye:

Vladimir Putin (Rusya Devlet Başkanı): Türkiye önümüzdeki dönemde Akkuyu Nükleer santrali ile daha ucuz ve daha bol miktarda enerjiye daha kolay şekilde ulaşacak. Her ne kadar önümüzdeki süreçte Türkiye Rusya’dan daha az doğalgaz ithal edecek olsa da bu proje iki ülke arasındaki ilişkileri bir sonraki evreye taşıyacak (Reuters)Nisan 2023

2022 yılının şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı gerek askeri gerek jeopolitik açıdan, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin deyimi ile yeni bir Berlin Duvarı’nın yükselişinin temellerini atmıştır. Bu savaşın getirdiği önemli değişikliklerden biri mevcut enerji dengeleri üzerinde olmuştur. Batı ülkeleri her ne kadar yüksek teknoloji ürünlerinin üretim merkezi ve tüketici toplumlar olarak karşımıza çıksa da enerji konusunda dışa bağımlı bir pozisyonda durmaktadırlar (Toraman, 16). Özellikle 2022 öncesinde enerjisinin büyük bir çoğunluğunu Rusya’dan karşılayan Avrupa ülkeleri bu savaşla birlikte yeni enerji tedarikçileri bulmaya çalışırken; Rusya ise doğalgaz ve petrol satışı için yeni pazarlar aramaya başlamıştır. Rusya her ne kadar enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerden biri olsa da gezegen üzerindeki tek enerji merkezi değildir. Nitekim 2001 yılında yayınlanan bir Avrupa Komisyonu raporu, gelecekte Hazar Denizi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika enerji kaynaklarına olan enerji bağımlılığının Avrupa için daha da yukarıya tırmanacağını gözler önüne sermiştir (Tekin ve Williams, 340). Bu bakımdan Anadolu Yarımadası Avrupa’yı Rusya, Hazar Denizi, Doğu Akdeniz ve Basra Körfezi’ne bağlayan toprak parçasıdır ve coğrafi açıdan bu yüzyılın en önemli enerji koridorlarından biri olması beklenmektedir (Tekin ve Williams, 341).

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan Orta Asya devletleri, gerçekleştirdikleri küresel açılım ile topraklarında bulunan enerji kaynaklarından gelir elde etmeye başlamışlardır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC), Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE), Tebriz-Erzurum (TE) yahut TANAP benzeri projeler, Azerbaycan, İran ve Kazakistan başta olmak üzere Orta Asya’daki diğer birçok devletin enerji ihracatı yapmasına vesile olmuştur. Söz konusu boru hatları Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlaması ve Rusya’dan Avrupa’ya giden Kuzey Akım Boru Hatlarının sabotaja uğraması sonucu Avrupa için çok daha önemli hale gelmişlerdir. Rusya için var olan tehlike ise elindeki enerji pazarlarını kaybetme riski ile ilişkilidir. Savaştan önce de bir risk unsuru olan Avrupa’nın gaz ihtiyacını LNG gibi yakıtlardan karşılaması ve Rusya’dan enerji konusunda tamamen bağımsız bir hale gelmesi savaş sonrasında gerçekleşmeye başlamıştır (Tekin ve Williams, 343). Ukrayna üzerindeki enerji hatlarının kullanılamaz hale gelmesi ise Rusya’yı enerji ihracatı konusunda adeta köşeye sıkıştırmış, yukarıda bahsettiğimiz boru hatlarına verdiği önemi arttırmıştır.

Orta Asya ile Kuzey Afrika’da Avrupa için bir enerji tedarikçisi adayı haline gelmiş, Ortadoğu ülkelerinin batı için önemi çok daha artmıştır. Buna karşılık Avrupa ve ABD’nin hem Ortadoğu hem de Kuzey Afrika’daki hakimiyeti giderek zayıflamaktadır. ABD Başkanı Joe Biden’ın petrol üretimini yükseltme konusunda yaptığı baskıya rağmen OPEC’in üretimi düşürmeye yönelik aldığı karar, Suudi Arabistan’ın Çin’e Yuan ile petrol satışına başlaması ve özellikle İngiltere ve Fransa’nın Kuzey Afrika’da yürüttükleri politikaların bölge yönetimleri (özellikle Cezayir) tarafından sorgulanmaya başlanması bu durumun göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bütün bu unsurların bir araya gelmesi Türkiye’yi geleceğin enerji koridorlarının merkezine oturtmaktadır. Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan sonra Avrupalılar için Türkiye, Rusya dışından enerji tedarik etmek açısından bir transit ülke olarak kabul edilmeye başlanmıştır (Tekin ve Williams, 337). Nitekim BTC, BTE, TE ve TANAP boru hatlarının tamamı Türkiye’den geçerek Avrupa’ya ulaşmaktadırlar. Rusya’nın enerji devi Gazprom savaşın başlaması ile Türkiye’yi enerji koridoru konusunda Ukrayna’ya bir alternatif olarak kabul etmiş, Türkiye üzerinden geçen gaz hatlarını adeta kendi bünyesi altında tekelleştirmek adına çalışmalara başlamıştır. Rusya’dan Türkiye’ye uzanan Blue Stream, Rusya-Yunanistan istikameti üzerinden Avrupa’ya giden South Stream ve Mısır, Suriye ve Türkiye’den geçen Arap Gazı Boru hattı doğrudan Gazprom tarafından finanse edilen enerji hatlarıdır. Çinliler de bu süre zarfında boş durmamışlar ve Türkiye üzerinde 9 milyar dolarlık enerji yatırımı gerçekleştirmişlerdir (Yılmaz, 5290). Libya ile imzalanan deniz anlaşması sonunda ise Kuzey Afrika’dan tedarik edilecek olan enerjinin de Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılması söz konusu hale gelmiştir. Türkiye’den geçen diğer doğalgaz ve petrol hatları ise İsrail ve Kıbrıs adasından gelen hatlardır (Toraman, 17).

1

Bütün bunlar göz önüne alındığında Türkiye’nin 21. Yüzyılın ana enerji koridorlarının merkezinde yer alacağı açık bir gerçektir. Bununla beraber Türkiye’nin bizzat kendi topraklarında barındırdığı linyit madenleri, hidrokarbon yatakları ve biyoyakıt kaynakları mevcuttur. Nükleer ve yenilenebilir enerji konularında geçtiğimiz yıllarda doğru adımlar atan Türkiye’nin gelecekte kullanılacak birçok yakıt türünün kaynaklarına da ev sahipliği yaptığı uzmanlar tarafından dile getirilen bir konudur. Bütün bunlar göz önüne alındığında Türkiye’nin 21. Yüzyılın enerji merkezi olabileceğini söylemek hiç de uzak bir ihtimal değildir.

Patricia Cohen (New York Times Gazetesi Yazarı): Türkiye, Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle kesintiye uğrayan enerji ticareti için yeni bir alternatif. Özellikle yeni dönemde Rusya ve Orta Asya’da çıkarılan doğalgazın Avrupa’ya ulaşımı Türkiye toprakları üzerinden sağlanacak. Bu durum, çökmekte olan Türk ekonomisi için de büyük fırsatlarında beraber getiriyor (NY Times)Aralık 2022

Üretim Merkezlerinin Yeniden Konumlandırılması ve Türkiye

Kyriakos Velopoulos (Yunanistan Çözüm Partisi Genel Başkanı): Türkiye Avrupa’nın kıyısında, Ege’nin karşısında yeni bir Çin haline geldi. Asırlık düşmanımızın hemen yanımızda küresel bir süper güç olmasına izin verdik (The Time)Haziran 2022

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile başlayan küreselleşme süreci Batı merkezli yeni bir ticaret sisteminin oluşmasında rol oynamış, 2008 yılında meydana gelen küresel ekonomik kriz ile bu sistem yalpalamaya başlamış, 2020 yılında yaşanan Covid-19 pandemisi ile durma noktasına gelmiştir. Ülkelerin farklı zamanlarda karantina ilan etmeleri, üretim tesislerinin faaliyetlerini durdurması, gemilerin limanlardan çıkamamaları ve yaşanan konteynır krizi Covid-19’un yarattığı lojistik sorunlar arasında yer almış ve küresel enflasyonun tetikleyicisi olmuşlardır. Pandemi sırasında ve sonrasında yaşanan bu lojistik sorunlar küreselleşmenin yerini yerelleşmeye bırakmasına neden olmuştur. Başka bir tabirle birçok ülke artık üretim merkezlerini yakın coğrafyalara, mümkünse kendi topraklarına taşımak istemektedir.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 90’lı yılların sonunda gerçekleştirdiği ekonomik patlama, ülkenin bir üretim merkezine dönüşmesini sağlamıştır. Katı komünist düzenden serbest ekonomik bölgeler üzerine kurulu devlet destekli kapitalizm modeline geçiş ve insan gücünün son derece ucuz olması Çin’i batı merkezli küresel şirketler için bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Özellikle 2008 krizinden sonra Çin’e yapılan yatırımlar zirveye ulaşmış ve üretim merkezlerinin çoğu bu bölgeye taşınmıştır. IMF verilerine göre Çin’in ekonomisi 2016 yılında tüketici bazlı ve ihracata bağımlı bir ekonomi olarak karşımıza çıksa da (Kadılar ve Leung, 126) ülke artık Batı ülkelerinin bir üretim üssü değil, onlara rakip olan bir küresel güçtür. Yürütülen Kuşak Yol Projesi batı merkezli ekonomik sistemin varlığı tehdit etmekte, Tayvan ile yaşanan gerginlik iki taraf arasındaki ilişkileri daha da sorunlu hale getirmektedir. Çin’in Covid-19 sebebiyle 2022 yılında sınırlarını ve limanları kapatması üzerine tedarik zincirlerinin kırılması ve batı ülkelerindeki enflasyonun artmaya başlaması sonrası Çin’de üretim yapan şirketler üretim merkezlerini taşıyabilecekleri yeni merkezler aramaya başlamışlardır. Hindistan bu konuda birinci aday konumundadır. Nitekim ülkenin geçtiğimiz günlerde Çin’in nüfusunu geçerek dünyanın en kalabalık ülkesi haline gelmesi, üretim maaliyetlerinin ucuzluğu, fabrikaların kurulabileceği alanların var olması ve toplum içerisinde var olan kast sistemi batılı şirketler açısından Hindistan’ı yeni cazibe merkezi haline getirmektedir. Üretim merkezlerinin olası bir Tayvan krizinden sonra Hindistan’a taşınacağı çoğu uzman tarafından kabul edilse de ülkenin bazı dezavantajları mevcuttur. Özellikle Hindistan coğrafyasının Avrupa’ya ve Sibirya’ya olan uzaklığı, tedarik zincirlerinin kırılması senaryosunun tekrarlanmasında üretim merkezlerinin Hindistan’da bulunmasını riskli hale getirmektedir.

Çin’in Batı medeniyetine rakip bir küresel güç haline gelmesi ve Hindistan’ın coğrafi olarak tüketici toplumların bulunduğu ülkelere uzaklığı Türkiye’nin yeni bir üretim merkezi olma olasılığını bir hayli arttırmaktadır. Bu konuda birçok ana faktör karşımıza çıkmaktadır: ülkenin jeopolitik konumu, ekonomik anlamdaki potansiyeli, lokal finansal marketlerin derinliği, insan gücü ve deniz yolları üzerindeki ulaşım kolaylığı (Coşkun 222)… Yapılan bir araştırmaya göre yabancı yatırımcıların Türkiye’yi tercih etmelerinin altında yatan en büyük etken Avrupa Birliği’ne, Baltık Ülkelerine, diğer Türk Devletlerine ve Ortadoğu’ya olan yakınlığıdır (Deichmann, Karidis ve Sayek, 1767). Son 20 yılda lojistik alanına yapılan yatırımlar, inşa edilen yollar ve köprüler, ülkenin Avrupa ve Rusya ile ulaşımını kolaylaştırmıştır. Bununla beraber uygulanan para politikası nedeniyle Türk lirasının değeri hızlı bir şekilde düşmüş, üretim maliyetleri batılılar adına ucuzlamıştır. Türkiye’nin bir üretim merkezine dönüşmesini sağlayacak son etken ise ülkenin genç nüfusudur. Özellikle Batı ülkeleri ile karşılaştırıldığında yaş ortalaması düşük bir ülke olan Türkiye’nin genç nüfusu hem ülkenin kendisi hem de küresel sermayedarlar açısından ciddi bir potansiyel teşvik etmektedir (Coşkun, 224). Saydığımız bütün bu faktörler Türkiye’yi yakın gelecekte bir üretim merkezi haline getirebilecektir. Ülke içerisindeki son derece ciddi olan ekonomik sorunların çözülebilmesi halinde, tıpkı Çin’in 90’ların sonunda yaptığı ekonomik sıçrama gibi bir sıçrama Türkiye tarafından gerçekleştirilebilir.

Türkiye’nin mal ve hizmet ihracatı gayrisafi yurtiçi hasılasının %35’ine ulaşarak cumhuriyet tarihinin zirvesini gördü (Dünya Bankası)Mart 2022

Değişen Küresel Ticaret Sistemi ve Türkiye:

Valerie Presence (Eski Fransız İçişleri Bakanı, 2022 Seçimleri Cumhurbaşkanı Adayı): Dünyada Türkiye’nin rehinesi yahut Çin’in ticaret karakolu olmayan özgür bir Fransa vaat ediyorum (BFMTV)Mart 2022

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ve dünya üzerinde tek kutuplu bir düzen oluşmasının batı merkezli bir ticaret sistemi yarattığından söz ettik. Ancak 21. yüzyılda küresel ticareti şekillendiren en önemli proje Çin’in Kuşak Yol Projesi olacaktır. Çin’in kendi toprakları üzerinde başlayan ve Avrupa kıtasına kadar, kara ve deniz üzerinden uzanan Modern İpek Yolu; Hindistan-Pakistan-Afrika denizyolu, Trans-Sibirya koridoru ve Orta Kuşakta bulunan karayolu olmak üzere üç kanattan oluşmaktadır. İnşa edilen Avrupa-Asya demiryolu hattı ve Pakistan, Sri Lanka ve İsrail’de satın alınan limanlar Çin’in bu projede ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne sermektedir (Kadılar ve Leung, 130). Çin devletinin trilyon dolarlar yatırdığı bu projede ise Türkiye’nin konumu hayati önem taşımaktadır.

Kuşak Yol Projesi’nin Orta Koridoru, projenin en kısa ticaret yolu olma özelliğine sahiptir ve Trans-Sibirya Koridoruna kıyasla 2000km daha kısadır (Yılmaz, 5285). Orta Kuşak Koridoru Doğu Türkistan toprakları üzerinden Kazakistan’a bağlanmakta, Azerbaycan ve Zengezur koridorundan Türkiye’ye uzanarak Avrupa topraklarında son bulmaktadır. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Trans-Sibirya yolunun kullanımının zorlaşması Türk Dünyası üzerinden geçen Orta Koridorun önemini daha da arttırmıştır. Çin Devleti de Türk devletlerinin kendileri için olan öneminin farkındadır ve özellikle Kazakistan, Azerbaycan ve Türkiye ile yoğun iş birliği yapmaktadır (Yılmaz, 5277). Şekillenen yeni ticaret sistemi Çin için olduğu kadar Avrupa için de önemlidir. Nitekim Avrupa Birliği bünyesi altında bulunan Almanya ve Fransa gibi güçlerin ABD hegemonyasına alternatif oluşturma çalışmaları Avrupa’nın geleceğine yön verecek unsurlardandır (Çeçen, 8) ve bu anlamda Kuşak Yol’un hayati değeri vardır. Dolar hegemonyasından çıkışın son günlerde sıkça tartışıldığı Avrupa’nın Çin’le ticari ilişkilerin çok daha artacağı kimi uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, coğrafi açıdan Türkiye’nin yeni kurulan bu ticaret sisteminin merkezinde bulunan ülke olacağı rahatlıkla söylenebilecektir.2

Türkiye geçtiğimiz on yılda Asya Pasifik Bölgesi’nde Çin’e en fazla ithalat yapan ülke olmuştur (Yılmaz, 5289). İki ülke arasında 2010’dan sonra sekiz farklı ticaret anlaşması imzalanmış, ülkenin iç siyasetinde tartışılan birçok proje Çinliler ve Avrupalılar tarafından finanse edilmiştir. Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı doğrudan Çinliler tarafından finanse edilmiş bir hattır ve Pekin ile Londra’yı birbirine bağlayacak olan demiryolu sisteminin önemli bir parçasıdır. Bu demiryolu hattının Türkiye’de 3 istasyonu ve üzerinden geçtiği 4 adet köprü mevcuttur (Kadılar ve Leung, 131). İstanbul’a inşa edilen Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Marmaray, Avrasya Tüneli, 1915 Çanakkale Şehitleri Köprüsü, Osmangazi Köprüsü, Ankara-İstanbul Demiryolu Hattı… Bütün bu projeler Kuşak Yol projesinin önemli bağlantı noktalarıdır ve Çinlilerin ve Avrupalıların bizzat finanse ettiği projelerdir. Bununla beraber İstanbul’a inşa edilen yeni havalimanının finansmanının da büyük bir çoğunluğu Çinliler tarafından sağlanmış, bu havalimanı Orta Kuşağın en önemli hava ulaşım merkezi olacak şekilde planlanmıştır (Yılmaz, 5288). Değinilmesi gereken son proje ise Çin’in telekomünikasyon devi Huawei’nin Avrupa’da ve Türkiye’de inşa ettiği 5G altyapısıdır. Kuşak Yol için telekomünikasyon alanı açısından hayati olan bu altyapı projesi NATO aracılığıyla özellikle ABD tarafından engellenmeye çalışılmaktadır (Kadılar ve Leung, 133)

Türkiye bu zamana kadar Avrupa Birliği’ne girmek için gerekli ekonomik reformları yaparak Avrupa’ya ekonomik anlamda daha da yaklaşmıştır (Cornell, 212). Bununla beraber Kuşak Yol’un önemli parçası olan projelerin ülke üzerinde inşa edilmesine izin vermiş, Çin’le diplomatik ve ticari ilişkileri sağlıklı düzeyde tutmayı başarmıştır. Dünya ticaretinin geldiği nokta ve Türkiye’nin Avrupa ve Çin ile kurduğu bu ilişkiler ülkeyi lojistik açıdan bir köprüye çevirebilecek ve küresel ticaret sisteminin merkezine yerleştirebilecektir.

Artan Savunma Sanayi Yatırımları ve Türkiye:

Prof. Dr. R. Nicholas Burns (Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi, ABD Eski Pekin Büyükelçisi): Mevcut durumda İslam Dünyası’nın en güçlü ülkesi olan Türkiye, gelecekte gezegenin süper gücü halini alabileceği gibi NATO politikalarında İngiltere, Fransa ve Almanya’dan daha fazla söz sahibi olabilir (Harvard Veri Tabanı) – (Nisan 2012)

Türk toplumunun askeri geçmişi oldukça eskiye dayanmaktadır. Orta Asya Türk devletlerinde, Anadolu’daki Türk beyliklerinde ve Osmanlı İmparatorluğunda askeri kültüre oldukça değer verilmiştir. Cumhuriyet tarihindeki en önemli askeri başarımız ise hiç şüphesiz işgal altında olan Anadolu topraklarının düşman işgalinden kurtarılmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, komşularında yaşanan siyasi istikrarsızlıkları sonucu ortaya çıkan çatışmalar, bazı komşu ülkeler ile sahip olduğu tarihi mücadele, terör problemi ve en önemlisi, bölgede ABD ve Rusya gibi iki süper güç arasında kalması sebebiyle güvenlik konusunda her zaman tetikte olması gereken bir ülke olmuştur. Türkiye aynı zamanda İsrail-İran mücadelesi gibi kendisini uzaktan ilgilendiren konularda dahi güvenlik problemleri ile karşı karşıya kalmış ve bu durum savunma sanayiye yapılan yatırımları arttırmıştır (Aktürk, 160). Günümüzde Türkiye NATO’nun en büyük 2., dünyanın ise en büyük 9. ordusuna sahiptir. Dünyada savunma sanayiye en çok yatırım yapan 15. (Gökmenoğlu, Taşpınar ve Sadeghieh, 456), GSYH’sine göre ise en çok silah üreten ülkedir. Son yıllarda Türkiye ordusunu yerel kaynaklar ile modernize ederek kendi kendine yetecek bir silahlı güç haline gelmeye çalışmış ve büyük oranda başarılı olmuştur (Hickok, 111). Türk ordusunun günümüzdeki askeri gelişimi ekonomik gelişimi ile çelişki göstermektedir. Ülke dünyanın en güçlü 10 ordusundan birine sahip olmasına rağmen diğer dokuz ülkeden ekonomik anlamda oldukça geridedir (Aktürk, 161). Bu durum Türkiye’nin savunma sanayiye yaptığı yatırımların hacmini gözler önüne sermektedir. Özellikle SİHA teknolojisi konusunda adeta çağ atlayan ülke, üretilen yerli silahları ile ordusunu daha güçlendirmiştir.

Türkiye’nin askeri gücü yalnızca savunma sanayiye yapılan yatırımlar ve geliştirilen savunma teknolojilerinden gelmemektedir. Ülke halen ABD başta olmak üzere birçok batı ülkesinin askeri anlamdaki müttefikidir, doğu ile de askeri ilişkilerini geliştirmeye devam etmektedir. Özellikle Soğuk Savaş ve 2003’te yaşanan Irak Savaşı’ndan sonra Türkiye ABD’nin güvenlik konusundaki önemli stratejik partnerlerden biri haline gelmiştir ve bu statüsünü halen sürdürmektedir. Her ne kadar NATO içerisinde hoş karşılanan bir durum olmasa da Türkiye Çin ve Rusya ile de askeri anlamda iş birliği yapmaya devam etmektedir (Kadılar ve Leung, 132). Batıda tartışılan ve yakın gelecekte uzak bir ihtimal olarak gördüğüm konu ise Türkiye’nin Ortadoğu’daki askeri öncü rolünü İsrail’den alıp alamayacağına yöneliktir (Bechev, 176).

Covid-19 pandemisinden sonra dünya çapındaki silahlanmanın hızla artış göstermesi Türkiye’nin bu alandaki gücünü daha da önemli kılmaktadır. Ülkenin son yıllarda başka coğrafyalardaki askeri varlığının arttığı gözlemlenmiştir. Suriye İç Savaşı’nda Türk ordusunun sürekli faal olarak hareket etmesi ve bölgeye gerçekleştirilen askeri operasyonlar bu savaşa yön veren etkenlerden biri olmuştur. Libya’da yaşanan askeri süreç ve Türkiye’nin gerçekleştirdiği askeri müdahale de ülkenin kendi hinterlandındaki askeri varlığına örnek gösterilebilecek bir süreçtir (Bechev, 173). Her ne kadar Türk ordusu sahada faal olmasa da Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan Karabağ Savaşı’nda da askeri bir varlık gösterilmiş ve müttefik Azerbaycan’ın zafere ulaşmasına katkı sağlanmıştır. Önümüzdeki yıllarda, doğru politikaların yürütülmesi ve ordu içerisinde sağlıklı bir yapının kurulması halinde, gezegen üzerindeki en güçlü ordulardan birinin Türk ordusu olabileceği birçok uzman tarafından dile getirilmektedir. Günümüzde ise Türk ordusunun en büyük eksiğinin nükleer silah olduğu ortak kabul gören noktadır.

Orta Asya ve Afrika İçin Örnek Devlet Modeli:

Cumhuriyet Devrimi sadece Türk toplumu için değil, dünya tarihi adına bu zamana kadar yaşanmış en önemli devrimlerden biridir. Nitekim cumhuriyetin ilanı ve ilerleyen dönemde çok partili hayata geçiş ile Türkiye çağdaş bir yönetim sistemiyle yönetilmeye başlayan ilk Müslüman ülke olmuştur. Türkiye başardığı ve bir daha tekrar edilmesi zor olan bu devrim ile birlikte iç siyasetteki demokrasi tartışmalarına rağmen Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika ülkelerine model bir ülke olarak gösterilmektedir.

Orta Asya Türk devletleri Türkiye’ye kıyasla genç devletler olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye bu devletleri kuruluş aşamalarında tanıyan ilk ülke olmuş ve özellikle Batı dünyası tarafından söz konusu bu devletlere örnek devlet modeli olarak gösterilmiştir. Her ne kadar günümüzde bölgedeki esas etkili gücün Rusya olduğu rahatlıkla söylenebilse de özellikle inşaat ve telekomünikasyon sektörlerinde Türkiye’nin yeni kurulan bu Türk devletlerine büyük yatırımları olmuş, Türk şirketleri Orta Asya’da gıda, tekstil, eğitim ve mobilyacılık alanlarında gerçekleştirdiği yatırımlar 5,7 milyar seviyesine ulaşmıştır (Sagbansua ve Can, 83). Bu yatırımlar Rusya, Çin ve ABD’den gelen yatırımlarla mücadele edemeyecek seviyede olsa da Türk Devletler Teşkilatı’nın da kurulması ile birlikte Türkiye’nin üstlenmesi gereken ekonomik rol, bölgede çok daha değerli hale gelmiştir. Nitekim yeni enerji düzeninden bahsettiğimiz bölümde de değindiğimiz gibi Orta Asya’daki, özellikle Hazar Denizi çevresindeki enerji ihracatının artması çevredeki ülkelerin ekonomik bağımsızlığını ve stabilitesini sağlayacak niteliktedir (Tekin, Williams, 346). Bununla beraber Türkiye’nin bu yeni devletler ile kurduğu siyasi ve toplumsal ilişkilerin de iş birliğini arttırdığı söylenebilir.

Türkiye’nin örnek devlet olarak gösterildiği bir diğer bölge ise Afrika Kıtası’dır. Afrika’nın 21. Yüzyıldaki jeopolitik önemi her geçen gün artmaktadır. Kıta, Çin’in petrol ve mineral ithalatında en fazla ticaret yaptığı üçüncü ülke statüsündeyken (Kadılar ve Leung, 130) Amerikalıların ve Avrupalıların Afrika kıtasına artan bir ilgisi olduğundan rahatlıkla söz edilebilir. Kuzey Afrika ülkeleri, Sudan, Eritre, Etiyopya, Somali, Nijer ve Çad gibi ülkelerin Osmanlı İmparatorluğu ile olan tarihsel bağları ve nüfuslarının çoğunun Müslüman popülasyondan oluşması Türkiye’yi bu toplumlar gözünde prestijli bir ülke konumuna sokmaktadır. Ayrıca, her ne kadar iç siyasette ciddi tartışmalara sebebiyet verse de Türkiye GSYH’ne oranla en fazla insani yardım yapan ülkedir ve bu durum Afrika kıtasındaki güvenilirliğini bir hayli arttırmıştır. Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Gıda Programı ve TİKA üzerinden yapılan yardımlar, 2005 yılında Afrika Birliğine yapılan yarım milyon dolarlık yardım ve Afrika liderlerinin bir araya getirildiği 2011 Afrika Zirvesi’nde yapılan 20 milyon dolarlık yardım gibi unsurlar Türkiye’nin kıtadaki prestijinin daha da artmasını sağlamıştır (Özkan, 99). Türk iş dünyasının Afrika’da gerçekleştirdiği projelerle beraber ülkenin Afrika kıtasında bir düzen kurucu ülke haline geldiği uzmanlar tarafından dile getirilmektedir (Bechev, 174). 2008’den sonra Afrika’da 15 yeni büyükelçilik açan Türkiye (Özkan, 94), Afrika Birliği tarafından 2008 yılında stratejik partner olarak kabul edilmiş; ilerleyen Türkiye ise Afrika Kalkınma Bankası’na katılmıştır. Günümüzde Afrika’nın birçok ülkesinde faaliyet gösteren birçok devlet adamı Türkiye’nin batı dünyasına göre daha güvenilir bir ülke olduğunu ve 21. Yüzyılda Afrika’nın iş birliği yapacağı ülkeler arasında Türkiye’nin başta gelmesi gerektiğini dile getirmektedirler (Özkan, 102).

Sonuç ve Değerlendirme:

Buraya kadar anlatılanlar da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin konumu ve statüsü 21. Yüzyılda kurulan yeni dünya düzeni adına önemli bir noktadadır. “Türkiye Yüzyılı” kavramı özellikle mevcut iktidar kanadı tarafından dile getirilen ve 14 Mayıs seçimleri öncesi ciddi anlamda tartışma konusu olan kavramlardan biridir. Peki 21. Yüzyılın gerçekten bir Türkiye Yüzyılı olması mümkün müdür?

Yazının başında da bahsettiğimiz üzere Türkiye’nin kendi içerisinde birçok problemi vardır. Açıklanan enflasyonun %50, hissedilen enflasyonun ise %100’ün üzerinde olduğu, siyasal istikrarın bir türlü sağlanamadığı, ciddi demografik problemlerle karşı karşıya olan, sosyolojik kutuplaşmanın her geçen gün arttığı, yakın gelecekte başta Büyük İstanbul Depremi olmak üzere birçok felaket ile yüzleşmesi beklenen, nitelikli nüfusun hızlı bir şekilde kaybedildiği ve ciddi liyakat sorunları ile yüzleşen bir ülkenin 21. Yüzyılın şekillendiricisi olacağını söylemek gerçekçi değildir. Başka bir tabirle birinci bölümde değindiğimiz problemler çözülmeden, ülke bilimin ve kendi milli değerlerinin ışığında hareket etmeden, bir “Türk Yüzyılı” kavramından bahsetmek ne yazık ki imkansızdır. Ancak mevcut dünya düzeninin Türkiye’yi getirdiği nokta ortadadır. Türkiye, ülke içinde var olan bu problemlerini hızlı bir şekilde çözmesi halinde bir bölgesel güç haline gelebilecek, küresel gelişmelere yön verebilecek bir süper güce dönüşebilecektir. 15 Mayıs sabahı iktidarda kim bulunursa bulunsun, Türkiye’nin yeni dünya düzenindeki yerini iyi analiz etmesi ve mevcut politikaları buna göre belirlemesi gerekmektedir.

Kaynakça:

YILMAZ, Serdar. “Bir Kuşak Bir Yol Projesinin Azerbaycan, Kazakistan ve Türkiye’ye Etkisi.” OPUS International Journal of Society Researches 16.32 (2020): 5274-5301.

Coskun, Recai. “Determinants of direct foreign investment in Turkey.” European Business Review 13.4 (2001): 221-227.

Sagbansua, Lutfu, and Nurettin Can. “Shanghai Cooperation Organization, Turkic Republics and Turkey: Economic and Business Dimensions.” Canadian Social Science 7.2 (2011): 80-87.

Ozkan, Mehmet. “Turkey’s rising role in Africa.” Turkish policy quarterly 9.4 (2010): 93-105.

Tekin, Ali, and Paul A. Williams. “EU–Russian relations and Turkey’s role as an energy corridor.” Europe-Asia Studies 61.2 (2009): 337-356.

Deichmann, Joel, Socrates Karidis, and Selin Sayek. “Foreign direct investment in Turkey: regional determinants.” Applied Economics 35.16 (2003): 1767-1778.

Gokmenoglu, Korhan K., Nigar Taspinar, and Mohammadesmaeil Sadeghieh. “Military expenditure and economic growth: The case of Turkey.” Procedia Economics and Finance 25 (2015): 455-462.

Kadılar, Rıza, and Andrew KP Leung. “Possible turkish-chinese partnership on a new silk road renaissance by 2023.” Turkish Policy Quarterly 12.2 (2013): 125-137.

Cornell, Erik. “Turkey in the 21st century: opportunities, challenges, threats.” (2014).

Aktürk, Şener. “Turkey’s Grand Strategy as the Third Power: A Realist Proposal.” Perceptions: Journal of International Affairs 25.2 (2020): 152-177.

Bechev, Dimitar. “Turkey’s rise as a regional power.” European view 10.2 (2011): 173-179.

Çeçen, Anıl. “Türkiye’nin Yeni Yönü: Merkezi Yükseliş”. Anka Enstitüsü. Şubat 2023