Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

YENİ TRANSATLANTİK & KÜRESEL NATO

Transatlantik ilişkiler denilince aklımıza Atlantik Okyanusunun iki tarafında bulunan, Kuzey Amerika tarafındaki ABD ve Kanada ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki NATO’nun kuruluşu ile belirgin hale gelmiş ilişkiler akla gelir. Bu iki yakanın siyasi ve güvenlik kültürleri farklı yaklaşımlara sahip olsa da Batı uygarlığının mirası çerçevesinde doğal müttefik konumundadırlar. 1945 yılında kadar dünya olaylarına yön vermede Avrupa merkezli inisiyatif, ABD hegemonyasının başlaması ile birlikte Atlantik’in öbür tarafına geçmiştir. Atlantik’in iki tarafının farklı düşündüğü konular arasında; ölüm cezası, Ortadoğu’ya bakış (ABD, İsrail yanlısı bir dış politika izlerken, Avrupa ticari kaygılarla daha tarafsız konumdadır) öne çıkmaktadır. ABD, tek taraflı politikalar ile daha dayatmacı iken; Kanada ve Avrupa Birliği çok taraflı ve sorunların çözümünde BM gibi uluslararası kurumların rolüne daha çok önem veren bir yaklaşım içindedir. Avrupa Birliği siyasi, ekonomik ve güvenlik yönleri ile 30 ülkeli bir birlik iken, Kuzey Amerika tarafında ABD, Kanada ve Meksika arasında sadece malların serbest dolaşımını kapsayan NAFTA vardır. İki kıyı arasında bir Transatlantik Serbest Ticaret Bölgesi kurulması fikri henüz teorik seviyededir. Tarihsel olarak, Transatlantikçilik, asla en iyi dış politika seçeneği olmadı. Daha çok Batı uygarlığının kültürel temeline zemin oluşturdu. Bu kültürün esası ise Woodrow WİLSON döneminden beri süregelen demokrasi tutkunluğu oldu.

ABD Başkanları Franklin Delano ROOSEVELT ve Harry TRUMAN, Atlantikçi dış politikayı başlattılar. Sovyet tehdidine karşı 1950’lerde Marshall Planı ve NATO temel taşlarıydı. II. Dünya Savaşı döneminde barışın sabotörü olarak görülen (Batı) Almanya, Soğuk Savaş döneminde Avrupa güvenliğinin çapası olacaktı. Sovyetler Birliği çöktükten sonra da NATO ve Transatlantikçilik devam etti. Trump’ın milliyetçiliği NATO ve Transatlantik ilişkilerini oldukça belirsiz bir duruma sokmuştu. Biden ile birlikte kültürel temel (demokrasi) yeniden canlandırılıyor. Demokrasi, dünya genelindeki rekabetin taraflarını belirliyor. Rusya, gerçek bir askeri tehdit iken, Çin kültürel savaşın asıl hedefi oluyor. Soğuk Savaş sonrası dönemi Batı boşa harcadı. Bill CLİNTON, 1990’larda Rusya’yı umursamadı. George W. BUSH, Afganistan ve Irak Savaşlarını yanlış yönetti. Barack OBAMA, 2011 yılında başlayan Arap Bahar’ında Ortadoğu’da durumu daha da kötü hale getirdi. Avrupa ise her problemde ABD çözümünü bekledi. Asıl fırsat 1995’de kaçtı, Yeni Transatlantik Gündem ile hem Avrupa Birliği içinde yeniden yapılanmakta olan Avrupa ülkeleri hem de çözülmüş Sovyetler Birliği ile birlikte yeni bir Avrupa-Atlantik Toplumu oluşturulabilirdi. Hayal kırıklığı, kızgınlığın babasıdır; Avrupalılar, son yıllarda yaşadıkları hüsranlarla birbirilerine kızgınlar. Bazıları süper devlet olmak isterken yarı yolu bile geçemedi. Avrupa Projesi; Avro Bölgesi Krizi, Rusya’nın 2014’de Ukrayna’yı işgali, Brexit ve göçmen krizi ile ötelendi.

Tıpkı ABD gibi Rusya ve Çin de küresel güç rekabetini savaşmadan kazanmak istiyorlar. Ruslar, Avrupa’ya Ukrayna, Gürcistan ve Moldova’yı yutarak dilim dilim yaklaşmak ve NATO’yu bu sınırlarda durdurmak stratejisi izlediler. 1992’de Moldova’nın Transdinyester bölgesini ele geçirmek için bir ayaklanma düzenlediler. Moldova’daki Rus planı, önce Transdinyester’i kendine entegre etmek, sonra masrafları için tazminat almak ve ülkeyi borçlandırarak sonsuza kadar Rus yanlılarının yönettiği bir ülke haline getirmekti. Moldova alındıktan sonra Ukrayna’ya dönülecek aynı model Kırım’dan başlanarak tüm Ukrayna’ya uygulanacaktı. Ukrayna’yı ise Moskova’dan başka seçeneği olmadığı düşünülen Gürcistan izleyecekti. 2008’de ise Abhazya ve Güney Osetya’yı Gürcistan’dan kopardılar. 2014’de Kırım ve Donbass’ı işgal ettiler. Hepsinde de bahane etnik bölünme ve bunlara savaş değil sivil çatışma diyorlar. Ama aslında NATO’yu hedef gösterip Karadeniz’deki işgallerle konumlarını büyük ölçüde Sovyet dönemine çevirdiler ve bunu Karadeniz’in statüsü ve Türk Boğazları ile ilgili talepler takip edebilir.

Trump’ın NATO’nun Avrupa kanadını bedavacı olarak görmesi, İran anlaşmasını iptal etmesi ise Putin’e cesaret verdi. Macron’un beyin ölümü gerçekleşmiş NATO tanımlaması ve Merkel’in paradan başka bir şey düşünmeyen körlüğü Ruslara istediği koşulları sağlıyordu. ABD, Rusya’nın artık sahnede olmadığına inandı ve birden ona yöneldi. Ortadoğu’nun bir kenara itildiğini düşündü. Ulusal Güvenlik El Kitabı’nda jeopolitik önceliklerini, Çin, Rusya, Kuzey Kore ve İran olarak sıraladı ve gelecekteki çatışmaların temeli olan AUKUS, QUAD ve diğer ittifakları kurdu. Biden yönetimi Asya ve Avrupa arasında tehlikeli bir şekilde bölünmüş durumda. Ukrayna Savaşı devam ettikçe bir yandan Putin’e odaklanmak zorunda ve diğer yandan Asya’ya güç projeksiyonunu genişletmekle meşgul olacak. Rusya da Ukrayna krizi devam ettireceği sürece başka bir askeri krize odaklanamaz. ABD, Asya-Pasifik bölgesini Çin ile 21. Yüzyıl çatışmasının sahne olacağı coğrafya olduğunu hesapladı. ABD ve Çin arasındaki büyük güç jeopolitiğinin Güney Çin Denizi’nde bir Üçüncü Dünya Savaşı getirdiği artık netleşse de asıl mesele Avrasya’nın kontrolü. Bu da önümüzdeki Doğu Türkistan-Afganistan-İran mihverinde melez savaşlar ile gelecek “büyük patlama” demek. Ukrayna Savaşı, ittifakların ve önceliklerin yeniden düzenlenmesine yol açtı. Yeni durum; NATO’nun ötesinde Yeni Atlantik Anlaşması, Eski ve Yeni Avrupa ayrışması, askeri alanda ise daha önce görülmemiş bir “ölüm döngüsü” demek. Makalemiz de bu konulara odaklanıyor.

ABD gözünden Transatlantik ilişkiler

Trump sonrası 2021 yılı ile başlayan dönemde Transatlantik ilişkilerde iki eğilim ortaya çıktı. Öncelikle ilişkiler artık, konvansiyonel ticaret ve güvenlik politikalarının ötesinde, yenilikçilik fırsatları ve pek çok sorunun çözümünde uluslaşan yönetim gerektiriyor. İkinci olarak, Atlantik’in iki kıyısı için ilişkiler uyumdan çok gereklilik haline geldi. Biden, başkan olduğunda Trump’ın yarattığı endişeleri NATO ve AB’ye verdiği desteği ifade ederek hemen telafi etti. Ancak, AB’yi öncelikler konusunda şüphelendiren iki gelişme yaşandı; ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve aniden AUKUS güvenlik anlaşmasının imzalanması. Bu gelişmeler, ABD’nin stratejik önceliğinin Hint-Pasifik eksenine kaydığını ve Avrupa ile yeterli istişarede bulunma niyetinde olmadığını gösteriyordu. Ukrayna’daki savaş ise Avrupa’nın dünya sahnesinde güç ve etki sağlamaktaki eksikliğini gösterirken, Avrupa’nın kendi güvenliği için tamamen ABD’ye bağımlı olduğunun anlaşılması, kendi egemenliğine daha fazla yatırım yapması gerektiği ile ilgili tartışmaları tetikledi. Bunun ilk sonucu, ABD’nin Avrupa güvenliği ve savunmasına katkısı konusunda yapılan anlaşma oldu. Bu anlaşma, Avrupa Savunma Ajansı kapsamında projeler, siber, iklim ve bozucu teknolojiler kapsamında iş birlikleri içeriyor. ABD tarafı artan iş birliğini Avrupa’nın stratejik özerkliğini artırmak değil, NATO’yu tamamlayıcı olarak görüyor. Pragmatik iş birliği artarken, Avrupa’dan daha çok sorumluluk alması isteniyor. Mesele Avrupalı liderlerin bu ivmeyi yakalama kabiliyetinde.

ABD’nin tek kutupluluğunun yerine, alternatif olarak daha güçlü bir Avrupa-Amerikan iş birliği küresel sorunları çözmek ve demokrasileri emniyete almak için gereklilik haline geldi. Transatlantik ortakların güçlü bir iş birliği ile çözmek için önlerinde uzun bir iş listesi var. Transatlantik ortaklık ABD güvenliği ve refahının ayrılmaz bir parçası. Büyük güç rekabetinin geldiği yeni jeopolitik ortamda, ABD’nin demokratik değerlerini Çin ve Rusya gibi otoriter ülkelere karşı savunmak için Avrupa’nın desteği hiç bu kadar önemli olmamıştı. Ancak, bu jeopolitik ortam sadece Avrupa değil, küresel anlamda yeni ortaklıklar gerektiriyor ve ABD şimdi bu bağlantıları kurmakla meşgul. Ancak, Transatlantik ilişkiler iki yönlü bir yol. Karşı tarafında Çin ve Rusya var ve ABD, Fransa ve Almanya kadar AB’yi yanına almak zorunda. Ama asıl sorun Transatlantik ortaklık iki yönlü çalışmak zorunda. Washington, Moskova ve Pekin arasında gerçek bir tehlike seziyor. Bir yandan yaklaşmaya cesaret edemediği nükleer güç Rusya, diğer tarafta ise 2035-2040 yılları arasında askeri olarak Rusya’yı geride bıraktıktan sonra ekonomik olarak ABD’yi geçmesi beklenen Çin. Biden, Rusya ile bir çatışma halinde Çin’i tarafsız bir konumda tutmak istiyor. Çin, tabii ki İpek Yolu Projesini hayata geçirecek ulaştırma hatlarının güvenliğini düşünüyor.

ABD’de Biden iktidara geldiğinde Avrupa yakası, Ortadoğu ve Kuzey Afrika konusunda Trump dönemine göre esaslı bir politika değişikliği bekliyordu. Ama beklenen olmadı ve hayal kırıklığı tüm bölgeye hâkim oldu. İlk hayal kırıklığı İran ile görüşmelere dönmemekti. Suriye, Libya ve Yemen konusunda da durum aynı. ABD’nin önceliğinin Ortadoğu olmaması diğer bölgesel aktörlerin etkisini artırdı. ABD’nin önceliği Çin ile rekabet. Avrupa ise Rusya ve Afrika’daki cihatçı terör arasında bölünmüş durumda. Avrupa; Suriye ve Yemen’de etkisiz, Tunus ve Lübnan’da sessiz. Fransa, Almanya ve İtalya’nın kendi girişimleri ise şimdiye kadar çok az etkili oldu. ABD’nin küresel hegemonyadaki rakibi Çin, Otokratlar arasındaki asıl hedef. Çin’in küresel amacının; anahtar teknolojiler ve sanayi sektörlerini, kritik alt yapıyı, stratejik maddeler ve tedarik zincirlerini kontrol etmek olduğu ifade ediliyor. Çin’den düşmanca faaliyetleri kapsamında kötü niyetli melez ve siber saldırıları ile dezenformasyon faaliyetleri sıralanıyor. Tayvan’ın daha çok silahlandırılması ihtiyacına vurgu yapılıyor.

Yeni Transatlantik

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Avustralya ve İngiltere ile AUKUS anlaşmasını imzalaması çoğu Avrupa ülkesi başkenti tarafından, Washington’un Avrupa’ya dönmediği ama stratejisini değiştirerek; Çin’e ve onun küresel etkisine, Asya güvenliğine yönelik deniz aşırı askeri yükümlülüklerine daha kararlı olarak odaklandığı şeklinde algılandı. ABD tarafı ise Biden’ın seçilmesi ve göreve başlaması arasındaki dönemde Avrupa’nın Çin ile acele bir yatırım anlaşması yapma gayretini pek sevimli bulmamışlardı. 2021 yılı Transatlantik ilişkiler için olması gereken politikaları üretmemişti. Avrupa, Transatlantik ilişkileri geçmişe bakıp, bir nostalji olarak görmeye eğilimliydi. ABD, değerler temelli yeni stratejisi kapsamında Dünyayı ikiye bölüyor; Demokratlar (Batı) ve Otokratlar (Doğu). Bu küreselleşmenin, küresel tedarik zincirlerinin sonu olabilir. Batı ile Doğu arasında yeniden çekilmekte olan yeni Demir Perde’nin öte tarafına yakınız. Freedom House, Avrupa’da Türkiye ve Macaristan’ı otokrat ülkeler listesine çoktan koydu. Biden’in ilk yılındaki Demokrasi Zirvesi’nde bile ABD’nin jeopolitik niyetleri konusundaki şüpheler dağılmamıştı. Rusya ile yaşanan Ukrayna krizi döneminde ABD’nin Brüksel ile Rus askerî harekâtı ile ilgili istihbarat paylaşımı öne çıkarken, siyasi istişarelerin formatına çok önem verilmedi. Balkanlarda ABD ve AB, aralarındaki farklılıkları kapatmaya çalışıyorlar.

ABD, Ukrayna Savaşı ile başlayan yeni pragmatik iş birliği sayesinde güvenlik konularında Avrupa’ya daha çok otonomi sağlıyor. Avrupa’nın önerisi ile kurulan AB-ABD Ticaret ve Teknoloji Konseyi (TTC), iki taraf arasında uzun zamandır devam eden gümrük tarifeleri ve büyük teknolojilerin yönetilmesi gibi sorunların görüşülmesi için platform sağlıyor. Ancak, yukarıdan-aşağı düzenlemeler ve pazar kuralları gibi çözülmeyen pek çok konu varken, bu konular sadece transatlantik taktiklerinin dışında Çin ile nasıl ilişki kurulacağı ve geleceğin uluslararası düzeni ile ilgili de temel teşkil edecek. Diğer yandan iklim konuları Avrupa tarafından en acil sorun olarak görülürken, ABD’ye etki edemiyorlar. TTC ile teknoloji alanında şu iş birlikleri öngörülüyor; yapay zekâ düzenlemeleri, teknolojik standartlar, tedarik zincirlerinin güvenliği, doğrudan dış yatırımların ve ihracatın izlenmesi ve siber güvenliği artırılması.

Atlantik’in iki yakasındaki ülkeler açıkça ortak çıkarlara sahip olsa da birlik yok. Daha fazla özgürlük, güvenlik ve refah için daha kapsayıcı bir liderliğe ihtiyaç var ve değişim zaman alacak. Atlantik dünyası, Pasifik dünyası gibi entegre bir ekonomik topluluk değil. Atlantik ticareti kıyısı olan ülkelerin gayretleri ile belirleniyor. Atlantik jeopolitiğine bakarak yeni bir jeopolitik belirlenmeye çalışılıyor:

– ABD ve Kanada’dan sonra Doğu ile kuzeyden köprü olması için İzlanda ve Norveç sıralanıyor.

– Güneyde ise Portekiz ve İspanya köprü rolü alacak ve buradan Afrika ve Latin Amerika ile de bağlantı kurulacak. Güney Amerika’dan seçilen müttefik ise Brezilya. Afrika’da ise Fas ve Namibya üs olarak seçiliyor.

– İngiltere ile birlikte Çin’e karşı Antartika’nın halkaya eklenmesi isteniyor.

Atlantik & Avrasya denklemi için ortaya konan formül özerk ABD veya Avrupa formülünü taşıyamıyor. Denge şu şekilde:

ABD + Avrupa > Çin + Rusya

veya daha iyisi:

Kuzey Amerika + Avrupa + x > Çin + Rusya + n

(x; açık Pazar demokrasisine sahip ülkeler, n; İran, Kuzey Kore gibi ülkeler)

Transatlantik ilişkiler yeni bir anlaşma gerektiriyor. Bu kapsamda öncelikle Avrupa’nın Çin’e karşı ABD’yi ve diğer müttefikleri Hint-Pasifik bölgesinde deniz ve hava kuvvetleri ile takviye etmesi bekleniyor.

ABD, NATO dışındaki müttefikler ile bugüne kadar Japonya ve Filipinler ile olduğu gibi ya ikili savunma anlaşmaları ya da İngiltere ile olduğu gibi “stratejik ortaklık”, bu seviyede güçlü olmayanlar için de “stratejik iş birliği” çerçevesi kullanmıştı. Çin’e karşı ortaya konan yeni denklemler şu şekilde;

(1) Yeni Atlantik Anlaşması ve Küresel NATO.

(2) Eski ve Yeni Avrupa’nın ayrıştığı Yeni Transatlantik Anlaşması.

(3) Asya-Pasifik NATO’su gibi bölgesel NATO’lar.

Şubat 2022’de NATO bünyesinde ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya Savunma Bakanları gayri resmi bir toplantıda bir araya geldiler. “Transatlantik Dörtlüsü” adı verilen bu ülkeler daha sonra Ukrayna konularını görüşmek üzere Dışişleri Bakanları seviyesinde toplandılar. Bu format ABD’nin Hint-Pasifik’te Hindistan, Japonya ve Avustralya ile Çin’e karşı kurduğu “Dörtlü Güvenlik Diyalogu”na benzetiliyor. Tabii bir de Ortadoğu için ABD, Hindistan, BAE ve İsrail ile oluşturulan grup var ve bu durumu daha da karmaşık hale geliyor. Bu küçük gruplar sıcak zamanlarda acele çözümleri koordine etmek için kuruldu.

ABD, Avrasya’daki mücadele ve Hint-Pasifik ekseni için bir “Yeni Avrupa” kurgulamak istiyor. Nitekim Doğu Avrupa ülkeleri Çin konusunda daha açık tavır aldılar. Baltık ülkeleri Tayvan ile diplomatik ve ekonomik iş birliğini artırdılar. Ukrayna-Güney Kore askeri iş birliği gelişti. ABD, Doğu Avrupa’yı Çin politikasına entegre ediyor. Güney Kore ve Japonya’nın Doğu Avrupa ile artan savunma ilişkileri Çin’e karşı bir Avrasya savunma endüstrisi sistemi kurmayı amaçlıyor.

Ortadoğu ve Türkiye

ABD’nin Büyük Ortadoğu macerası kapsamında Afganistan, Irak ve Libya başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki askeri operasyonları bütçesinden 6.4 trilyon dolar masrafa ve savaşlarda 800 bin insanın ölümüne yol açarken, 37 milyon insan da göç etmek zorunda kaldı. Ama ABD için asıl hata bu askeri müdahaleler ile meşgul olurken, Çin ve Rusya üzerinden stratejik dikkatini kaçırması oldu.

Trump, Abraham Anlaşması ile İsrail, BAE; Bahreyn, Sudan, Fas ve zımnen S. Arabistan’ı bir araya getirirken hedefte İran ve Türkiye vardı. ABD ve AB’nin Türkiye’yi hedef alan diplomatik angajmanı, insan hakları suçlaması üzerinden sürüyor.

İran’da ise İbrahim REİSİ “maksimum direniş” stratejisi ile Mart 2021’de Çin ile 25 yıllık Stratejik İş birliği Anlaşması imzaladı ve ardından ŞİÖ’ye katıldı. Tahran, ABD ve İsrail’e karşı Rusya ve Çin’den yardım umuyor. Ama Çin ve Rusya bir yandan BAE ve S. Arabistan ile ilişkileri dengelemeye çalışıyor. ABD ise İran-S. Arabistan ilişkilerini yeniden dengeleyerek, Yemen, Suriye, Libya ve başka yerlerde Sünni-Şii savaşına bir son vermek istiyor. Biden, bu kapsamda S. Arabistan ve BAE’ye silah satmama sözü verdi. ABD, S. Arabistan’a sırtını tamamen dönmese de 11 Eylül saldırılarına katılan Suudiler dosyasının açılması bile söz konusu olabilir.

Nisan 2021’den beri Riyad ve Tahran gizlice konuşuyordu ve ABD-AB-BM diplomasisi İran ve S. Arabistan arasında bir saldırmazlık anlaşması imzalanmasını hedefleniyordu. ABD ve S. Arabistan ilişkilerindeki kırılganlık Rusya ve Çin’e fırsat oluşturuyor. Başta S. Arabistan olmak üzere sekiz anahtar OPEC ülkesinin (BAE, Kuveyt, Irak, Cezayir, Umman, Kazakistan) Nisan 2023’de petrol üretimini azaltma kararı alması Rusya’ya verilen destek olarak görülüyor. Böylece yüksek petrol fiyatları ile Rusya da daha çok kazanacak.

Öte yandan, Abraham Anlaşması kurulurken, İsrail-Filistin çatışmasını görmezden gelinmişti, Gazze’de yeni çatışmalar ve İsrail saldırganlığı işleri bozabilir. BM, ABD, AB ve Rusya’nın yönettiği dörtlü barış süreci iyice çıkmaza girebilir.

Halen, İran, S. Arabistan ve Türkiye ile ilgili Batı politikaları kapalı kapılar ardında yeniden kalibre ediliyor. Bununla ilgili Temas Grubu formu var.

Ankara, NATO içinde her zaman fakir, İslami, yarı özgür ve demokratik bir ülke, tuhaf bir müttefik olarak görüldü. Soğuk Savaş boyunca NATO’nun güney kanadını güçlü tutmak için bu olumsuzlukları ABD tarafından görmezden gelindi. Ortadoğu bölgesi için uygun üs imkânları sağlıyordu. Aşırı solcu ve milliyetçiler arasında ABD düşmanlığı olsa da ordu, Batı ile ilişkilerin doğru rotada gitmesinde denge sağlıyordu. Türkiye’nin son 20 yılda ancak birkaç ülke ile dostluğu kalmış olsa da bunlar kesinlikle Batı’da değil. Anahtar konu, Türkiye’nin NATO’daki rolü; NATO içinde Rusya tarafından takoz olarak kullanıldığı düşünülüyor. Türkiye ile ikili ilişkiler ve NATO içindeki konumu ile ilgili arayışlar sürüyor. Türkiye’nin Batı stratejisi içindeki konumu gittikçe başka alternatiflerle tahkim edilmektedir.

Transatlantik ilişkiler, önyargılar ve doğru olmayan raporlardan kurtulmalı ve Kafkasya ve Orta Asya gibi coğrafyalara yeni pazarlar, yeni girişimler ve enerji güvenliği kapsamında yeni iş birlikleri ve yükümlülükler getirmelidir. Bunun konsepti “özgür ve açık bölgeler” olmalı, temelinde ise yeni ilişki şekilleri ve diyalog platformları bulunmalıdır. Bölge ülkeleri savunma iş birlikleri de dâhil kendi özgür politika seçenekleri ile hareket edebilmelidir. Nitekim Pentagon’dan sızdırılan son belgeler Ukrayna’daki savaşın sadece Rusları hedeflemediğini; Çin ve Rusya’yı hedefte olduğu Avrasya’da kontrol savaşının bir alt parçası olduğunu gösteriyor. Gerek Rusya ile Ukrayna’da devam eden savaş, gerekse Çin ile beklenen savaş, ABD ve AB’yi tabii NATO’yu da melez savaşlara hazırlanmaya, yeni bir ölüm döngüsüne itiyor. Ruslar, eski Sovyet dönemi nostaljisi ile kendi kendilerini vurdular. Batının yeni dünya modeli, Rusların Büyük Avrasya hayalini kapsamıyor. Rusya’nın hassasiyeti daha çok içyapısı ile ilgili ve bu durum Çin ile de benzer. Öte yandan, iki ülke ilişkileri sanıldığı kadar sağlam temellere sahip değil, tarihsel sebepler yanında aralarında Avrasya rekabeti de var. Yani ikisinin de birbirine vereceği destek bir yere kadar. Avrupa ve Türkiye’nin tarih boyunca olduğu gibi bugün de ve gelecekte de en büyük problemi Rusya olacaktır. 1990’larda Batı, Rusya’yı kendine entegre etmeyi denedi ama bunu istismar edince kötü yönetim şartları değiştirdi. 11 Eylül 2001 sonrası ABD, enerjisini küresel teröre harcayınca, Rusya ve Çin’in önünü açtı.

Dünya tarihindeki en ciddi küresel borç krizinin ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğindeyiz. Koronavirüs, Büyük Para’nın gündeminin bir parçası idi. İflaslar ve büyük borçlar ulus-devlet ekonomilerini çöküşün eşiğine getirdi. Ülkelerin mali yapılar artan şekilde dış kreditörlerin kontrolüne giriyor. Sosyal demokrasi öldü. Refah devleti, özelleştirme ile yok ediliyor. Oyunun sonu, ulus-devletin yok edilmesi ve yeni dünya devleti. Artık diplomasi çağı bitti; ittifaklar tanımlanması zor tehlikeli jeopolitik arayışlar içinde. Ukrayna, resmin küçük bir parçası. Şimdi dünyada yeni ittifaklar ve ortaklıklar kurma, Üçüncü Dünya Savaşı’na hazırlık kısaca yeni bir Atlantik Anlaşması zamanı. Öncelikle Avrupa’nın durumu netleşmelidir. Avrupa’nın ABD’nin yanında durabilmesi büyük ölçüde ekonomik ve sosyal sıkıntılarını aşması ile de ilgili. Bu yüzden, tıpkı II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi yeni bir Marshall Planı’na ihtiyaç duyuluyor. Marshall Planı, NATO ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasına yardım etmişti. Yeni Marshall Planı ise Yeni Atlantik Anlaşması için sadece Avrupa’nın değil tüm demokrasilerin desteklenmesini temel alabilir. Türkiye ise doğru yerde durmalı, tercihlerini uzun vadeli olarak Avrasya coğrafyasını düşünerek yapmalıdır. Batı ile iş birliği kadar, Türkiye’nin Türk Dünyası ile birlikte bir vizyon oluşturması ve kapasite geliştirmesi her şeyden önce entelektüel bir birikim gerektirmektedir.

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

https://www.academia.edu/100625237/Yeni_Transatlantik_and_Küresel_NATO