Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ASYA VE AVRUPA DEVRİMLERİNDEN TEKNO-DİKTATÖRLÜĞE

On yedinci yüzyılda, Doğa bilimlerinde Galileo GALİLEİ ve Isaac NEWTON’un çalışmaları bizim dünya ve insan ilişkileri konusunda yeniden düşünmemize yol açmış, dünyaya din ya da doğaüstü güçler dogması ile bakma alışkanlığımızı değiştirmişti. Dünyayı dinin dogmaları ile değil, çözülmesi gereken bir bulmaca olarak görmemizi sağlamıştı. Onların farklı düşünmeleri, bilimin ve teknolojilerin önünü açmış, insan hayatında öngörülemeyen gelişmeleri başlatmış, dünyayı değiştirmişti. Şimdi benzer bir paradigma dönemindeyiz. Yeni dönemde temel değişim, inan mevcudiyetinin karakterinde olacak. Sadece teknolojilerin eşyaları nasıl yaptığı değil, toplumda insanın kim olduğu da radikal değişimlere uğrayacak. Yeni teknolojiler yeni bir varoluşçuluğa yol açacak. Çünkü insan yetenekleri önemli ölçüde değişecek. Biz hala küresel düzeni kontrol etmek için büyük güç çekişmesi ile olaylara bakarken, insan doğası ve değerleri ile ilgili yeni çalışmalar yapılıyor.

Yeni yüzyılda insanın kim olduğunu yeniden düşüneceğiz. Küresel internet ağına bağlı beyne takılan çiple herkes konuşmadan birbirinin ne düşündüğünü konuşmadan öğrenirken, özgür düşünme yeteneğimizi kaybedeceğiz. Sırada insan-makine çalışmaları var. İnsanlar yeni kol ve bacak ile şimdiki yeteneklerinin çok üstünde koşabilir, düz duvara tırmanabilir hale gelecek. İnsan geliştirme (human-enhancement) projeleri sadece hastalıkları yenecek organ değişimlerini değil, örneğin gözlerimizin şimdi göremediğimizi ışınları da görmemizi sağlayabilecek. Bunların prototipleri şu anda pek çok araştırma merkezinde üretiliyor ve ülkeler hiçbir ahlaki sınırlamadan bu alanlarda üstünlük sağlama peşinde. Bütün bunlar insanın yapısı kadar görüntüsünü değiştirecek; beyninde yapay zekâ olan insan her dili otomatik konuşacak, beyninde video izleyecek ve fiziksel bedenindeki yeteneklerle kontrol edilemeyecek derecede hızlı hareket edecek.

Tekno-iyimser bakan birisi bu teknolojik yeniliklerin insanların birbiri ile daha iyi ve anlayışlı bir şekilde, barış içinde olmalarına yardımcı olacağını düşünebilir. Ya da bu teknolojiler bugüne kadar olduğu gibi insan aç gözlülüğünün, hırsının bir aracı olarak büyük bir kitlesel yok olma yanında, küresel bir çıkar grubunun köle insanlar modeli üretmesinin de aracı olabileceğini öngörebilir. Ama nasıl düşünürseniz düşünün sonuçta insan varlığı, insani özellikler ve günlük yaşam büyük radikal değişimlerin kıyısında. Bu makalede Avrupa ve Asya devrimlerinin son iki yüzyılda dünyayı nereden nereye getirdiğini sorgulayacak, geleceği tekno-diktatörlüğüne karşı insanlığın şimdiden hazır olması gerektiğine dikkat çekeceğiz. Yeni ortaya çıkmakta olan teknolojiler, yirmi birinci yüz yıla özellikle ikinci yarsısında damga vuracak, çünkü Üçüncü Dünya Savaşı sonrası küresel düzen yeni bir dengeye ve kazananlara göre bir istikrara oturacak ama bunlar bile bu yüzyılda neler olacağının ancak yarısını temsil ediyor.

Avrupa’nın Devrimleri

Avrupa’daki devrimlerin bir analizi için on beşinci yüzyılın sonuna kadar geri gitmemiz gerekiyor. Bu dönemin özelliği, 1492’de Kristof KOLOMB’un keşifleri ile Amerika kıtasının Avrupa’nın yörüngesine girmesi ve Avrupa’daki ekonomiler ve yönetim biçimleri açısından bir dönüm noktası olmasıdır. İspanyol ve Portekizlilerin Atlantik adalarında başlattığı plantasyon ekimi ve ağır işler için Afrika’dan köle getirmeye başlamaları ile Amerika anakarasına özgü ürünler, Avrupa’daki hayatın temel taşları arasına girdi. On beşinci yüzyılda başlayan bu macera, Amerika kıtasından mısır, patates, tütün yanında Coca Cola, tango, caz ve frengi hastalığı getirdi[1]. Avrupa, dünyanın ekonomik merkezi haline gelirken, Roma İmparatorluğu gibi Avrupa ve Avrasya’yı ticaret, siyaset ve kültür sistemine bağlayacak bir birliğe sahip değildi.

On beşinci yüzyıla kadar küresel ticaretin merkezi büyük ölçüde Doğu’daydı. 1492’de Çin’in Doğu’da muazzam bir ağırlığı vardı. İslam egemenliğindeki topraklarla denizler, dünyanın merkezi ticaret ve kültür bağlantılarını içine alıyor; İslam’ın nüfuz alanı Güneydoğu Asya’dan Afrika’ya uzanıyordu.  Kolomb’un Hindistan’a Batıdan bir yol çabası Müslüman tüccarların yerini almak içindi. 1492’ye gelindiğinde artık Avrupa gemileri Osmanlı İmparatorluğu’nu durdurabiliyor ve Hint Okyanusu’ndaki ticaret alanına girebiliyorlardı. Ancak, henüz bu Avrupa için Altın Kapı’dan geçildiği anlamına gelmiyordu ama kıta büyük değişimlerin eşiğindeydi. 1300-2000 yılları arasındaki 700 yılda yaşanan büyük değişimleri şu şekilde özetleyebiliriz;

– 1300’den sonraki iki yüzyıl boyunca, veba salgınları ara ara Avrupa ile Asya arasındaki bağlantıyı kopardı.

– Moğol İmparatorluğunun parçalanması, karadaki ticaret yollarında tehlikeli engeller oluşmasına yol açtı.

– Çin, geliştirmekte olduğu deniz ticaretinden çekildi.

– Atlas Okyanusundaki güçlerin yelkenli gemileri, daha önce Akdeniz’de egemenlik kurmuş olan kadırgaları sıkıştıracak duruma geldi.

– Avrupalılar, Asya’dan gelen barutu kullanmaya başladılar.

-1453’de Osmanlıların İstanbul’u ele geçirmesi; (Müslüman) Osmanlı – (Ortodoks) Rus arasındaki nefret ilişkisini pekiştirirken, Hıristiyanlıkla İslam’ın sonrasında ne şekilde karşı karşıya geleceğini ortaya koyuyordu.

Avrupa’nın yaşadığı demografik faciadan sonra toparlanması bir yüzyıl sürdü ve on altıncı yüzyıldan itibaren Avrasya sistemi yeniden büyümeye başladı. Bu tarihten sonra Avrupa’nın dünyanın diğer bölümleri ile ilişkisi Roma döneminden bile önemli hale geldi. 1492, Avrupalı devletlerin yapılarında muazzam değişimlerin önünü açar. Alplerin çevresinde ve Akdeniz, Atlas Okyanusu, Baltık Deniziyle Karadeniz kıyıları boyunca sıkı biçimde birbirine bağlanmış ticaret kentlerinden oluşan bir ağ uzanıyordu. Bu kentlerin büyük çoğunluğunun, küçük ölçekli imalatla ticarete yönelik tarım arasında bağlantı sağlayan geniş hinterlantları vardı.

Avrupa’nın geriye kalan bölümü, iki tür bölgeye ayrılmıştı; gelirlerini köylülerin aile işletmelerinden sağlayan (ve bir kısmı aynı zamanda kilise adamı olan) savaşçı toprak sahiplerine ait bölgeler ile küçük toprak sahibi çiftçilerin, balıkçıların ve ormancıların tüccarlar, askerler, papazlar ve devlet görevlileriyle yan yana yaşadığı diğer bölgeler. Macaristan bunlardan birincisine, İskandinavya ise ikincisine örnektir. Büyük bir çeşitlilik sergileyen ama iç bağlantıları da giderek güçlenen Avrupa, 1492’den itibaren dünyanın şaşkın bakışları altında eşi görülmedik bir sanayileşme, kentleşme, proleterleşme ve nüfus artışı patlaması yaşadı. Bunların hepsi kesintisiz ve birdenbire olmadı.

On altıncı yüzyıl; büyük ölçüde kentleşme ve nüfus artışına oldu ama on yedinci yüzyılda her iki alanda da durgunluk yaşandı. 1750’den sonra bu iki alan da hiç olmadığı kadar hız kazandı ve ancak yirminci yüzyılın ortalarında yavaşlamaya başladı. Aslında bu demografik deneyim tüm Avrasya’ya yayılmıştı; on altıncı ve on yedinci yüzyıl başlarında kapsamlı bir nüfus artışı oldu, ardından bir yüzyıl demografik durgunluk yaşandı ve on sekizinci yüzyılda daha hızlı bir büyümeye geçildi. Büyümenin hızlandığı dönemlerde gıda üretimi yetersiz kaldı ve fiyatlar yükseldi[2].Yine de nüfus artışının etkileri, Avrasya’nın değişik yerlerinde önemli farklılıklar gösteriyordu.

Asya Devrimleri

Modern Avrupa emperyalizmi, ya düpedüz fetihle ya da gayri-resmi serbest ticaret imparatorlukları ve adil olmayan anlaşmalarla zorla dayatıldı ve küresel bir ekonomik, fiziksel ve kültürel güç hiyerarşisi yaratıldı. Ancak, Osmanlı Türkiye’sinde Batı egemenliği, -Hindistan’da olduğu gibi düpedüz fetihle değil, Avrupa’dan siyasal, ekonomik ve kültürel düşüncelerin acele ödünç alınmasıyla gerçekleşti[3].

Asya devrimlerinin, gerek kıtanın şekillenmesi gerekse dünya tarihi açısından çok önemli sonuçları oldu ve olmaya devam etmektedir. On dokuzuncu yüzyılın ortasında, yeni teknolojilerin, bilimsel bilgi toplamanın ve rekabet değeri yüksek ticari kapasitenin üstünlüğüne sahip Avrupalılar, Çin’e meydan okuyor, İran’ı Kafkasya’daki nüfuz alanının dışına itiyor, Kuzey Afrika’yı işgal ediyor, Osmanlıları pazarlarını açmaya zorluyor, Çin Hint’inde Hıristiyanlığı yayıyor ve uzun süredir gözden uzak olan Japonya’ya göz dikiyordu.

Japonya’nın zaferinden cesaret alan milliyetçi Genç Türkler, 1908’de Sultan II. Abdülhamit’i 1876’dan beri askıda olan anayasayı yeniden yürürlüğe koymaya mecbur etti. Otokrat Rusya’yı yenen anayasal Japonya’yı gören İranlılar, 1906’da ulusal bir meclis yarattı. Japonya’nın ilerlemesinin sırlarını öğrenmek için Asya’nın her yerinden Japonya’ya öğrenci akışı başladı. İmparatorluk sonrası Çin’in ilk kuşak liderlerinin çoğu, bu gruptan çıkacaktı.

Hindistan, Çin ve Japonya’nın Batı emperyalizmi ile mücadele şartları Osmanlı ile birbirine örtüşmüyordu. Çünkü jeopolitik yakınlık nedeni ile Osmanlılar uzun bir süredir Batı ile savaşlar ve hatta ittifaklar içinde iken tuzağa düşürülmüştü. Osmanlılar, Avrupa’nın on sekizinci yüzyıl boyunca yaşadığı büyük entelektüel mayasının (Aydınlanma, Fransız Devrimi) farkındaydı. Japonlar, Fransız ve Amerikan devrimlerinden ancak 1808 yılında Nagazaki açıklarında küçük bir ada olan Dejima’da bir ileri karakol bulundurmalarına izin verilen birkaç Hollandalı tüccarı sorguladıktan sonra haberi oldu.

Erken modern Asyalılar, Batıya ve Batı egemenliğine karşı hoşnutsuzluk, diğer yandan iç zayıflık ve yozlaşma kaygıları ile birlikte, önce bütün Asya’da kitlesel ve milliyetçi kurtuluş hareketleri ve sonrasında tutkulu ulus-devlet inşa programlarına dönüşme süreci ile benzer bir reaksiyon modeli izlediler. Batı gücüne karşı dört ana tepki oluştu:

(1) Diğer bütün uygarlıklardan üstün olduğu varsayılan dinsel geleneklerine sadık kalsaydı (Asya ülkeleri) tekrar güçlenirdi iddiasındaki, modernleşme karşıtı gerici akımlar;

(2) Gelenekleri dolayısıyla zaten sağlam bir kültür ve toplum temeline sahip olan Asyalıların yalnızca birkaç Batı tekniğine ihtiyaç duyduğunu söyleyen ılımlı görüş;

(3) Lenin ve Mao gibi emperyalizm ile mücadele adına Komünizm ya da Sosyalizm’in sınıf esaslı öğretisine dayalı kendi diktatörlüklerini kurmak isteyen ideolojik görüş;

(4) Atatürk gibi laiklerin benimsediği, modern dünyanın koşullarında rekabet etmek için eski düzeni, ulus-devlet ile yapısı ile kökten değiştirmeyi hedefleyen milliyetçi tutum.

Birçok aydın; İslam’ın, Konfüçyüsçülüğün ve Hinduizm’in ahlaki ilkelerine sadakate dayanan gelenekçi bir dünya görüşüne yöneldi. En yenilikçi Asyalılardan bazıları, kendi dini gelenekleri ve Avrupa Aydınlanması arasında aydınlanmış bir sentez aradı. Örneğin İslami modernistler, Kuran’ın modernlikle bağdaştığında ısrar ederek, Avrupa bilim, siyaset ve kültürünün seçici bir biçimde ele alınması çağrısında bulunurken, bir kısmı da tamamen altıncı yüzyılın şartlarının ideal olduğunu (Asr-ı Saadet) düşünerek, zamanla dine katı katıya bağılı olmayı öngören Selefi, Vahabi ya da Müslüman Kardeşler gibi çıkmaz sokaklara girdiler. İngilizlerin Asya ve Osmanlı’da yarattığı tahribatın kökleri ve bugüne uzantısı üzerinde az çalışılan ve hala keşfedilmemiş bir konu olmaya devam ediyor. On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı siyasi hayatındaki iç (İslamcılar, Solcular, Batıcılar, Türkçüler) ve dış (emperyalistler) aktörler aslında geçmiş tarihi dönemlerin izlerini ve hatta aynı hikâyenin bugünkü taraflarını temsil ediyorlar.

Modern dünya ve devrimler

Devrimlerin karakteri de önemli değişimler geçirdi. On altıncı yüzyıl Avrupa’sında sık sık devrimler oluyordu ve yirminci yüz yıl Avrupa’sında da devrimlere yine oldukça sık rastlandı. Ama yirminci yüzyıl devrimlerinin karakterinde çok önemli değişimler ortaya çıktı. On altıncı ve on yedinci yüzyılda toprak-çıkar, himaye eden-edilen tarzı devrimci durumlarda kraliyet ve ona bağlı feodal beyler arasındaki mücadeleler yaşandı. On sekizinci yüzyılda bu mücadele geçerliliğini yitirdi.

On dokuz ve yirminci yüzyılda, İber Yarımadası, Balkanlar ve Avrupa’nın başka birkaç yerinde askeri cuntalar daha yaygın hale geldi. Genellikle bunlar, hanedan içindeki bir hiziple ya da burjuvazinin ilerici veya muhafazakâr bir kesimiyle ittifak halinde iktidar için mücadele veriyordu. Burada bağlantılı bir çıkar söz konusuydu ama iktidara el koymaya ilişkin kirli işleri gören askeri birimler arasındaki bağlantılar hırslı subaylar arasında dolaylı yoldan kurulmaktaydı. Hanedan düzeyinin dışında sınıf, yerel ya da ulusal düzeyde ittifaklara dayalı devrimler de oldu. Sınıf ittifakına dayalı devrimlere klasik Marksist modeller daha iyi uysa da İngiliz, Fransız ya da Felemenklerin İspanya’ya karşı ayaklanmaları da bu kategoriye girer.

Ulusal devrimler, aynı bölgede yaşayanların yerel devrimlerine benzerlik göstermekle birlikte, daha geniş ölçekte ve aydınlar, siyasal girişimciler, askerler ve varsayılan bir milliyetin sıradan üyeleri arasında daha karmaşık bir işbirliğiyle gerçekleşmişlerdir[4]. Zamanla sınıf ittifakına dayalı ve ulusal devrimler, daha yaygın hale geldi ve daha çok başarı sağladı. Bunun nedeni, devlet örgütlenmesi ve devlet sisteminin, bunların işini kolaylaştıracak bir değişim geçirmesiydi.

Dördüncü Sanayi Devrimi’nin problemleri artık geçmişte olduğu gibi sadece zeki insanlar, yeni bir ulusal güvenlik teorisi ile çözülemez. Sorunlarımız o kadar karmaşık ki her disiplinden geniş bir entelektüel kapasiteye, yeni bir toplum mühendisliğine ihtiyacımız var. Çözümler artık eskilerin dahi bilim adamlarından çok, daha büyük bir ortak aklın çabası ile gelecek. Yeni bilimsel devrim, ancak tartışmaya ve rekabete açık liberal toplumlarda yani fikir ve girişim özgürlükleri ile gelebilir.

Bugünkü rejim değişikliği ve bilgi savaşı anlayışının kökleri Soğuk Savaş dönemine dayanmaktadır. Soğuk Savaş’ın ideolojik kapsamlı rejim değişikliği gayretleri, iki kutuplu dünyada kendi tarafını yeni ülkelerle tahkim etme amacını taşıyordu. 1983 yılında ABD Ulusal Demokrasi Vakfı’nın (NED[5]) kurulması rejim değişikliklerini dışarıdan silah zoru ile değil, içerinden “demokrasi projeleri” ile yerine getirme yöntemini doğurdu. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ABD, yeni dünya düzeninde kendini müzahir rejimler yaratmak için “renkli devrimler” kurgusuna geçti[6]

Soğuk Savaş’ta daha çok sert güce dayalı rejim değişiklikleri artık yumuşak güçle yapılıyordu. Özellikle Sırbistan (2000), Kırgızistan ve Özbekistan (2005) ilk örnekleri oldu. 2011’de başlayan Arap Hareketleri ise içinde kamu diplomasisi ve sosyal medyanın (akıllı güç[7]) da olduğu “diktatörü kovma” oyunu ile melez savaşlar (vekil güçler ve konvansiyonel unsurların birlikte yer aldığı) ile yeni tür rejim değişikliklerini (Ukrayna, Suriye, Libya vb.) getirdi.

İçinde yaşadığımız on yıllar bir geçiş dönemi; Soğuk Savaş’ın hala mirasının devam ettiği ama insan hayatından aile ve toplumsal yaşama ve dünya düzenine kadar çok önemli değişikliklerin eşiğindeyiz. Bu yüzden, gelecekle ilgili devrimci beklentiyi iki ana gruba ayırıyoruz;

(1) Üçüncü Dünya Savaşı’na kadar olan ve ardından yeni bir dünya düzenine geçilecek 2050 yılına kadar olan dönemde, devlet düzenli dünyanın başarısızlıklarının neden olduğu, rejim değişikliği amaçlı devrimler devam edecek.

(2) 2050 sonrasında ise bizi başka bir dünya düzeni, muhtemelen tek dünya devleti ve tekno-diktatörlük düzeni bekliyor. Devrimciler şimdiden önemli çalışmaların yapıldığı bu dünya için de hazırlık yapmadığı takdirde, insanlığın tamamen köleleştirildiği bir hayata mahkûm olacağız.

Bu iki kategoriden ilkini yani günümüz devrimci durumlarının nerelerde saklı olduklarını önceki makalemizde anlatmıştık. Bu makalede ikincisi ile ilgili gelişmeleri anlatacağız.

Teknoloji Devrimi, & Genoloji Devrimi

Dördüncü Sanayi Devrimi hızla hayata geçmeye devam ediyor. Teknolojik yeniliklerin buluşması üç tür dünya ortaya çıkarıyor[8]; dijital, fiziksel ve biyolojik. Bu dünyalar ise insan ilişkilerin karakteri, insan değerlerinin ifadesi ve insan doğasının emsalsizliğinde önemli değişimler getirecek. Hızla gelişen hayat değiştiren teknolojilerin başında yapay zekâ, kuantum bilimi uygulamaları, biyo-teknoloji, nano-teknoloji ve robotikler geliyor. Gelişmiş ülkelerin askerleri bu teknolojileri savunma alanında kullanmak için yarış halinde iken, başta Dünya Ekonomik Forumu olmak üzere küresel planları olan sivil kuruluşlar ise yeni bir kapitalizmden yeni bir dünya düzenine kadar pek çok küresel düzeyde toplumsal düzenlemenin hazırlıklarını yapıyorlar. Bunların çoğunu duydunuz; dijital kimlik, dijital para, 5G/6G, eşyaların interneti, beyne takılan çip, QR kodu vb. yenilikler büyük planın parçaları. ABD ve Çin arasındaki büyük güç mücadelesinin arkasında da Dördüncü Sanayi Devrimi ile küresel liderliği ele geçirmek var.

Küresel elit, insan yaşamının 200 alanında uzun zamandır planlı ve önemli değişiklikler peşinde[9]. COVİD-19 süreci ile belirginleşen insan sağlığı üzerinden dayatılan sosyal düzenlemeler bir test oldu ve şimdi 5G, dijital kimlik, dijital para, sanal çevre sınırlaması (geofencing), yapay zekâ ile yönetim, robotlar vb. tüm yeniliklerin insan hayatına nasıl sokulacağı bu elitlerin elinde. İnsan ve insan sonrası arasından yeni bir insan formuna  (trans-hüman ya da trans-insan) geçeceğiz[10]. Trans-insan birçok yönden insana benzeyen ancak standart insanların ötesinde güç ve yeteneklere sahip bir varlık olacak[11]. Bu yetenekler; gelişmiş zekâ, farkındalık, güç veya dayanıklılık içerecek.

Gelecekte insanlar çok daha küçük miktarda asker ve polis tarafından yönetilecek, trans-insan polis ve teknokratik polis özel güvenlik teknolojisi ile desteklenecek. Trans-hümanizm, genetik oynamalar ve/veya canlı doku teknolojileri insanların beynine ve vücuduna nüfuz ederek kabiliyetlerini geliştirmeye çalışan düşünceler bütünüdür. Bu alandaki çalışmalar önce engelli insanların tedavisine yönelik arayışlarla başladı ama sonrasında etik sınırları aşan yeni düşünceler devreye girdi. Hatta Dünya Ekonomik Forumu, kendi yeni dünya düzeni için bu tüyler ürpertici programları tartışmaya başladı[12]. Bu elitlerin planı, 2030 planı çerçevesinde dünyayı kontrol etmek.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF[13]), “Büyük Sıfırlama” gündemi paydaş elitlerinin tekno-hiyerarşi ile uluslararası toplumu kontrol ettiği bir dünya öngörüyor. DEF’in başkanı Klaus SCHWAB, bu elit programı için Samuel HUNTINGTON’ın 2004 yılında tanımladığı iki örneği temel aldı; Davos Adamı (elitler) ve Altın-Yakalı İşçiler. Bu ölmüş ruhların milliyeti, devletleri ve bayrağı olmayacaktı. Davos adamı, küresel elitin içindeki en zengin ve güçlü tabakayı temsil ediyor. Hikaye, ürettikleri Dördüncü Büyük Sanayi Devrimi ya da Küreselleşme 4.0 çerçevesine oturtuldu ve Büyük Sıfırlama ile geleceğe ilişkin bir vizyon gibi gösteriliyor.

DEF, yıllardır bu çerçevede çok önemli sayıda analitik rapor hazırladı. Senaryolar geniş bir hükümet, çokuluslu örgütler, ulus-aşan şirkeler, finansal kuruluşlar, bankalar, düşünce merkezleri, NGO’lar, istihbaratçılar ve elit enstitülerle (Bill ve Melinda Gates Vakfı, Üçlü Komisyon, CFR gibi) birlikte uygulamalarla geliştiriliyor[14]. 2020’de başlayan Covid-19, Bill Gates’in pandemi üzerinden bu senaryoları uygulaması için tetikleme yaptı. Bunu yapılan değerlendirmelere göre yeni uygulamalar takip edecek.  Zaten IBAN No.dan, QR kod, sağlık pasaportu, yüz ve plaka tanıma teknolojisi gibi uygulamalar çoktan başladı. Sırada çip uygulaması, dijital kimlik ve dijital para var. Bir yandan da genoloji, biyo-teknoloji ve nano-teknoloji ile trans-insan hazırlıkları yapılıyor.

Önce yeni bir Kapitalizm türü (Paydaş Kapitalizm) üzerinde çalışıldı: “Hiçbir Şeyiniz Olmayacak, ama Mutlu Olacaksınız”. Bu bir tür Komünizm; hiçbir şeyi sahip olmayacaksınız ama (dijital) paranız varsa, her şeyi kiralayabileceksiniz. Bununla birlikte işinize ve gelirinize bu elitler karar verecek.

Kitlelerin kontrolü için yeni bir izleme sistemi geliyor; derinizin altına yerleştirilecek çipler. 5G, sadece eşyaların interneti değil, uzay-yer uygulamaları ile her şeyin takibinde omurga olacak. Yeni trans-insan, elektro-manyetik frekans (EMF) sinyalleri ile uzaktan takip edilecek, daimi bir iletişim ve kontrol linki kurulacak. Bu kontrol düşüncelerinizi de kaydetmekten öte ne düşünmeniz gerektiğine de karar verecek. Bu ağ, sizi tek başına ya da topluca ölüme götürecek uygulamalar da içerebilir.

İnsan-makine için robotik organların üretilmesinde nano-teknolojiden faydalanılacak. Bu genetik mühendisliği ile biyo-teknolojinin birlikte çalışması ile olacak. Alüminyum, baryum ve stronsiyum gibi metal parçacıkların sentetik biyoloji ile çalışması yeni organ tipleri vaat ediyor. Her hücre gibi her mikrop da dijital hale getirilecek ve insan bünyesine nüfuz ettirilecek. Bunun sağlık yönünden olumlu yönleri öne sürülse de aslında insan türünün ve gezegenimizin sentetik biyoloji ile yok edilmesi süreci[15].

Ötesinde dünyanın kontrolü için nükleer silahlardan uzaya her yerde bir hiyerarşi oluşturulacak. Trans-insanın köle olduğu düzenin sürdürülmesinde robot askerler, cyborg polisler, makine işçiler ve robot hizmetkârlar kullanılacak. Bunlar kendilerine verilen görevleri duygusuzca yapacak. Trans-insan da beynindeki çiple, zaten seçme yeteneğini kaybedecek, bir yapay zekâ programı onu yönlendirecek[16].

İnsanları takip ve yönetme teknolojileri; 5G, eşyaların interneti, bedenlerin interneti, mekânların interneti, yapa zekâ, sanal ortam sınırlaması, dijital kimlik, izleme ve yüz tanıma (3D) kameraları, akıllı sokak nokta ve ışıkları (yüz tanıma kameraları ve çevre sensörleri, dijital imza algılayıcıları, insanlara nasıl davranmasını söyleyen kontrolörler), plaka okuyucular, otonom ve elektromagnetik silahlar da dâhil öldürücü araçları içermektedir. CIA ve MOSSAD şimdiden bunların çeşitli kombinasyonlarını kullanmaya başladı[17].

Bu elit programları insanlara “akıllı şehirler” hikâyesi ile takdim edilecek. Böylece, okullar, alış-veriş merkezleri, bankalar, ibadet yerleri dâhil her mekân yapay zekâya dayalı öğrenme ile çalışan izleme sistemleri, drone ve robotlarla ile izlenecek ve kontrol edilecek. Dijital kimliğiniz ve çipiniz işleri kolaylaştıracak. Elitlerin bu teknokrat devleti sizin insan kimliğinizi, mahremiyetinizi, onurunuzu, arzularınızı ve özgürlüğünüzü elinizden alacak, ne düşünmeniz ve ne yapmanız gerektiğine karar verecek.

Dünyanın ve İnsanlığın Geleceği

Şimdi ölüm konusunda daha açık konuşabileceğimiz bir noktadayız. 2045 yılına gelindiğinde:

– Tek dünya düzeni kurulacak yani devletler ve sınırlar kalkacak.

– Nükleer ve biyolojik savaşta çok insan ölecek, büyük nüfus kontrolü bizi bekliyor.

– Sonra modern dönemin fiziksel kurumlarının (eğitim, üretim, bürokrasi vs.) yerini dijital ve uzaktan olan yeni modelleri alacak.

– İnsanlar özgür düşünme yeteneklerini kaybedecek, çiplerimizle internet üzerinden kontrol edileceğiz, birbirimize bağlanacağız.

Bilim insanları insan ömrünü uzatmanın ötesinde bir gün ahiret yolculuğunu ortadan kaldırmaya çabalıyorlar. Sırada İnsan 2.0, 3.0 ve nihayet Ölümsüz İnsan 4.0 var.

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

https://www.academia.edu/111622680/Asya_ve_Avrupa_Devrimlerinden_Tekno_Diktatörlüğe

[1] Charles Tilly, European Revolutions, 1491-1992, Basil Blackwell, (Oxford, 1993), 23.

[2] Jack Goldstone, Revelution and Rebellion in the Early Modern World, University of California Press, (Berkeley, 1991), 355.

[3] Philipp Mansel, Constantinople: City of the World’s Desire, 1453-1924, John Murray, (2006), 386.

[4] Brinton, ibid, (1938), 70

[5] NED: National Endowment for Democracy.

[6] Greg Simons, The Corona Virus Pandemic and Global Transformations: Making or Breaking International Orders? Outlines of Global Transformations: Politics, Economics, Law 13, No.5 (November 27, 2020), 20-37.

[7] Bakınız; Sait Yılmaz, Akıllı Güç, Kumsaati Yayınları, (İstanbul, 2011).

[8] Vincent J. Cardichi, Can the World Tame 21st-Century Technology? AI & Society, (October 19, 2022).

[9] Robert J. Burrowes, Policing the Elite’s Technocracy: How Do We Resist This Effectively? Global Research, (April 25, 2023).

[10] Nick Bostrom, The Transhumanist FAQ, The World Transhumanist Association, (2 Şubat 2005). 

[11] Joseph Carvalko, The Techno-human Shell-A. Jump in the Evolutionary Gap, Sunbury Press, (2012).

[12] World Economic Forum tartışması (24 Ocak 2020); ‘When Humans Become Cyborgs’.

[13] World Economic Forum.

[14] Richard Gale, “The Great Reset” and the Post-Capitalist Revolution, (March 27, 2023).

[15] ‘A Discussion with Dr Ana Mihalcea on Transhumanism and EDTA Chelation’.

[16] ‘The rise of the machines: Economic and social consequences of robotization’

[17] ‘CIA and Mossad-linked Surveillance System Quietly Being Installed Throughout the US’ ve ‘Anonymous Philanthropist Gifts Israeli Life-Saving Tech to 500 US Synagogues and Schools’