Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

       İnsanoğlu var olduğu ilk günden itibaren güce yönelmiş, güç sağlayıcı unsurlara tapınmıştır. Doğayla başbaşa kaldığı aciz zamanlarda ve kendisinden daha kuvvetli etkilerle karşılaşmaya başladığında sığınacak bir dağ, bir inanç korunağı, yenilmez bir kalkan aramıştır. Zaman olmuş doğa olaylarını anlamlandırmış ve onlara tapınmaya başlamış, zaman olmuş uzay boşluğunda gördüğü ışık yayan, şekil değiştiren objelere selam durmuştur.

       Henüz kollektive olmamış ve örgütlenmemiş insanoğlunun bireysel güçsüzlüğünü gidermeye başlamasıyla birlikte gücün kendisinde olduğunu farketme süreci de başlamıştır. İçsel gelişim, akıl, beden ve ruhun olgunlaşması bireyin özgüvenini artırmıştır. Kuşaklarla kendisine aktarılan bilgi kodları yeni oluşan özgüvenle birleştiğinde göksel ve yersel tapınma objelerinin yeryüzündeki temsilciliğine soyunan bireyler diğer insanlara hükmetmeye başlamıştır. Oluşan yeni süreçte gücü elinde bulunduran hükmediciler öncelikle mevcudiyetlerini korumaya çalışmış ve dönemsel rakipleriyle mücadelelere girişmişlerdir. Tek insanın hükmediciliği çok uzun bir süre uygarlık tarihini meşgul etmiş, zekânın ve aklın diğer insan grupları tarafından da bütüncül olarak kullanılmaya başlaması ve kollektivizmin artmasıyla gücü kullanma ve yönetmede yetki paylaşımı zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

       ‘Zekâ’nın son dönemlerde kabul gören ve bir miktar da nacizane geliştirdiğim tanımlarından biri şöyledir. ‘Sezgi ve düşüncelere dayalı kapasitenin etkin kullanımı ve farklı durumlara uyum sağlama yeteneği.’ Akıl ise zekâyı kullanma kapasitesidir.

İnsanoğlunun gücü elde etme çabaları ve yönetsel tekâmül sürecine kısaca yukarıda değinmiştim. Açmak istediğim asıl konu ise yönetsel zekâ ve akıl depolarının ve mekanizmalarının oluşturulması ve etkin kullanımı. En küçük insani birliktelik olan aileden büyük birlikteliklere; büyük aidiyet gruplarına, topluluklara, milletlere amaç odaklı organizasyonlara, kurumlara, devletlere ve devletlerarası organizasyonlara varıncaya kadar tüm oluşumlarda bir zekâ ve akıl havuzuna ihtiyaç duyulmuştur. Oluşturulan bilgi havuzlarında istiflenen iyi/kötü tüm deneyimlerin ve bu deneyimlerden çıkan derslerin günümüze iletildiği kanallar da mevcuttur. İspat edilebilir onbinlerce yıllık, umulan ve ispatı bekleyen yüzbinlerce yıllık bilgi birikimi bir çok yolla bizlere aktarılmaktadır. Ancak bilgiyi elde etmeye hak kazanmak gerekir. Bilgi hakedene gider. Edinilen bilgileri etkin kullanabilmek de ayrı bir meziyettir.

Şimdi gelelim son dönemlerin çok kullanılan terimlerine; üst zekâ ve üst akıl. Uygarlığın sahiplerinin biriktirerek günümüze ilettiği milyarlarca bit kapasitelerle ifade edilen bilgiler aktif kütüphanelerde depolanarak ve ehil ellerde işlenerek işe yarayan projelere, politikalara kavuşturulabilmektedir. Kurumsal zekâ ve kurumsal akıl böyle oluşmaktadır. Dünya uygarlığına yön veren, siyaset, bilim ve teknolojiyi üreten ve geliştiren organizasyonlar ve devletler tutum ve davranışlarını kurumsal zekâ ve aklın yönlendirmesiyle tespit ederler.

Kurumsal zekâ ve aklın yönettiği tüm organizasyonlar ve devletler kişiye bağlı sistemlere göre daha doğru, tutarlı ve başarı getiren kararlar almaktadır. Kurumsal zekâ ve aklın oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması için kapsamlı veri tabanlarının ve sayısallaştırılmış arşivlerin oluşturulması gerekmektedir. Söz konusu veri tabanları güvenilir, doğru bilgilerin sürekli temin edilmesi ve işlenmesiyle güncelliğini korumalıdır. Veri tabanları zeki ve akıllı analistlerce doğru kullanıldığında tutarlı ve öngörülü değerlendirmeler yapılabilecektir. İşte sistem işleyişindeki birinci basamak başarı böylece yakalanacaktır. Yakalanan bu ilk başarı düzeyi mutluluk vericidir. Ancak bu başarının sürekliliğinin garanti altına alınması da gerekmektedir. Burada dikkate alınması gereken bir önemli husus da  rakiplerin politikaları ve işleyen zeki sistemleridir. Kurumsal, yerel, bölgesel ve küresel tüm şekillenmelerde çok sayıda taraf ve belirleyici güç vardır. Bu güçlerin bir bölümü şekillendirilebilir, yönlendirilebilir olmasına rağmen diğer bir bölümü yetkin analist ve kurumlarla işletilen, kurumsal zekâ ve akılla yönetilen organizasyonlar ve devletlerdir. İkinci grupta yer alan organizasyon/devletler birbiyle mücadele ettikleri gibi müşterek de hareket edebilmekte ve hatta uzun süreli ittifaklar kurabilmektedirler. Bunlarla ilişkilerde son derece dikkatli olunmalı ve sürdürülebilir alternatifli politikalar üretebilmelidir. Kişisel, sıradan, reflex, hırs, söylem ve politikalarla karşılarına çıkarsanız hem ciddiye alınmazsınız, hem de yaşanan süreçlerden çoğu zaman büyük kayıplarla ayrılırsınız. Bu duruma düşmemek için başvurulacak mekanizma üst zekâ ve üst akıldır.

Nedir üst zekâ, üst akıl? Kendisine duyulan ihtiyaç arttığı ve eksikliği fazlaca hissedildiği için son dönemlerde bahsi sık sık geçmektedir. Devleti yönetenlerin bile konuşmalarında üst zekâ/akıl ifadelerini sık sık duymaya başladık. Çoğu zaman diğer güç odaklarını ve devletleri suçlarken kullandılar bu terimleri, bazan da bizim tarafta olması gereken bir başvuru arayışı olarak. Üst zekâ ve aklın konuşulmaya  başlanması bir miktar geç kalınmış olunsa da doğru bir arayıştı.  Nacizane yıllardır telafuz ettiğimiz ve önemini zikrettiğimiz bir arayış. İyi yetişmiş, iyi yetiştirilmiş, bilimsel verilerle donatılmış, uyumlu, koordinasyona inanan, ekip başarısına yönelmiş liderler ve dinamik ekiplerin yanı sıra onlara hedef belirleyecek, yol gösterecek, duru ve isabetli değerlendirmeler yapacak, karşı tarafın bir sonraki atağını tahmin ederek tedbir geliştirebilecek bir üst ve arka plan çalışmasına ihtiyaç bulunmaktadır. İşte bu noktada üst zekâ ve üst akıl devreye girecektir. Devlet açısından incelersek üst zekâ ve üst akla öncelikle devleti kuran milletin genetik değerlerinde rastlarız. O değerler binlerce yılın birikimi ve tecrübesiyle mesajlarını iletirler. Mesajlar onu koruyan yapıyla sözlü ve yazılı olarak zamana uydurularak ve güncellenerek bugünlere intikal ettirilmiştir. Önemli olan bilimin ışığında o mesajları doğru okuyabilmektir. Dünya’da varlığını devam ettirebilen milletler ve o milletleri temsil eden köklü devletler arasında son derece şanslı olduğumuz aşikârdır. Ancak sadece şansa bel bağlamak miras yedilik olacaktır. Var olan bilgiyi ve deneyimleri layıkıyla kulanamazsak mevcut durumumumuzla ‘jeopolitik bir dev, siyasi bir cüce’ olarak nitelendirilir ve öyle kalırız.

21’inci yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bu günlerde Dünya; yeni paylaşımlara, harita çizimlerine üniter devletlerin direnişine, küresel güçlerin kontrol ve yönlendirmesindeki bazı yapıların özerklik ve devletcik oluşturma çabalarına gebe. Enerji kaynaklarının ve nakil hatlarının paylaşımı, jeopolitik durum üstünlüğünün sağlanması ve hatta teolojik/mistik rollerin elde edilmesine yönelik çabalar o kadar yoğunlaştı ki devlet mekanizmalarını çalıştıran mevcut yapılar durumu anlamakta, tedbir almakta ve avantaj sağlamakta hayli zorlanıyorlar. Hele bir de devletin ilgili kurum ve birimleri ehil değilse ya da ehil ellerde değilse düzgün sarılmış yumaklar bile bir kedinin oyuncağı gibi kördüğümlerle dolu iplere dönüşebiliyor.

Her koyun kendi bacağından asılsın. Biz olaya Türkiye açısından bakalım. Çare çaresizliği yenebilecek organizasyonların oluşturulması ve işletilmesinde gizli. Çözüm odaklı düşünüldüğünde başta dış politik konu alanları olmak üzere ulusal çıkarlarımız açısından kritik tüm alanlarda kurumsal zekâ ve kurumsal aklın üst zekâ ve üst akılla desteklenmesi başarı olasılığını önemli oranda artıracaktır. Bunun nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini bir sonraki makalemde (Üst Zekâ, Üst Akıl İhtiyacı/2016-2) irdelemeye devam edeceğim.

     Rafet ASLANTAŞ

ANKA Enstitüsü Başkanı