Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Değerli okurlar Suriye Savaşının başlamasından bu yana yedi yıl geçti. Genel tabloya baktığımızda gördüklerimizi özetleyelim:

  • Suriye Rejimi ilk dönemlerdeki popüler beklentinin aksine yıkılmamıştır.
  • Suriye siyasal olarak bölünmemiştir. Suriye Silahlı Kuvvetleri Rusya’nın bölgedeki unsurlarının desteğiyle günden güne kontrol ettiği bölgeyi genişletmektedir. Halep-Humus-Şam omurgasını İdlib’le sağlamlamak istemektedir.
  • Rusya Federasyonu (RF)’nun siyasi ve askerî açıdan Suriye’deki etkisini artırmış ve sürecin ana yönlendiricilerinden biri olmuştur.
  • ABD desteği ile yürütülen PYD/PKK Bölgesi Planı istenen hızda olmasa da işlemektedir;

   * ABD tarafından Irak Kuzey bölgesinden sonra Suriye’nin kuzey bölgesinde de bir etki ve nüfuz alanı yaratılmıştır.

  * Fırat nehrinin doğusunda kalan bölge ABD tarafından sayısı 20’yi aşan ve peyderpey artan küçüklü büyüklü askeri üslerle ve gelişmiş silah sitemleriyle güçlendirilmektedir. Bölgede adeta bir yığınaklanma yapılmaktadır.

  • Türkiye Cumhuriyeti açısından bakıldığında 2016 yılı ikinci yarısından itibaren dış politikada göreceli olarak gözlenen değişikliğin bazı olumlu yansımaları olmuştur. Bu dönemde “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” adlı iki sınır aşan askerî harekâtla PYD/PKK koridoruna kama sokulduğunu söyleyebiliriz. Yürütülen politika bir önceki dönemin hatalarını gidermeye yönelik daha milli görülse de niyet ve maksat muğlaklıklarına ve söylem tutarsızlıklarına şahit olunabilmektedir.
  • Fransa Macron’un hevesli liderliğinde eski hinterlandı olan bölgede yeni kazanımlar elde etmek için batı cephesinin oldu bittiler yaratmasına olumlu ve hızlı reaksiyonlar vermektedir.
  • İngiltere Brexit Süreci sonrasında Suriye sarmalına bir önceki döneme göre daha mesafeli kalıyor görünse de özellikle bölgedeki sivil toplum/yardım ve medya kuruluşları üzerinden yürütülen algı operasyonları ile sahada olduğunu görüyoruz. İngiltere’nin sürecin içinde yer aldığını, batı cephesinin kazananlarından olmaya çalışacağını söyleyebiliriz.
  • Suriye Savaşının proje mimarlarından İsrail’in ise görünürde bölgedeki İran unsurlarını hedeflediğini, askeri operasyonlarını daha ziyade İran destekli unsurların yoğunlukla konuşlandığı mevkilere tevcih ettiğini gözlüyoruz. Ancak İsrail’in planlarının orta ve uzun vadeli olduğunu, kısa vadeli planlamalarda revizeler yapabildiğini, küçük ve sert dokunuşlarla kırmızı çizgilerini koruduğunu belirtmekte fayda var.
  • İran’ın kendi personeli ve desteklediği unsurlarla bölgede kalma kararlılığını sürdürdüğünü, bu yolla İsrail’e karşı dış kuşakta uzaktan tedbir alma şansını yarattığını ve fakat bir ölçüde İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarına gerekçe ve dayanak oluşturduğunu söylemek mümkün.
  • Bölgeye yeni yeni el atmaya başlayan Çin’in ise ilgisinin somutlaştığını görmeye başladık. Çin Suriye’nin yeniden inşa sürecinde güçlü olarak bulunmak istediğini belli ediyor. “Kuşak-Yol Projesi” kapsamında bölge ülkelerine yönelik hibe niteliğinde motivasyon amaçlı yardımlar yapmaya başladığını yakın gelecekte proje bazlı krediler vermeye başlayacağını biliyoruz.
  • Körfez Sermayedarları (Suudi Arabistan, Katar, BAE) ise 2011 ruhunun taşeronları olarak kurgunun bozulduğunu ve İran karşıtı Sünni-Selefi düşüncenin bir hayal olarak kaldığını görüyorlar. Kendi aralarındaki (Suudi Arabistan-Katar) çatışmalar da düşünüldüğünde sağlıklı bir blok görüntüsünün kalmadığını söylemek mümkün. Yine de özellikle Suudi tarafı İran’ın yayılmasına karşı tedbir almak, Türkiye’yi kontrol edebilmek ve etki ve ilgi alanı oluşturabilmek maksadıyla ABD ve Batı cephesinden faydalanmak istiyor. Trump’ın “burada kalmamızı istiyorsanız parasını vermelisiniz” sözü aslında Körfezin rolünü açıklığıyla anlatıyor.

2018 sonbaharına adım atıldığında Suriye’de dış girdileri ve büyük resmi özetle böyle okuyabiliriz.

Çatışmasızlık Bölgeleri Nereden Çıktı?  İdlib’de Neler Oluyor?

2016 yılı sonlarında Rusya’nın inisiyatif alması, İran’ın desteği ve Türkiye’nin katılımıyla tesis edilen ve 3-4 Mayıs 2017’de Kazakistan’ın başkenti Astana’da imzalana protokolle hayata geçen Astana Süreci çerçevesinde “Gerginliği Azaltma Bölgeleri/Çatışmasızlık Bölgeleri” kurulması kararlaştırılmıştı. Amaç ise ateşkes rejiminin etkinliğinin artırılması, çatışmaların sona erdirilmesi, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması, yerlerinden edilenlerin evlerine dönüşü için uygun şartların sağlanması ve ihtilafın barışçıl yollarla çözülmesi için uygun koşulların oluşturulmasına destek sağlamak olarak ifade edilmişti.

Suriye’de güneyden kuzeye dört “Çatışmasızlık Bölgesi” oluşturulmuştu. Bunları bir hatırlayalım:

  • İlk “Çatışmasızlık Bölgesi” Suriye’nin güneyinde Ürdün sınırında Deraa ve Kuneytra eyaletlerinde 2017 yılı Temmuz ayı başında oluşturuldu.
  • İkinci çatışmasızlık bölgesi, Şam’ın kuzeyindeki Doğu Guta bölgesinde 2017 yılı Temmuz ayı sonunda oluşturuldu. Rusya desteğinde Suriye hükümeti ve burayı kontrol altında tutan Ceyş-ül İslam ile Faylak el Rahman grupları arasında Mısır’da yapılan görüşmelerde uzlaşmaya varıldı.
  • Üçüncü çatışmasızlık bölgesi Humus’un kuzeyinde 2017 yılı Ağustos ayı başında ilan edildi. Anlaşma yine Mısır’ın arabuluculuğunda Kahire’de yapılmıştı. Mutabakat bu bölgede faaliyet gösteren ve cihatçı olmayan gruplarla yapılan görüşmeler sonucunda sağlandı.
  • Dördüncü çatışmasızlık bölgesi 14-15 Eylül 2017 tarihlerinde yapılan 6. Astana toplantısında ilan edildi. Bölge İdlib eyaletinin tamamı, Lazkiye eyaletinin kuzeydoğusu, Halep eyaletinin batısı ve Hama eyaletinin kuzeyini kapsayacak şekilde tanımlandı.[1] Çatışmasızlık bölgeleri içinde cihatçı örgütlerin elinde bulunan en zor bölgeydi. Bölgenin dış emniyetini Rusya iç emniyetini ise biz sağlayacaktık. Kısacası azılı terörist gruplarla manidar bir şekilde Türkiye muhatap kılınmıştı. Bölgede başlangıçta bir milyondan fazla insan olduğu söyleniyordu. Ancak Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin Rusya’nın desteği ile gerçekleştirdiği operasyonlar neticesinde diğer çatışmasızlık bölgelerinden çıkarılan bazı muhalif ve/veya terörist grupların İdlib’de toplandıkları görüldü. Bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İdlib harekâtı kapsamında, gözlem noktaları tesis etmek üzere 8 Ekim 2017’den itibaren keşif faaliyetlerine başlamıştı. Bugüne kadar TSK tarafından bölgede 12 Gözlem Noktası oluşturuldu.

Şimdi İdlib meselesine bir bakalım.

Suriye Silahlı Kuvvetleri iki yıldır sürdürdüğü askerî harekâtında güney bölgelerinde emniyeti nispeten sağlamıştı Sıra kuzeye İdlib bölgesine gelmişti. Süreç içinde Suriye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı sonrasında oluşan uygun ortamdan faydalanarak Halep’i kontrol ettiğini, Zeytin Dalı Harekâtından sonra da aynı şekilde İdlibi kontrol edebileceğini katıldığımız tv programlarında o dönem hep söylemiştik. Askerî harekâtın koşulları, amacı ve doğası gereği süpürme harekâtını sürdüren Suriye kuvvetleri eğer ülkesinde kontrolü sağlamayı hedefliyorsa elbette İdlib’e de el atacaktı. Hatırlarsınız 07 Eylül 2018’de Tahran’da yapılan üçlü (İran, Rusya ve Türkiye) toplantısı bu operasyonun öncesine gelmişti. Türkiye ısrarla ateşkes istemiş ve devamında 17 Eylül 2018’de Soçi’de Putin-Erdoğan toplantısının ardından bir mutabakata varılmıştı. Bizzat Putin’in ağzından duyurulan mutabakat gereği:

  • İdlib’deki isyancıların ağır silahlarını 10 Ekim 2018’e kadar teslim etmeleri gerektiği,
  • 15 Ekim 2018’e kadar İdlib’de Suriye Devleti ile Muhalif unsurlar arasında 15-20 km’lik silahlardan silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulacağı, Nusra Cephesi’ninkiler dahil olmak üzere tüm savaşçıların bu bölgeden çekilecekleri ifade edildi. Bu yaklaşımın Suriye yönetimi tarafından da desteklendiği söylendi.

Süre doldu ve 10 Ekim ve 15 Ekim tarihleri geçti. Milli Savunma Bakanlığı 10 Ekim 2018’de yaptığı açıklamada Soçi’deki mutabakat kapsamında İdlib’de oluşturulan Silahtan Arındırılmış Bölge’den, ağır silahların çekilmesi sürecinin tamamlandığını duyurdu. Bölgeden gelen bazı haberlerde de İdlib kentindeki militanların Rusya ve Türkiye’nin yaptığı anlaşma kapsamında kurulacak silahsızlandırılmış bölgedeki ağır silahların bir kısmını çektiğini belirtiliyor. Bölgedeki bazı militan grupların da Suriye hükümetiyle uzlaşmaya hazır olduğu da kaydediliyor.[2]

Türkiye destekli 16 ÖSO grubunun çatısı olan Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin siyasi kolu olan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) Yöneticisi Fuat ELİKO’nun, mutabakatı savunarak bu süreçle birlikte Suriye’de siyasi sürecin önünün açıldığını, silahlı örgütlerin ağır silahlarını silahsızlandırma bölgesinden çektiklerini ve tüm örgütlerin karara uyduğunu ifade ettiği belirtiliyor. [3]

Bu açıklamalardan Suriye, Rusya ve Türkiye destekli grupların mutabakatın gereklerine uydukları ve memnun oldukları görülüyor.

Ancak mutabakatı tanımadıklarını ve uymayacaklarını açıklayan Heyeti Tahrir El Şam (El Nusra Cephesi farklı bazı cihatçı gruplarla kurmuştur.), Türkistan İslam Partisi, El-Kaide’ye bağlı Hurras El Din (Dinin Muhafızları)’ Çeçenlerden oluşan Ensaruddin Cephesi’nin olası tutumlarının ne olacağını izleyeceğiz. Bu gruplar dış yönlendirmelerle süreci baltalamaya çalışabilirler. Süreç içinde İdlib’de karar alma farklılıkları ve örgütler arası hesaplaşmalar dahilinde örgütlerin taşeron danışmanlarına/lider kadrolarına yönelik var olan suikastlerin sürebileceğini söylemek mümkün.

Biz Ne Yapmalıyız?

Bir kez daha belirtmekte fayda var: 2015 Eylül ayından bu yana Rusya’nın stratejik yönlendirmeleri, Rus Silahlı Kuvvetlerinin fiili desteği ile sektör sektör harekâtlarına devam eden Suriye Silahlı Kuvvetleri harekât bölgesinin kuzey kesimine el atmak istemektedir. Suriye açısından bakıldığında devam eden askeri harekâtın safhalarına göre bu hamle eşyanın tabiatına uygundur. Suriye ülkesinde yeniden kontrolü sağlamak istemektedir. Suriye’nin egemenliğini sağlaması aslında Türkiye’nin de lehine olacaktır. Türkiye için tehdit Suriye değildir. Asıl tehditler bölgedeki PYD/PKK yapılanması, ülkemizdeki 4 milyona yakın Suriyeli kaçkının durumu, olası göç dalgası, Suriye’den Türkiye’ye her türlü terörist geçişi, uçsuz bucaksız senaryolarla zaman kaybedilmesidir. Öte yandan Suriye’nin bölünmesi Türkiye için potansiyel bölünme tehdidi de yaratabilecektir.

Suriye’yi yıkmak ve bölmek isteyen 2011 cephesi ve onun hayalet uzantıları İdlib’in son durak ve muhalif yapıların/terörist grupların muhafaza edilip fırsat olduğunda yeniden hareketlendirilerek kullanılabileceği bir havza olarak görebilirler. Hatta bu bölgedeki terörist grupların eğitimlerini tamamlayarak dünyanın başka alanlarına kaydırmayı düşünüyor olabilirler. Bir diğer senaryo kapsamında İdlib’teki terörist yapılanmalar ileride PYD/PKK unsurlarına yeni bir kabul şansı verdirebilmek üzere rezerv düşman olarak tutulmak isteniyor olabilirler.

Tüm bu gelişme ve olasılıkları da dikkate alarak hatırlatmakta yarar var:

Orta Doğu sarmalında uzun süre kalmak tehlikelidir,

Suriye savaşından zarar görmeden sıyrılmak en iyisi olacaktır.

Suriye’nin egemenliğini yeniden tesis etmesi sonucunda Türkiye’deki kaçkınların da dönüşü sağlanabilecektir. Yapıcı ve tutarlı siyasetle önümüzdeki dönemde Suriye Anayasasının oluşturulmasına dolaylı katkı da verilebilir.

Süreç boyunca sağlıklı girdi yapan dinamik bir devlet aklına ihtiyaç duyulacaktır.

Suriye’de gereğinden fazla vakit kaybederek diğer sorun ve kazanç alanlarını ihmal etmemeliyiz.

Sonraki dönemde çıkarlarımızı doğrudan ilgilendiren öncelikli konumuz Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege olacaktır.

Saygılarımla.

[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40860776

[2] https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201810141035654421-suriye-idlib-militanlar-silahsizlandirilmis-bolge-agir-silahlar-cekildi/

[3] https://tr.sputniknews.com/columnists/201810121035639583-idlibten-agir-silahlarin-cekilmesi-siyasi-surecin-onunu-acti/