Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun avuçlarının içinden, vatan topraklarının ayaklarının altından kayıp gittiğini gören, yaşayan bir kuşağın mensubudur. Askerlik eğitimi, gençlik yılları milletin ve devletin geleceğini düşünmekle geçmiştir. Kendisini bunun için hazırlamıştır. Bu amaçla yetiştirmiştir. Ancak nesnel koşullar imparatorluğun aleyhinedir. Ne Tobruk’ta, Derne’de, Bingazi’de örgütlenen direniş; ne Çanakkale’deki destansı kahramanlık; ne de Yemen’de, Sarıkamış’ta, Sina Çölü’nde verilen yüz binlerce şehit Osmanlı İmparatorluğu’nu bekleyen acı sonu değiştirebilmiştir. Ülkenin son yıllarında, 1911 – 1912 Trablusgarp Harbi… 1912 – 1913 Balkan Savaşları… Ve 1914 – 1918 Birinci Dünya Savaşı… Toprakları bölüşülmüş, orduları dağıtılmış, başkenti işgal edilmiş bir devlet… Perişan, örgütsüz, umutsuz, yoksul, yorgun ve yılgın bir halk…
Türkler, Çanakkale Muharebeleri’nde destan yazarken, tarihin seyrini değiştirirken, aynı zamanda Milli Mücadele’nin de hazırlığını yapmışlardır. Çünkü Türk dilinin büyük şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın sözleriyle, “Çanakkale, Milli Mücadele’nin önsözüdür.” ve Çanakkale’de kahraman Mehmetçik, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinde yazdığı gibi, tarihe sığmamıştır. Bir yanda nesnel koşullar, emperyalist devletlerin gücü, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflığı vardır. Çanakkale’de 43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölüğün iaşe listesi bunun kanıtıdır:
Tarih: 15 Haziran. Sabah: Üzüm hoşafı. Öğle: Yok. Akşam: Yağlı buğday çorbası.
Tarih: 26 Haziran. Sabah: Yok. Öğle: Yok. Akşam: Üzüm hoşafı.
Tarih: 18 Temmuz. Sabah: Üzüm hoşafı. Öğle: Yok. Akşam: Yok.
Tarih: 8 Ağustos: Sabah: Yarım ekmek. Öğle: Yok. Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı.
Liste böyle uzayıp gitmektedir. Bir süre sonra un ve ekmek kalmadığından, ordu emriyle ekmek istihkakı günlük yarım ekmeğe indirilmiştir. İşte bu şartlarda kahraman Mehmetçik, Çanakkale’de düşmana geçit vermemiştir. Ve Mustafa Kemal, en kritik anlarda aldığı stratejik kararlarla, Çanakkale’de tarih sahnesine çıkmıştır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında da koşullar çok farklı değildir. “Vicdanımda milli bir sır gibi sakladım.” dediği Cumhuriyet’i kurmak için öncülük edeceği Kurtuluş Savaşı’nda Amasya Tamimi’nin, Erzurum Kongresi’nin, Sivas Kongresi’nin hazırlıklarını da bu koşullarda yapmıştır. Milleti ve orduyu bu şartlarda örgütlemiştir. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Sivas Kongresi’ni tamamlayıp, Ankara’ya doğru yola çıktıklarında, onları taşıyan üç külüstür otomobilden ikisinin lastiği paçavralarla doldurulmuştur. Atatürk’ün bindiği arabanın benzin ve lastiği borç parayla alınmıştır. Ama “manda ve himayeye hayır” kararı da Sivas’ta kabul edilmiştir. Tüm vatansever, millici örgütler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek çatı altında Sivas’ta birleştirilmiştir. Mazhar Müfit Kansu, Sivas’tan ayrılmadan önce yaşananları şöyle anlatır: “Yarın hareket ediyoruz. Bildiklerimizle vedalaştık. Bütün paramız, yol için ancak yirmi yumurta, bir okka peynir ve on ekmeğe yettiğinden bunları aldırdık. Banka müdürü bugün de işine gelmezse yolda bütün bütün aç kalma ihtimali var”.[1]
Gazi Meclis ve Milli Mücadele
1920’nin Ankara’sı, yorgun ve yoksul bir bozkır kasabasıdır. İstanbul’dan canını kurtarıp Ankara’ya gelebilen mebusların da, Anadolu’nun en ücra köşelerinden kimi zaman at sırtında, kimi zaman yürüyerek 10, 15 günde şehre ulaşanların da durumu aynıdır. Ankara’da konaklayabilecekleri yeterli koşullar yoktur. Mebusların çoğu, yurtsever, misafirperver Ankaralıların evlerinde kalırlar. Yanında yastığını, yorganını, döşeğini getiren mebuslar vardır. Damı akan Meclis’te, yemeklerini kendileri yapmış, kazana hep birlikte kaşık sallamışlardır. Isınması, aydınlatması çok kötüdür Meclis’in. Eski sac sobalar ve gaz lambaları, kahvehanelerden toplanmıştır. Öğretmen Okulu’ndan getirilen sıralarda oturmuşlardır. Meclis kürsüsü, Ankaralı vatanperver marangozların hediyesidir.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından, dilbilimci, Kütahya mebusu Besim Atalay o koşulları şöyle anlatır: “Milletvekili aylığı resmen 100 liraydı. Bunun 20 lirası orduya sigara parası diye kesilir; geriye 80 lira kalırdı. Kalan 80 liranın 25 lirasını ev kirası olarak verirdim. Ev, Meclis’e çok uzak olan Ayrancı’daydı. Meclis’e gitmek için bir saat yol yürürdüm. Ay sonuna kadar 55 lira ile geçinmeye çalışırdım. Bütün arkadaşlar benim gibi idi. Bir yıl böyle geçti. Her gün zaten basit olan sofradan, karnımız doymadan kalkardık”.[2]
Dahası var. O yüce Meclis’in, o devrimci Meclis’in, o Gazi Meclis’in, o kahraman Meclis’in, o devlet kuran Meclis’in 7 milletvekili, cepheye gönüllü olarak, er rütbesiyle gitmişlerdir. O vekillerden biri olan Geyve Kaymakamı ve sonradan İzmit mebusu Hamdi Namık Gör’e, Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal imzasıyla verilen 11. 1. 337 (1921) tarihli belgede şunlar yazılıdır: “Kendisi cephede nefer olarak hizmet etmek üzere muharebe vazifesine talip olmuştur; kendisine her suretle destek ve yardım gereklidir”.[3] İstiklal Madalyası kırmızı şeritli, Meclis üyelerinin madalyası yeşil şeritlidir, Mekteb-i Mülkiye mezunu olan Hamdi Namık Bey ve diğer 6 mebus, cephede de savaştıkları için, kırmızı – yeşil şeritli madalya taşımışlardır.[4]
“Tek Yumruk Halindeki Haysiyet Şahlanışını Görsün”
Ankara Hükümeti askeri ve siyasi başarılar elde ettikçe, bu başarıların dış politikada da kazanımları birbirini takip eder. Büyük Millet Meclisi’ni, açılışından çok kısa süre sonra tanıyan ilk devlet, Afganistan olur. İlk büyük devlet ise SSCB olacaktır. Kurtuluş Savaşı devam ederken, Fransa da Ankara Hükümeti ile temasa geçmiştir. Fransız devlet adamı Franklin Bouillon 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelir. Milli Mücadele’nin gücünü, anlamını öğrenmeye çalışır. O günlerde Yunan Ordusu da Afyon’u ele geçirmiştir. Dönemin Ankara’sı yokluklar bir yana, bir yabancı bakanı ağırlayabilecek olanaklardan yoksundur. Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey (Tengirşenk), güç bela alafranga bir tuvalet yaptırır. Otomobil olmadığından, çift atlı bir fayton hazırlatılır konuk bakan için. Ancak tüm aramalara karşın, Fransız misafiri ağırlayacak yemek takımı bulunamaz. Yusuf Kemal Bey, son çare olarak Mustafa Kemal Paşa’dan şunu ister: “Kuvayı Milliye için çalışan İstanbul’daki gizli teşkilat Mim Mim Grubu acaba İstanbul’dan 6 kişilik yemek takımı kaçırıp Ankara’ya yollayabilir mi? Çünkü Ankara’da 6 kişilik tabak ve buna uygun servis takımı yok”.[5]
Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Kemal Bey’in bu isteğini şöyle yanıtlar:
“Yusuf Kemal Bey… Bu Fransız, Ankara istasyonuna geldiğinde tören kıtasının perişan halini gördü. Askerin postalı bile yoktu. Başlarındaki kalpak, omuzlarındaki tüfek çeşit çeşitti. O, bu yetersizlikler içinde senin dayanma gücünü görmeye, ölçmeye geldi. Sen ona, üzerinde tuğray-ı garray-ı Osmani işlemeli altın yaldızlı sofra takımıyla ikramda bulunursan, o ‘Bab-ı Ali kafası bunlarda da devam ediyor, hayret! Aynı yolda vatan kurtarma, yeni bir devir açma iddiaları var, ancak sabun köpüğü’ der. Ve istilayı tamamlama yolunda Paris’e göz kırpar. Sen adamı al, Meclis’e götür. Orada tek yumruk halindeki haysiyet şahlanışını görsün. Mektep karavanasından tek kap yemeği tahta tabak, tahta kaşıkla yesin. Ve bu görünürdeki yokluk içinde milletin sağlam istinadını anlamaya çalışsın. Zaten şimdi o, başlayan savaşın neticesini bekleyecek. Önce kendin inan, sonra da misafirini inandır…”
O kahraman ve yiğit insanlar, kurtuluştan sonra da, millet için ve milletle birlikte özveride bulunmayı sürdürmüşlerdir. 1929 büyük ekonomik buhranının en şiddetli dönemlerinde, 1931’de TBMM, milletvekili maaşlarının yüzde 30 indirilmesini kararlaştırmıştır. Bu kapsamda cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanların maaşları indirilmiştir. 9 ay önce 500 lira yapılan maaşlar, 350 liraya, 300 lira olan yıllık yolluklar da 125 liraya düşürülmüştür. 1932’de çıkarılan Buhran Vergisi Kanunu ile de, maaşı ve ücretleri yüksek olan kişilerden, artan oranda, kademeli olarak vergi kesilmiştir. Bu kapsamda maaşının üçte biri kesilen, dahası geçinmekte güçlük çeken Başbakan İsmet İnönü ve Sağlık Bakanı Refik Saydam gibi yakın dostlarına bazen parasal yardımda bulunan Atatürk’ün, “Vekil maaşları öğretmen maaşını geçmesin” dediği söylenmiştir hep.
Milli Meclis, Milli Ordu, Milli Ekonomi…
Millet, Milli Mücadele’den mesut, muvaffak, muzaffer çıkmıştır. Kalpaklısı, feslisi, sarıklısıyla; askeri, çiftçisi, öğretmeni, din adamıyla; Türkçüsü, solcusu, İslamcısı, liberali, Müdafaa-i Hukukçusuyla o yiğit adamlar, bu kutsal kavgayı, bu koşullarda kazanmışlardır. Ve 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi, ülkenin her tarafından gelen temsilcilerle, ulusun geleceğini aydınlatan kararları alırken, Gazi Meclis’in emrindeki kahraman Türk Ordusu da düşmanı yurttan kovmuştur. 9 Eylül 1922’de, dağlarında çiçekler açan İzmir’in düşman işgalinden kurtulmasıyla savaşın silahlı evresi sona ermiş, Türk Ulusu emperyalizme asla unutamayacağı bir ders vermiştir. Ama asıl savaş da o zaman başlamıştır. Yokluğa, yoksulluğa, cehalete, geriliğe karşı savaş çok daha çetin geçecektir çünkü. Türkiye; aydınlanma, çağdaşlaşma, kalkınma savaşına çok zor koşullarda girecektir.
Henüz Lozan Barış Antlaşması’nın imzasından önce ve Cumhuriyet’in ilanından evvel, 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi, genç Cumhuriyet’in, tam bağımsızlık konusundaki kıskançlığının ilk işaretlerini vermiştir dünyaya. “İktisatsız istiklal olmaz” diyen Gazi Mustafa Kemal, kongredeki konuşmasında, askeri ve siyasi zaferlerin, iktisadi zaferlerle tamamlanmadıkları takdirde kısa sürede sönüp gideceklerini vurgulamıştır. Ve Cumhuriyet’i, kendi deyimiyle bir devlet-i iktisadiye yani ekonomi devleti olarak yapılandırmanın önemine dikkat çekmiştir.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir. Dünyada “başöğretmen” sıfatı da taşıyan tek lider olan Atatürk, hem kara tahta başında milletine yeni harflerle okuyup yazmayı öğretmiş, hem geometriden askerliğe dek çok farklı alanlarda 300’den fazla yabancı kelimeye Türkçe karşılık bulmuş, hem de vatandaşlar için Yurttaşlık Bilgisi kitabı yazmıştır, devlet işlerinden fırsat bulduğu zamanlarda. Dil ve tarih çalışmalarıyla bizzat ilgilenmiştir. Ömrünün son döneminde vaktinin önemli bölümünü ülke toprakları dışında kalan Hatay’ın anavatana katılması için harcayan Atatürk’e göre; “Cumhuriyet fazilettir”.
Türkler; Milletleşirken Devletleşmiş, Devletleşirken Milletleşmiştir
Devrimler yoluyla çağdaş, aydın, eşit ve özgür bir toplumun, bağımsız ve güçlü bir devletin altyapısı hazırlanmıştır. Hızla sanayileşen Türkiye, 1923 – 1938 arasında ortalama yüzde 7,3 büyüme hızıyla, dönemin en hızlı büyüyen ülkelerinden olmuştur. Milletleşirken devletleşen, devletleşirken milletleşen Türk halkı, “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” diyen Atatürk önderliğinde, Cumhuriyet’in 10. yılını büyük coşkuyla, özgüvenle kutlamıştır. Okullar açılmış, fabrikalar kurulmuş, yurdun dört bir yanı demir ağlarla örülmüştür. Halkevleriyle, halkodalarıyla, Millet Mektepleri’yle, Köy Enstitüleri’yle Anadolu halkı yüzyılların karanlığından uyanmaya, yurttaş olmanın bilincine varmaya başlamıştır. Türkiye; İran’dan Afganistan’a dek tüm İslam dünyasına, tüm mazlum milletlere örnek olurken, Batının da saygısını kazanmıştır. Türkiye’nin kalbi Ankara, sürekli olarak, Atatürk’ü ziyaret eden yabancı devlet başkanlarını, kralları, prensleri, generalleri ağırlamıştır.
“Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir.” diyen Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Cumhuriyet ile tüm azgelişmiş ülkelere, mazlum milletlere örnek olmuştur. Gazi Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, çağdaşlaşma, aydınlanma, laiklik, kadın – erkek eşitliği, akılcılık, hukuk devrimi, bilimsel eğitim gibi temel konulardaki kararlılığı, kıskançlığı, ödünsüzlüğü, duyarlılığı tüm dünyada takdirle karşılanmıştır. Ve Atatürk, Milli Mücadele’yi Meclis eliyle, yani milletle birlikte yapan bir devrimci olarak tarihe geçmiştir. Büyük devrimcinin, Kurtuluş Savaşı’nın sözcüsü olan gazetelere İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye adlarını vermesi anlamlıdır. Anadolu’nun bağımsızlığı için savaşan güçlere Kuvayı Milliye denmesi boşuna değildir.
Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’ndaki dört önemli tarihin her birini, bir toplumsal kesime bayram olarak hediye etmesi de manidardır. TBMM’nin açıldığı 23 Nisan tarihinin ulusal egemenlik bayramı olarak kutlanması ve çocuklara armağan edilmesi; geleceğin büyüklerine duyulan güveni ve düşen sorumluluğu ortaya koymuştur. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı 19 Mayıs’ın gençlere; Büyük Zafer’in kazanıldığı 30 Ağustos’un Türk Silahlı Kuvvetleri’ne; Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim’in ise tüm ulusa armağan edilmesi önemlidir. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i, “Yolumu yorulmadan takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.” dediği gençlere emanet etmesi, O’nun devrimciliğini, çağdaşlığını ve kararlılığını göstermiştir.
Atatürk Hep Haklı Çıkmıştır
Ölümünün üzerinden bunca yıl geçtiği halde hem yaptıklarıyla, hem de “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet’in içine düştüğü bunalım nedeniyle halen gündemde olan Atatürk, tüm öngörülerinde haklı çıkmıştır. Günümüzde bu çok daha iyi anlaşılmaktadır. Kaldı ki; Atatürk’ün dehasını, sadece milleti değil, düşmanları da kabul etmiştir. Misal; İngiliz başbakanı Lloyd George’un İngilizlere unutamayacakları bir ders veren Atatürk hakkındaki sözleri tarihi itiraftır: “Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Ama şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk milletine nasip oldu”. Atatürk’ün önemini, değerini, vazgeçilmezliğini, aşılmazlığını ve aşınmazlığını en güzel anlatan isimlerden biri ise O’nun yakın çalışma arkadaşı olan Falih Rıfkı Atay’dır. Milli Mücadele’ye başından beri kalemiyle destek olan, Türk gazeteciliğinin anıt isimlerinden Atay, Gazi Paşa’nın ölümünü anlatırken, “Atatürk bizim elimizden, 20. asrın en büyük milli kahramanı milletin elinden, bir büyük deha insanlığın elinden gidiyordu.” der ve gençlere şöyle seslenir:
“Gençler, bizim çektiklerimizi çekmemek ve bu halka bir daha çektirmemek için siz de Atatürk’ü unutmayınız. Mustafa Kemal bizimdi, Atatürk sizindir”.
Dipnotlar
[1] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Cilt, Ankara, 1988, s: 490
[2] Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1990, s: 256.
[3] İlhan Selçuk, “Geyve Kaymakamı”, Cumhuriyet, 12. 07. 2001.
[4] Hamdi Namık Gör, Cumhuriyet’in seçkin aydınlarından, adı Cumhuriyet gazetesiyle özdeşleşen ustamız İlhan Selçuk’un kayınpederidir. İlhan Selçuk’un eşi Handan Selçuk ve diplomat Yavuz Gör’ün babasıdır.
[5] Gizli teşkilat Mim Mim Grubu, MM – Milli Müdafaa olarak da geçer. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Selahattin Salışık, Kurtuluş Savaşı’nın Gizli Örgütü, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999.
- ABD YAPTIRIMLARI VE BEDELLİ ASKERLİK - 30 Temmuz 2019
- CUMHURİYET’İN ANAHTAR SÖZCÜKLERİ - 12 Kasım 2018
- TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASINDAKİ DEĞİŞİM VE ORTADOĞU JEOPOLİTİĞİ - 7 Eylül 2018
- ATATÜRK VE ANTİEMPERYALİZM - 14 Haziran 2018
- GAZİ MECLİS, MİLLİ MÜCADELE VE CUMHURİYET - 11 Mart 2018
- ÇİN’İN EKONOMİK VE POLİTİK HAMLELERİ-2 - 15 Ocak 2018
- ÇİN’İN EKONOMİK VE POLİTİK HAMLELERİ-1 - 15 Ocak 2018