Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

– Çin’in Avrasya’yla İlişkileri

Çin; Asya Pasifik Serbest Ticaret Bölgesi’ne özel önem vermektedir. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) kurucularından olan Çin, Orta Asya’yla yakından ilgilidir. Bu durumun, orta ve uzun vadede Rusya’yla rekabeti beraberinde getirmesi muhtemeldir. Hem Pekin hem de Moskova, bu gerçeğin farkındadır. Çünkü her iki ülkenin de Orta Asya’ya yönelik özel ekonomik ve politik ilgisi vardır. Nitekim Rusya; Avrasya Ekonomik Topluluğu, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, Bağımsız Devletler Topluluğu gibi yapılarda tek başına inisiyatif sahibidir. ŞİÖ kurulduğunda, örgütün iki öncüsü arasında Rusya bir adım önde görünürken, gelinen aşamada Çin örgütün öncüsü olarak algılanmaktadır. Çin ile Pakistan’ın; Rusya ile Hindistan’ın ilişkileri güçlüdür. Hindistan ve Pakistan’ın 2017’de ŞİÖ’ye birlikte üye olması, Çin ve Rusya’nın beraber aldıkları bir karardır. Üyelik için Hindistan’ı Rusya, Pakistan’ı ise Çin desteklemiştir. Dünyanın Çin’den sonra en kalabalık ülkesi, Avrasya’nın yükselen gücü olan Hindistan; bir yandan Çin’le yıllardır gergin olan ilişkilerini yumuşatırken, bir yandan da Çin’le gerilim yaşayan Japonya’yla ilişkilerini geliştirmektedir.

Çin’in Tayvan’la arasındaki ticaret de gelişmekte, karşılıklı yatırımlar artmaktadır. Çin, iktisadi yakınlaşmanın siyasi bütünleşmeyi beraberinde getireceğine inanmaktadır. Ticari bağımlılık yaratıp, tek devlet – iki sistem siyasetini güçlendirip Tayvan’ı kendine daha çok bağlamak istemektedir. Tayvan’a en çok turist Çin’den giderken, kültürel alışveriş de gelişmektedir. Buna karşılık halen tek Çin siyasetini benimseyen ABD; Avustralya’da, Filipinler’de üs sahibidir. Çin’in silahlı güç kullanma ihtimaline karşı Tayvan’ı desteklemektedir. Çin şu gerçeğin farkındadır: ABD’nin günümüzde Çin’i dengeleme ve çevreleme siyasetiyle, Soğuk Savaş döneminde SSCB’yi dengeleme ve çevreleme siyaseti arasında fark vardır. Çünkü zaman, zemin, kuvvet dengesi farklıdır. Hasımların ve müttefiklerin güç kapasitesi farklıdır. Şartlar, ihtiyaçlar, ittifaklar, dengeler, ilişkiler farklıdır. Dolayısıyla araçlar, yöntemler, ittifaklar farklıdır.   

Çin; ABD’nin aşınan devlet kapasitesinin farkındadır. Misal; ABD kısa adı TPP olan Trans Pasifik Yatırım Ortaklığı’ndan çekilmiştir. TPP, Asya Pasifik’teki 12 ülke arasında öncelikle Çin’i çevrelemek amacıyla imzalanmış, amacına ulaşamamıştır. Bu adıma karşın, Çin’in öncülük ettiği Bir Kuşak Bir Yol Projesi ilerlemektedir. Bu bütünleşme adımıyla Çin, bölgedeki iki önemli müttefiki olan Rusya ve İran’ı, Çin’le çok daha yakın bir işbirliğine yöneltmiştir. Üç ülkenin birlikte kazanacağı bir ekonomik yapının, ülkelerin jeopolitik değerlerinin birbirini besleyeceği bir politik yapının altyapısını kurmuştur. İran’ın yakın gelecekte ŞİÖ üyesi olacağının açıklanması da, bunun kanıtıdır. Çin’in Türkiye büyükelçisi Yu Hongyang verdiği bilgiye göre; 2016’da Çin’in Bir Kuşak Bir Yol güzergâhındaki ülkelerle gerçekleştirdiği ticaret hacmi, 6.3 trilyon yuan’dır. Güzergâhtaki ülkelerle yeni imzaladığı müteahhitlik anlaşmalarının değeri, önceki yıla oranla yüzde 36 artışla 126 milyar dolar olmuştur. Güzergâhtaki ülkelere yaptığı doğrudan yatırım 14.5 milyar dolardır. Bu, Çin’in yurtdışına yaptığı toplam yatırımın yüzde 8.5’idir.[1]

Çin’in Ortadoğu’daki ağırlığı da artmaktadır. Körfez İşbirliği Konseyi üyesi 6 Arap ülkesiyle ilişkileri gelişmektedir. Suriye sorununda Esad rejimini desteklemektedir. Irak’ın toprak bütünlüğünden yanadır. Ülkelerin rejimlerinin dış müdahalelerle, sınırların silah zoruyla değiştirilmesine karşıdır. Çin’in İsrail’le ilişkileri de hızla gelişmektedir. Çinli şirketlerin İsrail’e yönelik ilgisi artmaktadır. İsrail – Filistin anlaşmazlığını yakından izleyen Çin, uyuşmazlığın çözümü için diplomatik rol almaya hazırdır. Çin’in Ortadoğu’da ağırlığını artırma girişimleri, sadece ABD’den rol çalma çabası olarak görülmemelidir. Bunun ötesinde anlamı vardır. Küresel güç olduğunu kanıtlamak istemektedir. ABD’nin uzun yıllar “arka bahçesi” olarak gördüğü Latin Amerika’da, “stratejik ortağı” olan İsrail’de, İsrail’in beka sorunu olarak nitelediği Filistin meselesinde inisiyatif almak, Çin açısından başarıdır. 1990’ların başında 50 milyon dolarlık ticaret hacmine sahip olan Çin – İsrail ilişkileri, günümüzde 1.1 milyar doları bulmuştur. Çin, İsrail’in 3. büyük ticaret ortağı olmuştur. 

Çin – Türkiye ilişkileri de gelişmektedir. Türkiye, her ne kadar Çin’den almayı düşündüğü füzeler konusunda, Çin’i uzun süre oyaladıktan ve umut verdikten sonra, son anda masadan kalksa da, ilişkilerde kırılma olmamıştır. Türkiye, Sincan – Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) konusunda çok hassas olan Çin’in hassasiyetini de paylaşmaktadır. Bu bölgedeki aşırı akımlara karşı Çin’le aynı fikirde olduğunu açıklamıştır. Belirtmek gerekir ki, Sincan – Uygur Özerk Bölgesi; Çin, Hint, eski Yunan, Roma dâhil pek çok medeniyetin buluştuğu, 47 etnik grubun yaşadığı bir bölgedir. Yaklaşık 150 milyon Müslüman nüfusu olan Çin de, bu bölgedeki sorunları gidermek için bölgeye ekonomik açıdan büyük yatırım yapmaktadır. Yeni İpek Yolu Projesi kapsamında Doğu Türkistan’ın öneminin artacağını görmüş, bölgedeki sorunu çözmek için adımlarını hızlandırmıştır.

Çin; Almanya’nın ardından, Rusya’nın önünde, 28 milyar dolar ticaret hacmiyle, Türkiye’nin ikinci büyük ticaret ortağıdır. Türkiye’de enerji, altyapı, turizm, otomotiv, yüksek hızlı tren, tekstil, finans, e ticaret sektörleriyle ilgilenmektedir. Türkiye’de liman ve banka satın almıştır. Türkiye’de de Çin’e yönelik ilgi artmaktadır. Piyasadaki Çin mallarının ağırlığı, Türk işadamlarının artan yönelimi, üniversitelerdeki Çince eğitim merkezleri, Çince mütercim tercümanlık bölümleri, Çin resmi kurumu Konfiçyüs Enstitüleri, kentlerde sayısı artan Çin lokantaları bu ilginin kanıtıdır. İşadamlarına yönelik fuarlar, iş gezileri, heyetlerin karşılıklı temasları, TÜSİAD’ın Çin’de ofis açması, Koç ve Sabancı’nın Çin’deki yatırım arayışları, Koç’un Beko markasıyla Çin pazarına girmesi, Ülker’in Çin’de fabrika alması önemli göstergelerdir.

Türkiye ile Çin arasındaki ilişki potansiyeli büyüktür. İkisi de büyük Asya ülkeleridir. Doğu uygarlıklarıdır. 2 bin yıllık tarihi olan İpek Yolu’nun doğu ucunda Çin, batı ucunda Türkiye vardır. İkisi de büyük devlet ve millet geleneğine sahiptir. 1971’de diplomatik ilişkilerin başlaması, iki halkın ilişkilerinin çok daha eski olduğu gerçeğini değiştirmez. Atatürk’ün “Biz Türkler Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz” sözü, Çin’deki yurttaşlık bilgisi kitaplarında Atatürk resminin olması, Atatürk’ten övgüyle bahsedilmesi, Mao’nun Atatürk Devrimi’ni övmesi önemlidir. 

– Çin’in Kamu Diplomasisi

1978’den bu yana ekonomik ve politik reformlar yapan Çin’in yükselişi, Çin halkını gururlandırır. Kendi ifadesiyle “barışçıl kalkınma”, “barışçıl yükseliş” felsefesini benimseyen Çin, 2 bin 500 yıllık devlet geleneği, büyük coğrafyası, kalabalık nüfusu, güçlü ekonomisiyle, etkili bir güç olduğunun bilincindedir. Çin halkının otoriteye itaat ve sadakat duygusu yüksektir. Bu, halkın geçmişte imparatorluğa, günümüzde devlete bakışında görülür. Bu gücüne karşın Çin, küresel diplomaside açıktan lider olma çabası gütmez. Alçakgönüllü davranır. Risk içermeyen politikalar izler. Büyük ve sorumluluk sahibi bir güç görüntüsü verir.[2]

Çin; Asya’nın, Avrasya’nın liderliğine aday olmadığını yinelerken, tüm ülkelerin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve eşitliğine inandığını belirtir. Enerji güvenliğini ve istikrarı önceler. “İnsani müdahalelere” karşı çıkar. Tibet ve Sincan – Uygur gibi hassas meseleleri olduğu için, diplomaside içişlerine saygı ilkesini önceler. Ortadoğu’daki sorunların İran’a, İran’dan Orta Asya’ya, Orta Asya’dan da Sincan – Uygur Özerk Bölgesi’ne sıçrama ihtimalini hep dikkate alır. Rusya’nın yaşadığı Çeçenistan deneyimi de, Çin’in böyle düşünmesini sağlayan unsurlar arasındadır.

Ekonomide merkezi planlama ve piyasayı bağdaştırmaya çalışan Çin, ortak refah ilkesini benimser. Sosyalizmin anlayışı da Çin’e özgüdür. Son dönemde, özellikle Şi Cinping’in yönetime gelmesiyle, sosyalizme ilişkin vurgu daha çok öne çıkmıştır. Çin Komünist Partisi (ÇKP) de bu çizgiyi benimsemiştir. Marksizm eğitimlerini, özellikle 1992 – 2002 arasında ihmal edilen ideolojik çalışmaları yoğunlaştırmıştır. ÇKP, ideolojik çalışmaların geri plana düştüğü yılları, ülkenin batı ekonomileri için ucuz emeğe dayalı üretim yapan ekonomi anlayışının öne çıkmasıyla açıklamıştır. Bu durum, o dönemde ihracat odaklı büyüme stratejisi benimseyen; ihracatının yüzde 55’i ülkede faaliyet gösteren batılı şirketlerce gerçekleştirilen Çin’in siyasi, ideolojik, toplumsal yönelimini de etkilemiştir. Bu dönem çevrenin, doğanın fazlasıyla tahrip edildiği bir dönem olmuştur.

13. Beş Yıllık Planı 2016’da uygulamaya başlayan Çin, küresel ekonomik bunalımın sonuçları ve ülkenin özgün ihtiyaçlarını da gözeterek, önceki planlara kıyasla ciddi değişiklikler yapmıştır. Anımsatmak gerekir ki, Çin’de beş yıllık planlar, ülkenin temel konulardaki hedefini belirler. Devlet, özel sektör, halk bu çerçevede çalışır. Çin Halk Ulusal Meclisi’nce kabul edilen plan, önceki planın değerlendirilmesi, yeni plan taslağının hazırlanması, tartışılması, kabul edilmesi ve yasalaşmasıyla yürürlüğe girer. Günümüzde ihracata dayalı büyüme modeli yerine iç pazara, iç tüketime dayalı modeli öne çıkaran Çin; gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltmek için de özel önlemler almıştır. Büyümede sadece nicelik değil, niteliği de önceleyen bir çizgi benimsemiştir.

Çin; son yıllarda dış politikasında kamu diplomasisine daha fazla ağırlık vermekte, yumuşak güç unsurlarını daha çok devreye sokmaktadır. Kamu diplomasisi izlerken şu noktalara dikkat etmektedir. 1) Takdir edilen, desteği aranan, güvenilen bir devlet olmak. 2) Çin karşıtı algıları, propagandayı, söylemleri, yayınları en aza indirmek, etkisiz kılmak. 3) Çin’i çevreleyen ve etkileyen uluslararası ortamın, küresel ilişkilerin Çin lehine daha fazla yönlendirilmesini sağlamak. 4) Başka ülkelerin iç ve dış siyasetlerini daha fazla etkilemek. 5) Bölgesel ve küresel çaptaki uluslararası örgütlerde daha fazla etkili olmak.[3]

Belirtmek gerekir ki, Çin yumuşak güç kavramını batıdan öğrenmiş değildir. Kendi tarihinde bu konuda çok önemli görüşleri olan bir isim vardır: Sun Tzu. O yüzden yumuşak güç fikri Çin’e yabancı değildir. Çünkü Sun Tzu, düşmanı savaşmadan yenmek, düşmanın aklına girmek, ilkelerine, değerlerine, iradesine hükmetmek üzerinde durmuştur. Bunlar, Çin’in tarihinde uyguladığı yöntemlerdir. Bu bağlamda Çin; kamu diplomasisi yoluyla kendisini daha görünür kılmak, tanıtmak isterken, kamu diplomasisi uygulamalarının öncelikle Batılı toplumların, daha demokratik ve açık rejimlere sahip ülkelerin etkili olduğu bir alan olduğunun da bilincindedir. O yüzden onların kullandıkları yöntemleri, araçları aynen kullanmaz, benimsemez. Batıdan farklı olarak kamu diplomasisi kavramından ziyade dış propaganda terimini kullanır. Amacını da dışarıyı bilgilendirmek ve Çin’i tanıtmak olarak özetler.

Bu kapsamda Çin; medyaya sadece ülke içinde değil, ülke dışında da büyük yatırım yapmaktadır. Devlet kanallarının sayısını, niteliğini, yayın sürelerini artırmaktadır. Ülke dışında yayın yapan ana medya organları için 6.5 milyar dolar ayırmıştır. ABD bu amaçla 760 milyar dolar ayırırken, İngiltere’nin köklü yayın kuruluşu BBC dünya servisi için 400 milyon dolardan az bütçe ayırabilmiştir. Çin; medya, sinema, eğitim kurumları ve modanın yanı sıra Konfüçyüs Enstitülerine de büyük yatırım yapmakta, sayılarını artırmaktadır. Çin’in tarihi, kültürü, felsefesi, mutfağı ülkenin yumuşak güç unsurları arasında öne çıkarılmaktadır. Çin, yurt dışındaki diasporasını da etkili biçimde kullanmaktadır.   

Sonuç

Afrika’dan Latin Amerika’ya dek dünyanın her yeriyle ilgilenen, ilişkilerini geliştiren, yatırım yapan Çin; özellikle Afrika’da yatırım ve yardım kapasitesini kullanarak, başarılı bir kamu diplomasisi izleyerek, yumuşak gücünü görünür kılmıştır. Bu sayede hammadde ihtiyacını çok farklı ülkelerden, farklı kaynaklardan temin etmektedir. Tek bir ülkeye veya kaynağa bağımlı olmadan büyümektedir. Yardım yaptığı ülkelerin içişlerine karışmaması, onlardan siyasi taleplerde bulunmaması da, Çin’i tercih edilir kılmaktadır. Diplomatik ilişkilerde karşılıklı saygı, karşılıklı kazanç, karşılıklı fayda (kazan – kazan), çatışmasızlık ilkelerini öne çıkarmaktadır. Kendisinin istikrarlı, güvenilir, sorumluluk sahibi bir ülke ve ekonomik ortak olduğunu vurgulamaktadır. Siyasal sistemini ve politikalarını tanıtmaya odaklanan Çin; tarihinin, uygarlığının altını çizmektedir. ABD’de ve AB’de Çin algısının olumsuz, Asya ve Afrika’da olumlu olduğunu bilen Çin, tüm araştırmalarda nüfuzu artan bir ülke olarak öne çıkmaktadır. Dışa dönük yüzünde barışçıl, istikrarlı dış politika izlediğini, sınırlara saygılı olduğunu, içişlerine karışmadığını, rejim ihracı yapmadığını, çok kutuplu bir dünya düzeni istediğini, barış içinde birlikte yaşama ilkesini savunduğunu vurgulamaktadır.

Sözün Özü: Çok kutuplu dünya düzenine yönelik adımların hızlandığı günümüzde, Çin yükselen bir güçtür. Ortadoğu ve Avrasya başta olmak üzere, Türkiye’nin yakın çevresinde de ağırlığını artıran Çin, ekonomik gücü ve siyasal tercihleriyle Türkiye’nin yakından izlemesi gereken bir ülkedir. Türkiye; Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ne aktif olarak katılırsa, ekonomik olarak manevra sahası genişleyeceği gibi, Avrasya ülkeleriyle ilişkileri de gelişir. Bu da ABD ve AB’ye karşı, Türkiye’nin elini güçlendirir.


[1] “Çinli büyükelçiden ticari işbirliği çağrısı”, Aydınlık, 10. 03. 2017.

[2] Çin dış politikası için bkz: Stuart Harris, Çin Dış Politikası, Çev: Aslan Yavuz Şir, Matbuat Yayın Grubu, İstanbul, 2014.

[3] Michael Barr, Kim Korkar Çin’den, Çev: Poyraz Nur Şahiner, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2013, s: 14.