Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ENERJİ GÜVENLİĞİ VE TÜRKİYE

Enerji devletlerin sanayiden, sağlığa, ulaşımdan temel ihtiyaçların karşılanmasına kadar ülkelerin jeopolitik kabiliyetlerinin temelli ve arttırmasının tek yoludur. Günümüzde gıda, su erişime ek olarak enerji ihtiyacı artık temel ihtiyaçlarımız arasında yer almaktadır. Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulma, enerji kaynaklarının ve menşelerinin çeşitlendirilmesi, mevcut enerji kaynaklarının üzerinde kontrol ve imtiyaz tesisi ve yaygın olarak kullanılan enerji ikmal hatlarının güvenliğinin sağlanması; ülkelerin siyaseti, ekonomisi ve ulusal güvenliği kapsamında özellikle enerjinin günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olması ile beraber daha büyük önem arz etmeye başlamıştır. Bu bağlamda enerji 21. yüzyılın ana belirleyicisi olarak artık kilit bir rol oynamaya başlamıştır.

Ülkeleri enerji kaynaklarına erişim konusunda üç gruba ayırmak mümkündür. Enerji zengini ve doğal kaynaklar bakımından bağımsızlığını elde etmiş ve bu gelirlere bağlı ekonomik dinamiklere sahip ülkeler birinci grup olarak adlandırılabilir. Rusya, Suudi Arabistan, Azerbaycan, Venezuela. İkinci grupta kendi kaynaklarının olmasına rağmen jeopolitik kabiliyetlerini küresel alanlara entegre etmiş veya entegre etme aşamasında olan ve yüksek enerji tüketimiyle beraber enerji güvenliğini ana küresel doktrin haline getiren Çin, ABD, Hindistan yer almaktadır. Son grupta ise enerji zengini ülkeler arasında sıkışmış ama bir o kadarda küresel enerji arz-talep dengesinin aktörlerinden Türkiye, Gürcistan gibi Kafkas ülkeleri yer almaktadır. Üçüncü grupta yer alan ülkeler arasında Türkiye’nin yer alması jeopolitik gerçeklerin göz ardı edilemeyeceğinin en büyük göstergesidir. “Coğrafya kaderdir.” İnancı yerine eğer daha realist ve rasyonel adımlarla beraber siyaset üstü şekilde uygulamaların yapılması Türkiye’nin önümüzdeki 20 yıllık süreçte bu kabuğu delip kendini küresel arenada oyun kurucu pozisyonlara sokması demektir.

Türkiye’nin mevcut enerji nakil hatları üzerinde bulunması ve projelere katkı sağlaması kimi taraflar tarafından avantaj olarak düşünülse bile bu durum biraz farklılık göstermektedir. Öncelikle Türkiye’nin enerjide transit bir ülke olma gerçeğini göz ardı etmemiz gerekmektedir. Her ne kadar enerji merkezi olma sürecine dahil olsa bile ülkemizi bulunduğu konumdan kaynaklı bekleyen tehlikeler mevcuttur. Transit ülkeler enerji tüketiminde enerji kaynaklarının sınırlı olmasından kaynaklı tedarikte sorun yaşamasa bile, üretici ülkelerin jeopolitik perspektiflerini de göz önüne alarak dış işleri doktrinlerine bu ülkelerin çıkarlarını gözeterek kendini bir nevi sınırlandırma sürecine girmiştir. Bunun en yakın net örneği Rusya-Ukrayna Savaşı olarak yorumlanabilir. Transit ülkelerin enerji arzını sınırlı ve tek kaynaktan sağlaması üretici ülkelere olan bağımlılıklarını arttıracağından dolayı arz-talep dengesini tutturmak ve sürdürebilir olmak için bir nevi muhtaç konumuna sokulmaya çalışılmaktadır. Siyasi olarak istikrarın sağlanamaması durumunda küresel terörün nakil hatları üzerinde sabotajlar yolu ile büyük bir baskı uygulayacağı göz ardı edilmemelidir. Ve ekonomik istikrarın sağlanamadığı transit ülkelerde hatların geçebilmesi için yapılacak olan depolama tesisleri, limanlar ülke hazinelerine büyük bir külfet olarak yansımaktadır. Ve son olarak transit ülkeler olası bir kaza da çevre kirliliğinden en çok etkilenecek ülkelerdir. Bu analizlerin yapımından sonra ülkemizde kademeli olarak doğalgaz boru hatları başta olmak üzere enerji nakil hatlarının “al ya da öde” dayatmasına karşın anlaşmaların Türk konsorsiyum lehine anlaşmaların yapılması ve acilen tarafımızca “yap ya da çekil” doktrinlerinin uygulanması jeopolitik dinamikleri değiştireceği gibi önemli bir etki tepki mekanizması yaratmalıdır. Söz gelimi enerjideki dışa bağımlılık baskı unsurunun bertaraf edilmesi için pragmatist bir yaklaşımla bölgede yeni ortaklıklar ve sürdürebilir ortaklıkların geliştirilmesi yönünde atılımlar yapılmalıdır. Yeni ortaklıklar konusunda Mısır, İsrail ve Lübnan değerlendirilmesi gibi olan ortaklıkların arttırılması yönünde Azerbaycan, Gürcistan, Orta Asya Türk Cumhuriyeti ile beraber Kıbrıs Türk Cumhuriyet’i ile Türk gazlarının kullanılması önem arz etmektedir. Türkiye’nin jeopolitik kabiliyetlerinin Libya’ya kadar ulaşması ve altyapısının ülkemiz tarafından yenilenme sürecine girmesi de bölgede bulunan enerji doktrinlerimizin teorik uygulamalarının artık pratiğe geçmesi için fırsattır. Transit olarak enerjide temellenmiş ülkelerin kabuğundan çıkma süreçlerinde pratik uygulamaların yaşanmaması bu işlerin sadece siyasetten ibaret olduğunu gösterir. Bu uygulamalardan söz etmek gerekirse olan ve olası müttefikler ile geniş sondaj konsorsiyumları oluşturulması, ülkemizin bölgesel ülkelere liman ve depolama yatırımı yapması hayati önem arz etmesinin yanında mihenk taşı oluşturmaktadır. Dışa bağımlılıktan kurtulma konusunu ele alacak olursak 1979 sonrası Mısır-İsrail ilişkileri bizi bu konuda istenilen düzeyde aydınlatacaktır. Konuyu özetleyip daha belirgin hale getirmek gerekirse Altı Gün Savaşı’ndan sonraki süreçte İsrail Sina üzerinde petrol çalışmaları yaparak bir nebze enerji ihtiyaçlarını karşıladı. Lakin bir ülkenin egemenlik haklarının ihlal edildiği bir yerde ulusal enerji güvenliğinden bahsedilmesi mümkün değildir. Camp David Sözleşmesi’nde Mısır İsrail’in petrol ve doğalgaz ihtiyacını karşılamayı taahhüt etmesi iki ülke arasındaki suları dindirmiş, sonraki süreçte İsrail’in Sina ve İskenderiye’de yapmış olduğu rafineri, depolama tesisi ve liman projeleri ile ülkelerin ilişkileri elle tutulur şekilde düzelmiş sonuç olarak İsrail enerji bağımsızlığını kazanıp Mısır’da gereken enerji alt yapı problemini çözmüş olmuştur. Geçmişten günümüze bölgemizi analiz ettiğimizde siyaset üstü tek konunun enerji güvenliği olduğunu anlamak mümkündür. Bugün ülkemizin nasıl sınır ötesinde ulusal güvenliği tesis etmek ve uluslararası misyonlara katkı vermek için sınır ötesi üsleri bulunmakta ise; aynı şekilde enerjide sınır ötesi üslerimizin yapılacak sınır ötesi rafineri ve liman projelerine özel iştirakler ile etki alanını genişletmesi hayati önem arz etmektedir.

Teknolojinin ilerlemesi ile beraber ülkelerin öz enerji kaynakları kömür, doğalgaz ve petrol olmaktan kademeli bir şekilde çıkmaya başlamaktadır. Artık günümüzde rüzgâr, güneş, su ve hidrojen kaynakları öz kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin enerji bağımsızlığı noktasında yenilenebilir enerji çok büyük bir mihenk taşı. Kurulu gücümüzde rüzgâr ve güneşin payı %16 olması bu alanda yapılan yatırımların güçlü bir göstergesi. Lakin enerji arz-talep güvenliği noktasında şu an yenilenebilir enerjinin sürdürülebilirliği olmamakla beraber yapılacak olan enerji depolama ar-ge çalışmalarının bu konuda kesinlik kazandıracak tek çıkış noktası olduğu bilinmektedir. Enerji depolaması çalışmalarının ciddi bir kademede yol alması artık fosil yakıtlara bağımlığımızı azaltıp öz kaynak kullanımımızı garanti altına alacaktır. Ama şu anda ülkemizde bulunan baz santrallerin fosil yakıtlar ile çok daha büyük üretimler yapması enerji arz-talep dengesinin yegâne temelidir. Ve uzun süre daha temel olarak kullanılmaya devam etmelidir. Öte yandan hidroelektrik santrallerinin yenilebilir enerji olarak değerlendirilmesi birçok yanlışlığı da beraberinde getirmektedir. Kaynak öncelliği petrol ve doğalgaz kadar suyunda her geçen gün önemini arttırmaktadır. Önümüzdeki 15 yıl içerisinde Türkiye’nin ciddi bir su problemi ve beraberinde tarım krizi ile karşı karşıya kalacağının en büyük göstergesi son dönemdeler gözle görülür bir şekilde karşımıza çıkan iklim değişimidir. Bu normlar esas alınarak acilen hidroelektrik santrallerinin yenilebilir enerji kapsamı dışında tutulup baz santrallerde ele alınan yakıt güvenliği ve tedarik sürdürülebilirliği alanında iktisadi sistemlerin kurulması gerekmektedir. Öte yandan Mavi Vatan’da sürdürdüğümüz hidrokarbon arama çalışmalarımıza hız kesmeden devam etmeli, hakkımız olan sahalarda sondaj gemilerimizin aramalar yapıp sonda işlemlerine devam etmeleri uluslararası arenada meydan okumanın yanında olası müttefiklerimize güven ortamında verebileceğimiz en büyük çıkar alanıdır.

Genel olarak tanımlayacak olursak enerji arz güvenliği: enerjinin sürekli olarak güvenilir, temiz ve çeşitli kaynaklardan, ülkelerden uygun miktarlarda ve uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesidir. Bu bağlamda herhangi bir kesinti risklerine karşı önlem alınması gerekmektedir. Bu bağlamda enerji arz çeşitliliği kavramının neden bu kadar merkezde olduğu anlaşılmalıdır. Nükleer enerji arz güvenliğinin en büyük aktörlerinden bir tanesidir. Akkuyu NGS projesinin ülkenin egemenlik haklarını ihlal etmeden yapılması önem arz etmektedir. Yukarıda belirtilen paragrafta Türkiye’nin ilk gruba girmesinin ve önümüzdeki süreçlerde enerji bağımsızlığını yakalaması için nükleer santrallere ihtiyaç duymaktadır. Nükleer enerjiye karşı yenilebilir enerji tezlerinin maalesef Rusya-Ukrayna savaşı sonucunda kısa vadede dönüşümlerin risk teşkil ettiğini gördük. Türkiye’nin baz santraller üzerinden yakıt odaklı büyük üretim temelleriyle yenilebilir enerjiye kademeli geçiş yapması gerekmektedir. Bu geçiş aşamasında hukuk çalışmalarının mevzuatlar üzerinden çok kanunlaştırarak ilerlemesi bunun sistematik ve rasyonel çıkışının tek yoludur. Öz mali kaynakların zorlanmadan dış yatırımcı ekseninde ekonomik yüklerin azaltılmasının tek yolu hukuki ve iktisadi güven ortamıdır. Bu şekilde liyakatli kadrolarla birlikte geliştirilecek politikaların uygulanmasıyla beraber enerji bağımsızlığımızı kazanacağımız günler pek de uzak değildir.

Son olarak Cumhuriyetin varoluş mücadelesinde enerji bağımsızlığı konusunda yeni bir cephenin açılması ve bu konunun ulusal taraflarca iç siyasi çekişmelere heba edilmemesi , Türkiye’nin jeopolitik kabiliyetinin genişlemesi ve küresel arenada yer edinmesinin yolunun enerji güvenliği ve enerji bağımsızlığı ile mümkün olabileceğini analizler ve sonuçlarla ortaya koymalı bu alanda devlet ve özel iştirakler ile bölgesel projelere ortak veya öncü olarak etki alanımızı kırılmaz sağlam bir şekilde tesis etmeliyiz. Söz gelimi daha öncelerde Mavi Vatan doktrininin milli çıkarlara ve uluslararası normlara uygunluğunu gözler önüne sererek bugün de farklı pencereden bakarak bunların yakın gelecekte mümkün olduğunu ortaya koymak mümkün.

Kaynakça:

[1] Samet DAŞTAN , Enerji Arz Güvenliği ile Türkiye ve Küresel Aktörlerin Enerji Politikalarının Değerlendirilmesi , Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü , Ocak 2017

[2] Fahri AKBAŞ , Emre ÜRÜN , Enerji Güvenliği : Bölgesel Enerji Merkezi Türkiye , Sosyal Bilimler Dergisi ICEBSS Özel Sayı , Kasım 2016

[3] Doğanay YILMAZ , Enerji Güvenliği Açısından Bir Transit Ülke Olarak Türkiye , Yüksek Lisans Tezi , Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı , 2021

[4] Çalışkan, Sadan, 2009, “Türkiye’nin Enerjide Dısa Bağımlılık Ve Enerji Arz Güvenliği Sorunu”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 25, 297- 310

[5] Sovacool, Benjamin K., Mukherjee, Ishani, 2011, “Conceptualizing and measuring energy security: A synthesized approach”, Energy 36, 5343-5355.

[6] Soydal, Haldun, Mızrak, Zekeriya ve Çetinkaya, Murat, 2012, Makro Ekonomik Açıdan Türkiye’nin Alternatif Enerji İhtiyacının Önemi, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 11, 117-138.

[7] International Conference on Eurasian Economies , Renewable Energy Policies and Energy Supply Security , 2014

[8] Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, 2010, Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisi 2011- 2016.

[9] Belet, Nuran, 2013, “Avrupa Birliği ve Enerji Arzı Güvenliği Açısından Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı”, International Conference on Eurasian Economies, Session 5D, 999-1008.

[10] Demir, Sertif, 2012. “Irak ve Suriye krizlerinin karşılaştırmalı Analizi, Nedenler, Gelişmeler, Sonuçlar ve Türkiye Üzerine Etkileri” Türk Dünyası İncelemeleri 12(2), ss 553-578.