Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

EGEMENLİK

Erdem AK

Çin’de 2019 yılının son günlerinde gündeme gelen yeni bir salgın (COVID-19), görülmemiş bir hızla dünyanın hemen her ülkesinde görülmeye başladı. Her ülkeden vaka sayıları ve ölüm haberleri gelmeye başladı. Bazı gelişmiş ülkelerde ölüm sayıları 10.000’i çoktan aştı, ABD’nde 30.000’e ulaşmak üzere ve her geçen gün artmaya devam ediyor. Ülkemizde de günbegün artan ölümlerin sayısı 2.000’e doğru gidiyor.

İnsanlık, yakın zamanda, böylesi bir tehdit ile karşılaşmadı. Her ülke kendi mücadelesini veriyor. Herkes, hayatta kalmanın en temel kurallarını öğrenmeye çalışıyor. Salgın, pek çok kavramı ve değeri kökten değiştirecek gibi. İnsanlar önceliklerini gözden geçirmeye başladı. Yakın zamana kadar itibarsızlaştırılan “tarım”, kitlelerce yeniden keşfedilmeye başladı. Kontrolsüz “tüketim çılgınlığı” girdabına giren insanlık, son günlerde, alım gücü olsa bile en çok gıda ürünlerine harcama yapmaya başladı. Gıda harcamalarının dışında sağlık harcamaları yapılıyor. Diğer mal ve hizmetlere ilgi en az düzeyde seyrediyor.

Özetlenen durumun pek çok açıklaması ve çıkarılacak dersleri olacaktır, elbette. Bu açıklamaların başında, az sayıda insanın sürekli dillendirdiği, gelecekte tarımın(gıdanın) en stratejik sektör olması gelmektedir. İnsanoğlu birçok şeyi erteleyebilir veya onlardan vazgeçebilir. Ancak gıdadan(tarımdan) vazgeçmesi mümkün gözükmüyor. En azından bugünün gelişmişlik düzeyinde gıda alternatifsizliğini gösteriyor!

Çıkarılacak derslerin başında ise “gıda egemenliği”nin değeri vardır. Ülkelerin stratejik bazı tarımsal ürünlere yönelik dış ticaret(ihracat-ithalat) kısıtlamaları, “paramız var olsa” bile her ürünü her yerden alamayacağımızı gün yüzüne çıkarmıştır. Örneğin buğdayı, dileğiniz zamanda ve dilediğiniz fiyata alamayabilirsiniz. Ülkeler öncelikle kendi ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflemektedir. Bunun karşılığında bir ürünü ne kadar çok üretirseniz üretin, ihraç edemeyeceğiniz veya yeterli seviyede turistik hareketlilik olmadığı için eritemeyeceğiniz veya yeterli seviyede değerlendiremeyeceğiniz günler de gelip çattı. Makro seviyede üretim planlaması yapmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Üretim planlaması yapıldığında temel ürünler yeterli seviyede üretilebilecek ve bunun sayesinde hem kıtlık/açlık olgusu ile karşılaşılmayacak hem de ürün değerini bulacaktır. “Üretim”in ama “planlı üretim”in zamanı gelmiştir!

Diğer yandan üretimde esas olan teori ve pratiğin (bilgi ve uygulamanın) birbirini desteklemesidir. 17 Nisan 1940 tarihli yasayla oluşturulan Köy Enstitüleri, kısa süren hayatlarına rağmen Cumhuriyet tarihimize büyük izler bırakmıştır. O güne kadar eşi benzeri görülmemiş bir eğitim modeli olan Köy Enstitüleri’nde, öğrenciler üreterek öğrenme yoluyla “öncü kişiler” olarak iş yaşamında yerlerini almıştır. Örneklemek gerekirse buradan mezun olan bir genç, sadece öğretmenlik yapmamış bunun yanında bazı zanaatlarda usta olarak çok önemli işlevler görmüştür. Enstitülerin 14 yıllık kısa eğitim hayatı süresince yetiştirdiği binlerce genç, “geri kalmışlık”, “yoksulluk” ve “cehalet” ile özdeş kırsal yaşamın dönüşümüne büyük katkılar sağlamıştır. Ancak bedelini “kapatılma” ile ödemiştir. Bu bakımdan Köy Enstitüleri, dinmeyen bir yürek sızıdır!

Nisan ayı, bizler için, “egemenlik” kavramını hatırlatan günlerdir. 2020 baharında, COVID-19 salgını nedeniyle “gıda egemenliği”nin ne kadar değerli olduğunu anlamaya başladık. Yüz yıl önce, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, “Egemenlik, kayıtsız şartsız millletindir” sözüyle de bir milletin “bağımsızlık” ve “egemenliği”nin ne kadar önemli olduğunu anlamaya başlamıştık. Ancak “egemenlik” ve “bağımsızlık” -istemekten daha fazla olmak üzere- büyük sorumluluk ve yükümlülük gerektirmektedir. Toplumumuzun yaşadığı birçok sosyal, siyasal ve kültürel deneyim, “ulusal egemenlik” kavramının gerekliliğini ve değerini tekrar tekrar ortaya koymaktadır.

“23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun.”