Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

          Yukardaki başlık, Hürriyet Gazetesinin 24 Nisan 2016 tarihli nüshasının ana haber başlığı, yani manşetiydi.

Anılan haberde özetle, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 275 sanıklı Ergenekon Davasının usul ve esastan bozulmasına ilişkin gerekçeli kararından örneklere yer verildi ve dava sürecinde işlenen hukuk cinayetlerinden söz edilerek, söz konusu gerekçeli kararın adeta bir hukuk dersi niteliğinde olduğundan söz edildi.

 

Ergenekon Davası

Şimdi dokuz yıl öncesine dönerek, sözde Ergenekon isimli davayı başlangıcından itibaren hafızamızda tazeleyelim.

12 Haziran 2007 tarihinde İstanbul  Ümraniye’de bir evde, ihbar üzerine bombalar bulundu. İhbarı evin sahibinin  babası yaptı. Savcılıkça derhal soruşturma başlatıldı. Sonrasında  tutuklama dalgaları başladı.

Tutuklananlar arasında, Silahlı Kuvvetlerin üst kademelerinde görev yapmış Komutanlar, emekli olmuş  bazı Subay ve Astsubaylar, Üniversite Rektörleri, Gazeteciler, Yazarlar, bazı emekli polisler vb.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan güya detaylı inceleme, araştırma  ve soruşturmaların ardından 2 bin 455 sayfalık iddianame hazırlandı.

Hazırlanan iddianamede özetle,  Bir “derin devlet” örgütlemesi olduğu iddia edilen Ergenekon’a atfedilen eylemler arasında,  2003-2004 yıllarında AKP’yi ve hükümetini devirmeye yönelik darbe plânları, 17 Mayıs 2006  bir yüksek yargıcın öldürüldüğü Danıştay Saldırısı, 19 Ocak 2008’de işlenen  Hrant Dink cinayeti,  2007’de Malatya’da üç Hristiyanın öldürüldüğü Zirve Yayınevi katliamı, Güneydoğuda ki faili meçhuller  ile, 2008-2009 yıllarında gerçekleştirileceği öne sürülen suikast plânı iddiaları, 5, 10 ve 11 Mayıs 2006 tarihlerindeki Şişli’de bulunan Cumhuriyet Gazetesi merkezine el bombası atılması gibi eylemlerin tümünün, Ergenekon örgütünce azmettirildiği öne sürüldü.

İddianamede savcılar örgütün nihai amacını, “Sürekli iç çatışma, kaos, komşu ülkelerle düşman, dünyaya kapalı, Avrupa Birliği ve insan haklarına karşı, iç etnik çatışmalar ve naylon terör örgütleri ile uğraşan ve ekonomik yönden zayıf bir devlet imajı oluşturulmaya çalışılarak, devlet otoritesini içte ve dışta zafiyete uğratmak. Ülkeyi yönetilemez hale getirmek, böylece terör örgütünün daha rahat yönetip yönlendireceği siyasal iktidarlar oluşturmak, gizli amaç ve prensiplerinin dışına çıkan tüm siyasal iktidarları değişik yöntemlerle kontrol altına almak. Bu başarılamadığı takdirde, yasama ve yürütme organlarını devirip, kendi ideolojik amaçları doğrultusunda devlet yönetimini ele geçirmek.” olarak tanımlandı.

Diğer taraftan, 2009 yılında ortaya çıkan ‘’İrtica Eylem Plânı ve İnternet Andıcı,’’ hakkında yapılan soruşturmalar ve tutuklamalar sonunda, bunlar hakkında da ek iddianame hazırlanarak  Ergenekon  ana davasıyla birleştirildi.

Yukardaki münferit davalarla birlikte, Ergenekon  davası kapsamında, savcılar  tarafından hazırlanan iddianamenin kabulüyle, 25 Temmuz 2008’de ana dava açıldı. Açılan davanın ilk duruşması 20 Ekim 2008’de Silivri Cezaevindeki duruşma salonunda yapıldı.

Sözde Kaos ve kargaşa yaratarak hükümete yasadışı yollardan müdahale etme plânlarına ilişkin iddiaları içeren ve 5 yıl süren 66’sı tutuklu 275 sanıklı Ergenekon  davası süreci, davaya bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesinin, 05 Ağustos 2013 tarihinde  kararını  açıklanmasıyla sonuçlandı.

Cezalar yağmur gibi yağdı. CHP’li vekiller Mustafa Balbay 34 yıl 8 ay, Mehmet Haberal 12.5 yıl, Sinan Aygün de 13.5 yıl hapis cezası aldı.

İçlerinde Genelkurmay eski Başkanının da bulunduğu bazı sanıklar  müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkeme heyeti, diğer sanıkların 4-49 yıl arası cezalandırılmalarına hükmederken, 21 sanığın beraat etmesine karar verdi.

 

Davanın değerlendirilmesi

Ergenokon davasına ilişkin tartışmalar, o dönemde genellikle yapılan usul hataları üzerinde yoğunlaşmıştır. Yapılan tartışmalar daha ziyade, suçlamalara dayanak olan bazı belgelerin gerçeği hangi ölçüde yansıttığı,  dava devam ederken bazı sanıkların tahliyesinden yana olduğunu belirten mahkeme başkanının başka bir İl’e atandırılması,  yılları bulan tutukluluk süreleri,  savunma hakkının kısıtlanması, tanıklığı talep edilen bazı isimlerin dinlenmemesi  noktalarında odaklanmıştır.

Söz konusu davada, daha sonra örnekleri Balyoz davasında da görülecek olan hukuk skandallarına sahne olmuştur. Yüzlerce insanın hayatını derinden etkileyen ve hayatına tecavüz eden bir davada sanıklara isnat  edilen suçun maddi ve manevi unsurları zaten oluşmamıştır.

Davanın esası hukuksal açıdan  irdelendiğinde, ‘’ülkeyi yönetilemez hale getirerek devleti ele geçirmeye  teşebbüs etme’’ lâfının sözde ve havada kaldığı görülmüştür. Zira, teşebbüs unsurunun oluşabilmesi için, somut olarak teşebbüse fiilen girişilmesi gereklidir. Oysa böyle bir şey de olmamıştır. Yani somut bir neticeye ulaşılmamıştır.

Ortada yasama ve yürütmeye yönelik olarak, parlamento ve hükümetin veya bakanlar kurulunun vazifelerini men etmeye matuf her hangi bir eylem ise hiç gerçekleşmemiştir. Örneğin  o dönemde  ekonomik veri ve göstergeler söz konusu teşebbüsten dolayı etkilenmemiştir. Borsa düşmemiştir. Faizler yükselmemiştir. Toplumda infiale sebep olacak bir gösterge varit değildir.

Peki ne olmuştur da, özel yetkili mahkeme devleti ele geçirmeye teşebbüs suçunun  sübut bulduğuna karar vermiştir?

O takdirde geriye tek bir seçenek kalmaktadır. O da, sanıkların kafalarında darbeye teşebbüs  düşüncesi. Böyle bir düşünce olsa bile, eyleme geçmemiş ve  sadece düşünce safhasında kalmış sözde bir darbe teşebbüsü  ile müsnet suçun oluşturulması  ve mahkûmiyet kararının verilmesinin hukuksuz olduğu anlaşılmıştır.

Nitekim Yargıtay 16. Ceza Dairesi, geçtiğimiz günlerde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 05 Ağustos 2013 tarihinde  verdiği kararın usul ve esastan bozulmasına karar vermiştir.

 

Yargıtay’ın bozma gerekçesinde dikkat çeken ayrıntılar

-Ergenekon operasyonlarının hep aynı polisler tarafından yapılması,

-Savcıların tutanakları sorgulamadan iddianameye geçirmesi ve hâkimlerin de yaslara aykırı kanıtlara göz yumması nedeniyle tarafsızlıkları konusunda haklı şüphe oluşması,

-Mahkemelerin ve kolluğun gözaltı, arama, dinleme, dijital delillerin toplanması gibi davanın seyrini doğrudan etkileyen önemli konularda yasalara aykırı davranış içine girdikleri,

-Yargılama sürecinde isim içeren ve içermeyen ihbar mektuplarının kim ya da kimler tarafından yazıldığı yönünde herhangi bir araştırmaya gidilmeksizin hükümde yer alması,

-Soruşturma aşamasında devlet sırrına ilişkin bilgi ve belgelerin mahkeme yerine savcılıkça incelenmesi,

-Devlet sırrı olduğu şüphesi duyulan belgeler konusunda ilgili kurumlardan görüş alınması yerine, konunun uzmanı  olmayan kişi kurum ve kuruluşlardan alınan görüşler doğrultusunda hüküm kurulması,

-Ergenekon terör örgütü varlığının, farklı zaman ve yerlerde ele geçen yüzeysel delillere göre sabit kabul edildiği, buna mukabil örgütün hiyerarşik yapısının ortaya konulmadığı, hücre yapılanmaları arasında irtibatın ne suretle sağlandığının belirtilmediği, astlık-üstlük ilişkisi, emir-talimat verme yetkisi her bir sanık için ayrı ayrı değerlendirilerek, kime bağlı olarak faaliyet yürüttükleri konusunun somut delillerle ortaya konulmadığı, Bununla birlikte bahse konu terör örgütünün nerede, ne zaman kimler tarafından ne amaçla kurulduğu somut bilgilerle tespit edilemediği,

 

Yukardaki hukuki gerekçeler, Yargıtay’ın  bozma gerekçelerinin sadece bir bölümüdür. Genel olarak bakıldığında, Türk hukuk tarihi için acı ve skandaldan ibaret bir dönemin özeti gibidir. İşin daha da ilginç ve vahim tarafı, bu kadar hukuk skandalı ortadayken dönemin 13. Ağı Ceza Mahkemesinin böyle bir ucube karara nasıl imza attığıdır.

 

Sonuç

Türkiye’de adına Ergenekon denilen bir yapılanma  ilk olarak kendisini 2007 yılında duyurmuştur.

O dönemde vatandaşın kafasında,  Ergenekon neyin nesidir diye bir hayli soru işareti belirmiştir.

Daha sonraları bir kısım  basında ve açık kaynaklardan çıkan haber, yazı ve yorumlarda Ergenekon isminin farklı şekillerde tanımlandığı ve değerlendirildiği görülmüştür. Bir kısmında  Ergenekon, “iç düşman” olarak belirlenen hedefi  bertaraf etmeye yönelik, asker sivil işbirliğiyle yürüyen bir mekanizmadır.’’

Bir diğer tanım, ‘’Ergenekon, 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de faaliyet gösterdiği ileri sürülen gizli silahlı örgüttür.’’ şeklindedir.

Yine bir başka tanımlama da, Ergenekon hakkında şöyle denilmektedir: ‘’Ergenekon, devletin güvenlik güçleri içerisinde örgütlenen,  bünyesinde asker, polis, gazeteci, akademisyen üyeleri olduğu iddia edilen bir yapılanmadır.’’

Yukardaki tanımlamalardan yola çıkılarak, daha başlangıçta ortaya konulan tanım ve tariflerden, böyle bir yapılanmanın ‘’kurgu’’  biçiminde bir karakter arz ettiği,  dolayısıyla  şüphe taşıdığı ve zihinlerde bu konuda bir muamma olduğu, biçiminde algılamalar oluşmuştur.

Zira sözde örgütün 2000’li yılların başından itibaren faaliyete gösterdiği ifade edilmektedir. Ancak adı ilk kez 2007 yılında duyulmuştur. Bu çelişki bile, bu örgüt hakkında zihinlerde kuşku yaramıştır.

Bugüne gelindiğinde, adının kim ve kimler tarafından verildiği belli olmayan, varlığı, misyonu nedir bilinmeyen, lideri, gerçek yapısı, konuşu, kuruluşu hakkında bilinmeyenlerle dolu ve adına Ergenekon denilen bir örgütün, esasında hakkında yapılan ve yukarda belirtilen tanım ve tariflerden, belli bir grubun veya zümrenin hedef  alınarak bu zümreye karşı oluşturulmuş hayali bir örgüt olduğu ve daha sonraları bizzat devlet ve hükümet yetkilileri tarafından da beyan edildiği üzere açık ve net bir şekilde ‘’kumpas’’ tan ibaret olduğu, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kararı usul ve esastan bozma gerekçeleri ile ortaya konulmuştur.