Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

NATO ZİRVESİ ARDINDAN YAPILAN DURUM DEĞERLENDİRMESİ

Son yapılan NATO Zirvesinde ittifak tarafından her ne kadar büyük ve önemli konsept değişiklikleri öngörülmese de özellikle önce Finlandiya’nın arkasından İsveç’in ittifaka katılım yönünde, Türkiye’den beklenen kararların olumlu yönde çıkmasıyla hâlihazır durumun dünya siyaseti üzerinden yeni bir ‘’Durum Değerlendirmesi’’ yapılmasını adeta zaruri kılmıştır.

Durum değerlendirmesi, mevcut veya gelişen politik-askeri durumun bir anının, ya da kesitinin dikkate alınarak incelenmesi, irdelenmesi ve yorumlanması amacıyla yapılan çalışmalardır. Bunun amacı, nihai karar vericilerin kendi ülkelerinin çıkarlarını gözeterek, en doğru karara ulaşmalarını sağlamaktır.

Durum değerlendirilirken İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka katılması neticesinde, NATO ve karşıt gücü temsil eden Rusya’nın birbirlerine karşı üstünlükleri, zafiyetleri ve hassasiyetlerinin somut olarak ortaya konulmasından, her iki tarafın niyet ve maksadından, gelişen durum içerinde yapılan hatalardan, üstünlüklerden, yaratılan veya doğan fırsatlardan, yeni gelişen politik-askeri durumun dünya siyasetine etkisi hakkında yorumlar ve tassavvurlardan söz edilerek değerlendirme yapılır. Yapılan değerlendirme kuşkusuz ülkenin dış politikasına yön verir, karar vericilerin nihai kararlarını vermelerine ışık tutar.

Soğuk Savaş Dönemi bitene kadar üye sayısı 16 olan NATO, SSCB’nin dağılmasıyla bugün üye sayısını 30’a çıkarmıştır. Kuzeyden Estonya ve Litvanya’dan başlayıp, güneyde Romanya ve Bulgaristan’a kadar uzanan hat üzerindeki tüm devletler bugün NATO üyesidir. İsveç ve Finlandiya’nın da ittifaka katılması ile üye sayısı 32’ye ulaşacaktır. Bu durumda Avrupa güvenlik mimarisi adı altında oluşturulan yapıda ABD ve NATO Avrupa’yı çepeçevre kuşatmış olacak, Rusya ile ABD ve NATO arasındaki düşmanlaştırmayı da tetikleyecektir. Ayrıca bu gelişme aynı zamanda, NATO’nun, Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisine temel oluşturacak yegâne kuruluş olduğu yolundaki Batılı ülkeler nezdindeki görüşe de ağırlık kazandırmış olacaktır.

Diğer taraftan İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil edilmesi, Baltık Denizi’nin Rusya’ya kapatılmasına neden olacağından, aynı zamanda denizden de kuşatılmasına imkan sağlayacak ve   Rusya’yı oldukça rahatsız edecektir. Ayrıca NATO çemberinin Karadeniz’i de kapsaması, Rusya’nın daha da yıpranmasına neden olacaktır. Yeni dönemde NATO’nun, esasen Ukrayna savaşı ile yeteri kadar yıpranan Rusya’nın zayıf ve hassas taraflarını istismar etmeye devam edeceği değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, uzmanlarca NATO’nun yeni dönemdeki bundan sonraki hamlesinin, Kırım Yarımadası ve Sivastopol deniz üssü üzerinde baskı kurması yönünde olabileceği yönündedir.

Rusya’nın geçen yılın Şubat ayında Ukrayna’ya saldırmasının asıl sebebi, ileriden savunma hatlarını yeniden kurabileceği bir süreci başlatarak NATO’nun genişlemesini durdurmak ve yeniden bir süper güç olduğunu kanıtlayarak Avrupa sahnesinde siyasî varlık göstermekti. Rusya bu niyet ve maksadını gerçekleştirmek için stratejik hedef olarak başlangıçta ABD ve NATO’yu Doğu Avrupa’dan sürüp atmak ve Ukrayna’yı işgal ederek bölgede hâkim tek süper güç olmayı hedeflemişti. Ne var ki, Rusya bunu başaramamış ve gelinen noktada İsveç ve Finlandiya’nın ittifak üyeliğine dahil olması karşısında çaresiz kalmıştır. Hâl böyle olunca NATO’nun güçlenmesi ve yeniden örgütlenerek daha da genişlemesinin yolu açılmıştır.

Öte yandan son NATO Zirvesinde Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda sıcak bir gelişme yaşanmamıştır. NATO Ukrayna’yı üyeliğe davet etmemesinin sebebi, şüphesiz bir bölümü işgal edilmiş bir ülkenin NATO üyesi olmasının mümkün olamayacağı gerçeğidir. ABD’nin asıl niyet ve maksadının ise savaşı uzatmak olduğu bir kez daha görülmüştür.

Nereden bakılırsa bakılsın, Batı ve NATO’nun Ukrayna savaşı dolaysıyla Rusya karşısında elde ettiği durum üstünlüğünün daha da pekiştiği görülmektedir. Rusya’nın Ukrayna savaşında uğradığı kayıplar nedeniyle zayıf ve hassas tarafları NATO tarafından tek tek tespit edilmiştir. Bu kapsamda:

-Rusların, millî güç unsurlarından başta ‘’İnsan Gücü’’ ve ‘’Muhabere Gücü’’ olmak üzere her bakımdan üstün olduğu, kısa sürede Ukrayna’yı teslim alacağı algısı vardı, ama öyle olmamıştır.

-Rus Ordusunun düzenli/nizami bir “Millî Ordu” olmadığı, emir komuta birliğinin savaş sırasında bozulduğu, diğer harp prensiplerinden özekllikle ‘’hedef’’ prensibine uyulmadığı, Ukrayna’ya karşı şaşırtıcı bir biçimde operatif ve taktik olarak 2. Dünya savaşından kalma cephe savaşı uygulamalarıyla saldırdığı görülmüştür.

-Bilhassa son dönemde cephenin ön tarafında çarpışan kuvvetlerin, isyan ederek ya da Putin’e karşı ayaklanarak Moskova’ya doğru yürüyüşe geçmeleri, Rusya’nın içinde bulunduğu askeri ve siyasi zafiyetin bariz göstergesidir.

-Diğer yandan, Rusya her ne kadar insan kaynağı yönünden zengin gibi görünse de halkın savaş istemediği, savaştan bıktığı, hatta kaçtığı görülmüş, bu kapsamda, seferberlik ilân edilmesiyle birlikte yüzbinlerce Rus yükümlünün Türkiye dahil yurt dışına kaçtığı müşahede edilmiştir.

-Uzaktan füze atımıyla bir ülkenin işgal edilemeyeceği ve lojistik yönden kapasitesinin sınırlı olduğu ve nükleer savaş tehdidinin inandırıcı olmadığı anlaşılmıştır.

-En önemlisi de gün sonunda Rusya’nın uluslararası sistemde pozitif olarak ‘’küresel güç algısı’’ konumu ve pozisyonunu muhafaza etmek istemesine ve çabasına rağmen, gelinen noktada bu algının kaybolduğu, prestijinin zedelendiği ve Batı karşısında itibarının sarsıldığı değerlendirilmiştir.

Türkiye’ye dönecek olursak, jeopolitik itibariyle dünyanın en hassas coğrafi bölgesinde yer aldığı bilinmektedir. Jeopolitik konumu çok kritik, ancak ekonomisi zayıf ülkelerin yaşaması ancak çok kutuplu bir dünyada ve çok hassas bir denge politikasının uygulanması ile mümkündür.

Bu prensip çerçevesinde Türkiye, yeni dönemde ısrarla denge politikası izlemek zorundadır. Türkiye devlet aklını kullanarak tarafsızlığını ve çok yönlü iş birliği anlayışını sürdürmelidir. Yakın tarihimizde bunun örnekleri mevcuttur.

Osmanlı İmparatorluğu, 17, 18 ve 19. yüzyılın başlarında son 300 yılını, o dönemin süper güçleri olarak bir yanda Rusya, karşısında İngiltere ve Fransa, son dönemde Almanya olmak üzere kurulu dünya düzeninde denge politikası yürüterek idame ettirebilmiştir. Zaman zaman İngiltere, kimi zaman Almanya ve Fransa, son dönemde Rusya ile iyi ve dengeli politika ve ilişkiler sergilemiştir.

Türk kurtuluş savaşında da Atatürk’ün sürdürdüğü üstün öngörü ve denge politikası hayati rol oynamıştır. Keza 2. Dünya savaşında da İnönü’nün denge politikası ile bu savaş çok fazla zarar görmeden ve yıkıma uğramadan atlatmıştır.

Türkiye, 2. Dünya savaşı sonrası Soğuk savaş döneminde kurulan çok kutuplu dünya düzeninde NATO üyesi olmasına rağmen SSCB ile de hassas bir denge politikası sürdürmeye devam etmiştir.

Türkiye açısından tek kutuplu bir dünya düzeni, Türkiye’nin millî güvenliği bakımından sakıncalıdır. Bu kapsamda ABD ve AB, Türkiye’yi de içine alarak ve Rusya’yı da çevreleyerek, ya da kuşatarak adeta düşmanlaştırmıştır. Yunanistan’ı kullanarak Rusya’ya komşu Doğu Avrupa ülkelerine tonlarca silah yığınağı yapmış, Ukrayna’yı NATO’ya alma izlenim ve görüntüsü vermiştir. Bununla birlikte, özellikle Türkiye’ye karşı 2003’de yaşanan çuval olayı, Suriye’de PKK/PYD’ye verilen destek, Libya’da düşmanlık, Dedeağaç’ta üs, Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a verilen lojistik desteğin yanında savaş uçakları verilmesi, F-35 konusunda Türkiye’ye takınılan tavır, terörizmle amansız mücadele vb. uygulamaların tamamı tek kutuplu dönemde meydana gelmiş ve Türkiye bundan büyük zarar görmüştür.

Türkiye, soğuk savaşın bitimi ile birlikte bugüne kadar tek kutuplu dünyada uyguladığı dış politikasında ne yazık ki başarılı olamamış, yalnızlaştırılmış, adeta savrulmuş, yeni tehdit ve risklere maruz kalmış, bilhassa terörizmle mücadelede eski stratejik müttefiklerinin ihanetine uğrayarak ciddi zararlar görmüş ve görmeye de devam etmektedir.

Öte yandan yine söz konusu bu dönemde kısmen de olsa Rusya ve Çin’in dünya sahnesinde boy göstermesi, Türkiye’nin ABD ve Batı karşısında elinin kısmen de olsa güçlenmesine neden olmuştur.

Uzmanlar, yeni bir soğuk savaş döneminin başlamasının Türkiye için can simidi olacağı görüşündedir.

Dünya halen devam eden Rus-Ukrayna çatışması ile birlikte yeniden çok kutuplu yeni bir dünya düzenine evrilmektedir. Bu durumun Türkiye’nin lehine olacağı değerlendirilmektedir.