…
TERÖRLE MÜCADELE ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Giriş
Türkiye’de 40 yıldır devam eden ağır terör sorunu ve terörle mücadele hakkında bugüne kadar yüzlerce, belki de binlerce kitap yazılmış, dünyada bölgesel ve küresel çapta meydana gelen gelişme ve değişimlerin olağan akışı içinde, sıkça konsept ve doktrin değişikliklerine gidilmiştir.
Diğer taraftan, bu sorun hakkında bu kadar çok kitap, dergi, çeşitli doküman ve belgeye yer verilmesinin nedeni, hiç kuşkusuz terör ve şiddetin Türkiye’nin sinesine saplanmış bir hançer misali 40 yıldır devam ediyor olmasının yanı sıra, bu hançerin sapında birçok devletin elinin bulunması ve bu durumun ülkenin her alandaki hayatını derinden etkilemesidir. 1984’den beri devam eden, binlerce cana ve milyarlarca liraya mal olan terör sorunu bugün, geçen bunca yıl sonrasında bambaşka bir çehreye bürünmesine rağmen, Türkiye’nin canını acıtmaya, enerjisini tüketmeye ve hâlâ ülkenin gündeminin ön sırasını işgal etmeye devam etmektedir. Son olarak geçen Aralık ayının sonlarında üst üste iki terör olayından sonra 12 şehit verilmesi ülkede gerginlik yarattı ve terörle mücadelede güvenlik güçlerince uygulanan operasyonların sorgulanması yönünde çeşitli tartışmalara yol açtı.
Durum Değerlendirmesinin Yeniden Yapılması
Gücün niteliğinde yaşanan değişim, doğal olarak tehdit algılamasında da değişime yol açar. Suriye kuzeyindeki ABD ve Rus varlığı, karşımızdaki gücün niteliğini değiştirmiştir. 920 km’lik Suriye sınırının her bir kilometresi son yıllarda terörle eş değer hale gelmiştir. Buraya Irak sınırını da eklersek mesafe 1250 km. olur. Görüleceği üzere tehdidin çapı ve boyutu büyümüştür. Bugün artık Kuzey Irak’taki terör tehdidindeki öncelik, Suriye kuzeyine kaymıştır. Güvenliğe dayalı savunma anlayışı, öncelikle sınırların korunması zaruretini ön plâna çıkarmıştır. Artık millî menfaatler, öncelikle sınırların korunmasını zorunlu kılmaktadır.
Kuzey Irak’ta sınırlarımızın ötesinde geçen ay sonunda yaşanan terör olayı, ülke güvenliğinin sağlanmasında ve sınırlarımızın kontrol altında tutulmasında, yeniden ‘’Durum Değerlendirmesi’’ yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Durum değerlendirmesi, mevcut veya gelişen politik-askeri durumun bir anının, ya da kesitinin dikkate alınarak incelenmesi, irdelenmesi ve yorumlanması amacıyla yapılan bir çalışmadır. Bunun amacı, nihai karar vericilerin kendi ülkelerinin çıkarlarını gözeterek, en doğru karara ulaşmalarını sağlamaktır.
Bu kapsamda, Irak ve Suriye sınırı hakkında terör durumu değerlendirilirken ortaya çıkan tehdit değerlendirmesinden istifade edilir. Suriye kuzeyinde bugün sayıları 60-70 binlerden bahsedilen, adına PYD/YPK denilen ve PKK terör örgütünün devamı niteliğindeki bir yapılanmanın mevcudiyeti, Türkiye’nin kuvvet çoğunluğu ile Suriye’nin kuzeyine angaje olmasını ve tüm dikkatini bu bölgeye teksif etmesini gerekli kılar.
Türkiye tarafından bu çerçevede,1250 km’lik oldukça uzun güney sınırımızın teröre karşı hassasiyeti, çetin arazi koşullarında güvenlik güçlerinin bu sınırı koruma ve kollama sorumluluğu göz önünde bulundurularak öncelikle bu bölgedeki teröre karşı zaafiyetlerimiz somut olarak ortaya konulmalıdır. Bununla birlikte, mevcut durum değerlendirilirken, mütecavizin niyet ve maksadından, gelişen durum içerisinde yapılan hatalardan, üstünlüklerden, yaratılan veya doğan fırsatlardan, yeni gelişen politik-askeri durumun dünya siyasetine etkisi hakkında yorumlar ve tasavvurlardan söz edilerek bir sonuca ulaşılır. Yapılan bu değerlendirme kuşkusuz ülkenin dış politikasına yön verir, karar vericilerin güvenlik güçlerinin taktiksel açıdan nasıl kullanılacağı ve ne şekilde görevlendireceği kararını vermelerine ışık tutar.
Değerlendirme Yapılırken
Türkiye, terörle mücadelede terörün sona erdirilmesini sağlayacak, zamanında ve doğru politikalar ne yazık ki üretememiştir. Terörle mücadelenin genel karakteri teröristle mücadele şeklinde gerçekleşmiştir. Bölücü hareket Türkiye’nin enerjisini teröristle mücadeleye yönlendirmiştir. Terör üzerinden sorunların tartışılmasına yol açmıştır. Terörün önlenmesinin, sadece teröristlerin yok edilmesiyle sağlanamayacağı göz ardı edilmiştir.
Türk toplumunun gözü önünde cereyan eden ve artma temayülü gösteren terör olayları karşısında, kullanılan dil ve söylemler ile gösterilen reaksiyon dikkat çekici olmuştur.
’’Terörün belini kırdık. Bölücü örgütü tarihinde görmediği ve yaşamadığı ağır bir yenilgiye uğrattık. Yok ettik, imha ettik. Son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar mücadeleye devam edilecek’’ şeklindeki söylem ve kavramlar terk edilmelidir. Zira modern askeri stratejide bu tür söylemler artık geçerliliğini yitirdiği gibi, hasım taraf üzerinde terör ve şiddeti daha da artırıcı ve hasmı motive edici yönde rol oynadığı elde edilen tecrübelerle görülmüştür. Kaldı ki BTÖ (bölücü terör örgütü) en ağır yenilgiyi ve darbeyi asıl 1993-2000 döneminde almıştır. Rezil ve perişan hale düşürülerek dağılma noktasına getirilmiştir. Söz konusu yukarıdaki söylemlerin dile getirilmesi, Türkiye’nin terörle mücadele tarihinin bilinmediğini, işin içine girilmediğini, ya da yeni girildiğini, dolayısıyla olaya hâkim olunmadığını göstermektedir.
Sınırlar Nasıl Korunmalı?
Geçmiş dönemlerde devlet ve hükümet politikası olarak stratejik seviyede geliştirilen ‘‘Alan Hâkimiyeti Konsepti’’ ile birlikte, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde önemli ve yeterli ölçüde yapılan askeri yığınak sayesinde üstün kuvvetlerle ‘‘Alanın Kontrolü’’ tesis edilerek inisiyatifin güvenlik güçlerine geçmesi sağlanmıştır. Ne var ki, bu konsept yurt içi için geçerlidir. Sınır ötesinde özellikle Kuzey Irak tarafında arazi şartlarından dolayı alan hakimiyetinin sağlanması mümkün değildir.
Sınırları uzaktan koruma konsepti bundan 20 sene önce vardı. Bugün artık öyle bir korumaya ihtiyaç olmadığını değerlendirmekteyim.
Yüksek teknoloji ürünü (İHA-SİHA) ile havadan kontrolün yeterli olacağı, sınır ötesinde üs kurmanın mütecavizin iştahını kabartacağı, zira tüm sabit üslerin mütecaviz tarafından sürekli gözetlenerek izlendiği, uygun şartların (hava ve arazi) oluştuğu ilk fırsatta da baskın taciz sızma gibi taktiklerle o üsse saldırıldığı ve zayiat verildiği aşikârdır. Bu nedenle sınır ötesinde sabit üs tesis etme fikri terk edilmelidir. Buna mukabil, elde edilecek zamanında ve doğru istihbarat sonucu güvenlik güçlerince sınır ötesinde icra edilecek operasyonlar kısa süreli ve belli noktalara sızma (temizlik harekâtı) şeklinde plânlanıp derhal geriye dönülmelidir.
Sonuç
Millî güvenlik sadece bir ülkenin toprak bütünlüğüne vaki saldırılar olarak değerlendirilmemelidir. Dış saldırıların hedefinin günümüzde toprak bütünlüğü olduğu kadar, ekonomik ve sosyal olarak ülkenin yıpratılması, bunu yanında psikolojik harekât uygulamalarıyla zihinleri fethetme ve yönlendirme çabalarıdır.
Türkiye’nin Ortadoğu serüveni bugün gelinen aşamada ne yazık ki kendi istediği biçim ve doğrultuda, kendi millî menfaatlerine hizmet edecek ve bölgedeki siyasi, askeri hedeflerini gerçekleştirecek şekilde cereyan etmiyor. Özellikle son yıllarda Suriye’de hiçbir şey Ankara’nın istediği gibi gitmiyor. Artık net olarak görülüyor ki, Ankara’nın Suriye’de bağımsız bir aktör olarak kendi inisiyatifi ile hareket etme yeteneği yok. Yılların ihmali nedeniyle Türkiye kendisini Ortadoğu’da yalnız hissediyor. Güvenlik kaygılarını anlayacak ve paylaşacak kimse yok. ABD için Suriye’de önceliğin, İran nüfuzunun kırılması ve İsrail’in güvenliğinin sürdürülmesi olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin kaygıları ve endişeleri ABD’nin hiç de umurunda değildir. Rusya cephesinde ise durum farklılık göstermiyor. Rusya, PYD/PKK konusunda ABD ile benzer görüştedir. PYD ve PKK’yı terör örgütü olarak görmedikleri aşikârdır.
Sonuç olarak nereden bakılırsa bakılsın, gelinen safhada bölünme, parçalanma tehdidiyle karşı karşıya olan Türkiye’nin güneyi kuşatılmış vaziyette ve bölgedeki yangının bir süre sonra kendisine sıçrayacağı endişesini taşıyor. Aslında bu endişeyi yıllardır taşıyor.
Terörle mücadele azim ve kararlılığında olan bir devlet, bir taraftan bölücü örgütle mücadeleye devam ederek onun bertaraf edilmesini ve tasfiyesini sağlayan, diğer taraftan da ortaya koyduğu çözüm projesini tespit edilen hedeflere başarıyla ulaştıran devlettir.
Bu karmaşanın, bu terörün, şiddetin, husumetin ve asayişsizliğin kol gezdiği ortamda, bu siyasal ve ideolojik karanlık içerisinde yapılması gereken şey, Irak sınırı dâhil yaklaşık 1250 km’yi bulan kendi güney sınır hattımızı korumak ve kollamak olmalıdır. Ne var ki bunun için sırf askeri irade yeterli olmaz. Millî birlik ve beraberliğe dayalı siyasi irade de muhakkak gereklidir. İç cephe daima sağlam olmalıdır. Millî irade topyekûn, iktidarı ve muhalefeti ile birlikte Türkiye’ye karşı vaki olan/olacak her türlü tehdide karşı ortak hareket etmelidir. Bölünme ve parçalanmanın panzehiri buradan geçer.
- ESAD REJİMİ SONRASI SURİYE ÇIKMAZI - 9 Aralık 2024
- SORUNUN ADI - 6 Kasım 2024
- BÖLGE YENİDEN YAPILANDIRILIYOR - 24 Ekim 2024
- DEVENİN KİNİ VE MÜLTECİ SORUNU ÜZERİNE - 25 Eylül 2024
- LİDER ATATÜRK - 18 Eylül 2024
- MUSTAFA KEMALİN ASKERLERİNE ÖĞÜTLER - 8 Eylül 2024
- TÜRK KARA KUVVETLERİNİN 2233. KURULUŞ YILI KUTLU OLSUN - 25 Haziran 2024
- KURTULUŞA GİDEN YOL - 19 Mayıs 2024
- TEHDİT DEĞERLENDİRMESİNDE ÖNCELİK GÖÇMEN/MÜLTECİ SORUNUNDA - 6 Nisan 2024
- TÜRKİYE – IRAK GÜVENLİK ZİRVESİ - 22 Mart 2024