Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Bir mektup, tarihe Balfour Deklarasyonu (İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un 2 Kasım 1917’de Lord Walter Rothschild’e ve Siyonist Federasyonu’na göndermiş olduğu mektup) olarak geçecek ve İngiltere bir anlamda Yahudi devletinin kurulmasında hamiliği üstlenecekti.

1916 gizli Sykes-Picot Anlaşması ve 1917 Balfour Deklarasyonu ile başlayan süreçte bugün de Ortadoğu’da değişen bir şey olmadığını görebilmekteyiz.

Emperyalist güçler tarafından I.Dünya Savaşı döneminde Araplara verilen bağımsızlık sözleri gerçekleşmemiş, savaş sırasında Balfour Deklârasyonu’nun yayınlanması ve birkaç gün sonra Bolşeviklerin, gizli Sykes-Picot Anlaşması’nı açıklamaları Araplar üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştır. Çünkü İngiltere ve Fransa’ya aşırı derecede güveniyorlardı. Balfour Deklerasyonu nedeniyle savaş sonrası Birleşmiş Milletler (BM) denetiminde İngiliz ve Fransız mandasında yaşamak zorunda kalan Araplar, 1940’ların sonlarından itibaren bağımsızlıklarını elde edebilmişlerdir.

Araplar, hem Sykes-Picot Anlaşması’nı hem de Balfour Deklarasyonu’nu kendilerine ihanet olarak değerlendirmiştir. Hatta Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere bir “ulusal yurt” yaratılacağı duyulunca Filistin Meclisleri Yüksek Komitesi tarafından, Kudüs’teki ABD temsilcisine şunlar yazılmıştır: “Zayıf Arap milletinin parçalanması için çalışan en büyük düşman sanılan Türkiye, bizi bu yavaş ölüme mahkûm edecek kadar zalimleşmemişti. O halde, Yakındoğu’daki zaferlerine Arapların yapmış olduğu katkıyı kabul eden dostumuz Müttefikler, nasıl olur da böyle bir cezaya mahkûm edilmemize göz yumarlar? Eğer Türkiye’ye karşı başkaldırdıysak, bu sadece haklarımızı öne sürmek içindi ve ittifakımızın ülkemizi böleceğini ve ardından da sömürgeleştireceğini önceden görebilseydik, Türklere karşı husumetimizi ilan etmezdik.” *Ancak geri dönüşü olmayan bir yola girilmişti.

Bu durum, hala sıkıntının devam ettiğini göstermesi açısından ibret vericidir.

Balfour Deklarasyonu’nda Yahudilere yönelik vaatleri ise şöyle sıralayabiliriz: “Filistin’de ulusal vatanın temini konusunda İngiliz desteği,
Bu amacın gerçekleşmesi için İngilizler ile işbirliği,
Filistin’de Yahudi olmayan bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve statüye zarar verecek herhangi bir şeyin yapılmaması.” Tabii bu deklarasyonu kabul ederek destekleyen devletler de unutulmamalıdır: Fransa, İtalya ve ABD…
Balfour Deklarasyonu ile Arapların tepkisini çeken İngiltere, aynı zamanda ikiyüzlü bir politika izlemiştir. Arap-Yahudi anlaşmazlığını engellemek amacıyla, bir yandan bölgedeki Yahudi olmayanların haklarını korumaya söz vermiş (1920’de Filistin’de 668,258 Arap vardı ve bunlar nüfusun %85’ini oluşturmaktaydı) diğer yandan da bölgeye yönelik Yahudi göçüne imkân sağlayarak bir Yahudi devleti kurulmasına ön ayak olmuştur.

İngiltere’nin gerçek amacı neydi?

İngiltere’nin amacı, Ortadoğu ve Güney Asya ile bu hat üzerindeki ticaret yollarında üstünlük ve avantajlarını kaybetmemekti. Ancak, bu deklarasyon ile bölgedeki istikrarı bozmuş, bölge bu dönemden itibaren hiç bitmeyecek karışıklıkların ve çatışmanın merkezi haline dönüşmüştür. İngilizler için Yahudi devleti, coğrafi konumu itibariyle stratejik açıdan önem taşıdığı gibi sermayesi de İngiltere’nin savaşını finanse edebilecek güce sahipti.

Balfour Deklarasyonu, İngiltere ve Fransa açısından farklı anlamlar taşımaktaydı. 1916 Sykes-Picot anlaşması, sınırları, İngiltere ile Fransa arasında bir mücadeleye yol açacak şekilde belirsiz bıraktığı için Filistin’i kimin yöneteceği belli değildi. Bu nedenle Fransa, Filistin ile Suriye arasındaki sınır sorunlarının Sykes-Picot bağlamında çözülmesini isterken, İngiltere ise, Sykes-Picot’un İngiliz çıkarlarını yansıtmadığı için düzeltilmesi gerektiğini savunmuştur.
Araplara gelince, kendi aralarında iyi örgütlenemedikleri gibi, şahsi çıkarları nedeniyle, bağımsızlık vaatleriyle aldatılmalarının cezasını dün olduğu gibi bugün de çekmektedirler. Haksızlığa uğradığını düşünen Filistin Devleti 100 yıl geçmesine rağmen deklarasyonun hala etkisini gösterdiği bugün, Ortadoğu toplumlarının kendilerini yönetebilecek kapasiteden ve sorumlu bir hükümet anlayışından yoksun olduğu düşüncesiyle Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulmasını sağlayan İngiltere hükümetine uluslararası mahkemede dava açacağını duyurmuştur. Ancak, nasıl sonuçlanır ilerleyen zamanlarda görülebilecektir.

İngilizlerin, “böl, parçala, yönet” anlayışı, Ortadoğu’da ayaklanma ve çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Görüldüğü üzere, deklarasyonun bölgedeki devletler ve toplumlar üzerindeki etkisi hala devam etmektedir…

* Hasan KAYALI, Jön Türkler ve Araplar, Osmanlı İmparatorluğu’nda Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık (1908-1918), çev. Türkan Yöney, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.