Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Uluslararası alanda örgütlenmenin en yoğun olduğu II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, Doğu ve Batı Blokları içerisinde başlayan örgüt oluşumları, üçüncü dünya ülkelerinde de etkili olmuştur. Bağdat Paktı gibi, Batılı devletlerin isteği ile kurulan ve bunun sonucu olarak da bu devletlerin koruma sistemleri içine giren ve bağımsızlıklarını kısıtlama amacı göz önünde bulundurulduğunda Arap Birliğinin kurulması çabaları, Doğu-Batı düşmanlığının etkisi altında kalmıştır. Arap devletleri, Batı yanlısı veya Batı’nın etkisinde oldukları için İslam Birliği düşüncesine pek sıcak bakmamışlar, daha çok etnik ve bölgesel toplantılara önem vermişlerdir. 1965 yılında ilk defa Nijerya Başbakanı Ahmed Bello tarafından Müslümanlar arasında bir konferans fikri ortaya atılmış, Suudi Arabistan Kralı Faysal ve Fas Kralı II. Hasan tarafından da desteklenmiştir. Ancak Arap Devletleri, ‘İslam Birliği mi, Arap Birliği mi?’ şeklindeki ‘‘birlik’’ düşüncesinde farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. 22 Ağustos 1969 yılında Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın Avustralyalı bir Yahudi olan Michael Danis Rohen tarafından yakılması üzerine ortaya çıkan tepkiler İslam Konferansı Örgütü’nün toplanmasına ortam hazırlamıştır. Arap Devletlerini bir araya getiren konferans, Müslümanların değerlerine yönelik bir tepki sonucu oluşturulmuştu. Sonraki süreçte ortaya çıkan sorunlarda birliktelik içerisinde çözümleyici kararlar çıkmamıştır. Yaşanan gelişmeler göstermiştir ki, İslam Konferansı Örgütü şimdi ki adı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) aslında sonuç vermeyen bir örgüt olarak varlığını sürdürmüştür. Suudi Arabistan öncülüğünde, Türkiye’nin de içinde yer aldığı 34 ülkenin katılımıyla terör örgütlerine karşı bir İslam ittifakı kurulduğu duyuruldu. Suudi Arabistan’ın Orta Doğu’da lider olarak rol almak amacını da taşıyan bu ittifak yoğun olarak Sünni devletlerden oluşmaktadır. Peki, İslam İttifakının oluşumunda bahsedilen terör örgütleri kimlerdir? Çünkü Suudi Arabistan, ateistleri de terörist olarak görmektedir. Bu durum açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu ittifak içinde asıl terör örgütlerinin etkin faaliyet gösterdiği Suriye ve Irak ile İran’ın olmaması bölgede gerçekten mücadelede başarı getirecek midir? Yoksa teröristlerle mücadele adı altında gizli Sünni-Şii mücadelesi mi olacaktır? Hem terör örgütlerinin hem de İttifak içinde yer alan devletlerin aynı olan “Esad gitmeli” söylemi bu şüpheleri artırmaktadır. Bu ittifakın başarılı olabilmesi için öncelikle Terör örgütünün ılımlısı olmadığı gibi tercih yapmak zorunda kalmadan ittifak içerisindeki devletlerin terör örgütlerine olan yakınlığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Bazı güçler tarafından İslami terörist yaratılıp sonrasında da Müslümanın Müslüman ile savaşması tuzağına düşülmemelidir.