Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

 

Reuters haber ajansının NATO kaynakları ve ismini açıklamadığı Türk kaynaklarına dayandırdığı habere göre NATO Türk hava sahasının yönetiminde kontrolü ele almaya hazırlanıyor. Bu kapsamda NATO uçak ve sistemleri Türkiye’de konuşlandırılacak. Bunun asıl gerekçesi de Türk savaş uçaklarının ikinci bir Rus savaş uçağını düşürmesini engellemek.

Türkiye’nin hava sahası ve savunması konusunda NATO’dan destek alması aslında yeni değil. Türkiye, Haziran 2012’de bir Türk RF-4 savaş uçağının Suriye ordusu tarafından vurulması ve  Ekim 2012’de Akçakale’de 5 sivilin Suriye kaynaklı top ateşiyle ölümü sonrasında Suriye füzelerine karşı korunmasız olduğu için endişe duymaya başlamıştı. İşte Türkiye’nin iç savaş halindeki Suriye’den gelebilecek füze tehdidine karşılık NATO’dan hava savunma desteği talebi üzerine Patriot füze bataryaları Ocak 2013 başlarından itibaren Türkiye’ye konuşlanmaya başladı. Patriot bataryaları her birinde 2’şer batarya ve yaklaşık 250’şer personelle Türkiye’nin Suriye sınırına yakın üç şehirde (Gaziantep’te ABD, Kahramanmaraş’ta Almanya ve Adana’da önce Hollanda şimdi İspanya’dan) getirilen bataryalar yetiştirildi. 2015 Ekim ayında Adana’daki hariç diğer iki mevkidekiler geri çekilmişti.

Türkiye 2015 yılında 20 Temmuz’daki Suruç saldırısı, 10 Ekim’deki Ankara saldırısı, 3-4 Ekim’deki Rus uçaklarının hava sahası ihlalleri ve son olarak 24 Kasım’da Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra olayları hemen NATO’ya taşımıştı. Nitekim Rus uçağının düşürülmesinden sonra NATO’da yapılan toplantılarda ittifakın Türk hava sahasının korunmasına yönelik bir destek paketini yıl sonundan önce uygulamaya sokacağı açıklanmıştı. İşte bu paket hayata geçiriliyor.

Cuma günü (18 Aralık 2015) NATO Konseyinin yapacağı toplantıda NATO’nun muhtemel Rus ihlallerine karşı Türkiye’nin hava sahasını korumak üzere Türkiye’ye göndermeyi planladığı uçak, gemi ve sistemlere bakıldığında Reuters’un yorumunun gerçekleşeceğini söylemek hiç de abartı olmayacaktır. NATO kaynakları Rus uçağının düşürülmesinin NATO’yu öne çıkmaya zorladığını ancak Türkiye’ye verilecek desteğin Türk hava sahasının yönetiminde söz sahibi olmasına, bunun da Rusya ile olan gerginliğin azaltılmasına yardımcı olacağını düşünüyor. Çünkü NATO kaynaklarına göre NATO’nun angajman kuralları Türkiye’ninkinden daha “ihtiyatlı”.

NATO Konseyinde tartışmasız şekilde kabul edilmesi öngörülen pakette Türkiye’ye destek olarak gönderilmesi planlan platformlar şunlar: Hava savunma uçakları, Havadan Erken İhbar Uçakları (AWACS), uçak ve gemilere karşı füzelerle donatılmış fırkateyn ve komuta kontrol gemileri. Toplantıda bu platformların adetleri ve bunları hangi ülkelerin sağlayacağı netleştirilecek. Yine NATO kaynaklarına göre bu paket çift amaca hizmet edecek. Çünkü bu platformlar Türk hava sahasının korunmasını sağlarken aynı zamanda ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyona da destek vermiş olacak. Bilindiği üzere halen İncirlik’te ABD’ye ait elektronik istihbarat uçakları, 12 adet A-10 bombardıman uçağı, 6 adet silahlı Predator insansız uçağı, Almanya’ya ait 6 adet Tornado keşif uçağı ile 2 adet A400M nakliye uçağı ve Katar’a ait 4 adet savaş uçağı bulunmakta. ABD İncirlik’te bulunan 12 adet F-15 savaş uçağını iki gün önce İncirlik’ten geri çekti. ABD’nin Diyarbakır’da da savaş uçakları ve helikopterleri bulunmakta.

AWACS uçaklarının önemi

Özellikle NATO AWACS uçaklarının gönderilmesi Türk hava sahasının yönetiminin artan bir şekilde NATO tarafından yapılmasının da önünü açacak. İncirlik’e konuşlanacak AWACS uçakları sahip oldukları hassas elektronik ve istihbarat sistemleriyle 400 km menzil içindeki her türlü hava ve yer hedeflerine ilişkin hassas tespit ve teşhis yapabilmekte, elde ettiği bilgileri yerdek, denizdeki havadaki diğer platformlarla data-link sistemleri üzerinden karşılıklı paylaşabilmektedir. Rusya’nın Suriye’ye konuşlandırdığı S-400 füzlerinin menzillerinin 400 km olduğu düşünüldüğünde, NATO’nun İncirlik’te AWACS uçakları konuşlandırmasının S-400’lere yönelik bir hamle olduğunu söyleyebiliriz.

Mevcut durumda NATO envanterinde olan AWACS uçakları elde ettikleri bilgileri doğrudan Brüksel’deki NATO Müttefik Kuvvetler Karargahına rapor ediyor. Her ne kadar IŞİD ve Rusya’ya karşı yürütülen bu operasyon “henüz” bir NATO operasyonuna dönüşmediğinden Türk savaş uçakları Türk Genelkurmay Başkanlığı komutası altında olacak. Ancak NATO kaynakları, yukarıda belirtilen platformların Türkiye’ye intikali ve sonrasında faaliyetin başlamasıyla birlikte NATO’nun Türk hava sahasının yönetimini giderek artan şekilde üstleneceğini, AWACS’lar aracılığıyla alınacak bir hedef bilgisine (örneğin hava sahası ihlali yapan Rus uçağı) karşı Türk savaş uçaklarının nasıl karşılık vereceğinin NATO ile koordine edilmesinin isteneceğini ve NATO’nun “veto” hakkını kullanacağını söylüyorlar.

Bu durum Türkiye’nin artık istediği şekilde Suriye sınırındaki hava sahası ihlallerine karşılık veremeyeceği anlamına geliyor. Dolayısıyla NATO’nun bu katkıyı sağlarken belli şartların yerine getirilmesini istediği belirtiliyor. Nitekim Amerikan F-15 savaş uçaklarının Türkiye’den çekilmesine ilişkin açıklama yapan Amerikalı yetkililer Türkiye ile hava sahasının korunmasında nasıl bir bir işbirliği yapılacağına ilişkin olarak Türkiye ile bir anlaşma imzaladıklarını duyurmuştu. Bu anlaşma içinde NATO kaynaklarının belirttiği hususların yer almış olması büyük ihtimaldir.

Reuters’ın haberinde diğer dikkat çeken bir husus da NATO diplomatik kaynaklarından alınan bilgiler. Buna göre, ABD ve ittifak içindeki Avrupalı müttefikler IŞİD’e karşı daha fazla bir şeyler yapması (örneğin, 98 km.lik sınır hattının IŞİD’e kapatılması), Rusya ile yeni gerginlik ve krizlere yol açacak olaylardan kaçınılması ve (haberdeki ifadelerle) Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürtlerle bir barış sürecini sürdürmesi için  Türkiye’yi zorluyor.

NATO’nun Türkiye’ye yerleşmesi sürpriz mi?

Tabi ki süpriz değil. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin her türlü olayı NATO’ya taşıması ABD’nin bölgeye (Türkiye’ye) NATO kuvveti konuşlandırması planlarını kolaylaştırdı. Özellikle İncirlik Mutabakatının yürürlüğe konulmasıyla birlikte ABD’li yetkililerden gelen açıklamalar (Türkiye’ye hatırı sayılır bir kuvvet yığacağız, IŞİD’i yeninceye kadar burada kalacağız vs) ilk emareler olmuştu. Bu açıklamaları ve sahadaki gelişmeleri değerlendirdiğimizde ve yine aylardır yaptığımız ve yazdığımız değerlendirmelerde ABD’nin NATO aracılığıyla Türkiye’ye ucu açık şekilde askeri kuvvet yığacağını bunun da Türkiye’nin egemenliğine zarar vereceğini belirtmiştik.

Tabi bu arada eski NATO Komutanı emekli Oramiral James Stavridis’in Temmuz’dan buyana üç değişik tarihte yazdığı ve İncirlik’i merkeze alacak şekilde NATO unsurlarının Türkiye’ye yerleştirilmesini önermesi de dikkat çekiciydi. Nitekim halen Türkiye’de olan yabancı askeri kuvvetler ile NATO’nun yeni göndermeyi planladığı sistemlere bakılırsa Stavridis’in planıyla önemli oranda örtüştüğünü görmekteyiz. (Stavridis hava, füze ve istihbarat sistemlerine ilave olarak Türkiye’ye Amerikalı generaller komutasında kara kuvveti ve özel kuvvetler birlikleri gönderilmesini de öneriyordu. Önerilerinin bu bölümlerinin de hayata geçip geçmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.).

Sonuç olarak;

İçeride ve dışarıda çok değişik risk ve tehditlerle karşı karşıya bulunan Türkiye kendi güvenliğini sağlamada inisiyatifi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gözüküyor. Karşılaştığı tehditleri bertaraf etmekte kendi milli güç unsurlarına güvenmek ve kullanmak yerine tek seçenek olarak üyesi olduğu güvenlik ittifakından yardım bekleyen Türkiye’nin, (aynı ittifakta olsalar da herbir üyesinin Türkiye ve bölgeye yönelik değişik çıkar ve hedefleri olan bir ittifak içinde), alınacak tedbirler ile uygulanacak politika ve stratejilerde inisiyatifi kaybedecek hatta sözde desteği alabilmesi belli bazı şartları yerine getirmesi öne sürülebilecektir.

Reuters’un haberinde bu husus maalesef öne çıkmaktadır ve yabancı bir haber ajansı bu tehlikeyi deşifre edebilmektedir. Gerçekten de ABD ve NATO’nun Türkiye’de yürüttüğü yığınaklanma faaliyeti, konuşlandırılan asker, uçak ve diğer silah/savunma sistemlerinin kullanılma konsepti, mevcut NATO uygulamaları dikkate alındığında Türk hava sahasının yönetilmesi ve Rus hava tehditlerine karşı korunmasında son sözü NATO’nun söyleyeceği anlaşılmaktadır. Hava sahasının yönetiminde inisiyatifi ve kontrolü bir başka ülkeye ya da bir ittifaka bırakmak o ülkenin egemenliğini yabancıyla paylaşması hatta devretmesi anlamına gelir ki kabul edilmesi mümkün değildir. Meclis’ten geçen tezkerenin ve NATO anlaşmasının hükümlerini buna cevaz veriyor şekilde yorumlamak da mümkün değildir.

Halbuki Türkiye, Rusya ile olan sorunlarını ikili bazda çözecek devlet tecrübesi ve ikili ilişkiler geçmişine sahiptir. Mevcut konjonktür aslında Türkiye’nin Rusya ile işbirliği yapmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye ile Rusya arasındaki gerginlikler bölgede haritaları yeniden çizmek, yeni dengeler oluşturmak isteyen güçlerin işine gelmektedir ve de perde arkasından tahrik etmektedirler. Bu nedenle Türkiye, IŞİD’le mücadele ve Suriye/Irak politikalarında köklü bir değişime hem de acilen gitmeli, NATO’nun bütün ağırlığıyla Türkiye’ye yerleşmesine fırsat verecek bu yeni NATO destek paketini talep etmekten derhal vazgeçmelidir.

Türkiye bunu yapmadığı takdirde NATO şapkası altında ABD’li general komutasında kara kuvvetleri ve özel kuvvet birliklerinin de Türkiye’de konuşlanması büyük ihtimalle gerçekleşecektir. ABD/NATO’nun bu kadar büyük kuvvetlerle Türkiye’de konuşlanmasını sadece IŞİD ve Rus tehdidiyle açıklamak mümkün değildir. Suriye/Irak’ta yaşanan sorunlarının Türkiye’yi terör sarmalına sokmuş PKK terör örgütünün nihai hedefi (bağımsız büyük Kürdistan) ile bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla Türkiye’ye konuşlanacak NATO kuvvetlerinin Türkiye’ye karşı baskı/yaptırım aracı olarak da kullanılması (Batılı ülkelerin Türkiye’nin PKK terör örgütüyle tekrar müzakere masasına dönmesi yönündeki baskılarını hatırlayın) maalesef ki gerçekleşebilecektir. Son söz olarak, “NATO’nun Türkiye’de konuşlanması sadece Türk hava sahasının korunmasına destektir” şeklinde basit olarak geçiştirilebilecek bir konu değildir ve Türkiye’ye maliyeti ağır ve büyük olacaktır.