Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ENDONEZYA’DAN TÜRKİYE’YE BARIŞ ÖNERİSİ

Endonezya dünyanın en büyük devletlerinden birisi olarak Güney Doğu Asya ile Büyük Okyanus arasında yer alan iki milyon kilometre karelik geniş bir ülkedir.  Nüfusu 300 milyonu bulan bu devlette, milyonlarca insan yüzlerce adaya bölünen bir adalar denizinde yaşamaktadır.  Adaların üzerinde beş yüzden fazla yanardağın bulunduğu Endonezya sürekli olarak bu yanardağların kendisini sarstığı bir su ülkesidir.  Hint okyanusundan Büyük okyanusa kadar uzanan bu adalar ülkesi, canlı ve hareketli yanardağlar nedeniyle dünyanın en sık ve sayısız depremlerine maruz kalmaktadır.  Bir ülke büyüklüğündeki kocaman adaların aynı bölgede toplanmasıyla, ülkesini adalar denizinden okyanuslar bölgesine uzatmak durumunda kalan Endonezya devleti, bu nedenle ham adalar hem de okyanuslar devleti olarak tanınmaktadır.  Endonezya devletinin vatan ya da yer kavramlarıyla ifade edilen ülke tabanını çeşitli sular oluşturmaktadır.  Dünyanın en büyük yanardağ kuşağının tam ortasında yer alan bu devlet, aynı zamanda sular kadar yanardağların da etkisi altında varlığını sürdürmeye çalışan çok yönlü bir jeopolitik ülkedir.  Dünyanın en sıcak ve nemli ülkelerinden birisi olarak Endonezya’da da siyasal gelişmeler iklime dayanan bir biçimde diğer ülkelere göre fazlasıyla sıcak geçmektedir.  Bu ülkedeki yoğun siyasal yapılanmaların yarattığı sıcak gelişmeler sürekli olarak dünyanın güncel gelişmelerine yansıyarak belirleyici olmakta ve olayların yönlenmesinde etkili olmaktadır.

Endonezya sınır komşusu olan Malezya ile aynı kaderi paylaşan bir ülkedir.  Adalar, yanardağlar ve sahip olduğu büyük ormanlar ile büyük yeraltı zenginlikleri, bu ülkeyi aynı zamanda dünyanın önde gelen enerji merkezi konumuna getirmiştir.  Bir petrol ülkesi olarak Endonezya dünya ekonomisi ve siyasetin de önde gelen büyük oyuncularından birisi konumuna gelerek, olayları yönlendiren büyük güçlerden birisi olmuştur.  Nüfusunun dörtte üçü Müslüman olan Endonezya’da toplumun önemli bir kesimi de Budizm, Şamanizm ve diğer Asya dinlerine inanmaktadır.  Çin ve Hindistan gibi iki dev ülkenin karşı kıyısında yer alan Endonezya devleti on beşinci yüzyılda Arap ve Müslüman tüccarların bu ülkeye gelmesiyle batıya doğru açılmıştır.  Daha sonraki aşamalarda batılılar ve Avrupalılar doğuya doğru açılarak ticaret girişimleri aracılığıyla adalar denizini, Hintlilerin ve Çinlilerin konumlarını öğrenerek bu bölgelere gelmişler ve üçüncü aşamada da yerleşerek sömürge idareleri kurmuşlardır.  Önce Portekiz, sonra İngiliz sömürge yönetimi altında kalan Endonezya ülkesi daha sonraki aşamada ise Hollanda’nın yönetimi altında varlığını sürdürmek zorunda kalmıştır.  İngiltere imparatorluğu Hindistan’a girerek bölgedeki hegemonyasını genişletince, buradan Avustralya kıtasını da denetimi altına almayı hedeflemiştir.  Bu aşamada ağırlık Avustralya kıtasına verilince İngilizler Avrupalı sömürge ortağı durumunda olan Hollandalılar ile birlikte hareket etmeye başlamışlardır.  Hollanda İngiltere sonrasında Endonezya ülkesinin yeni egemeni olmuştur.  Çinlilerin ve Hintlilerin yetersiz kaldıkları adalar denizi üzerinde Araplar, Müslümanlar ve Ruslar harekete geçerek Asya kıtasını tamamlayan ada ülkelerini kendi çıkar düzenlerine dahil etmişlerdir.  İngiltere bütün dünyayı yönetmeye doğru adım atarken Almanya, Fransa ve İspanya gibi büyük devletleri bir yana bırakarak, Hollanda ve Belçika gibi küçük sömürgeci devletler ile ortak hareket ederek yeryüzü üzerinde bir büyük Avrupa hegemonyasının peşinde koşmuşlardır.  Bugünkü Endonezya bu yüzden halen Hollanda yönetiminin hegemonyası altındadır.

Endonezya yirminci yüzyılda Hollanda Hindistan’ı konumunda gelmiş ama bu yüzyıl içinde sömürge imparatorlukları bağımsızlığa giderken, bu ülke de Endonezya Cumhuriyeti olarak dünya haritasındaki yerini almıştır.  Hollanda daha sonraki aşamada İngiliz imparatorluğu ile yarışa girince, bu bölgede adalar üzerindeki sömürge imparatorlukları uzun süren savaşlara sürüklenmek zorunda kalmışlardır.  Yirminci yüzyılın tam ortasında Ahmet SUKARNO’nun liderliğinde bağımsızlığa yönelen Endonezya Cumhuriyeti, sahip olduğu büyük nüfusu ile İslam dünyası içinde kendine önemli bir yer edinmiştir.  Yeni kurulan devletin başkanı olarak Sukarno İslam dünyasına yakın bir yol izlemiştir.  Bölgedeki bütün büyük devletleri dışlayan yönetimi ile Sukarno yönetimi, diğer İslam ülkeleri gibi İslam birliğinin önde gelen savunucusu konumunda hareket etmiştir.  Yirminci yüzyılın bütünüyle soğuk savaş koşulları altında geçmesi yüzünden Rusya sahibi olduğu Sovyetler Birliği imparatorluğunu kullanarak güneye doğru harekete geçince, başta Endonezya olmak üzere bütün ada devletlerinde Sovyetler Birliği üzerinden sosyalist rejimler kurulmak istenmiştir.  Böyle bir durumu önceden gören Amerika Birleşik Devletleri bir gece yarısında adalara büyük bir asker çıkartması yaparak, Endonezya’yı işgal etmiştir.  İşgal gecesi ülkenin askeri birlikleri direnme gösterince, Avrupa’daki Hristiyan fanatizminin bambaşka bir uygulaması bu ülkede gerçekleştirilmiştir.  Bosna’da bir gecede on bin Müslümanı katleden Hristiyan fanatizmi, Endonezya’da da bir gecede on bin İslam askerini öldürmüştür.  Soğuk savaş döneminin en kanlı saldırısını ABD orduları Endonezya’da gerçekleştirirken, bu Müslüman ülkenin ordusunun en savaşçı askerleri Hristiyan ordularının saldırgan işgalleri ile karşı karşıya kalmışlardır.  Bu açıdan emperyalizmin en ağır saldırılarına Endonezya ordularının muhatap olduğu görülmektedir.  Uzun yıllar Avrupalı emperyalist orduların işgali altında var olma mücadelesini sürdüren bu Asya devleti, siyasal tarihte diğer bütün dünya ülkelerine örnek olacak bir ulusal savunmayı başarmıştır.

İkinci dünya savaşı sonrasında batılı emperyalistler Hint ve Büyük okyanus alanlarında hegemonya yarışına girerlerken, Asya kıtasının önde gelen büyük devletlerinden birisi olarak Endonezya önce Hollanda ile karşı karşıya gelerek, değişen dünya dengelerindeki konumunu korumaya çalışmış ve daha sonraları da gene Avrupalı Emperyalistlerin yeni saldırılarına karşı çıkarak onların güney yarım küresinde genişlemelerini önleyebilmek üzere ordusunu yenileyerek ciddi mücadelelerde bulunmuştur.  Ülkenin en doğu bölgesinde yer alan büyük adalardan birisi olan Timor adasında Hristiyan dini hızla yayılınca, Hollanda bu ada üzerinde yeni bir Hristiyan devleti kurmaya çalışmış ve bu doğrultuda isyancılar ile ayrılıkçıları desteklemiştir.  Batı dünyası Hristiyanları destekleyince, Müslüman bir devlet olarak Endonezya bu yeni devlete karşı çıkarak, ülkesinin geçmişten gelen birliği ve bütünlüğünü sonuna kadar savunmuştur.  Ne var ki, batılı emperyalistler saldırı ve işgal hareketlerine şiddetle devam edince birkaç yıllık bir ayrılıkçı savaş sonrasında Timor adasının kuzey bölgesi, Timor Cumhuriyeti resmi adı ile bağımsız bir devlet olarak ilan edilerek Endonezya devletinin küçülmesine giden yolu açmıştır.  Ülkenin en doğusunda Avustralya ‘ya komşu konumundaki Timor adasının ilk önce bağımsızlığının gerçekleştirilmesinden sonra ikinci aşamada da ülkenin en batı bölgesinde bulunan adalardan birisi olarak, Açe adasının bağımsız devlet yapılanmasıyla ülkenin bütünlük içindeki sınır yapılanmasına ikinci kez müdahale edilerek, bu konuda emperyalist baskılar sürdürülmüştür.  Osmanlı İmparatorluğu döneminde Halifelik görevini Abdülhamit yürütürken Açe adasının Müslüman yapısı ile imparatorluğun bir parçası haline geldiği, bu nedenle Osmanlı topraklarının dağıtımı genel program çerçevesinde ele alınması gerektiği gibi iddialar öne çıkmış ama daha sonraları batılı emperyalistler yeniden bölgeyi paylaşma planları üzerinde anlaşarak uzlaşınca eski Osmanlı adası olan Açe adası Endonezya devletinin bütünlüğü içinde kalmıştır. Yüzlerce adadan meydana gelen bu büyük ülke bugün de Hollanda destekli ayrı devlet statüsünü devam ettirmektedir.

İkinci dünya savaşı sonrasında Sosyalist ve Kapitalist blokların arasına sıkışıp kalan bir orta dünya devleti olarak Endonezya bir Müslüman ülke olarak aynı zamanda Çin ile İslam dünyası arasında varlığını sürdürmekte olan bir haritanın gene ortalarında yer almaktadır. Bu konumu ile Endonezya son derece kritik bir jeopolitik yapılanmanın tam ortalarında yer alarak geleceğin dünyasında gündeme gelebilecek çekişmelerin ve savaşların ana hedefi olma gibi bir özelliğe de sahiptir. Ahmet SUKARNO isimli bir Müslüman devlet adamının kurduğu Endonezya askeri saldırılar ve işgal hareketleri sonrasında bu sefer de Endonezya ordusunun önde gelenlerinden birisi olarak, Suharto isimli bir yüksek rütbeli bir ordu yöneticisinin eline geçmiştir. ABD ordusunun bir gecede saldırarak ülkeyi işgal etmesi ve özellikle on bin askerin bir gece içinde yok edilmesi üzerine ülkede sıkıyönetim ilan edilerek bu geniş ülkenin güvenlik içine alınmasına çaba gösterilmiştir. Yaşanan siyasal gelişmeler sonucunda Batı ülkelerinde görülen ordu güdümlü bir askeri demokrasi rejimi kurulmaya çalışılmıştır ama dış müdahaleler sürekli devam ettiği için, Endonezya koruyucu ülkesi olan Hollanda’nın yardımıyla uzun bir süre sonra batı tipi demokrasiye yönelebilmiştir. Özellikle yirminci yüzyılın son on yılına girerken sosyalist yönetim altındaki halk cumhuriyetlerine son verilirken, Endonezya devleti de askeri diktatörlükten normal demokrasiye yönelebilmenin çabası içine girmiştir. Sosyalist blokun sona ermesiyle Rus askeri birlikleri geri çekilirken, NATO’nun patronu konumundaki ABD hem NATO hem de ABD askeri birliklerini bu bölgedeki bazı devletlerin ülkelerinde askeri üslere kadro olarak tahsis etmiştir. Devletin kurucu başkanı Sukarno koyu bir milliyetçi tutum izleyerek hem adaların birliğini korumuş hem de bu bölgeye yerleşmek üzere gelen batılı emperyalistlerin önünü keserek yeni işgal planlarının devreye konulmasını önlemiştir. 1950’li yıllarda Türkiye’ye gelen Sukarno, Türk devleti ve Endonezya arasındaki bağlantıların kurulmasını sağlamıştır. Sukarno hastalanınca ülkede karışıklıklar çıkmış ve olaylar bir darbe senaryosuna doğru ilerlerken, ordu komutanlarından Suharto yönetime el koyarak, sosyalist saldırılara karşı batı bloku içindeki Endonezya devletinin yerini korumuştur. 1960’ların dünyasında asker başkan Suharto yönetimi sivil başkan Sukarno’dan devralırken devleti tümüyle yenilemiştir. Askeri yönetim tüm adalarda üç yüz bin insanı yok ederek, katı bir diktatörlük kurmuştur. Komünist rejimlere karşı ABD desteği ile Suharto dünyanın en katı dikta rejimini kurmuştur.

Çin ile İslam dünyası arasında yer alan Endonezya ülkesi birçok açıdan önemli bir jeopolitik konuma sahip olduğundan, bu ülkeyi ABD ve AB emperyalistleri Çin’e karşı kullanmaya çalıştılar. Ülkeyi ele geçirme çabası içindeki Amerikan emperyalizmi, kapitalist sistem içinde ortak çalıştığı İngiltere ve Hollanda gibi ülkeleri kullanarak ülke ekonomisini ele geçirmeye çalışırken, Çinliler de bu durumda geride kalmamak üzere ticaret ve iş geliştirme yolları üzerinden bütün Endonezya adalarına girerek bu ülkeyi ele geçirebilmenin kavgasını veriyorlardı. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birisine sahip olan Endonezya devletinin yarısı Çin yarısı da Hindistan’dan gelen göçmenlerin istilasına uğradığı için, büyük bir nüfusun tümüyle tek bir ulusal çatı altında bir araya getirilmesi mümkün olmamıştır. İki büyük devlet arasında yer alan bu ülke Endonezya ismini alırken, “İndo” hecesini Hindistan “Nezya” hecesini ise Asya’dan alarak devletin adı karma bir biçimde belirlenmiştir. Çinli ve Hintli halk ile devletin halk kitlesi yaratılmaya çalışılmıştır. Çok farklı adaların getirdiği ayrı kimliklerin bölünme yaratmasına izin verilmemiş ve böylece tek bir devlet kurulurken, merkezinde yer alacak yeni devletin bu bölgeyi tümüyle temsil etmesi için çaba gösterilmiştir. Batılı güçlerin ve şirketlerin ülkeyi ele geçirme girişimlerine karşı, Çinli tüccarlar tıpkı Arap ve Müslümanlar da benzer yöntemlerle ülke ekonomisini ele geçirmek ve ekonomi üzerinden ülkeyi batı blokundan kurtarabilme mücadelesi yapıyorlardı. Asya ve Afrika ülkeleri 1950’li yıllarda başlayan Bandung konferansları sayesinde, doğu ve batı bloklarına karşı bir büyük üçüncü dünyacılık hareketi Endonezya merkezli olarak başlatılmıştır. Böylece Endonezya kendi bölgesinde olduğu gibi dünyanın genel yapılanmasında üçüncü dünyacılık akımı üzerinden çok etkili olmuştur.

Dünyanın orta bölgelerinde kurulmuş olan bir büyük ülke olarak hem kendi konumunu dikkate alacak hem de dünya düzeninin geleceğe dönük bir biçimde yenilenmesine katkıda bulunacak güce sahip olanların içinde, Endonezya’nın öne çıkan bir konumunun bulunduğu üçüncü dünya ülkeleri arasında başlatılmış olan Asya-Afrika ülkeleri arasındaki küresel birliktelik sayesinde açıklık kazanmıştır. Endonezya geçmişten gelen batılı emperyalist saldırı ve işgal girişimlerine karşı kendini korumak ve vatan savunması örgütleyerek ayakta kalabilmek için her açıdan harekete geçerek dünya siyasetinde önde gelen bir yere sahip olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra komünizm tehlikesinden kurtulan Endonezya, içinde bulunduğu merkezi coğrafyanın aldığı yeni biçimler doğrultusunda birçok yeni gelişmelerle karşı karşıya gelmektedir. Batı emperyalizmlerine, Sovyet Emperyalizmine ve de Arap dünyasından ileri gelen İslamcı bir emperyalizmin adaların üzerinde etkili olmalarını bütünüyle önlemekte çok zorluklar içinde kıvranan Endonezya devleti, bütün Asya ve Afrika ülkelerine kucağını açarak gerçekleştirdiği üçüncü dünyacılık hareketi ile mazlum ulusların bütün emperyalist devletlere karşı mücadelesinde önderlik yapma konumuna da gelmiştir. Asya kökenli bir nüfusun Çin ve Hindistan boyutları dikkate alınarak uluslararası alandaki gelişmeler doğrultusunda bazı yeni gelişmelere göre, dış politikalarda değişiklik yollarına dikkat edilmektedir. Dünya yeni bir yüzyıla doğru emin adımlarla giderken, değişen koşullar ve merkezler açısından da eskisinden çok daha farklı bir jeopolitik ortam ile karşı karşıya gelmektedir.  Böylesine bir değişim rüzgârı bütün ülkeleri olduğu kadar diğer dünya devletlerini de etki altına alarak yönlendirmektedir.  

Yirminci yüzyılın tam ortalarında kurulmuş olan Endonezya devleti aradan geçen yarım yüzyıllık zaman süreci içinde çağdaş dünyada giderek yayılan batı tipi demokratik rejime yakınlaşarak, ülkelerini böylesine bir yapılanmanın getirdiği saflaşma içine girmişlerdir. Yarım yüzyıla yakın bir süre içinde askeri yönetim altında yönetilmelerine rağmen bugünün koşullarında demokrasi yolunda ilerlemekte ve anayasalarına uygun düşen zaman aralarında genel seçimlerini yaparak kendilerini geleceğin koşullarında yönetecek olan yeni hükümetlerini seçebilmektedirler. Ahmet SUKARNO’nun devleti kurarken oluşturduğu Endonezya demokratik partisi, bütün siyasal gelişmelerde öncülük rollerini yerine getirerek, bu büyük ülkenin gidişinin batı blokunun oluşturduğu ulusal devlet yönlerinde oluşmasına dikkat etmişlerdir. Geçen Şubat ayının başında yapılan son genel seçimlerde Endonezya devlet başkanlığı ve parlamento genel seçimleri yapılmış ve ülke yeni yönetimine bu yoldan kavuşmuştur. Sonuçları sürpriz olarak karşılanan genel seçimler sonucunda işbaşındaki Cumhurbaşkanı Widodo tekrar seçilememiştir. Bu ülkeyi otuz yıl yöneten askeri diktatör, Suharto’nun damadı konumunda bulunan ve Endonezya ordusunun özel kuvvetler komutanı olan Subianto, yeni başkan olarak seçilmiştir. Büyük Endonezya hareketi partisinin lideri olarak adaylığını koyan yeni başkanın asker kökenli olması ve bu doğrultuda özel kuvvetler komutanlığından devlet başkanlığına seçilmesi, bu ülke halkının yeni dönemde ortaya çıkabilecek özel durumlar açısından özel kuvvetler benzeri yönetimlere gereksinme duyulmasına yol açabilecek, belirli özel durumların ülkenin siyasal gündemine gelebileceğine dair kamuoyunda bazı özel tartışmaların yükselmesi yüzünden, seçimlerin bu doğrultuda sonuçlandığı söylenmektedir. ABD-ÇİN arasında başlamış olan siyasal gerginliklerin bu ülkedeki genel seçimleri de etkilediği ve eski cumhurbaşkanının bu yüzden seçimleri kaybettiği anlaşılmaktadır. Genel seçimlerin böylesine sonuçlanmasında etkili olan iç ve dış faktörlerin yeni siyasal koşullarla birlikte düşünülmesi gerektiği açıktır. Endonezya’nın yeni seçilen cumhurbaşkanı geçen seçimlerde de rakibi olan yeni başkana karşı şansını kaybetmiştir. Batı ülkelerindeki seçimlere benzeyen bir süreçte yapılan genel seçimlerin, Endonezya’nın demokratik geleceğini kurtarmak açısından yararlı olduğu, yapılan tartışmalar aracılığı ile oluşturulan kamuoyu tarafından da destek gördüğü anlaşılmaktadır. Ülkede savaş ihtimallerinin giderek arttığı bir ortamda böylesine bir sonuç demokratik açıdan normal görünüyor.

Dünyanın en kritik bölgesinin tam da ortalarında yer alan Endonezya devletinin yönetim yapısında geçmişten gelen büyük bir siyasal birikim olduğu için kendini bilen her devletin, zor günler için önlemler aldıkları bilinen gerçeklerdir. Dünya tarihi incelendiği zaman bu tür önlemler ile devletlerin zor dönemleri atlatabildikleri ama gelecekte ortaya çıkabilecek zor dönemler için önlem almayan ya da yeterince karşı duramayan siyasal iktidarların ya da devletlerin bu gibi zor dönemlerde ortada kaldıkları, bu yüzden birçok istenmeyen durumun öne çıktığı görülebilmektedir. Bu nedenle birçok olumsuz koşulun bir arada ortaya çıktığı olumsuz gelişmeler, siyasal düzenlerle birlikte devletleri de ortadan kaldırdıkları görülmüştür. İki tarafı okyanuslarla çevrili bir konuma sahip büyük adalar ülkesinin güvenliği ya da kamu düzenliği gibi sorunlarının aşılabilmesi, kesinlikle önceden alınacak önlemlerle korunabilir. Korunma üzerinden geliştirilecek yeni sistemler aracılığı ile Endonezya gibi hem son derece kritik jeopolitik ortamın içinde yer alan ülkeler hem de her açıdan saldırılara hedef olabilecek açıkta bulunan ülke yönetimlerinin çeşitli yönlerden ortaya çıkabilecek tehlikeli durumların çok değişik gelişme ihtimallerini dikkate alması, bir devletin varlığı açısından zorunludur. İki okyanus arasındaki adalarda yaşayan bir ülke olarak, Endonezya devletinin böylesine geniş bir bakış açısına sahip olması gerekmektedir. Böylesine bir devleti yönetenler ile birlikte gene böylesine bir devletin çatısı altında yaşayan vatandaşların da ülke ve devletlerinin geleceği açısından yeterli bilgi, görgü ve donanıma sahip olmaları bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır. Konumu gereği sağlam zemin üzerinde kurulmamış devletlerin, kendileri ile birlikte komşu ya da ilişki kurdukları devletler ile çeşitli temaslar ya da bağlantılar çerçevesinde güvenlik içinde bulunmaları, alınacak önlemler aracılığı ile geliştirilerek devlet ve toplum düzenlerinin korunmaları gerekmektedir.

Endonezya ile ilgili bir makalede, bu ülkenin içinden çıkmış olan bir büyük iş adamının normal koşullarda karşı karşıya geldiği bir olay, her açıdan öğretici olduğu için bu konuyu kısaca burada özetlemekte genel yarar vardır. Endonezya Hollanda desteğinden yararlandığı için ülke ticaret ve ekonomi alanlarında bu ülkeden gelen destek ve yardımlardan yararlanmaktadır. Bu gibi durumlarda Hollandalı ve Endonezyalı iş adamları zaman zaman bir araya gelerek ortaklaşa hareket ettikleri görülebilmektedir. Bu gibi örneklerden birisi Türkiye’de yaşanmış ve Endonezyalı bir iş adamı Hollandalı ortağının destekleri ile bir Türk bilim adamına kalıcı bir barış düzeni önerisinde bulunmuştur. Endonezyalı iş adamı iki binli yılların başlarında Türk bilim adamını davet ederek kendisinden açıkça siyasal çıkış için bir talepte bulunmuştur. Türk kamu oyunun yakından tanıdığı bilim adamını ile Endonezyalı iş ve ticaret adamı, geleceğin dünyası, Türkiye’si ve de Endonezya’sı hakkında görüş alışverişlerinde bulunmuşlardır.  Endonezyalı ticaret adamı Türkiye ile birlikte merkezi coğrafya üzerinden evrensel güvenliğin sağlanabileceğini ve bunun içinde kesinlikle yeni bir siyasal partinin kurulması gerektiğini dile getirerek, vakit kaybetmeden bir an önce batı emperyalizminin karşısına çıkacak ve batıdan gelecek tüm saldırılara karşı duracak, yaklaşmakta olan savaşlar döneminin atlatılabilmesini sağlayacak ve gerçek anlamda antiemperyalist mücadeleler yaparak, batı blokunun doğu bölgelerine saldırılarını çeşitli yollardan önleyerek dünya barışına katkıda bulunacaktır. Atatürk çizgisinde batı emperyalizmi karşıtı yeni bir siyasal parti ile NATO, ABD ve batılı emperyalist devletlerinin Türkiye’yi kullanmalarına fırsat vermeyecek, yeni bir siyasal parti ile Türkiye’de ikinci Kuvayı Milliye mücadelesini kazanacak bir büyük siyasal oluşuma gereksinme olduğunu ve bu amaçla kurulacak partinin ve böylesine bir direnişin tüm ulus devlet yönetimlerini etkileyerek, bunlar üzerinden üçüncü bir dünya savaşının ortaya çıkartılmasının önlenebileceğini Endonezyalı iş adamı Türk bilim adamına aktarmıştır.  

Türk bilim adamı şaşkınlıkla Endonezyalı ticaret adamını dinlerken siyaset için çok büyük sermaye gereği olduğunu, ayrıca gizli ya da açık hiç bir örgütün elemanı olmadığını açıkça dile getirdiği zaman, bu konuda isimsiz bir bilim adamı konumunda bulunan çeşitli isimlerin yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesi için yeni bir kadro olarak eğitilmesi gerektiğini, bu işlerle ilgili olarak bankalar arası düzende var olan barış fonlarından yararlanmanın ve destek sağlamanın her zaman mümkün olduğunu, işe öncelikle ekonomi ile başlanması gerektiğini, bütün bankaların barış fonları üzerinden yönlendireceği bazı fonlar aracılığı ile savaşlara karşı duracak ve savaş karşıtı hareketler ile girişimleri örgütleyecek yeni adımların atılmasına gereksinme bulunduğunu bu çizgide geliştirilecek siyasal eylemlerin dünya ve ülke barışlarına yardımcı olacak bir biçimde ele alınmaları gerekliliği konuşularak, Türkiye üzerinden bir üçüncü dünya savaşı çıkarmak projesinin kesinlikle önlenmesi gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Büyük devletlerin öncelikle Irak, ikinci olarak Suriye ve üçüncü adım olarak İran’a saldırmaları ile üçüncü dünya savaşının çıkartılacağını ve bunun ancak Türkiye üzerinden geliştirilecek siyasal ve askeri girişimlerle önlenebileceğini, eğer savaşa müdahale edilmezse o zaman Rusya, İran, Çin ve Hindistan gibi büyük Asya ülkelerinin de üçüncü cihan savaşına girmek zorunda kalacaklarını ve daha sonra da diğer dünya devletlerinin bu savaşa katılacağını, böylece en sonunda üçüncü dünya savaşının ana hedef olarak çıkartılacağını Endonezyalı ticaret adamı Türk bilim adamına açıkça söylemiştir. Türk aydınlarının ve halkının bir an önce uyanarak devleti ve milleti yok edebilecek patlamalara yol açılabilecek kışkırtmalarla, üçüncü dünya savaşının çok kolay çıkartılabileceğini, böyle bir savaşa karşı acilen antiemperyalist bir örgütlenme içine girilmesi gerektiğini, bu nedenle savaşın başlamadan önce önlenmesi gerektiğini dile getirerek, Orta Doğu savaşının İran’a sıçramasından önce durdurulması gerektiğini ve bu konuda merkezi ülkenin Türkiye olduğunu açıkça dile getirmiştir. Endonezyalı aydın iş adamı Türkiye’nin dikkatini çekerken, bu sorunun NATO çerçevesinde çözülemeyeceğini, NATO’nun devreye girmesiyle birlikte NATO üyesi olan batılı ülkelerin askeri işgalleri ile önce İran’ın ve daha sonra da hedef olarak Rusya’nın saldırı ve işgal tehditleri altında olduklarını söylemiştir. Ayrıca bütün Asya ülkelerinin savaşlara karşı olduklarını aynı zamanda her türlü savaş karşıtı eylemlere tüm Asya ülkelerinin birlik çatısı altında bir araya gelerek karşı çıkacağını, savaşa en son Çin’in gireceğini ve bu doğrultuda tüm Asya ülkelerinin gerekirse Çin’e karşı çıkarak üçüncü dünya savaşını önleyebilmek üzere mücadeleye kalkışacaklarını, Endonezyalı tüccar kişi Türk bilim adamına anlatmıştır. Batı bölgesinde çıkmış olan dünya savaşlarının yeni dönemde Orta Doğu ve Orta Asya hattı üzerinde yapılacağı gibi bazı gelişmeler son yıllardaki uluslararası hareketlerde eskisine oranla daha fazla gündeme gelmiştir.

İki dünya savaşı geçirmiş ve 100 milyondan fazla bir nüfusu bu savaşlarda kurban vermiş olan uluslararası dünya ve insanlık, bir üçüncü dünya savaşı ile yeniden milyonlarca insanını kaybetmeye karşı çıkacaktır.  NATO, Amerika, İngiltere, Fransa ve İsrail gibi emperyal devletlere ve örgütlere karşı bir büyük mücadelenin dünya barışı için verilmesi gerektiği giderek iyice ortaya çıkmaktadır. Orta Asya’dan bir Endonezyalı tüccar adamın Türkiye’ye gelerek batı emperyalizminin ancak Anadolu toprakları üzerinde durdurulabileceğini, bu amaçla Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak yeniden yapılanması gerektiğini, antiemperyalist çizgide yeni bir partinin kurularak, bütün dünya ülkelerinin ortak katılımları ve destekleri ile küresel bir barış düzeninin oluşturulabileceğini Türk bilim adamına anlatırken aynı zamanda Endonezya ülkesi üzerinden Türk devletine yönelen bir çağrı ile de giderek saldırı örgütüne dönüşen NATO ile komşu ülkelere karşı bir askeri harekete Türkiye’nin kalkışmaması gerektiğini açıkça dile getirmiştir. Türk bilim adamı aracılığı ile hem Türk ulusuna hem de Türk devletine barıştan yana bir tavır sergilemeye çalışmıştır.  İnsanlığın geleceği için anlayana çok şey ifade eden bu çağrı dikkate alınırsa, Orta Asya ve Orta Doğu devletleri bir merkezi direniş hareketine kalkışacaktır.