Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

YERELLEŞME VE ÜNİTER DEVLET 

Türkiye Cumhuriyeti yirmi birinci yüzyılın içine doğru ilerlerken, bütün dünyada yeni bir çizgide yerelleşme rüzgarları estirilmektedir. Küresel emperyalizmin bütün dünya kıtalarına egemen olmaya çalıştığı ve bu doğrultuda geçen yüzyıldan gelen hegemonya rüzgarları estirilirken diğer yandan da bu durumun tamamen tersi bir doğrultuda yerelleşme ve bölgeselleşme gibi yeni siyasal yapılanma çabaları ve girişimleri birbirini izler bir biçimde siyaset sahnesinin gündemine gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti, küresel saldırganlığın var olan ulus devleti kemirerek yok etmesi girişimlerini yaşanırken, ülkemiz yeni bir yerel yönetimler genel seçimi dönemecini aşmak durumu ile karşı karşıya gelmiştir. Küresel emperyalizm her yönden geliştirdiği saldırı mekanizmaları üzerinden yeni bir dünya düzenini oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da yeryüzü kıtalarında yaşamakta olan on bine yakın etnik, dinsel ve de kültürel alt kimlikli grupların ortaya çıkışları ile yakından ilgilenmektedir. Bu doğrultuda küçük alt grupların dünya haritası üzerindeki yerleşimleri her yönü ile incelenerek, eskisinden farklı yapıda yeni bir düzene doğru üzerinde yaşadığımız dünya gezegeni yönlendirilmektedir. İşte böylesine bir yaklaşımla yeni dünya düzeni ortaya çıkarılmaya çalışılırken, yavaş yavaş ortaya çıkan yeni rüzgarların sonucunda dünya kıtalarının genel görünümü terk edilmektedir. Var olan haritalar üzerindeki yerler, bölgeler ve benzeri diğer yerleşim merkezleri oluşturulmak istenen çok farklı bir yapılanma için, eski ulus devletlerin çatısı altından çıkartılarak var olan devlet sayısının iki yüzlü rakamlardan iki binli rakamlara doğru ulaştırılması gibi bir arayışın, giderek yeryüzü sahnesinde gündeme oturarak siyasal oluşumların ve süreçlerin belirleyicisi olduğu görülmektedir. Büyük devletlerin yeni küresel saldırılarına tamamen ters bir yönde öne çıkan yerelleşme ve bölgeselleşme oluşumlarıyla devletlerin büyüklükleri ortadan kalkarken, orta boy ya da giderek zayıflayan büyük devletlerin zayıflamaları sayesinde yeni yerel ya da bölgesel yapılanmalar daha küçük devletleşme oluşumlarının önünü açmaktadır.  

Yerelleşme kavramı insanlık tarihi boyunca her dönemde farklı içerikler ya da yapılanmaların yansıması ya da yönelişi olarak öne çıkarken ve dünya imparatorluklar çağından ulus devletlere geçerken, yerellik ya da bölgesellik faktörleri beraberce gündeme gelmiştir. Daha sonraki aşamada da nüfus artışları üzerinden her devlet kendi nüfusuna sahip olmuş, aradan geçen üç yüz yıllık zaman dilimi içinde de imparatorluklar sonrasında kurulan bölgesel yapılanmalarda ulus devletler ortaya çıkmış ve böylece yirminci yüzyıl dünyası iki yüzü aşkın devlet oluşumu üzerine kurulmuştur. Bugün de buna benzer bir değişim rüzgârı şimdiki dünya düzenini zorlarken, yerelleşme ve bölgeselleşme akımları dünyanın her bölgesinde ortaya çıkarak, ulus devletlerin tıpkı yüz yıl önce imparatorlukların dağılmasında olduğu gibi, bölücülük ve çöküş senaryolarının gerçeklik kazanmalarına yardımcı olma aşamasına gelmiştir. Bugünün dünyasında küresel hegemonya ilişkileri giderek güçlenirken ulus devletlerin ortadan kalkmasına yardımcı olacak bir biçimde yerelleşme ve bölgeselleşme oluşumlarının da birbiri ardı sıra öne geçerek geçerlilik kazandıkları anlaşılmaktadır. Yirminci yüzyıl ulus devletler düzeni içinde geçip giderken, geçen yüzyıldan gelen bölücü ve küçültücü bazı siyasal oluşumların devletleri şehir ya da eyalet parçacıklarına bölerek, her bölgede şehir ve eyalet devletlerinin bir araya geleceği bölgesel birlik ya da federasyon gibi yeni oluşumların devreye girdikleri göze çarpmaktadır. Bu doğrultuda geliştirilen yerindelik ilkesi üzerinden yerelleşme ya da bölgeselleşme oluşumları devreye girerken, var olan ulus devletlerin tıpkı imparatorluklar gibi dağılma sürecine doğru sürüklendiği görülmektedir.  

Yerelleşme kavramı bugünün dünyasında Avrupa birliğinin oluşumu sırasında kesinlik kazanarak öne çıkmıştır. Küreselleşme ve yerelleşme süreçleri ikiz kardeşler olarak gelişmeler gösterirken, yeni dünya düzeninde ulus devletlerin yıpranmasına ve zamanla da ortadan kalkmasına giden gelişmeler birbiri ardı sıra öne çıkınca, geçmiş dönemlerden gelen siyasal yapılanmaların hızlı bir dönüşüme doğru sürüklendikleri bir ara dönem ortaya çıkmıştır. Küresel emperyalizm ulus aşırı sistemlerin yükselmesi için çalışırken, bir yandan da ulus altı daha düşük toplum yapıları içinde de gerek şehir devletleri gerekse eyalet yapılanmaları üzerinden var olan devletlerin ülkelerinin parçalı bir yapılanmaya doğru iteklendikleri görülmüştür. Ulus devletlerin üniter yapıları ile yerelci yapılanmaların alt kimlikçi ve farklı özeliklere sahip olan konumları siyasal düzenlerin istikrarlı bir biçimde devam ettirilmeleri açısından sakıncalar yaratmaktadır. Ulus ötesi büyük sistemlerin geçerli olan kültürel standartlarının kullanılarak üniter sistemlerin korunmaya çalışılması, girişimlerin çatışma ya da çekişmelere yol açmaması açısından yararlı olmaktadır. Küresel emperyalizm ulusal kimliklere ve devlet modellerine savaş açtığı için, yerelci yapılar ile özelliklerden yararlanılarak şehir devletleri ya da eyaletler üzerinden küçük bölge devletçiklerinin oluşumları zamanla gündeme gelmektedir. Emperyal devletler kimlik hareketlerini tetikleyerek, normal seyri içinde ulus devletleri yıkıma sürüklemektedir.  

Yerelci hareketler ve oluşumlar zaman içinde belirginlik kazanırken kültürel ve özgül kimlikler küreselci saldırıların sonucu olarak öne çıkartılırken, ulus devletlerin üniter yapılarının tehlike altına girdiği bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Küresel saldırılar devletleri zor durumlara düşürürken küreselleşme açısından devletler kaybeden durumuna düşmektedir. Yerel ve küresel gerçeklikler giderek bir diyalektik ilişki sürecine doğru yuvalanıp giderken, karşılıklı etkileşimler yeni durumlar ve özellikler yaratarak zaman ve mekân içinde esneyen toplumsal bağlantıların yaygınlık kazanması ile biçimlenerek, siyasal ya da sosyal anlamda etkiler yaratabilmektedir. Yerel olaylar ve gelişmeler aynı zaman ya da mekân durumlarından uzaklaştıklarında ortaya çıkan yeni durumlara göre farklı önemler kazanmaktadırlar. Gerçekleşen yerel olaylar ulus devletlerin üniter siyasal düzenleri açısından her zaman olumsuz etkiler yaratabilmiştir. Yerelleşme olgusu çerçevesinde aynı yerde bulunan ya da yaşamakta olan insanların benzer özellikler gösterdikleri bir doğrultuda küçük çevre birlikleri oluşabilmekte, ya da bireylerin seçme ve karar verme özelliklerinin öne çıkmasıyla birlikte teknolojinin de destekleriyle kendi bilişim ve bilgi sistemlerini kurma şansına sahip oldukları görülmektedir. Böylece çok küçük alanda etkinlik sağlayan marjinal kültürler bile yeniden dirilme fırsatı bularak, ulusların sosyal düzenini sarsmaktadır. Yerel kültürlerin canlandırılarak etkin olması sayesinde yerel özelliklerin toplumsal örgütlenme üzerinden ulusal özellikleri ve de bunlara bağlı olarak zaman içinde oluşmuş olan alt kimlikçi özelliklerin yaygınlık kazanmalarıyla yerelleşme olgusu hız kazanarak güçlenmekte ve daha sonraki aşamalarda da yaratılan yerel kültürler üzerinden yerel devletçiklerin ortaya çıkmasına yol açan gelişmeler, siyasal gündemdeki yerini almaktadır. Ulus devletlerin kuruluşu ile geliştirilen ülkesel bütünlüklerin, dış desteklerle öne çıkarılan yerelcilik oluşumları aracılığı ile tehdit altına sokulması, dünya haritaları üzerinde yeni bazı çizgilerin öne çıkartılmasına yardımcı olmuştur. Yerellik ilkesi küresel eğilimlere karşı doğal bir tepki olarak gelişirken, aynı zamanda ulusal kültür değerlerini de yıkarak var olan dünya düzenini derinden sarsıp devlet sayısını fazlalaştırmaktadır.

Avrupa Birliği süreci için her devlet bölge meclislerini oluşturmuş ve bölgecilik akımının öne geçmesiyle her bölge için yerel devletçilik uygulamaları eyaletleşme aracılığıyla devreye girmiştir. Bu durumda yerel topluluk üyelerinin hakları ve talepleri anlamında bazı ilkeler uluslararası ve bölgesel metinlerde yer alarak uygulamaya geçmektedir. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik şartı 1985 tarihinde kabul edilerek, uygarlığın beşiği olduğu öne sürülen bu kıtada kamu düzeni yerel bölgeler üzerinden yeniden yapılandırılmıştır. Özerklik statüsüne bütün Avrupa vatandaşlarının alınması ve tam anlamıyla halkın katılımı öngörülürken, Avrupa kıtasında yer alan bazı ulus devletler ile birlikte yerel yönetim yapılanması birlikte yürütülmeye çalışılmıştır. Yerel halkların hak ve özgürlüklerinin düzenlenmesi ile ilgili olarak 1992 yılında Maastricht anlaşması ile bu doğrultuda ikinci bir sözleşme üye ülkelerin katılımı ile kabul edilerek uygulama alanına getirilmiştir.  Yerel halklar ya da yapılanmalar ile ilgili daha sonra bir üçüncü adım atılarak Avrupa Birliği Kentsel şartı da kabul edilmiş, merkezi yönetimlerin yanı sıra bir de yerelleşme olgusu benimsenmiştir. Avrupa bölgesel yönetimleri kurulu bulundukları bölgenin yerel koşullarına tam olarak uyum sağlayacak biçimde örgütlenirken, yerellik olgusu öncelik kazanmaktadır. Bölgelerin yasal düzenlemeleri sırasında merkezi devleti temsil eden başkentler ikinci planda bırakılarak, kentlerdeki hukuk düzenleri vatandaşların hak ve özgürlükleri üzerinden yönlendirilmeye çalışılmıştır. Avrupa kentlerinde yaşayan Avrupa vatandaşlarının her türlü hak ve özgürlükleri öncelikle sağlıklı bir çevre yaratmak açısından, Avrupa hukuk belgeleri ile güvence altına alınmaktadır. Bu amaç doğrultusunda Avrupa vatandaşları her türlü hak ve özgürlükleri güvenli bir biçimde kullanabilmektedir. Yerel yönetimlerde etkin yurttaş katılımları ile demokratik ortamlar yaratılarak güvence altına alınmaktadırlar.  

Avrupa ülkeleri sahip oldukları jeopolitik konumlarına göre hareket ederek kendi hukuk düzenini kurarken, yüksek düzeyde bir siyasal özerklik düzeyi elde edebilmek çizgisinde yoğun girişimlerde bulunmaktadırlar ve bu nedenle var olan temel kamu düzenine uygun bir biçimde merkezi düzeni tamamlayıcı bir biçimde, bazı ülkelerde yerel yönetimlerin merkezi yönetim ile yan yana gelerek ortak çalışmalar yapmaları gerekmektedir.  Avrupa’nın önde gelen ulus devletleri olarak Almanya, Fransa, İtalya gibi bu geleneği temsil eden büyük devletlerde merkezi yönetim öncelikli kamu düzenleri bulunmaktadır. Bazı yerel yapılarda valilerin hak ve yetkileri genişletilerek yerel hak ve özgürlükler kısıtlanabilirken, diğer yerel yönetim bölgelerinde bunun tamamen tersi bir çizgide bir yol izlenerek merkezi yönetim ile birlikte valilerin hak ve yetkileri sınırlanabilmektedir.  Yasal ve de siyasal çizgideki özerkliklerden birisi öne geçerken diğeri geride kalabilmektedir.  Avrupa Birliği bir kıtasal devlete yönelerek otuzdan fazla devleti kendi çatısı altına aldığı bir model geliştirmeye çaba gösterirken, ABD ve Kanada gibi Avrupa dışı devletler kendi özel konumlarına uygun bir biçimde merkezi ve yerel otoriteler arasındaki ilişkileri düzenleyerek kendi gerçeklerine uygun düşen bir biçimde bir çizgi çizebilmektedirler. Son yıllarda batı ülkelerinde yapılan yönetim reformları sırasında, katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlükler genişletilirken, merkezi yönetimin otoritesi sınırlanarak demokratik açılımlara daha geniş yer vermek gibi bir çağdaş uygulama bilinçli bir biçimde getirilmektedir. Fransa’da yasal özerklik artırılırken, siyasal özerklik de bunun tersi bir çizgide sınırlandırılabilmektedir. Kanada’da yerel özerklik sınırlı kalırken yerel yönetimler yeterince desteklenmemektedir. Bu ülkede belediye örgütlerinin sınırlı kalarak yetirince örgütlenmemesi, yerel hizmetlerin yürütülmesinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ise kendisine bağlı elliden fazla yerel yönetim yapılanması olduğu için yerelleşme açısından bir federal devlet olarak büyük bir potansiyeli merkeze bağlı olarak yönetmektedir. Bu büyük ülkede bir genellemeye gitmek mümkün olmamakta ama her eyaletin bölge koşulları, yapılan yönetsel yapılanmalarda öncelikli olarak ele alınmaktadır.  Merkezi devletin kaynak aktarma konusunda istenen düzeylerde olmaması gibi durumlarda, yerel yönetimler devreye girerek merkezin eksiklerini tamamlamaya çalışmaktadır.  ABD yerel özerklikler açısından düşük hukuk düzeyi göstererek aşırı masraflarla zayıf kalırken, siyasal özerklik açısından orta özelliklerde kalmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kurulduğu için bütünüyle üniter bir yapılanmaya sahiptir.  Merkezi devletin sahip olduğu sınırlar açısından bir bütünleşme söz konusu olduğu için üniter devletler çatısı altında yerel yönetimlere daha az yer verilir. Üniter devletler açısından devletin birliği ve bütünlüğü esastır ve bu doğrultudaki bir yaklaşım ile anayasal hukuk düzeni kurularak yola çıkılır. Dünyada bulunan devlet tipleri arasında üniter devlet modeli en fazla görülen ya da karşılaşılan bir özel model olarak siyasal alanda gündeme gelmektedir. Latin kökenli batı dillerinin hemen hemen hepsinde var olan üniter kavramı tek, tekçi ya da tekil sözcüklerinin anlam karşılığında bütünleşmiş bir siyasal yapıyı ya da devlet modelini temsil etmektedir. Latince kökenden gelen bu kavram, merkezi noktada kurularak, devletin bütün siyasal sınırları içinde bulunan toprakları ya da alanları kapsayan tek merkezli bir siyasal düzeni ifade ederek, merkezdeki bütünleşmiş güç potansiyelini temsil eden tek kutuplu ve siyasal sınırları ile bütünleşmiş devlet yapılanmasını temsil etmektedir. Genel olarak parçalı ya da çoklu devlet modellerine karşı çıkan üniter devlet bütüncül bir yapılanmayı temsil ederek devreye girdiği zaman, ortaya çıkan devlet tipini tek ya da basit devlet olarak görmek mümkündür. Üniter devlet modelinde devletlerin her temel unsurundan birer adet olmalıdır. Bu nedenle temel unsurların birden fazla olması bu devlet modeli içinde söz konusu olamaz. Tek devlet, tek anayasa, tek bayrak, tek ülke, tek ulus, tek dil ve tek hegemonya gibi değişik alanlardaki devlet unsurlarının tek bir siyasal bütünü oluşturmak üzere dile getirildiği, ortak devlet biçimine kamu hukuku alanında üniter devlet adı verilmektedir.

Üniter devlet düzenlerinde devletin tek ve bir bütün olarak hukuk devletiyle düzenlenmiş bölünmez bir hukuk düzeni söz konusudur. Bir üniter devlet içinde hiçbir unsur tek başına bir anlam ifade etmez ama bunların hepsi kuruluş modelinin içinde oluşturdukları bütünsellik ile yaratılan bir devletin unsurları olarak siyasal güç boşluğunun doldurulması açısından birbirleriyle bir araya gelerek kurulmakta devleti ortaya çıkaran ya da yaratan bir oluşum operasyonunun parçalarıdır. Tek başına bir anlam ifade etmeyen devletin yaratıcı unsurları bir araya getirilirken, bir bütünün parçaları olarak yeni kurulmakta olan devletlerin temel dayanak noktası olan parçaları öne çıkarırlar. Her devlet kuruluşu sırasında yasama, yürütme ve yargı olarak üç temel güçle ortaya çıkmaktadır. Bu üç esas hukuk kaynağı olarak öne çıkan yasama, yargı ve yürütme; diğer temel unsurlar gibi üniter devletin çatısı altında tek ve güçlü bir biçimde düzene konulmak durumundadır. Üniter devletin kurulu bulunduğu başkent, merkezi devletin ana noktası olarak var olurken devletin anayasasına göre örgütlendiği örgütlenme merkezi içinde bütün devlet unsurlarının bir araya gelerek birbirlerini tamamladıkları bir büyük siyasal organizasyon olarak, var olan ulus devletlerin dünya siyaset sahnesine çıkmışlardır. Devletlerin siyasal merkezinde örgütlenmeler tamamlanırken her temel unsurun sırasıyla dikkate alınması ve diğer unsurları bir araya getirerek bütün parçaları ile üstün bir güç merkezi olarak kurulmakta olan devlet yapılanmasının, her devletin kuruluşu sırasında bütün unsurları kapsayan bir karma yapılanmanın, unsurların birbirlerini tamamlamasıyla öne çıkartılması gerekmektedir.  Bir ülkenin oluşturacağı hukuk devleti çatısı altında kurulacak kamu düzeninin her yönü ile tamamlanması öncelikli olarak gerekmektedir. Kuruluş sonrasında ülkelerin kamu yönetimi yapıları kurulabilmektedir.  Bütün devletler sahip oldukları hegemonya gücünü kamu hizmetlerini gördüğü sırada kamu kurumları aracılığı ile örgütleyerek kurabilmektedir. Üniter devletler aynı zamanda ulus devlet niteliği taşıdıkları için ulus devlet yapılanmasının daha güçlü bir biçimde gerçekleştirilmesinde önemli rolleri üstlenebilmektedirler. Dışa doğru bakıldığında ulus devletler ile üniter devletler iç içe bir konumda kendilerini savunabilmektedir.

Her ülkede çeşitli bölgeler bir arada bulunduğu için yer olarak ifade edilen küçük alanlar ile bölge olarak isimlendirilen büyük alanların konumu, ülke içindeki coğrafi ve jeopolitik toprakların durumuna göre belirlenebilmektedir. Daha küçük yerler yerellik ilkesi çerçevesinde ele alınırken, işgal ettiği alan olarak daha geniş yerlerin bölge olarak tanımlandığı durumlar, birbirlerinden farklılık göstermektedirler. Bunların içinde çok kalabalık ve geniş alan sahibi yerler için gelecekte eyalet ya da bölge devleti gibi siyasal yapılanmalar düşünülebilirken, daha küçük ve nüfusu fazla olmayan küçük yerleşim yerleri için de ya şehir devleti ya da semt yönetimi veya bu kırsal alan düzenlemeleri için de köykent, tarım kent biçiminde toprağa bağlı yerel yönetim yapılanmaları öne çıkabilmektedir.  Avrupa kıtasındaki orta çağ dönemi ve bunun uzantısı olarak derebeyliklerin öne çıkan köykent ya da tarım kent adıyla kırsal alandan kentsel alana doğru yerleşim ve yönetim birimlerinin birbirini izleyerek yaygınlık kazanması, yerellik olgusunun yeni idari birimleri farklı boyutlarda ele almasına giden yollara doğru gelişmeler göstermesini sağlamıştır. Bir Asya devleti olarak Rusya yerel alanlarda Şuralar oluşturup ideolojik bir imparatorluk olarak Avrasya kıtasının boş bölgelerine doğru yayılırken, gene bir başka Asya devleti olan İsrail iki dünya savaşı sonrasında merkezi topraklarda, merkezi coğrafyada ele geçirerek işgal ettiği topraklarda Kibutz ve Moşav gibi köykent ve tarım kent benzeri yerel yönetim yapılanmalarını öne çıkarıyordu. Merkeze bağlı topraklarda geniş alan örgütlerine gidildiği aşamada merkezi yönetim ile birlikte ülkenin çeşitli bölgelerinde yer alan değişik ya da farklı yerel yönetim modelleri de uygulanmaya çalışılmıştır. Rusya ile birlikte İsrail’in de geniş alan kapsamlı örgütlenmelere yönelmesiyle birlikte, her iki imparatorluk girişiminin eski Osmanlı topraklarına yönelerek bu alandaki kent ve kırsal alan yapılanmalarına öncelik vermişlerdir. Has, Zeamet ve Tımar ismiyle üçe bölünen Osmanlı tarım düzeni çerçevesinde kamu yönetiminde kentsel ve kırsal yerleşim düzenleri dengeli bir biçimde yayılıyordu. Bugünkü köy ve semt düzenlemelerine gelene kadar, Osmanlı devletinde kapitalizm öncesi bir kamu düzeni kurulmaya çalışılmıştır.  Fabrikaların olmadığı bir kırsal düzen içinde Osmanlı devleti de toprağa bağlı üretim düzeni kurmuş ve daha sonra da bu tarım merkezlerindeki beyliklerin beslediği askeri birlikler ile hem savaşlara karşı ülkeyi savunmuş hem de kırsal üretim ile ekonomik gereksinmeler karşılanmıştır.

Her devletin ayakta kalmak ve varlığını savunarak sonsuza kadar devam edebilmek açısından toprağa bağlı üretim düzeni Osmanlı devletinin yirminci yüzyıla kadar savaşarak ayakta kalmasını sağlamıştır.  Geniş alanlarda dağınık bir biçimde yaşayan halk kitlelerini besleyerek ve onları zaman içinde cephelerde askerlik görevleri veren Osmanlı yönetimi, büyük imparatorluğu ayakta tutabilmek için yurt düzeyinde toprak ve tarım düzeni ile varlığını sağlam temellere oturtmuştur. Uygulamada köy, semt, ilçe, il ya da kent veya büyük şehir gibi yerel yaşam düzenlerini araziye uygun yerel yönetimlere çevirmiştir. Devletler sahip oldukları kamu gücünü yaşam düzenlerine dönüştürerek, genel ve merkezi kamu düzeni içinde yerelliğin gerekli kıldığı kamu düzenlemeleri ya da hizmetlerinin yerine getirilmesi doğrultusunda idari düzenlemeler yapabilmektedirler ama ülke ve kent belediye meclislerinin aldığı kararlar çerçevesinde, yaptıkları kamusal alanlar ile ilgili kararlar alarak yasa ya da yasama yerine geçebilecek hukuk yaratma yetkilerine tam olarak sahip kılınmamışlardı. Bir üniter devletin çatısı altında kurulmuş olan yerel yönetimler her zaman için merkezi kamu düzeninin yönetimi altındadırlar, bu nedenle de hiçbir zaman yasama ve yürütme yetkileri bulunmadığı için yerel yönetimler hiçbir biçimde üniter devletin tek yapılı statüsünü ortadan kaldıramaz. Milletin temsilcilerinin meclise girerek yasama çalışmalarına katılarak etkili olmaları, vatandaşların yetkileri dahilindedir. Yerel yönetimler yasa çıkartamaz ama kamu hizmetlerinin yerel uygulamaları ile kararlar alabilir ya da yönetim esasları belirleyebilirler. Yerel yönetimler yasalara uyarak kendi alanlarında hareket edebilirler ama hem yasalara hem de merkezi alanda yer alan devlet birimlerinin aldıkları kararlara da uymak gibi bir zorunluluğa sahiptirler.  

Ulus devletlerin anayasalarında var olan üniter devlet yapılanması hem büyük alanlarda bölgecilik hem de daha küçük alanlarda gereksinme olarak gündeme gelen kamu hizmetlerinin karşılanmasını sağlayacak bir biçimde, yerellik ya da yerelcilik uygulamalarını öne çıkarabilmektedir. Yerel yönetim birimleri üniter merkezi devleti parçalayan ya da ona alternatif olacak biçimde bir yönetim gücüne sahip değillerdir. Üniter devleti tamamlayan ve kamu hizmetlerinin yoğunlaşması ve artan gereksinmelerin karşılanması halk kitlelerine ulaşırken, bunların daha üst düzeyde yerine getirilmesi için oluşturulan yönetim birimleri üst düzeydeki makamlara bağlı bir biçimde çalışırlar. Bu gibi birimlerin kurulmasına karar verme yetkisine sahip olan üst düzey birimler, yerel yönetimler üzerinde vesayet makamı olarak denetim görevlerini yerine getirerek, merkezi üniter devletin ana organ olarak varlığının ve tekliğinin korunmasını sağlarlar. Bu duruma benzer bir biçimde ülke unsuru gibi millet unsurunun da oluşturulması sırasında halk kitleleri arasında din,dil,ırk ve de etnik ayırımlar hiçbir zaman yapılmaz. Üniter ulus devletlerde devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, eşit bir statü altında hem devletin korumasından yararlanır hem de hak ve özgürlükler alanında diğer insanlarla birlikte kamu hizmetlerinden eşit seviyede yararlanabilir. Ulusal ve üniter devletlerde hiçbir zaman hiçbir grup için özel uygulamalar yapılamaz. Merkezi devletin tekelinde bulunan ulusal egemenlik hakkı her grup için eşit biçimde kullanılır. Üniter devlet sadece yerel ayrımcılıklara dayanan yerel federalizmi değil korporasyonlara dayanan federal yapıyı da reddeder. Tarikatlar, cemaatler ya da etnik gruplar açısından da üniter devlet anayasal eşitlik statüsüne uygun olarak her türlü ayrıcalıklı uygulamaya karşı çıkmaktadır. Üniter devlette egemenlik gücünü elinde tutan merkezi devlet her türlü ayrıcalığa karşı çıkarak, anayasal eşitlik ilkesini korumaktadır.  Tek devlette tek egemenlik hakkı kullanılırken, vatandaşlar arasında ayırım yapılamaz.  

Üniter devletler genel olarak merkezi bölgede alt yapılarını sağlamlaştırdıktan sonra, ulusal sınırlar içinde kalan bütün ülke toprakları üzerinde devletin ve milletin güvenliğini korumak üzere çeşitli güvenlik önlemlerini alabilirler. Üniter olmayan bileşik yapılı devletler parçalı yapıda unsurlar ile karşı karşıya geldikleri zaman, devlet içinde çelişkilerin bazen çatışma yarattığı ve bunların zamanla ülke çapında bir devlet krizine giden yolu açtığı görülmektedir. Ulus devletlerdeki üniter sistemlerin devlet içinde uyum ve dengelerle siyasal organizasyonun sürekliliğini sağladıkları görülmektedir. Üniter devletlerde birden fazla anayasa ve hukuk düzenlerinin geçerli olmadığından, siyasal istikrar ve güvenli bir gelecek için gene üniter devlet sistemlerine geri dönülmesi gerektiği, birçok çağdaş devlette ve onların yönetimi altındaki toplumlarda yaşanan olaylar ile ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kurulduğu için, ulusal kurtuluş savaşının başlangıcından bugüne kadar sürekli olarak bir üniter devlet yapılanması içinde olmuş ve bu coğrafyanın imparatorluk ahalisini gerçekçi bir biçimde ele alarak sonraki dönemlerde merkezi coğrafyada alt kimlik çatışmalarını önlemiştir. Yerellikten başlayarak özerklik görünümünde bugüne kadar devam edip gelen merkezi devlet yapılanmasına karşı çıkış politikası, olaylar karşısında zaman zaman tırmanarak eskisinden çok daha sert bir tutuma dönüştüğü zaman, bu bölgedeki savaş lobilerinin büyük devletlerin desteğini alarak her türlü sıcak çatışma ile birlikte savaş senaryolarını tırmandırdıkları anlaşılmaktadır. Avrupa yerel yönetimler şartı; yetki idaresi görünümünde yetki paylaşımını gündeme getirdiği için üniter devletlerin merkeziyetçi konumunu ortadan kaldırmaktadır. Bu doğrultuda hizmette yerellik ve halka yakınlık gibi adımlar atılmaya çalışılmıştır. Böylece ulus devletlerin üniter yapıları ortadan kaldırılırken, yeni dönemde ulus devletler yerine eyalet devletleri modeli geçerli kılınmaya çalışılmaktadır. Bu yüzyılda devlet sayısı 200’den 2000’e doğru artırılırken, yerellik ilkesi üzerinden üniter devletlerin parçalanmaları gündeme getirilmektedir. Bunun sonucunda hem ulus devletler hem de uluslar ortadan kalkacak ve parçalı bir yapılanma içinde alt kimlikler aracılığıyla dünyada iki bin eyalet devleti gündeme gelecektir.