Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ATATÜRK VE MİLLET MEKTEPLERİ

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Türkiye Cumhuriyeti siyasal devrim sonucunda kurulmuş olan bir devlettir. Devletlerin dünya tarihi içinde meydana çıkarken, ortaya çıktıkları zamanın uluslararası konjonktürüne göre biçimlendiği ve bu doğrultuda belirli bir modeli benimseyerek ve zamanla yeni bir hukuk düzeni oluşturarak, dünya haritası üzerinde yerlerini aldıkları görülmektedir. Geriye doğru insanlık tarihi incelendiği zaman, her dönemin kendine has koşulları doğrultusunda farklı devlet modellerinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. İlk çağlarda ilkel yönetim modelleri görülürken, ortaçağ da din devletleri, yeni ve yakın çağlarda ise önce krallıklar sonra imparatorluklar ve sonrasında da ulus devletler tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır. Türk devleti imparatorluklar batarken ve parçalanırken, eski bir imparatorluğun merkez topraklarında kurulmuş olan bir ulus devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bir yönü ile tarihsel sürece uygun bir biçimde imparatorluktan ulus devlete geçiş yaşanırken, diğer yönü ile de bir dünya savaşı kaosundan kurtulabilmek önceliği doğrultusunda, o dönemin koşullarında gerçekleştirilen bir Kemalist devrim sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız devlet statüsünü kazanarak, merkezi coğrafyanın tam ortalarında Türk ulusuna tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik düzenini kazandırmıştır.

Bir devrim sonucunda kurulmuş olan Türkiye cumhuriyetinin kurucu kadrosu, devrimci bir yönetim olarak her alanda Kemalist devrimin yansımaları doğrultusunda devrimci girişimleri birbiri ardı sıra uygulama alanına getirerek, çağdaş bir cumhuriyet düzeninin temelleri atılmıştır.  Her siyasal devrim yepyeni bir düzen getirirken ya içinde gerçekleştiği devletin sınırları içinde yeni bir düzen kurar ya da bütünüyle eskiyen devlet düzenini arkada bırakarak, yepyeni bir devlet modelinin önünü açmaya çalışır. Kurucu önder olarak Atatürk, gerçekleştirdiği Kemalist devrimin toplumun bütün katmanlarında yerleşebilmesi ve kökleşmesi için her alanda devrimci atılımlarda bulunarak, çağdaş bir cumhuriyetin gerçeklik kazanmasına devrimci potansiyel doğrultusunda yardımcı olmuştur. Yedi yüzyıllık bir imparatorluk düzeninin çöküşü üzerine gerçekleştirilen cumhuriyet devleti, bir hanedanın saltanat yönetimine karşılık Türk halkının ulusal egemenlik düzenini eski rejimi yıkarak gerçekleştirmiştir. Toplum ve devlet yönetiminin gerektirdiği her alanda devrimci atılımlar kısa zamanda yapılarak tamamlanmaya çalışılmıştır. Cumhuriyetin onuncu yılında kurucu önderin dile getirdiği gibi az zamanda çok işler yapılmıştır. Ortaçağ karanlığından kurtarılan bir halk topluluğu Türk kimliği içinde ve çağdaş uygarlık dünyasında kendisine onurlu bir yer arayan bir halk yönetimi olarak gündemdeki yerini almıştır. Topyekûn bir devrim olarak Kemalist devrim toplumu yeniden düzenlerken, çağdaş dünya ile yakınlık oluşturulmasına dikkat etmiş ve bilim, kültür ve sanat alanlarında devrimci girişimler ile yenidünya düzenindeki yerini almasını bilmiştir.

Türk devrimi imparatorluktan ulus devlete geçerken, eski devletin geride kalan dağınık ahalisinden bir ulus çıkarabilmek üzere devrimci atılımlar ile sonuç almaya çalışmış ve bu doğrultuda devrimci atılımlar uygulama alanına aktarılırken, Harf devrimine öncelik tanınmıştır. Geçmişten gelen Arapça’nın getirdiği bir Ortaçağ yapılanmasının halk kitlelerini bugünün dünyasından uzaklaştırması üzerine bu doğrultuda yeni Türk devletinin ulusal dili olamayacağı ortaya çıkınca, yeni yönetim Arapça öncesi dönemlerde Orta Asya merkezli Türk dünyasının kullanmış olduğu eski Türkçe’ye geri dönmeye karar vermiştir. Yeni ulus devlet bir Türk devleti olarak kurulurken doğal olarak da bu ulus devletin resmi dili Türkçe olarak benimsenmiş ve böylece Türk dil devrimi tamamlanmıştır.

Batı dünyası ile doğu bölgesi arasında sıkışan ve bir merkezi coğrafya devleti olarak ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulduğu topraklar imparatorluğun geri çekildiği alanların tam ortasında kalınca, merkeze doğru Türk boylarının göçleri hızlanmış ve böylece geniş bir coğrafyada yaygın bir dil olarak etkinliğini sürdüren Türk dilinin, yeni devletin resmi dili olması benimsenmiştir. Osmanlı devleti sırasında Türkçe’ye girmiş olan Arapça ve Farsça kelimelerin temizlenmesinden sonra arı bir dil yapılanmasına gidilmiş ve bu doğrultuda harf devrimi yapılarak, Türk dilinin Arap harfleri yerine Latin harfleri ile yazılması devrimci bir atılım sayesinde yasal bir düzene kavuşturulmuştur. Latin alfabesinin bir dil devrimi ile kabulünden sonra bu harflerin Türk halkına öğretilmesi gibi bir kamu görevi devrim yapan Türk devletini bekliyordu. Batı dünyasında genel olarak kabul edilen Latin harfleri sistemi, batı ülkeleri dışında pek uygulanmıyor ve bu doğrultuda her devlet kendi diline uygun düşen bir alfabe modelini kendi ülkesinin özel koşullarını dikkate alarak düzenliyordu. Çin, Japonya, Hindistan, Arabistan ve İran gibi ülkeler kendi alfabeleri doğrultusunda özel bir harf sistemini benimseyerek varlıklarını geliştirmeye çalışırlarken, Atatürk cumhuriyetinde çağdışı Arap alfabesi terkedilerek yerine batı dünyasının önde gelen ülkelerinin benimsemiş olduğu Latin alfabesi, modern dünyanın harf sistemi olarak benimseniyordu. Osmanlı devletinin yönetimi sürekli olarak savaşmak durumunda olduğu için, ülkede yaşayan halk topluluğunun bilim, sanat ve kültür alanlarında gelişme yaşaması mümkün olamıyor ve bu yüzden de eski imparatorluk ahalisi, cahil bir insan topluluğu olarak geride bırakılıyordu. Sürekli savaş durumunda bir ülkenin kalkınması ve çeşitli alanlarda kalkınmaya geçmesi mümkün olamadığından, ortaçağ düzeni ülkede süreklilik kazanıyordu. İşte bu durumun farkına varan kurucu yönetim,  kültür alanında da devrimci bir atılım yaparak, yeni devletin çağdaş uygarlığı temsil eden ülkeler arasında yer alabilmesi çizgisinde, bir harf devrimi yaparak yeni Türk alfabesini yürürlüğe koyuyordu.

Latin alfabesinin kabul edilmesi ile başlayan dil devrimi harekâtı, ikinci aşamada bu işin eğitimini yapmak üzere Millet Mekteplerinin açılışı ile yola devam ediyordu. Ülkenin kuzey bölgesinde Rus topraklarında bir sosyalist devrim gerçekleştirilirken, her alandaki devrimci atılımlar Türkiye’yi de etkiliyor ve bu doğrultuda yeni Türk devletinin yönetimi sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda birbirini tamamlayan devrimci atılımları devreye sokuyordu.   Cumhuriyet rejiminin ilanı sonrasında 1924 yılında Türkiye’ye gelen ABD’li eğitim uzmanı Prof. Dr. John DEWEY, Atatürk’e sunduğu raporunda, yeni cumhuriyet rejiminin gelişmesi, ülkenin hızla kalkınması ve halkın bir siyasal terbiyeden geçirilmesi ve halk kitlelerinin yeni rejimden mutlu olabilmesi için, kitlesel eğitim yapacak halk okullarının açılması gerektiğini yeni yönetime bildirmiştir. Atatürk bu rapor üzerine Avrupa ülkelerine genç eğitimcileri göndererek bu ülkelerin halk eğitimi alanında nasıl geliştiklerini anlamaya çalışmıştır. Avrupa ülkeleri sırasıyla incelendikten sonra Danimarka devletinin çatısı altında çalışmalar yapan halk okullarının çalışma yöntemleri incelenerek, bu sistem doğrultusunda halkçı bir eğitim sisteminin oluşturulmasına karar verilmiştir. Yepyeni bir devlet kurulurken ve onun toplumsal temeli oluşturulurken Türkiye’nin komşusu olduğu Avrupa tipi devlet modeline yönelme kendiliğinden gündeme gelmiştir. Avrupa uygarlığının içinden çıkan çağdaş ulus devletlerde olduğu gibi, eğitime önem verilmiş ve bunun temeli de dil devrimi ile atılmıştır. Sıra eğitimin bütün toplum düzeyinde örgütlenebilmesi için halk okullarının açılmasına geliyordu. Atatürk bu gerçeği hemen tespit ederek bu amaçla Millet Mekteplerinin kurulmasına karar veriyordu. Daha önceleri oluşturulan eğitim encümeninin yaptığı çalışmalar ve aldığı kararlar doğrultusunda Millet Mekteplerinin kurulması gerçekleştirilirken, Atatürk Kemalist devrimin eğitim alanındaki devrimci atılımının en önemli uygulamalarını öncelikli olarak gündeme getiriyordu. Bir ortaçağ toplumundan çağdaş cumhuriyet yapılanması ortaya çıkarabilmek için herkesin okuma yazma bilmesi gerekiyordu.

Milli bir devlet kurmak üzere yola çıkan Türk cumhuriyetçileri, bu devleti ilan ettikten sonra Osmanlı sonrasında geride kalan ahalinin yeni milli devletin milletini oluşturabilmesi doğrultusunda ulusalcı adımlar atıyordu. Bu doğrultuda çalışmalarını yoğunlaştıran cumhuriyet yönetimi, harf devrimini kabul ettikten hemen sonra, Millet Mekteplerinin kuruluşunu tamamlayarak, dil devriminin kurumsal bir yapıya dönüşmesini sağlıyordu. Benimsenen Latin Alfabesinin Türk halkı tarafından öğrenebilmesi için böylesine bir örgütlenmeye yönelmek zorunluluğu vardı. Yeni bir ulus devlet için, dil olarak Türkçe ve onun dayanağı olan Türk alfabesinin öncelikli olarak halk kitlelerinin bilgisine sunulması gerekiyordu. Yüzyıllarca imparatorluk çatısı altında yaşamını sürdüren cahil halk kitlesinden bir Türk milleti çıkartabilmek için öncelik millet kavramına veriliyordu. Dağınık halk kitlelerinin bir ulus devletin çatısı altında disiplinli ve modern bir toplum yapısına dönüştürülebilmesi için halk kitlelerinin milli devlet yapılanmasına yönelik bir biçimde eğitilmesi, zorunlu görünen bir misyon olarak devrim yönetimi tarafından yerine getiriliyordu. Kısaca bir milli devlet kurulurken onun toplumsal tabanını oluşturabilme yönünde millet kavramına dayalı bir eğitim örgütlenmesi gündeme alınıyordu. Bir milli devletin olabilmesi için ortada bir milletin olması gerekiyordu, ya da bir devrimci süreç sonucu kurulmuş olan milli devletin kendi milletini yaratması gerekiyordu. Kurucu yönetim bu yolda kendi milletini yaratabilmek için ilk attığı adımlardan birisi olarak, Millet mekteplerinin kuruluşu 1928 yılında tamamlanıyordu. Bir yıl önceden halk dershanelerinin açılmasıyla başlatılan bu girişim, daha sonra Millet Mektepleri olarak yasal bir düzenleme sonrasında halka sunuluyordu.

1 Kasım 1928 tarihli yasa ile Türk harflerinin kabul edilmesi sonrasında bütün yurtta bir okuma yazma seferberliği başlatılarak yeni yazı modeli Türk ulusunun her ferdine öğretilmeye çalışılmıştır. Hızlı modernleşmenin kısa zamanda atılacak eğitim adımları ile sağlanabileceği görüldüğü için, Millet Mektepleri girişimi gerçekleştirilmiştir. Osmanlı döneminde bir türlü gerçekleştirilemeyen eğitimin yaygınlaştırılarak halk kitlelerinin seferber edilmesi konusu, cumhuriyet yönetiminin önemli başarılarından birisi olmuştur. Avrupa ülkelerindeki eğitim atılımlarından yararlanılarak ortaya çıkarılan programlar aracılığı ile aydınlanma hareketlerinin ışığı ülkenin dört bir yanına götürülmeye çalışılmıştır. Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet dönemlerinde gerçekleştirilemeyen eğitim devrimini cumhuriyet yönetimi Millet Mektepleri ile başlatmıştır. Binlerce köye dağılmış olan Türk insanının yeni Türkçe’yi öğrenerek çağdaş aydınlanmaya yönelmesi Atatürk devrimlerinin genel anlamda başarılı olmasına büyük katkılar sağlamıştır. Atatürk bu işin başında harf devriminin en çok bir yıl içinde tamamlanması gerektiğini önemle vurgulamıştır. Ona göre bu iş uzarsa başarısız kalabilirdi O nedenle Millet Mektepleri gibi bir kamu örgütlenmesi devlete bağlı bir biçimde gerçekleştiriliyordu. Toplumda var olan yaygın bilgisizliğin hızla ortadan kaldırılmasıyla istikrarlı bir eğitim atılımı gerçekleştirilecekti. Milli devlet kurma yolunda eğitim bakanlığının adının başına milli kavramı getiriliyor ve Millet Mekteplerine giden ortam yaratılıyordu. Kuruluş döneminin hükümet programlarında, eğitim yolu ile modernleşme hedefi çizgisinde yeni atılımlar dile getiriliyordu. Yurttaşların devletin çalışmalarına katılabilmesi ve bu doğrultuda üzerine düşen görevleri yerine getirebilmesi için okulların amaç ve misyonlarının önceden belirlenmesine çalışılıyordu. Çeşitli bölgelerde eğitim örgütlenmelerinin yerel özelliklere uygun düşecek bir yapıda tamamlanması hedefleniyordu. Dış etkilerden arınmış bir eğitim sisteminin kurulabilmesi devrim yönetiminin ana hedefi olarak öne çıkıyordu. Bilim ve teknik rehberliğinde geliştirilecek bir akılcı dünya görüşünün vatandaşlara aktarılması, ülkenin gelişip kalkınabilmesi için zorunlu görülen bir girişim olarak, Millet Mektepleri ile birlikte uygulama alanına getiriliyordu. Düşünce özgürlüğünün ana esas olduğu çağdaş bir eğitim düzeninin oluşturulabilmesi için, Millet Mektepleri programı ile bütüncül bir devrim eğitim alanında gerçekleştiriliyordu.

Eğitim alanında yeniliğin ilk adımı olan Millet Mektepleri, yeni Türk alfabesinin kabulünün yasallaştırılmasının bir sonucudur. Tanzimat döneminde başlamış olan yenilikler dizisi cumhuriyetin ilanına kadar sürdürülmüş ama yeni rejimin ilanı ile birlikte bütün yenilikçi hareketler, Atatürk devrimi yapılanması içerisinde sürdürülmüştür. Yeni cumhuriyetin aldığı kararlardan en önemlilerinden birisi eğitimin birleştirilmesi olduğu için, Millet Mektepleri girişimi de cumhuriyetin hukuk düzeninin bir yansıması olmuştur. Ülkede var olan bütün eğitim işlerinin yürütülmesi merkezi bir yapılanma çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlanarak, daha fazla etkin olabilecek yeni bir yapılanmaya gidilmek istenmiştir. Öğretim Birliği yasası, Millet Mektepleri uygulamalarında da temel alınan en önemli belgelerden birisi olmuştur. Eski imparatorluk döneminden kalma çoklu hukuk sistemi ret edilirken, benzeri bir biçimde çoklu eğitim yapılanmasına da izin verilmemiştir. Alt kimlikli gruplar ile farklı dini kesimler toplumu bölücü bir yönde hareket etmesinler diye, öğretimin birliği yasası meclis tarafından kabul edilmiştir. Devrimin temel ilkeleri anayasada genel hukuk prensipleri olarak yer alırken, yeni devletin eğitim politikasına da yön veriyorlardı. Özellikle dini grupların kendi inanç sistemleri doğrultusunda eğitim merkezleri oluşturmalarına karşı, ülkede birlik ve bütünlüğün tesisi doğrultusunda öğretimin birleştirilmesi yasası, yeni dönem için önemli bir basamak noktası oluşturuyordu. Yabancılar ve gayrimüslim cemaatlerin ayrı okullarını sürdürmek istemeleri gene öğretimin birliği yasası çerçevesinde düzenleniyordu. Harf devrimini hazırlayan nedenlerin aynı zamanda Millet Mektepleri oluşumunu gündeme getirmesi de, eğitim devrimi içinde yer alan bir yeni durumdu.

Yeni Türk abecesi, Kısa Türkçe dilbilgisi, İlk okuma, Yazım sözlüğü, Seçme yazılar, Dil Kurultayı gibi el kitaplarının dağıtıldığı Millet Mekteplerinde eğitim,  öncelik yeni Türk harflerine verilen bir biçimde sürdürülüyordu. Çağdışı Arap kültüründen uzaklaşarak çağdaş uygarlığa yönelik bir yeni yapılanma, Latin alfabesinin kabul edilmesi sayesinde gerçekleşme aşamasına geliyordu. Avrupa ile yakınlaşmak isteyen Türkiye bu yolda yeni bir adım atarak, bilim açısından sorumluluğunu yerine getiriyordu. Türk yazı devriminin en önemli aşaması olan Millet Mekteplerinin örgütlenmesi, okuma-yazma seferberliği ile birlikte yürütülüyordu. Millet olmanın birinci koşulu olan dil birliğinin sağlanabilmesi ve bu alandaki çağdaş gelişmelerin ulusal dil olan Türkçe’ye yansıtılması ve zaman içerisinde yeni yazı ile birlikte Millet Mekteplerinin yurt düzeyinde örgütlenmesi, tam anlamıyla bir kültür devriminin en önemli yansımaları olarak öne çıkıyordu. Türk yurdundan geri kalmışlığı ve cahilliği uzaklaştırabilmek için böylesine bir devrimci atılıma gereksinme vardı. Millet Mektepleri Talimatnamesinde kuruluşun amacı yeni Türk harflerinin kolayca okuyup yazma olanağı vermesinden Türk ulusunu en geniş ölçüde yararlandırmak ve büyük halk kitlelerini hızla okuryazar durumuna getirmek ve bu doğrultuda gerekli olan ana bilgileri kazandırmak amacıyla, Millet Mekteplerinin kurulduğu ilan edilmiştir. A kategorisinde hiç okuma yazma bilmeyenler, B kategorisinde ise eski yazı olarak Arapça bilenler eğitim çalışmalarında kurs programına alınmıştır.

Açılışından sonra geçen hafta içinde bir milyondan fazla vatandaşın Millet Mekteplerine başvurarak yeni yazıyı öğrenmek istemesi, bu kültür devrimine Türk insanının ne kadar yakın durduğunu ve inandığı göstermektedir. Atatürk tüm vatandaşların yeni Türkçe dilini öğrenmesi için her yerin halk dershanesi gibi kullanılabileceğini ve bu doğrultuda önümüze çıkan herkese yeni dilin öğretilmesi gerektiğini her konuşmasında dile getirmiştir .” Vatandaş Türkçe konuş “ kampanyasının yurt düzeyinde yarattığı heyecan, bakanlığın üst kadrolarını harekete geçirince, kampanyanın sahibi olarak Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati bey beklenmedik bir rahatsızlık geçirerek vefat etmiştir. Talimatnamenin birinci maddesinde her Türk vatandaşının Millet Mekteplerinin asli öğrencileri oldukları vurgulanarak, herkes bu halk okullarına hem yardımcı olmaya hem de öğrenci olarak katılmaya davet edilmiştir. Okuma-yazma seferberliğinin ilk günlerinde kurucu önder Atatürk, bu mekteplerin belirli bir binası ya da mıntıkasının olmadığını, bütün vatan topraklarının Millet Mekteplerinin yuvası olduğunu sürekli olarak dile getirmiş ve bu doğrultuda seferberliğin bütün yurtta hızla örgütlenerek sonuca ulaşması için elinden gelen katkıları sağlamıştır. Bakanlık içinde Halk Eğitimi müdürlüğüne bağlı olarak açılan Millet Mekteplerinde,  bakanlık mensuplarının bir kısmı resmi olarak, geri kalanları da gönüllü olarak çalışmalara katılıyor ve böylece kampanyanın en hızlı bir zaman süreci içinde tamamlanması için var olan potansiyel en üst düzeyde değerlendirilmeye çalışılıyordu. Bu aşamada toplantı yapmak için elverişli olan tüm binalarda halk dershaneleri açılarak, Millet Mektepleri projesinin başarıya ulaşabilmesi için her türlü çaba gösteriliyordu.

Yurdun her köşesinin Millet Mektepleri çalışmalarını tahsis edilmesi dolayısıyla her bölgede kırsal alanlarda yaşayan halk kitlelerine ulaşabilme doğrultusunda, gezgin ya da seyyar öğretmen toplulukları gereksinme duyulan her yerde devreye girmesiyle, en kısa zamanda bütün vatandaşların okuma yazma bilen eğitilmiş insanlar haline dönüşmesi için gerekli hazırlıklar tamamlanmaya çalışılıyordu. Okul müdürleri ve bakanlık personeli dâhil olmak üzere kampanya sırasında eğitim ile ilgili herkes çalışmalara katılırken, dağ başındaki köylere de gezgin ekipler sayesinde ulaşılarak aydınlanmanın ışığı her yere götürülmeye çalışılıyordu. Halk kitlelerinin yeni harflere ilgisini çekmek üzere propaganda kurulları oluşturularak, herkes seferberlik düzeyinde harekete geçirilmeye çalışılıyordu. Ayrıca kampanyanın gerekli kıldığı masrafların karşılanabilmesi için bağış kampanyaları açılarak her bölgenin kendi masraflarını karşılamasına dikkat edilmiştir. Millet Mekteplerinin amacına uygun çalışmalarını yürütebilmesi çizgisinde, Milli Eğitim Bakanlığının resmi denetimleri ülkenin her köşesinde yapılabiliyordu. Dönemin başbakanı Millet Mekteplerine gönderdiği bir genelgede Millet Mektebi öğrencilerinin diğer öğrencilerden farklı olarak ele alınmaları gerektiğini vurgulayarak,  yaşı ilerlemiş olgun insanlara başka türlü eğitim çalışmalarının yapılması gerektiğini belirtiyordu. Hukuken Yaşları 16 ile 46 arasında bulunan bütün orta yaşlılar Millet Mekteplerinde eğitim görebilirlerdi.

Vatandaşların normal çalışma saatlerinin dışında belirlenen zamanlarda, Millet Mekteplerinin normal çalışmaları sağlanıyordu. Ayrıca tatil günlerinde de Millet Mektepleri okuma-yazma eğitimini sürdürüyordu. Belirli aralıklarla yapılan sınavlar sonucunda başarılı olan öğrencilere birer mezuniyet belgesi verilerek, onların normal ortama dönmeleri sağlanıyordu. Türkçe eğitimini bitirenlere verilen diplomalar da kamu kuruluşlarında işe girmek konusunda esas alınıyordu. Ders programları her okulun içinde bulunduğu durum ve koşullara göre belirleniyordu. Bir anlamda insan sağlığı ile ilgili temel bilgiler temel sağlık eğitimi derslerinde, herkesi günlük yaşamda ilgilendiren konular hayat bilgisi, içinde yaşanılan ülkenin koşulları ile ilgili olan vatandaşlık bilgileri yurttaşlık dersleri ile Teşkilatı Esasiye Kanunu ile ilgili bilgiler ise genel hukuk bilgisi dersleri çerçevesinde anlatılıyordu. Sınavlarda başarılı olanlara devam belgesi, kursları tamamlayarak mezun olanlara ise Millet Mektebi Şahadetnamesi verilen eğitimin resmi belgeleri olarak öğrencilere veriliyordu. Mezun olanlara Teşkilatı Esasiye Kanunu kitap olarak veriliyordu. Ayrıca Millet Mektebinden mezun olanların okumaları ve gelişmeleri izleyebilmeleri için de Halk adıyla bir haftalık gazete çıkarılıyordu. Yurt sathında örgütlenen Millet Mekteplerinin açılamadığı yerlerde ise, bu bölgede bulunan ticari işletmelerin kendi bünyelerinde halk dershaneleri açarak, herkesin bu kampanyadan yararlanması için çaba gösteriliyordu. Böylece eğitilmemiş tek bir insanın kalmaması ana hedef olarak belirleniyordu.

1927 yılında ilk olarak Halk dershaneleri, 1928 yılında ise ilgili yasanın çıkışından sonra ise Millet Mektepleri adı altında örgütlenen bu yaygın eğitim projesi çok kısa zamanda sonuç verince, Türk ulusunun ortaçağ düzeninden kurtularak, çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi sağlanıyordu. Bir cumhuriyet yurttaşının bilmesi gereken temel yurttaşlık bilgilerinin vatandaşlara devlet yardımı ile aktarılmasının sağlandığı bu yaygın eğitim kuruluşu aracılığı ile gerçekleştirilen eğitim devrimi, Baş Öğretmen seçilen Atatürk’ün önderliğinde başarıya ulaşmasıyla, hayatta en gerçek yol göstericinin bilim ve kültür olduğunu genç Türk Cumhuriyeti açıkça benimsiyordu. Devlet ve millet kaynaşması çerçevesinde bir ulusal kampanya rüzgârı ülkenin her köşesinde estirilirken, Başöğretmen Atatürk’ün arkasında bütün Türk ulusu kenetlenmiş bir durumda uygarlık savaşını sonuna kadar sürdürüyor ve bu doğrultuda ulusal bir mücadele veriliyordu. Millet Mekteplerinin her yıl daha da genişleyerek çalışmalarını sürdürmesi, Türkiye Cumhuriyetinin aydınlık yüzüne kavuşması açısından önemli bir kazanç sağlıyor ve böylece cumhuriyet yönetimi de uygar uluslararasına girerek, batının önde gelen gelişmiş ülkeleri ile daha yakın çalışmalara kalkışabiliyordu. Atatürk bilimin ışığını her köşeye sokarken, hapishanelerdeki hükümlülere yönelik okuma-yazma eğitimine suçluların ıslahı açısından öncelik verilmesine de dikkat ediyordu.

Yaygın bir halk eğitimi projesi olarak gündeme gelen Millet Mekteplerinden bir yıl önce beş yüz civarında halk dershaneleri açılmıştır. 1929 yılında bir milyonun üzerinde bir öğrenciye diploma olarak şahadetnamelerinin verilmesi güçlü bir başlangıç olmuştur. İlk yıl içinde sekiz bini aşkın Millet Mektebi dershanesi açılmıştır. Kırsal kesimde yer alan köylerde ise on iki bin Millet Mektebi çatısı altında dershane açılmıştır. Zamanla köylerdeki Millet mekteplerinin sayısı kentlerdeki sayının iki misli olmuştur. Bazı yörelerde kadınlar için özel dershaneler kurulmuştur ama mektepler arasındaki tasnif genel olarak eski dili bilenler ile yaşı ilerlemişler arasındaki gruplara göre yapılmıştır. Kurucu önder Atatürk’ün dünyadan ayrıldığı zamana kadar geçen on yıllık sürede Millet Mektepleri dershane sayısı yetmiş binlere doğru tırmanmıştır. Daha sonraki yıllarda eğitime katılan kadın sayısı fazlasıyla arttığı için A ve B grupları yapılanması içinde yeni düzenlemelere gidilmiştir. Cumhuriyet yönetimi kadınların eğitimine de ağırlık verdiğinden, katılım oranlarına göre yeni dershanelerin açılması gündeme gelmiştir. Çağdaş bir ulus yaratabilmek için toplumun her kesimine eğitim verilmiştir.

Atatürk cumhuriyet rejimini kurarken öncelikle bir milli devlet kurmuştur. Millet olmadan milli devlet kurulamayacağını iyi bilen kurucu önder Atatürk, Osmanlı döneminden geride kalan ahaliyi milletleştirmek gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle daha işin başında yeniden yapılanma sürecini başlattığı, milli devlet olma yolunda arkasında Avrupa ülkelerinde olduğu gibi üç yüz yıllık milletlerin olmadığını da görüyordu. Birinci dünya savaşı sonrasında geride kalan on milyon civarında yaralı nüfustan bir millet çıkarmak pek kolay görünmüyordu. Bu çerçevede yaralı nüfusu tedavi etmek ve daha sonra da milletleşme doğrultusunda eğitmek gerekiyordu. Türkiye Cumhuriyetinin bu koşullar altında yoktan var edilmesi gerekiyordu.  Bir anlamda imkânsızı istemek gibi bir çıkış ile Anadolu’da başlatılan Kuvayı Milliye hareketinin başarıya ulaştırılması ile birlikte, birçok engelin ve olumsuzluğun ortadan kalktığı görülünce, Kemalist devrimin öncü kadrosu devleti kurduktan sonra bu kez ahalinin millete dönüştürülmesi gibi yeni bir aşama gündeme geliyordu. İşte bu noktadaki boşluğun giderilebilmesi için, halk kitlelerine yönelik eğitim ve aydınlanma hareketinin adı Millet Mektepleri olarak belirleniyordu. İmparatorluk döneminde ümmet kavramının ağırlığı altında ezilen halk kitlelerinin milli devletin kuruluşuna giden yolda milletleştirilmesi için halk okulları kurmak gibi bir zorunluluk ortaya çıkıyordu. Kimsenin ciddiye almadığı Türk asıllı nüfusun Kuvayı Milliye savaşı sırasında milli çizgi üzerinden milletleşmesi, Avrupa tipi bir milli devletin kurulmasına giden yolu açıyordu. İşte önder kadro bu gerçeği görerek önce Kuvayı Milliye mücadelesini başlatıyor sonra da ikinci aşamada toplumun milletleşmesi yolunda Millet Mektepleri örgütlenmesi ile Türk milletinin tarih sahnesine çıkışını gerçekleştiriyordu. Milli devlet için önce milletleşme süreci hızlandırılırken daha sonraki aşamada da cumhuriyet rejiminin toplumsallaştırılması çizgisinde, halkçılık yeni bir siyasal yaklaşım olarak öne çıkarılıyordu. Milli devletin kuruluşunun tamamlanmasında halkçı bir cumhuriyetçilik yaklaşımı tamamlayıcı bir politika olarak, Millet Mekteplerinin paralelinde öne çıkarılarak toplumsal bütünleşme hedefleniyordu.

Millet mektepleri kurulan milli devletin toplumsal tabanını oluştururken, aynı zamanda milli devletin kadrolarını yetiştirerek Türkiye Cumhuriyetinin kısa bir süre içinde merkezi coğrafyanın en güçlü milli devleti olmasını sağlıyordu. Atatürk’ün önderliğinde çalışmalarına başlayan Millet Mektepleri, Atatürk sonrası dönemde de bazı çalışmalarını sürdürüyor ve benzeri amaçlara sahip olan Halkevleri ve Köy Enstitüleri ile dayanışma içerisinde, Türkiye Cumhuriyetinin halkçı bir çizgide gelişerek çağdaş uygarlık düzeyine çıkması hedefleniyordu. Atatürk çağdaş eğitimi uygar bir ulus olma yolunda en temel unsur olarak görmüştür. Ulusal kurtuluş savaşı ile elde edilen ulusal bağımsızlık statüsünün milli eğitim atılımı ile pekiştirilmesi doğrultusunda, köklü bir kültür devrimi yapılanmasına girişilmiştir. Millet Mektepleri ile başlayan halkçı atılımlar daha sonraki aşamada Halkevleri ve Köy Enstitüleri ile devam ettirilerek, ortaçağdan çağdaş uygarlık düzeyine geçişin adımları atılmıştır. Eğitim birliği yasasının çıkartılması ile desteklenen ulusal kültür devrimi, cumhuriyet rejiminin gelişmesi ile birlikte daha da genişleyerek Anadolu topraklarına kök salmıştır. Yasal zeminde kabul edilen alfabe ile yazı devrimi eski dönemden kalma toplumsal yapının simgesini değiştirmiştir. Yazı devrimi çağdaş bir millet yaratmak ya da milli devlet kurmak doğrultusunda kurucu yönetimin çalışmalarına olumlu katkılar sağlamıştır. Yazı devrimi sürecinde güçlenen Millet Mektepleri,  kurucu önder Atatürk ile Türk milleti arasında ciddi bir kültür köprüsünün oluşumunu sağlamıştır. Kemalist yönetim bir yandan yazı devrimi ile çağdaşlığa açılarak güçlenirken, merkezi bürokrasi bu durumdan yararlanarak, kurulmak istenen çağdaş cumhuriyetin modernleşmiş bir toplum yapısı üzerine inşa edilmesi gibi olumlu bir yapılanmanın tamamlanmasına yardımcı olmuştur. Çağdaş bir kültür devrimi olarak yazı devrimi toplumun köklerine doğru ulaşırken, Millet mektepleri milli devletin kurulması açısından gerekli olan bütün devrimci atılımların başarılması için uygun bir ortam yaratıyordu. Millet Mektepleri kısa bir süre içinde Türk toplumunun okur-yazar bir düzeye gelmesine ve bu açıdan da halkçı cumhuriyet rejiminin Türk milletinin bütünü ile kucaklaşarak, Orta Doğu bölgesine çağdaş uygarlık çizgisinin girmesine aracı oluyordu. Çağdaş uygarlığın ulus devlet modeli merkezi coğrafyaya Türk devleti aracılığı ile gelirken, Türk devletinin milli bir karakter kazanmasında Millet Mektepleri açılımı bu yönelişin dayanak noktası olarak işlevsel oluyordu.

Bu günün koşullarında Türklük ve millet oluşumları küresel emperyalizmin baskıları ile ortadan kaldırılmaya çalışılırken, Türk ulusu yüz yıl önce imparatorluk sonrasında kazanmış olduğu millet yapılanmasını kurucu önder Atatürk’e ve onun çok başarılı olan Millet Mektepleri girişimine borçlu olduğunu hiçbir zaman unutmamak durumundadır. Emperyalizm Türklerin merkezi imparatorluğunu çökerttikten sonra, Türk milletini de dünya haritasından silmek istemiş ama bu girişime karşı bir tepki olarak gelişen Kuvayı Milliye hareketi millilik olgusunu Türklerin alnına yazmıştır. Türkler uluslaşma süreci içinde Millet Mekteplerinde millet olma derslerini aldıklarını bugünün koşullarında hatırlamazlarsa,  o zaman yeniden harita düzeltmeleri saldırılarına maruz kalmaktan kurtulamayacaklardır. Gelecekte Türk dünyası bir araya gelebilirse, o zaman ortaya çıkacak büyük Türk devleti bir millet imparatorluğu olacaktır.  Türkler Millet Mekteplerinde millet olmayı iyi öğrendikleri için, yüz yıllık saldırılar Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini yıkamamıştır.