Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Türkiye ile ABD arasındaki Tillerson ziyareti sonrası başta Münbiç olmak üzere bazı konularda üzerinde çalışılacak konularda adeta yeni baştan bir süreç başlayacak. Bunun en önemli göstergesi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 9 Mart’ta yaptığı açıklamadan sonraki gelişmelerdi. Çavuşoğlu’nun sözünü ettiğimiz tarihte basına şu açıklamaları yansıdı: “Amerikalılarla, Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki kentlerin istikrara kavuşturulması yönünde mutabık kaldık. Bunun için çalışma grupları kurduk. 19 Mart’ta Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’la görüşeceğim. ABD’nin terör örgütlerine destek vermekten vazgeçeceğini ümit ediyoruz.”

Bu açıklamadan 4 gün sonra Rex Tillerson, 13 Mart’ta ABD Başkanı Donald Trump’ın bir twitter mesajı ile görevinden alındığını öğrendi. Tillerson’un yerine CIA Başkanı Mike Pompeo getirildi.

İki gün sonra da ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, YPG güçlerinin Münbiç’ten ayrılmaları konusunda Türkiye ile bir uzlaşmaya varmadıklarını söyledi. Tillerson’un Şubat ayının ortasında Ankara’ya yaptığı ziyarette başlayan diplomatik süreç adeta sil baştan başlayacaktı. Herkes şu an ABD’de neler olduğunu/olacağını sorguluyor, gelişmeleri okumaya çalışıyor. Ancak ABD’de yaşanan değişim aslında yeni değil. Bu ülkede uzunca bir süredir iktidar mücadelesi yaşanıyor. Ama bu iktidar mücadelesini klasik anlamda Cumhuriyetçi Parti-Demokrat Parti arasında siyasi ve ekonomik farklılıktan kaynaklanan çekişme olarak görürsek yanılırız. Çatlaklar çok daha derinlerde bir yerde oluşmuş durumda ve bu çatlaklar bu iki partiyi aşmış durumda. Partiler nihayetinde ülkeyi kendi politik görüşlerine uygun bir şekilde yönetmek, ülkelerini en yüksek refah seviyesine ulaştırmak ve ülkenin güvenliğini ve bekasını en iyi şekilde sağlamak için politikalarını oluştururlar ve programları açık anlaşılır ve kamuoyunca bellidir. Fakat ABD’de siyasi partiler ve programlarından ziyade baskın olan lobilerin çıkarlarıdır. Lobiler deyince akla Amerika’da yaşayan çeşitli milletlere ait azınlık temsilcileri gelmesin. Esas güçlü olan lobiler bankacılık, enerji, silah, gıda, maden gibi alanlardaki çeşitli ticari, sanayi ve finans lobileridir. Yani bir anlamda tröstlerdir, hatta emperyalist ABD’nin perde arkasındaki gerçek güçtür.

Okyanus ötesinde olmanın verdiği avantajla 19. ve 20. yüzyıllarda yakın tehditlerden uzakta ekonomik büyüme sağlayan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulaştığı ekonomik gelişmeyle dünya hâkimiyeti için başta Birleşmiş Milletler (BM) ve ona bağlı kuruluşlar ile kurduğu yeni dünya düzenini kontrol eden ABD, kontrolü sağlarken düzeni bozmak isteyen figürlere başta NATO olmak üzere veya kurduğu askeri paktlarla, bu da olmazsa tek başına dünya jandarması olgusuyla hareket ederek müdahalelerde bulunmuştu. Müdahale edemediği ülkelere ve güçlere ise BM Güvenlik Konseyi’nde yaptırım kararı çıkartan, kendi aleyhine kararları veto eden bu güç, para birimi dolarını uluslararası para birimi yaptıktan sonra finansla büyüme stratejisini tercih etmişti. Bu tercihi sayesinde bir süre pastanın kremasını ve büyük parçasını yemiş, Doğu Bloğunun ve Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine dünyada tek süper güç olarak kalmıştı.

Aynı süreçte dünya üzerindeki ticari ve askeri hâkimiyetini devam ettirebilmek, okyanuslarda, önemli denizlerde suyollarını kontrol edebilmek için donanma gücü ve askeri üsler oluşturdu. 130 ülkede bir kısmı aktif 737 askeri üs, 7 adet donanma filosu, 19 uçak gemisi ile dünya deniz ticaretini kontrol eder duruma gelmesi bununla bağlantılıdır. Finansı, enerjiyi, hammaddeyi ve üretilen malların tüketim pazarlarına erişimi için ticaret yollarını kontrol eden ABD son zamanlarda bu kontrolünü yitirmeye başladı.

Doğu Bloğu’nun ve Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve dağılmasından sonra 1990 yılların başlarında tek küresel güç olarak kalan Amerika yeni bir dış politika hamlesi yaparak kendisi ile birlikte tam uyumlu olarak hareket edecek eksen ülkeler vasıtasıyla dünyadaki önemli bölgeleri kontrol alma politikasını hayata geçirmeye çalışmış, bu amaçla ülkemizin yanı sıra Endonezya, Hindistan, Pakistan, Mısır, Güney Afrika, Brezilya, Cezayir ve Meksika’yı eksen ülke olarak belirlemişti. Amaç, bu ülkelerin çevresindeki ülkeleri de kontrol etmek ve dolayısıyla dünya hâkimiyetini sürdürmekti. Ancak bu proje başarıya ulaşamadı.

ABD’yi Gerileten Politika: Üretim Odaklı Büyüme Stratejileri

Önce Avrupa’da ve sonrasında Asya-Pasifik bölgesinde önce Japonya, akabinde Çin ve en son Hindistan’ın ekonomik alanda üretim ağırlıklı büyüme stratejilerinin aşırı derecede güçlenmesi ve kendi teknolojilerini de geliştirir duruma gelmesi ile birlikte Amerika, dünya ticareti üzerindeki hâkimiyetini kaybetmeye başladı. Bir müddet sonra büyük ölçekli üretimin yapıldığı bu alanlara önce hammadde ardından finans kaymaya başladı.

Dünyadaki siyasi ve ticaret birlikleri olarak tanımlanabilecek Avrupa Birliği (AB), Şanghay Beşlisi, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Latin Amerika Entegrasyon Birliği (LAFTA) ve bölgesel ticaretin öneminin artması Amerika’nın bölgesel ticarete müdahalesini kısıtladı. Dolayısıyla da enerjinin (petrol, doğal gaz) boru hatları ile nakil edilmesi, Amerika’nın kontrolünü kaybetmesine yol açmıştır. Bunun ötesinde Çin’in Kuşak Yol Projesi ile Çin’den Londra’ya kadar Yeni İpek Demiryolu projesi ile 65 ülkeyi birbirine bağlayacak olması Amerika’nın dünya ticaretinin kontrol etmedeki enstrümanları yitirmesi ile neticelenecek bir politikayı tetikledi. Dünya ticareti üzerindeki nüfuzunu ve kontrolünü kaybeden bir Amerika’nın dünya liderliğini devam ettirebilmesi ve doları dünya parası olarak sürdürebilmesi mümkün değildir.

İşte “Amerika ne yapıyor?” sorusunun cevabı dünya üzerindeki hakimiyeti ve kontrolünü kaybetmeyi önlemeye yönelik bazen planlı bazen gelişen şartlara göre agresif girişimlerdir.

ABD Müdahalelerinin İki Ana Stratejisi

Amerikan müdahalelerinin son zamanlarda iki ana strateji üzerinden yapıldığı, birincisinin Eko Strateji (eko politik), ikincisinin Teo Strateji (teo politik) hamleler üzerinden yürümekte olduğu görülmektedir.

ABD, temel stratejisine ulaşmak, askeri ve ekonomik stratejilerinin gereği olarak dünya enerji havzalarını kontrol altına almak amacıyla bölgeye yerleşme planlarını hayata geçirmek için faaliyetlerine devam etmektedir. Bu amaçla birbiriyle bağlantılı ilerleyen şu adımları atma yolunu tercih etmiştir:

– Bölgedeki etnik, mezhebi ve sınır sorunları gibi anlaşmazlıkları kışkırtarak bölge ülkelerinin çatışma ortamına sürüklenmesine yol açmak,

– Halkların ezilmişliği, demokrasinin eksikliği, özgürlük ve hukuk düzeni gibi argümanlar ile bazen kitle imha silahları, kimyasal silahların kullanımı ve ölçüsüz güç kullanımı gibi hususları müdahale sebebi saymak,

– Ülkelere önce yaptırım uygulayarak istikrarsızlığa sürüklemek,

– Ülke içi kargaşa ortamı ve iç çatışmalara yol açmak,

– Ardından medya gücü ile dünya kamuoyunu psikolojik olarak hazırlamak,

– En sonunda uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler’deki gücü ile müdahalesini meşrulaştırma ortamını hazırlayıp müdahale etmek ve bölgeye yerleşmek.

Evangelist ve Siyonist Desteği İçin Politika Yürütüyor

ABD bölgede, Kudüs ve Arz-ı Mevud (vaadedilmiş topraklar) denilen kutsal şehir ve toprakların ele geçirilmesi istek ve arzusunda olan Evangelistlerin ve Siyonistlerin desteğini kazanmak için Teo strateji denilen Teokratik politikaları da hayata geçirerek faaliyetlerini bu alana da yaymış, İsrail’in güvenliğini ve Kudüs’ü ön plana çıkartarak Ortadoğu’ya müdahalesine destek çalışmalarına hız vermiştir. Teo Strateji konusunda bölgede Amerika’nın yanı sıra İsrail, İran ve Suudi Arabistan’da çeşitli silahlı, silahsız dini grup ve cemaatleri kendi politikalarına uygun hareket etmeleri karşılığında bu grupların teokratik politikalarını destekleyerek bölgede etkinliklerini artırmaya çalıştı. Bu konuda çok çarpıcı ve akıllara durgunluk veren gelişmelere de şahit olunmaktadır. Sorunun kaynağı olarak gösterilen ve ipinin bir ucu Amerika’ya diğer ucu Suudi Arabistan’a uzanan tekfirci DAEŞ’in mihrakının El Kaide olduğu ve yakın-uzak bölgede Taliban’dan, El Nusra’ya, HTŞ (Heyet Tahrir Şam)’den diğerlerine varıncaya kadar türevlerinin bulunduğunu, yok olma noktasına gelen DEAŞ’ın ABD ve PKK/YPGG unsurlarınca sıkıştıkları bölgeden çıkartılıp nakledilmelerinin dünya kamuoyu ile paylaşılmasının bölgedeki kaosun ve geçmişte yaşatılan algı operasyonlarının endişe verici boyutta olduğunu ortaya koydu. Yine basına sızdırılan istihbarat raporları ile açık kaynaklardan DAEŞ unsurların bir kısmının Kuzey Suriye’de Amerika tarafından oluşturulan PKK/YPG eğitim kamplarında yeni görevlerine yönelik hazırlandığı, bir kısmının İdlib bölgesine sızdırıldığı haberleri öne çıktı. Bu faaliyetlerden ABD’nin bölgede kaotik ortamın devamını istediği sonucu çıkmaktadır.

Balkanlaştırma Politikası İçin DAEŞ’e İhtiyaç Duyuyor

ABD’nin Suriye’de kalışına meşruiyet kazandırmak ve gerçek amacını gizlemek için DAEŞ terör örgütüne ihtiyacı bulunmaktadır. Bu örgütü bahane ederek bölgede kalışını uzatıp etnik ve mezhebi fay hatlarını derinleştirip Balkanlaştırma planı için gereken zamanı kazanmak istediği değerlendiriliyor.

ABD’nin bölgeye yerleşmesinin ilk amacı enerji havzasını kontrol altına alarak dünyanın en önemli üretici güçleri olan Çin ve Hindistan’ın üretimdeki gücünü kontrol altına almak, bu ülkelerin üretim maliyetine etki etmek ve ekonomik istikrarlarını tehdit altında bulundurmak. İkinci amacı ise Demir İpek Yolu olarak da anılan Kuşak Yol Projesi’nin geçtiği alanları istikrarsızlaştırıp deniz yolları üzerindeki dünya ticareti hâkimiyetini, demir ipek yolu üzerinde de tesis etmeye çalışmaktır. Bu çerçevede PKK terör örgütünün meskûn mahal yenilgisi sürecinde belli bölgelere tutunmaya çalıştığını hatırlamakta fayda var. Cizre, Nusaybin gibi merkezler Kuşak Yol Projesi güzergâhı üzerindeydi. ABD terör örgütü PKK eliyle bölgeyi kontrol altına almak istemişti. Ancak başarılı olamadı ve terör örgütü PKK bölgede güvenlik güçlerimiz tarafından adeta ezildi.

Yeniden ABD’nin planına dönecek olursak, işte bütün bu gelişmeleri önleyebilmek için yıllar önce Afganistan’da uygulamaya başladığı proje ile Sovyetlerin çöküşüne zemin hazırlarken sonrasında Afganistan’ı önce krimanilize edip sonrasında İslami terörizme sürükleyip bütün dünyada İslami Fundamentalizm olgusunu işledi ve önce Afganistan’a sonra diğer İslam ülkelerine aynı gerekçeyi (İslami Fundamantalizm) göstererek müdahalelerine gereken zemin ve ortamı oluşturdu. Afganistan müdahalesi ile Amerika, İran ve Türkmenistan’dan Çin ve Hindistan’a uzanan/uzanacak enerji boru hatlarını, Demir İpek Yolu’nu kontrol etmek imkânını elde etti.

Irak ve İran’ı çatıştırıp İslam dünyasında sürekli bir mezhebi çekişme, çatlak ve çatışma ortamı oluştururken ülkeleri istikrarsızlaştırıp Ortadoğu ve Körfez bölgesine askeri olarak yerleşmeyi başarıyla uyguladı.

Ortadoğu bölgesine yerleşen ABD’nin temel stratejisi Irak ve Suriye’de rejim değişikliğinden ziyade harita değişikliği olmuş, Irak ve sonrasında Suriye’ye müdahaleleri geciktirerek etnik ve dini fay hatlarının derinleşmesini sağladı. Bu suretle Balkanlaştırma projesini hayata geçirerek ülkeleri küçük devletlere bölerek kendine bağımlı ülkeler oluşturma çabasını sürdürdü. Buna ulaşamadığı takdirde kaos ortamının devamını sağlayarak uzun dönemler bölgede kalma hesap ve planlarını uygulamaya başladı.

Türkiye’nin Bu Plana Müdahalesi

Amerika’nın bölgede uyguladığı politikalardan ekonomik ve siyasi anlamda stratejik kayıplarla yüz yüze gelecek olan Türkiye, önce Fırat Kalkanı, sonrasında Zeytin Dalı Harekâtı ile Amerika’nın Suriye üzerindeki Balkanlaştırma politikasına ve Kürt koridoru oluşturma çabasına darbe vurdu ve ABD stratejisine zarar verdi. ABD’nin kısa bir sürede bu durumu tekrar yoluna koyabilmesi mümkün gözükmüyor. Bu nedenle ABD’nin kaos stratejisini uygulamaya koyarak mücadelesini uzun vadeye yayacağı bu suretle bölgede yer alan diğer devletleri ekonomik sıkıntıya sokarak bölgeyi terk etmeye veya Amerika’nın dayatacağı anlaşmaya razı olmaya zorlayacağı düşüncesi öne çıkıyor.

Münbiç, Sincar ve Kandil’den Vazgeçip, Fırat’ın Doğusuna Odaklanacak

Bu çerçevede bir yandan bölgedeki en önemli bölgesel oyuncu konumunda bulunan müttefiki Türkiye’yi yeniden kazanmaya, Rusya ile kurduğu iletişimden uzaklaştırmaya yönelik girişimlerde bulunacağı bunun için başta Münbiç kartını oynayacağı belirtiliyor. Hatta daha ileri giderek Sincar ve Kandil’den de vazgeçip dolayısıyla PKK’nın tamamen silinip terörle işbirliği yapan Amerika imajından kurtulmaya çalışacağı yönünde ciddi analizler var.

Kuzey Irak/Kuzey Suriye’yi Birleştirme Planı

Bunun karşılığında Suriye’nin kuzeyinde Fırat’ın doğusundaki PYD terör örgütü üzerinden kurduğu yapıya meşruiyet kazandırıp Kuzey Irak’taki gibi Bölgesel Devlet statüsü oluşturmaya çalışacağı değerlendirmeleri yapılıyor. Yine uzun dönemde her Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’yi ekonomik olarak güçlendirip gerekli kadrolaşmayı tamamladıktan ve siyasi ortamı da hazırladıktan sonra Irak ve Suriye’den ayırıp bağımsızlaştırmaya ve birleştirmeye, bu amacını gerçekleştirinceye kadar askeri olarak bölgede kalmaya devam edeceği mütalaa ediliyor.

Türkiye Ne Yapacak?

Türkiye ise, Zeytin Dalı Operasyonu sonrası İdlip’te ağırlığını ve sert gücünü kullanarak bölgedeki çok ve çeşitli grupları ÖSO vasıtasıyla denetimi altına almaya çalışacak. Devamında denetime girmeyen grupları enterne edip bölgeden uzaklaştırma, DEAŞ benzeri yapıları ortadan kaldırma ve çatışmasızlık ortamını koruma stratejisi izlenecek. Aktarılanlara göre bu şekilde Türkiye Cenevre sürecine daha güçlü bir konumda katılmayı amaçlıyor.

Öbür yandan da Münbiç konusunda Amerika’yı sıkıştırmaya devam edecek. İlk etapta Münbiç’ten PKK/YPG’lilerin çıkartılıp Türk ve ABD’li askerlerin denetim ve gözetiminde yerli halkla oluşturulacak bir yönetim oluşturulmasına ve bu yönetime bağlı güvenlikten sorumlu bir polis gücü oluşturulmasına çalışılacağı düşüncesi öne çıkıyor.

Türkiye, Münbiç’te bunu sağlamaya çalışırken teröristlerin işgalinden kurtarılan Afrin’de de aynen Fırat Kalkanı Harekatı sonrası Cerablus’ta yaptığı gibi, bölgeden kaçan yerli halkı tekrar yerine dönüşünü temin ederek hayatı normalleştirmeye çalışacak. Bu suretle, Fırat’ın doğusunda da yerlerinden kaçmak zorunda kalan sığınmacıların yurtlarına dönüşü sağlanmış olacak. Paralelde de Amerika’yı razı ederek PKK’yı dengeleme faaliyetlerine devam edilecek ve bölgenin daha şeffaf hale gelmesi için Amerika’dan Fırat’ın doğusundaki bölgeyi Türk askerinin de denetlemesine olanak sağlamasına çalışılacak.

Ankara, bu süreçte elinin güçlü olduğuna inanıyor. Bunun nedeni, İngiltere ve Amerika ile Rusya arasında gerek eski casus Sergey Skripal ve kızının zehirlenmesi gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nce kabul edilen ateşkesin Doğu Guta’daki şiddetli operasyonların devam etmesi sonucunda bir türlü hayata geçirilememesi gibi nedenlerle gerilen ilişkilerin Türkiye’nin hareket kabiliyetini artırabileceği düşüncesi.

Suriye özelinde kartların sürekli yeniden karıldığı bu ortamda Washington ve Ankara koridorlarında sürecek hareketliliğin sonu yok gibi görünüyor.