Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

2016 ABD Başkanlık seçimlerinde yarışacak adayların belirlendiği ön seçimlerde kışkırtıcı söylemleriyle dikkati çeken zengin işadamı Donald Trump’ın, diğer aday adaylarının çekilmesiyle Cumhuriyetçi Parti’nin tek adayı olarak öne çıkması, parti çevrelerinde ve kamuoyunda tartışmalara yol açmış bulunuyor. Seçim kampanyası sırasında ortaya attığı; ABD’deki kaçak göçmenleri sınır dışı etme(Obama döneminde durumları yasallığa kavuşturulan bu göçmenlerin sayısının 11 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor), Meksika’dan yasa dışı göçleri engellemek için sınıra duvar örme ve Meksika’yı  duvarın finansmanını sağlamaya zorlamak amacıyla terörle mücadele yasalarını devreye sokma önerisi, Müslümanların Amerikalılardan nefret ettiği, ABD’li Müslümanların 11 Eylül olaylarını sevinçle karşıladığı şeklindeki ifadeleri, ABD’deki camilerin kapatılması, imamların kontrol edilmesi, Müslümanların ABD’ye girişinin yasaklanması, ABD ve Batılı ülkelerin cihatçı gruplara karşı savaşı sertleştirmesi gerektiği yönündeki söylemleri, kürtajın yasaklanmasını ve kürtaj yaptıran kadınların cezalandırılmasını önermesi, İran ile nükleer konularda sağlanan anlaşmayı “facia” olarak nitelemesi, K.Kore lideri Kim Jong-un için “manyak” ifadesini kullanması, İsrail-Filistin barışının sağlanması amacıyla Gazze’de kumarhane açılmasını önermesi, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun kendisini desteklememesini “aptalca” bulduğunu belirtmesi,  ABD’nin NATO’ya katılımını sorgulaması, Trump’ın seçim kampanyasında ele aldığı konulara ve üslubuna ilişkin sadece birkaç örneği teşkil ediyor.

Trump’ın özellikle Müslümanlar, Hispanikler, göçmenler, kadınlar ve siyah Amerikalıları hedef alan  aşağılayıcı ifadeleri, nefret söylemi üzerinden kampanya yürüterek, çoğulcu yapıya sahip Amerikan toplumunu böldüğü, ırkçılığı, İslamofobiyi, yabancı düşmanlığını kışkırttığı eleştirilerine yol açmış, Trump’ın seçim gezilerindeki protesto gösterilerinde taraftarlarıyla karşıtları arasında gerginlikler, kavgalar yaşanmıştır. Trump’ın, toplumu “Beyaz Amerika ve diğerleri” şeklinde bölen bu yaklaşımının sadece bir seçim taktiği mi yoksa ideolojik görüşleri mi olduğu çeşitli çevrelerde tartışılmakta, Trump’ın ne Cumhuriyetçi ne Demokrat olduğu, sadece bir kaos adayı olduğu görüşleri ileri sürülmektedir. Cumhuriyetçi Parti ileri gelenlerinde Trump’ın söylemleriyle toplumda yarattığı kutuplaşmanın partinin seçimleri kaybetmesine yol açacağı endişesi gözlenmekte, bazı eski Cumhuriyetçi Başkanlar dahil olmak üzere, etkili Cumhuriyetçi çevreler ve parti üst kademelerinde Trump’ın adaylığının desteklenmediği belirtilmektedir. Trump’ın, İsrail-Filistin barışına ilişkin fikirleri nedeniyle, geleneksel olarak Cumhuriyetçi Parti’ye oy veren Likud çizgisindeki sağcı Amerikan Yahudilerinin desteğini de henüz alamadığı kaydedilmektedir.

ABD’deki sistem gereğince başkan adaylığı, ön seçimlerin ardından toplanan parti kurultaylarında kesinleştirildiğinden, Cumhuriyetçi Parti içinde Trump’ın adaylığının Temmuz ayında gerçekleştirilecek kurultayda engellenebileceği görüşü hala tartışılmaktadır.  Bu olasılığın gündeme getirilmesini  şiddetle eleştiren Trump, başkan adaylığının parti yönetimince kabul edilmemesi halinde ülkede ayaklanmalar çıkacağı tehdidinde bulunmuştur. Trump’ın tek aday olarak kalmasından sonra Cumhuriyetçi Parti Başkanı Reince Priebus, Trump’ın partinin olası adayı olduğunu ve Demokratların adayı Hillary Clinton’ı yenmek için partinin birlik olması gerektiğini açıklamışsa da, Trump’ın kurultayda ya da üçüncü partiden bir aday gösterilerek engellenmesi düşüncesinin mevcudiyetini koruduğu belirtilmektedir.

Cumhuriyetçi Parti ileri gelenlerinin Trump’ın aday gösterilmesi halinde sadece başkanlık seçimlerini değil, Senato’daki çoğunluklarını da kaybetmekten endişelendikleri, hatta partinin yok olacağı düşüncesinde oldukları ileri sürülmektedir. Cumhuriyetçi Parti’ye yakın basın organlarında parti liderlerinin Trump’ı engellemek için çözüm üretmemekle suçlandıkları, Clinton’ın başkanlığının Trump’ınkinden daha kabul edilebilir olduğu düşüncesinin savunulduğu, hatta açıkça Trump’ın desteklenmemesi gerektiği şeklinde görüşler dile getirildiği dikkati çekmektedir.

Parti yönetimine rağmen, Cumhuriyetçi  seçmenlerin Trump’ı  tercih etmesinde, yönetime duyulan tepkinin de rolü olduğu, Cumhuriyetçi Parti’nin Senato’da çoğunluğa sahip olduğu halde, 2008 krizinde evini, işini kaybeden orta sınıf Amerikalılar için hiçbir şey yapmadığı düşüncesindeki seçmenlerin, öfkelerini, “büyük Amerika’yı restore etme” sloganıyla ortaya çıkan sistem dışı bir adayı destekleyerek gösterdikleri kaydedilmektedir. Amerikan orta sınıfının giderek erimekte olduğu, PEW verilerine göre 1971’de yetişkin nüfusun % 61’ini oluşturan orta sınıfın 2014’de % 43’e gerilediği, net gelirinin de  % 30 civarında azaldığı, emlak krizi ve 2007-2009 arasındaki küresel krizin orta sınıfın erimesinde başlıca faktörler olduğu dikkate alındığında, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin Trump’ı tercih ederek ciddi bir tepki ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.  Diğer yandan, 2012 başkanlık seçimlerinde “beyaz Amerika”nın değil, din, cinsiyet ve ırk/renk faktörlerine dayanan azınlık gruplarının belirleyici olması, Trump’ın, toplumsal konumu giderek zayıflayan, gelişmeleri belirleme gücü azalan beyaz orta sınıf Amerikalıların öfkesini/tepkisini en açık şekilde dillendirerek, daha doğrusu istismar ederek destek aldığını göstermektedir.

Haziran 2015’de aday adaylığını açıkladığında % 5 civarında desteğe sahip olan ve adaylığı alay konusu yapılan (bazı kitapevlerinin Trump’ın “Sakat Amerika: Amerika’yı Tekrar Nasıl Güçlü Yaparız” adlı kitabını bilim kurgu veya komedi raflarında satışa sunması, bazı web sitelerinin Trump ile ilgili haberleri eğlence bölümünde yayınlaması gibi) Trump’ın desteğini % 40’lara kadar yükseltmesinde, Paris, San Bernardino, Kaliforniya, Brüksel saldırılarının Müslüman karşıtlığı ve göçmenler ile ilgili tartışmalara yol açtığı bir ortamda ırkçılık, İslamofobi ve yabancı düşmanlığını körükleyen popülist söylemlerinin daha kolay taraftar bulmasının da rolü olduğu muhakkaktır.

Bununla birlikte, Trump’ın Cumhuriyetçi seçmenler nezdinde sahip olduğu desteğe diğer kesimlerde sahip olmadığı görülmektedir. CNN’nin 28 Nisan-01 Mayıs tarihlerinde yaptığı ve Clinton’a % 54, Trump’a  % 41 oranında destek belirtilen seçim anketinde, Trump’ın % 56 gibi bir oranla en olumsuz imaja sahip başkan adayı olduğu dikkat çekmekte. Anketin diğer bir ilginç sonucu, Clinton’ı destekleyenlerin % 51’inin Trump’ın seçilmesini istemediği için Clinton’a, Trump’ı destekleyenlerin % 57’sinin de Clinton’ın seçilmesini istemediği için Trump’a oy vereceğini açıklaması. İki adayın da kendilerine duyulan sempati nedeniyle değil, rakiplerine duyulan antipati nedeniyle desteklendiğini göstermesi bakımından dikkat çeken bu veri, Cumhuriyetçi Parti’nin farklı bir adayla seçime girmesi halinde kazanabileceğini göstermesi bakımından da önemli. Nitekim anket sonuçları, Cumhuriyetçi Parti’nin Trump’ın yerine, diğer aday adaylarından Ohio Valisi John Kasich’i aday göstermesi durumunda 7 puan farkla seçimi kazanacağını ortaya koyuyor.

Ancak, seçim sonuçlarına ilişkin tahminde bulunmak için henüz çok erken olduğunu ve anketlerin yanıltıcı sonuçlar verebildiğini dikkate almakta fayda var. Kaldı ki gelişmeler, Trump’ın “şaka”  gibi başlayan öyküsünün beklenmedik bir finalle taçlanmasına da şaşırmamak gerektiğini gösteriyor.

Bu yazıda  Trump’ı  ABD’nin ana partilerinden birinin başkan adayı konumuna getiren faktörleri incelemek amaçlandığından, başkanlık seçimlerine ilişkin detaylara yer verilmemiştir. Ancak şu kadarını belirtmek gerekir ki, Trump dahi seçilse “establishment” onu olması gereken bir başkana dönüştürecektir. Burada önemli olan Trump’ın ön seçim kampanyasında gündeme getirdiği konular ve kullandığı dille Amerikan toplumunda sarsıcı bir etki yaratmayı başarmış olmasıdır.

Trump’ın içeride kutuplaşma yaratmak, dışarıda da Medeniyetler Çatışması’nı körüklemek amacıyla bazı çevreler tarafından özellikle desteklendiği şeklindeki teorilerin geçerliliği tartışmalı olmakla birlikte, seçim kampanyası sırasındaki söylemlerinin, hassas bir sosyo-psikolojik zeminin varlığını ortaya çıkardığı ve çoğulculuk, hoşgörü, çok kültürlülük gibi Amerikan değerlerinin tartışılmasını gündeme getirerek ayrıştırıcı bir rol oynadığı düşünülmektedir.