Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Türkiye’nin çok partili hayata geçişle başlayan demokrasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olan hareketlerden birisi de 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi olmuştur. Bu dönem içinde dış politikada da değişimler olmuş ve siyasi olayların etkisi hissedilir olmuştur.

1961 Anayasası ile getirilen özgürlükler ortamında toplumun çeşitli kesimlerinde demokratik örgütlenmeler başlamıştır. Bu örgütlenmeler sonucu ortaya çıkan ideolojik akımlar, Türk dış politikasını yönlendirmek istemiştir. Ayrıca yöneticiler, Türk dış politikasına yön vermek için, 1960 Devrimiyle birlikte yeniden bir siyasal güç olarak ortaya çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerinin eğilimlerini de dikkate almak zorunluluğu duymuştur. 27 Mayıs, Türk Dış politikasında gerekli ve yeterli koşullar oluşmadığından köklü bir değişikliğe yol açmamıştır. Ancak, bu tarihe kadar üzerinde tartışılmayan dış politikayı, kamuoyunun gündemine getirmiştir. Şöyle ki, Türk yönetim anlayışında çok partili düzene geçilinceye, hatta 1960 devrinin getirdiği özgürlük havası yerleşinceye kadar, kamuoyunun çeşitli kesimlerinden gelen baskılara fazla önem verilmediği için kamuoyu dış politikayı etkileyecek önemli bir güç haline gelmemiştir.

27 Mayıs 1960 ihtilali sonrası hazırlanan anayasa, siyasi alanda çeşitli görüşlerin örgütlenerek seslerini duyurabilmelerine olanak sağladığından Türkiye’de, siyasi alanda başlayan özeleştiri süreci dış politikaya da yansımıştır. 1945’ten itibaren izlenmekte olan Batı’ya bağımlı dış politika eleştirilerek önce Bağlantısızlık hareketi ile yakınlaşmaya dayalı bir dış politikanın gerekliliği üzerinde durulmuş, kamuoyunda ABD ve NATO karşıtı bir söylem yaygınlaşmıştır.

27 Mayıs yönetimi, Batı yanlısı dış politikada değişiklik olmayacağını ilan ederken, Orta Doğu politikasında bazı değişikliklere gidileceğinin işaretini vermiştir. 27 Mayısçıların bildirisinde yer alan ‘‘NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız, CENTO’ya bağlıyız’’ ibaresi dikkat çekmektedir. Amaç, Demokrat Parti (DP) döneminde yapılan hataları düzeltmek ve CENTO’yu ikinci plana alarak, başta Bağlantısızlar olmak üzere Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkilerini yeni bir zemine oturtmak istiyordu. Türkiye’nin iç ve dış politikasında, 1960 sonrasındaki iktidar ve zihniyet değişikliğinin de etkisiyle Araplar lehine bir tutum sergilediği görülmeye başlanmıştır. Ancak Türkiye’nin Orta Doğu’ya açılması kolay olmamıştır. Bu durumda birçok gelişme etkili olmuştur. 29 Eylül 1961’de Suriye’de gerçekleştirilen darbeyle iktidara gelen yönetim 1958’de Mısır’la kurulmuş olan Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden (BAC) ayrılma kararı aldığında, Türkiye bunu Suriye’nin bir iç sorunu olarak değerlendirmiş ve Ürdün’den sonra Şam’daki yönetimi tanıyan ikinci ülke olmuştur.

1960’ta başlayan çok yönlü dış politika arayışları 1960’ların ikinci yarısında resmen benimsenerek uygulamaya konmuştur. ABD ile ilişkiler yeniden gözden geçirilerek SSCB ile ekonomik ilişkiler geliştirilmiş, Üçüncü Dünya ülkeleriyle özellikle de Arap komşularla yakınlaşma başlamıştır.

27 Mayıs yönetimi, Üçüncü Dünya Ülkelerine yönelik tutumunu ilk defa Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında ortaya koymuştur. Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) 16 Eylül 1960’da yayınladığı bildiride, Türkiye’nin gelecekteki ulusal bağımsızlık savaşlarını ve özellikle de Cezayir’in Fransa’ya karşı açtığı savaşı destekleyeceğini açıklamıştır. Yeni yönetimin Cezayir konusundaki tutumu, Arap dünyasında olumlu karşılanırken Türkiye ikilem yaşıyordu. MBK üyeleri Cezayir milliyetçiliğini desteklemenin Türkiye’nin tarihine duyduğu bir saygının gereği olduğunu vurgularken, Dışişleri Bakanlığı, NATO içinde müttefikimiz olan Fransa ile karşı karşıya gelmenin Türkiye için Ortak Pazar’a üye kabul edilmemek de dâhil birçok soruna yol açacağını düşünüyordu. Bu nedenle Cezayir konusunda bir eyleme geçilememiş sadece sözle destek vermekle yetinilmiştir. İsrail ile ticaret, turizm ve ulaştırma ilişkilerini sürdürülmeye devam etmiştir. Türkiye, Birleşmiş Milletler’de (BM) Cezayir’in kendi kaderlerini tayin hakkı görüşmelerinde hep aleyhte oy kullanmıştır. Bunun sonucu olarak da Yunanistan ile çelişen politikalarda Arap ülkelerinden destek sağlanamamıştır.

Zamanla 27 Mayıs’ın getirdiği örgütlenme rahatlığı içinde, tabanını dinci kesimlerin oyundan alan partilerin girişimleriyle dış politika yönlendirilmeye çalışılmış ve Orta Doğu’daki örgütlenme girişimlerine aktif olarak katılmaya başlanmıştır.

 

KAYNAKÇA

Ajans-Türk, C.4, S.44,Y.4, (Eylül 1966).

Baskın Oran, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, I, ed. Baskın Oran, İletişim yay., İstanbul, 2001.

Duygu Sezer, Kamuoyu ve Dış Politika, Sevinç matb., Ankara, 1972.

Gökhan Çetinsaya, ‘‘Türkiye’nin Arap Orta Doğusuna Yönelik Politikasına Bir Bakış (1923-1998)’’, Ata Dergisi, S.8, Y.1998.

Haluk Ülman-Oral Sander, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler’’, SBFD, C.XXVII, (Mart 1972).

Mehmet Hasgüler-M. Bülent Uludağ, ‘‘Türk-Arap İlişkileri ve Filistin Sorunu’’, İktisat Dergisi, S.386, (Ocak 1999).

Melek Fırat, 1960-1971 Arası Türk Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1997.

Ortadoğu ve Geleceği, Sisav, İstanbul, 1992.

Semih Ünal, ‘‘Uluslararası Beklentiler Sorunu Çerçevesinde Türk-Arap İlişkileri’’, Uluslararası İlişkilerde Olaylar ve Yorumlar, Y.7, S.29, (Kış 1998).

Türkiye’de ki Anarşi ve Terörün Gelişmesi, Sonuçları ve Güvenlik Kuvvetleri İle Önlenmesi, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1982.