Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

19 MAYIS‘LARDA BİRŞEYLER YAPMAK

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Türkiye Cumhuriyeti ismini taşıyan merkezi devletin tarih sahnesine çıkmasını sağlayan bir ulusal kurtuluş savaşı olarak Kuva-yi Milliye hareketi, tam yüz yıl önce Anadolu yarımadasının kuzey bölgesinin ortalarında yer alan Samsun şehrine,  Türkiye’nin kurucu önderi Mustafa Kemal’in ayak basması ile başlamıştır. Bu noktada başlayan kurtuluş süreci, tam bir asırlık zaman dilimini geride bırakarak bu yıl içinde yüz birinci yıldönümüne erişmiştir. Kuva-yi Milliye günlerinde Anadolu’nun her karışında hareket eden ve düşman birliklerine karşı koyarak tarihin en zor dönemeçlerinin tam ortasında bir kurtuluş mücadelesini başarıyla sonuçlandıran Türk ulusu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında içine girilen ulus devletler çağında, her türlü emperyalist baskıya rağmen kendi ulus devletini kurmuştur. Türkler çağdaş bir cumhuriyet devleti statüsü ile şu an bir büyük siyasal gerçeklik olarak dünya haritasının tam ortalarında her türlü engele rağmen bugün varlığını sürdürebiliyorsa, Türk ulusu böylesine bir mutluluk verici eseri kurucu önder Mustafa Kemal’in Samsun’da ilk adımı atarak başlattığı var olma mücadelesine borçludur. Türk ulusu bu sayede haritadan silinmekten kurtulmuş, Türk devleti de bu zaferin doğal bir sonucu olarak merkezi coğrafyanın önde gelen güçlü bir ülkesi olmuştur. Böylece dünyanın ortalarında daha önce tesis edilen Türk egemenliği, yeni dönemde daha da güçlenerek Türkiye Cumhuriyeti modeli ile bugüne kadar yoluna devam etmiştir.

Ulusal kurtuluş savaşı, aslında batının emperyalist devletlerinin askeri birliklerinin Misakı Milli sınırlarına girerek Türk şehirlerini istila ve işgal etmeye başladığı an başlamıştır. Vatan sathından toplu bir milli direniş olarak örgütlenen Kuva-yi Milliye hareketinin ilk çıkışları, işgal ordularına karşı ülkenin çeşitli bölgelerinde yapılmıştır. Libya, Suriye ve Irak gibi eski Osmanlı eyaletlerindeki direniş savaşları sonuç vermeyince çatışmalar ana ülke olan Anadolu topraklarına sıçramıştır. İşte Türklerin anavatanını elinden alma mücadelesi kritik bir aşamaya geldiği noktada,  kurucu önder yanında bir grup Kuva-yi Milliyeci ile Samsun topraklarına ayağını basmıştır. Bu adım kendiliğinden bir tepki olarak değil ama dünya savaşı sonrasında başlayan işgal girişimlerine karşı,  Osmanlı genel kurmayının başlattığı çalışmalar sonucunda yapılan hazırlıkların bir sonucudur. Cephe savaşları nedeniyle Libya ve Suriye eyaletlerinde savaşan Mustafa Kemal, cephelerin geride kaldığı ve merkezi bir savaşın gündeme geldiği bir aşamada İstanbul’a gelmiştir. İmparatorluğun başkentinde altı aylık bir süre kalmış ve bu zaman zarfında ulusal kurtuluş savaşının hazırlıklarını, plan ve programlarını tamamladıktan sonra, ana ülke olan Anadolu’nun kurtuluşu amacıyla Samsun’a bir çıkış planı hazırlanarak devreye sokulmuştur. Doğu, batı ve güney cephelerinde işgal birliklerine karşı savaşlar devam ettiği için o sıralar en sakin bölge olarak Kuzey Anadolu seçilmiş ve Karadeniz bölgesinin ortalarında yer alan Samsun kenti ne çıkış o dönemin jeopolitik koşullarına uygun bir biçimde kararlaştırılarak uygulanmıştır. Bir ara daha doğuda yer alan Trabzon’a çıkış düşünülmüş ama Doğu Karadeniz’deki Pontus isyanları ve yapılanması yüzünden ve bölgenin karışık olması dikkate alınarak orta Karadeniz’in merkezi olan Samsun tercih edilmiştir. Rotanın Trabzon’dan Samsun’a çevrilmesi üzerine Samsunlular civar illerden gelenlerin katılımları ile Atalarını geniş törenlerle karşılayarak gereken konukseverliği göstermiş ve Ata’larını bağırlarına basmışlardır. Yarımadanın doğusu, batısı ve güneyi işgal girişimleri ile uğraşırken, milli direniş için o dönemde en uygun yer olan orta Karadeniz’den başlayarak Kuva-yi Milliye hareketinin bütün ülkeye yayılması sağlanmıştır.

Mustafa Kemal Samsun’a hareket etmeden altı ay kadar İstanbul’da kaldığı zaman içinde Osmanlı Genel Kurmayı ile yakın çalışmalar içinde bulunmuştur. Bitmiş olan imparatorluktan geride kalan tek resmi makam olarak ülkenin ve ulusun kurtuluşu ile ilgili planların bu merkezde yapılması sırasında Mustafa Kemal’de çalışmalara ortak olmuştur. Bu arada ulusal kurtuluş savaşının önderliği için bütün Osmanlı generalleri tek tek ele alınarak incelenmiş ama karara varılmasında zorlanılmıştır. Samsun’a çıkış hareketine önderlik yapacak generalin işin başında belirlenmesi için o sırada görevde olan on iki general karşılaştırılarak değerlendirmeler yapılmış ve sonunda Çanakkale Savaşındaki başarıları ile Türk halkının sevgi ve saygı gösterdiği bir komutan olarak, ulusal kurtuluş savaşının liderliğine oybirliği ile Mustafa Kemal seçilmiştir. Genel kurmayın bu kararına ordunun hiçbir kademesinden tepki gelmemiş ve o dönemin koşullarında devleti temsil eden Genel kurmayın kararına herkes uyarak ve Mustafa Kemal’in arkasında toplanarak onun liderliğinde bir kurtuluş savaşı başlatılmıştır. Mustafa Kemal’e karşı olan generaller bile bu savaş döneminde sorun çıkarmamak üzere verilmiş olan bu karara uyum sağlayarak kurtuluş savaşı cephelerinde kendilerine verilen bütün görevleri yerine getirmişlerdir.

Osmanlı Genel kurmayında çalışmalar tamamlandıktan sonra Mustafa Kemal arkadaşları ile birlikte buradan ayrılırken, Cevat Çobanlı paşa yanına gelerek  “Bir şey mi yapacaksın Kemal ?” diye sormuş bu soruya cevap veren Mustafa Kemal  “ Evet paşam, bir şeyler yapacağım “ diyerek kalkmakta olan gemiye yetişmek üzere orayı hızla terk etmiştir. Ulusal kurtuluş planlarının bitmesinden hemen sonra 15 Mayıs günü Bandırma Vapuru ile yola çıkan yirmiden fazla Kuva-yi Milliyeci, dört günlük bir seyahatten sonra Samsun’a gelerek Anadolu hareketini başlatmışlardır. Genel Kurmay’daki çalışmaların sona ermesinden sonra padişahı da bir devlet başkanı olarak ziyaret eden Mustafa Kemal, uzun sürecek bir kurtuluş mücadelesine devlet ve toplumun geniş desteği ile kalkışıyordu. Osmanlı devletinin teslim olması sonrasında ülkenin her yerinde isyanlar ve karışıklıklar birbirini izlerken, ülke tam anlamıyla devletsizlik ortamına sürükleniyordu. Türk ulusunun dünyanın önde gelen büyük imparatorluklarından birisini elinden kaçırması üzerine, bunun yerini alacak yeni bir Türk devleti kurulması misyonu, bu aşamada vatanı kurtaracak kahramanlarını bekliyordu. Mustafa Kemal’in bu işin başlangıcında lider olarak seçilmesi ve Osmanlı Genel Kurmayının da geride kalan devlet gücünü bu iş için seferber etmesi ile birlikte, Karadeniz çıkışı devreye sokuluyor ve ulusal kurtuluş planı da bu aşamada uygulanmaya başlanarak ilk adım Samsun’da karaya çıkış olarak atılıyordu. Ulusal kurtuluş yolunda bir şeyler yapmak için yola çıkan Atatürk ve arkadaşları beş yıllık bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında tam bağımsız bir cumhuriyet devletini kuruyorlardı.

Atatürk’ün Amasya tamiminde yazdığı gibi,  vatan işgal altında, devlet bitmiş ama milletin azmi ve kararlılığının ülkeyi kurtaracağı inancı herkesin kafasından silinmediği için bu çizgide Kuva-yi Milliye mücadelesi gündeme getirilerek uygulanıyordu. Milli mücadeleye kalkışılmasını önlemek üzere harekete geçenleri korkutan emperyalist çevreler, Atatürk ve arkadaşlarını Samsun’a götürecek Bandırma gemisinin de Karadeniz’in azgın sularında batırılacağı ve hepsinin öldürüleceği gibi olumsuz konuları kulislerde yayarak, devlet ve toplumun kendisini kurtarmak üzere desteklediği ulusal kurtuluş hareketini n önünü kesmeye çalışıyorlardı. Rauf Orbay gibi üst düzey askeri komutanların bu doğrultuda yanlış bilgiler alarak bunları öne çıkarmaları üzerine tereddütler uyanınca, Mustafa Kemal çıkmış olduğu yoldan geri dönmeyerek ve zaman kaybetmeden hemen Bandırma vapuruna binerek Karadeniz’in rüzgârlarına doğru açılıyorlardı. Yolda İngiliz gemilerinin kontrolü ile karşılaşmalarına rağmen yola devam ederek 19 Mayıs günü orta Karadeniz’in merkezinde toprağa ayak basıyorlardı. O gün törenlerle karşılanan Atatürk ve arkadaşları Samsun ve civar illerden gelen halk kitleleri ile bir araya gelerek görüşmelere başlıyorlardı. Samsun’un bu uğurlu günü civar iller ve ilçeler tarafından gelen vatandaşlarca da paylaşılırken, Samsun’a gelmiş olan öncü kadro elemanları bölge halkı ile bütünleşerek onların desteği ile halkın beklediği milli mücadeleye giriyorlardı. Karadeniz bölgesinde var olan siyasal bilincin diğer bölgelere oranla biraz daha fazla olmasından da yararlanan öncü kadro, Samsun’dan sonra Havza ilçesine uğruyor ve Amasya iline gelince burada iki haftalık bir süre kalarak ve telgraf tellerinden yararlanarak bütün ülkenin önde gelen kentleri ile haberleşiyorlardı. Samsun’dan Havza’ya geçerken arabanın bozulması üzerine yürüyüşe geçen kadro Mustafa Kemal’in önderliğinde  ”Dağ başını duman almış” marşını okuyarak gidecekleri ilçeye doğru hareketlerini kesintisiz sürdürüyorlardı.

Mustafa Kemal’in Osmanlı devletinin son yönetimi tarafından Doğu Karadeniz bölgesine Pontus isyanlarını izlemek ve önlemek üzere gönderilmesi işi olmasa da, Atatürk’ün daha önceleri yaptığı hazırlıklar doğrultusunda gene de ulusal kurtuluş hareketini başlatmak üzere Anadolu halkının içine doğru gideceği önceden kararlaştırılmıştı. Ne var ki, Osmanlı Genel Kurmayının yaptığı çalışmaların ciddiyetini görünce, bunun üzerine kendi hazırlıklarını Genel Kurmayın hazırlıkları ile birleştirerek daha güçlü bir ulusal çıkışın hazırlıklarının tamamlanmasına destek veriyordu. Atatürk Birinci Dünya savaşı sonrasında barış düzeninin erken kurulamayacağını görerek hazırlıklarını bu durumu dikkate alacak bir biçimde genişletiyor ve Amasya merkezli bir yeni yapılanmayı Telgraf telleri aracılığı ile hızla örgütlemeye çalışıyordu. Bu arada devleti kurtarmak üzere İngilizler ile anlaşılmasını savunan bir mandacı oluşum Kuva-yi Milliye’nin önünü kesmek için öne çıkıyordu. Ülkeyi işgal etmiş olan İngiliz emperyalizmine teslim olmayı bir türlü benimsemeyen Mustafa Kemal, İngiliz mandacılığı ile savaşmak üzere batılı emperyalistlerin işbirliğine karşı kendi halkının gücüne güvenerek ortaya çıkıyordu. O aşamada Osmanlı Genel Kurmayının desteğini almak Atatürk’ü bir İngiliz saldırısından koruyordu. Başlatılan milli direniş hareketi Karadeniz’de isyan etmiş Rum çetelerinin ortadan kaldırılması için örgütleniyordu. Amasya’da yapılan çalışmaları daha sonraki aşamada gündeme gelen Erzurum ve Sivas Kongrelerinin hazırlıklarının da tamamlanmasını sağlıyordu. Kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak isteyen komutanların bu tutumundan yararlanan Mustafa Kemal, çökmüş Osmanlı’nın merkezinde kalmaktansa Anadolu’ya geçerek halkın içinde ulusal kurtuluş mücadelesini yönlendirmeyi daha doğru bir adım olarak görüyordu

İngilizlerin geldikleri gibi gitmeleri için ulusal kurtuluşçular ellerinden gelen her yolu deniyor ve bu doğrultuda Anadolu’da yayılan İngiliz işgallerine karşı ülkenin doğusunda, batısında ve güneyinde geniş alanda savunma cepheleri oluşturuyorlardı. Başkent İstanbul’un doğu Anadolu’ya uzak kalması yüzünden,  ulusal kurtuluş hareketinin belirli merkezde örgütlendikten sonra ülkenin merkezi bölgesine taşınması gerekiyordu. Bu doğrultuda Anadolu’ya kuzey bölgesinin ortalarından girildikten sonra ülkenin içlerine doğru hareketin kadrosu ilerliyordu. Misakı Milli sınırları içinde bütün Anadolu’yu birleştirebilmek için öncelikle Kuzeyden ilerleyerek ülkenin doğu bölgesine gelinmesi gerekiyordu. Önce Sivas ve daha sonra da Erzurum bu doğrultuda yeni merkezler olarak belirlenmişti. Amasya‘daki hazırlıklar tamamlandıktan sonra önce Sivas’a gelinerek Erzurum kongresinin çalışmaları yapılıyor ve daha sonra Erzurum Kongresi sırasında Kuzey ve Doğu Anadolu bölge temsilcilerinin bir araya gelmeleri sağlanıyordu. Doğu Anadolu da bu hedef gerçekleştirildikten sonra Sivas’ta daha büyük bir kongre düzenlenerek ve Anadolu’nun bütün bölgelerinden seçilen temsilciler bir araya getirilerek, ülkenin Sevr haritası doğrultusunda bölgelere ayrılarak bir federasyon modeli devlet oluşturulmasına açıktan karşı çıkılıyordu. Ayrıca bu doğrultuda her türlü manda ve himayenin reddedilmesiyle ilgili kararlı tutum, kongrelere egemen olduktan sonra, emperyalist devletlerin baskı ve yönlendirmeleri sonuçsuz kalıyordu.  Mustafa Kemal bir yandan geride kalan ordu birlikleri ile milli cepheleri oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da devletsizlik ortamında Millet Meclisinin yokluğunu gidermek üzere kongreler aracılığı ile ulusal örgütlenme yapıyordu.

Emperyalist devletlerin güdümündeki işbirlikçi basın, teslim olmuş İstanbul’da yayınlarına devam ederken, tam bir mütareke basını görünümünde teslimiyetçi bir çizgi izleyerek Türk halkını teslim olmaya doğru zorluyordu. Satılık mütareke basınına karşı halkta birikmiş olan tepkileri yerinde gören Mustafa Kemal, önce Sivas Kongresi sırasında İrade-i Milliye, daha sonrada yeni başkent Ankara’ya gelerek Hâkimiyeti Milliye isimli gazeteleri çıkararak Mütareke basınına karşı Kuva-yi Milliye basınını örgütlemeye çalışıyordu. Her türlü yalan ve sahtekârlıklarla dolu bir yayın etkinliği yürüten mütareke basını, teslimiyetçiliğin bayrağını dalgalandırırken, Kuva-yi Milliye basını Türk bayrağı altında ulusal bir direnişi ülke düzeyinde örgütlüyordu. Daha sonraki aşamada Atatürk Başkent Ankara’da düzenli olarak Ulus gazetesini yayınlayarak ulusal toplumun yaratılması, ulus devletin kurulması ve ulusal kurtuluşun zafere ulaşması hedefinde milli bir basın oluşturuyordu.

Komutanına söylediği gibi, bir şeyler yapmak üzere ulusal kurtuluş yoluna çıkan Mustafa Kemal, bu çizgide emin adımlarla yürüyerek ülkenin bağımsızlığı için savaş veriyordu. Ayrıca, eski devletin teslim olması yüzünden ortaya çıkan devletsizlik durumunun ortadan kaldırılabilmesi için düzenlediği kongreler aracılığı ile milleti örgütlemek ve bu yapıya dayanarak daha sonra ulusal kurtuluş savaşını kurulacak milli meclis aracılığı yürüterek yeni devletin kuruluşuna geçmek istiyordu. Ülke çapında kongreler birbirini izleyerek devam ederken, Sivas Kongresinde ülkesel bütünlük sağlandıktan sonra Ankara’da yeni devletin kuruluşunun ana çekirdeğini oluşturacak, Millet Meclisi öncelikli olarak kuruluyordu. Bin yıllık Türk hegemonyasının geçerli olduğu topraklar üzerinde çağdaş bir Türk devletinin kuruluşunun ilk sayfaları tamamlanıyordu. Atatürk’ün uzun yürüyüşü sırasında Türk halkının geniş desteğini alarak kurmuş olduğu Millet Meclisi önemli bir dönemeç noktası idi. Eski başkent İstanbul’un teslim olması sonrasında önemli bir kararsızlık dönemi geçtikten sonra ülkeyi dolaşarak ve halk kitlelerinin desteğini arkasına alarak yeni merkez de Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Atatürk, Türk tarihini kararsızlıktan kurtararak bugünkü istikrarlı yapısına kavuşmasını sağlayan ulusal önderdir. Halkçılığı bir ana ilke olarak benimsemiş olan kurucu önder halk kitlelerinin desteğini almadan hiçbir önemli adım atmamıştır. Böylesine geniş bir desteği elde edebilmek için işgal altındaki mütareke İstanbul’unu erken terk eden Mustafa Kemal, cephe savaşlarını teker teker kazandıktan sonra yeni başkentin tam ortasında devletin çekirdeğini oluşturacak Büyük Millet Meclisini 23 Nisan 1923 Cuma günü büyük törenlerle açıyordu.

İstanbul’daki çalışmaları ve temasları sırasında bir an önce Anadolu’ya geçilmesiyle birlikte oluşacak Kuva-yi Milliye yapılanması ile ülkenin her yerine girmiş olan işgal güçlerinin Milli sınırların dışına çıkarılacağını kurtuluşun önderi olarak her fırsatta dile getiriyordu. Karadeniz’deki Rum köylerinin Türk güçleri tarafından rahatsız edilmesi gerekçe gösterilerek, bölgeye bir devlet görevlisi gönderilirken, Mustafa Kemal bu durumdan yararlanarak eline geçen Anadolu’ya gitme fırsatını değerlendiriyordu. Atatürk’ü Anadolu’ya gönderenler gayrimüslimlerin durumunu düzeltmeye öncelik verirlerken, Mustafa Kemal de yok edilmek istenen Türk halkının içine girerek bu ulusun bağımsızlığını elde etmeye çaba gösteriyordu. Türk ulusunun yok olmasını önlemeyi namus ve vicdan borcu olarak gören kurucu önder, karşı çıkarak savaştığı emperyalizmi kapitalist sistemin maddiyatçı yapılanması olarak tanımlarken, bir toplumu millet yapan manevi unsurları da göz önüne alıyordu. Enver Paşa Alman gemisiyle, Vahdettin ise İngiliz gemisiyle İstanbul’dan kaçarken, Atatürk bir Türk gemisi olan Bandırma Vapuru ile Anadolu’nun ortalarına giderek kurtuluş için ülkesi ve milletiyle bütünleşme mücadelesine giriyordu. Anadolu halkı ile bütünleşme yolunda halkın gerçek temsilcisi olabilme doğrultusunda ordudaki görevlerinden istifa ederek, ulusal kongrelerde, Türk halkının gerçek temsilcileri ile bir araya geliyordu. Başkentlerde oturarak ülkenin kurtarılamayacağını iyi bilen ulusal kurtuluş öncüleri, halkla bütünleşerek yeni devlete giden yolu zamanla açıyorlardı.

19 Mayıs bir ulus devlete giden siyasal yolun başlangıcıdır. Bu çerçevede bugünkü Türk kimliğinin Kuva-yi Milliye mücadelesi sonrasında, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte öne çıktığı görülmektedir. Bugün çok tartışılan ulus devlet, ulusal toplum ve ulusal kimlik oluşumlarının ilk noktası, bir ulusal kurtuluş mücadelesi vermek üzere Samsun’da atılan ilk adımdır. Tarih boyunca bir çok devlet kurmuş olan Türkler, yirminci yüzyılın başlarında çağdaş anlamıyla ilk kez bir ulus devlet kurma şansını elde ediyorlardı. Ulus devletlerin tarih sahnesine çıktığı Avrupa kıtasının yanında modern bir ulus devleti çağdaş cumhuriyet kriterlerine uygun bir biçimde kurma görevi ile karşı karşıya kalan Türk ulusu, tarih boyunca iki yüzden fazla devlet ve de on altı adet imparatorluk kuruyordu.  Çağlar değiştikçe Türklerin bir devletten ötekine geçiş yaptığı ve bu arada kurulmuş olan Türk devletlerinin de kurucu önderin ya da etnik grubun ismi ile dile getirildiği bir sürecin sonunda, yirminci yüzyıla gelindiğinde artık kurucu önderin adı ile değil ama ilk kez tarihin en eski uluslarından birisi olan Türk ulusu adına bir modern ulus devlet kuruluyordu. Uluslaşma sürecinin bu değişim noktasında Atatürk Timurlu, Selçuklu ve Osmanlı gibi kurucu hanedanların ya da önderlerin adı ile değil ilk kez tarihsel bir varlık olan Türklük adına bir ulusal cumhuriyet kuruyordu. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları sonrasında yeni bir Kemali İmparatorluğu kurulmayacaktı. Kurtuluş savaşı sonrasında öne çıkan bir biçimde önce Türk devleti kurulacak ve bu siyasal yapılanma aynı dönemde hem uluslaşma hem de Cumhuriyetleşme oluşumlarını birlikte yaşatarak, belirli ilkelerin eklektik bir yöntem aracılığı ile kaynaştırılması üzerinden Kemalist bir devlet modeli kurulacaktı.

19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in hocasına söylediği gibi bir şeyler yapmak amacıyla yola çıkılıyor ama daha sonraları da yola çıkıldıktan sonra öne çıkan sorunlar ve gündemler üzerinden çok şeyler yapılmak zorunda kalınıyordu. Tarih boyunca dağınık bir biçimde var olmuş olan Türklük olgusu adım attıkça öne çıkıyor, yepyeni bir Türk devleti kurulurken geçmişte içine düşülen hata ve çıkmazlara yeniden sürüklenmemek için fazlasıyla dikkat edilmesi gerekiyordu. Tarihsel bir olgu olan Türklük konusunun çözüme kavuşturulması için sadece bir devlet kurmak yetmiyor, ülkeyi böylesine büyük bir uluslaşma oluşumuna getiren sosyal, kültürel ve siyasal konuların da ele alınarak çözüme kavuşturulmaları gerekiyordu. Türklük olgusu kişisel ve hanedan boyutlarının ötesinde bir bütün olarak ele alındığında uluslaşmaya giden yolların ayrıntıları ortaya çıkıyordu. Bu gibi çalışmaların yıllarca eksik ve hatalı bir biçimde ele alınmalarından sonra gelinen yeni aşamada hem tarihin hem de kültürün bilimsel boyutları ile ele alınmaları, hem de yeni kurulan Türk ulus devleti oluşumuna paralel bir düzeyde incelenmeleri gerekiyordu. Sadece bir devlet kurmak ile işler bitmiyor, konu geniş çapta sosyal ve siyasal boyutları ile ele alınarak incelenmeye başlandığında bilimsel çalışmaların zorunluluğu gündeme geliyordu. İşte bu yüzden devletin kurucu önderi Mustafa Kemal, kendisini Atatürk olmaya yönlendiren bilim ve kültür çalışmalarını da yapmak zorunda kalıyordu. Ulusal kurtuluşun ilk aşamasında Türklerin anavatanına ayak basarak bir süreç başlatılıyor ama daha sonra da bu doğrultuda bilimsel çalışmalar yapmak üzere, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil kurumu birlikte kuruluyordu. Aynı dönemde Başkent Ankara’da Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi de kurularak, Tarih ile birlikte, coğrafya ve kültürün birlikteliği önemle dikkate alınıyordu. Türk devleti kurmak üzere yola çıkanlar Macarların elinde kalmış olan Türkoloji biliminin temel derinliklerine girmek durumunda kalıyorlardı. Türk milletini yaratan olgunun Türk dili olması nedeniyle bir Türk Dil Kurumu, insanlığın uzun geçmişi içinde yer alan tarihsel geçmişin ortaya çıkarılabilmesi için ayrı bir Tarih Kurumunun kurulması, yeni devletin kurumlaşması idi.

Dünya tarihini değiştiren, emperyalistlerin plan ve programlarını bütünüyle alt üst eden bir girişim olarak dünya sahnesine çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti oluşumu, bir yüzyıldan diğerine geçerken ortaya çıkmış olan devrimci sürecin bir sonucudur. Krallıklar ile imparatorlukların devrinin bittiği bir aşamada Osmanlı İmparatorluğunun eskisi gibi devam etme şansı yoktu. Nitekim bu doğrultudaki gelişmeler Avrupa kıtasının geleceğini belirleyince benzeri gelişmeler Balkanlar üzerinden Orta Doğu bölgesine de yansıyordu. İmparatorluklar dönemi geride kalırken, gündeme gelen ulus devletler çağı Balkanlar’daki gelişmelerden sonra Anadolu yarımadasının tam ortasında yer aldığı merkezi bölgede de bir Türk devletini yeni bir ulus devlet olarak siyasal gündemin önüne çıkarıyordu. Asya’nın kuzeyinde bir devrimci süreç yaşanırken, Anadolu’ya komşu olarak görünen Sovyetler Birliğinin devrimci bir atılım ile kurulduğu anlaşılıyordu. Sosyalist sistemin bir devrimci atılımla tarih sahnesine çıkması gibi bir oluşum komşu bölgeleri etkilemeye başladığında, bu kez de Sovyetler Birliği ile Orta Doğu bölgeleri arasında yer alan bölgede benzeri bir devrimci atılım gerçekleştirilerek Kemalist rejim kuruluyordu. Karadeniz kıyılarında başlamış olan ulusal kurtuluş hareketinin sonunda tüm bölgeyi kapsayan devrimci atılımların etkisi altına girmesiyle birlikte, devlet kuruluşunun yanında devrimci kararlar alınarak ve bu doğrultuda ödünsüz adımlar atılarak, Sovyet devriminin benzeri olmayan bir başka devrimci atılım Atatürk’ün önderliğinde Türklerin anavatanı olan Anadolu yarımadası üzerinde gerçekleştiriliyordu. O dönemde vatanları için bir şeyler yapmak üzere yola çıkanların sonunda uluslararası konjonktüre uygun olarak bir de devrim yapmak sorunu ile karşı karşıya kaldıkları görülmüştür. Kurtuluş yolunda atılan adım arkasından yeni adımları getirince Kemalist devrim siyasal bir dönüşüm olarak ortaya çıkıyordu.

Atatürk’ün deyişi ile yorulmamak üzere yola çıkanlar hiçbir zaman yorulmazlar. Bir hedefi olan ve yaşamını bir ideale doğru yönlendiren insanlar hedefe ulaşana ve ideallerini gerçekleştirene kadar bu mücadelelerini sürdürürler. Hedefe giden yolda savaşçılar yolun sonuna kadar giderek amaçlarını elde etme doğrultusunda hem yapılması gereken şeyleri yapacaklar, hem de aynı zamanda yapılamayacakları da yapmak için hazır olacaklardı. Her türlü olumsuz koşullara rağmen Kuva-yi Milli mücadelesinin kazanılması büyük bir zaferdir.  Ulusal kurtuluş savaşının önderi ve arkadaşları bağımsızlık için yola çıkarken ana amaçları doğrultusunda bir şeyler yapmak üzere öne çıkıyorlar ve az zamanda çok işler yaparak, on yıllık bir zaman dilimi içinde çağdaş bir cumhuriyet devletini merkezi coğrafyanın tam ortasında kuruyorlardı. 19 Mayıs’ta karaya çıkanlar ülkenin orta yaş kuşağından gelen temsilcilerdi. Ne var ki, Atatürk ülkenin geleceğinin gençlerde olduğunu bildiği için cumhuriyeti hiç kimseye bırakmıyor sadece vatan için tertemiz duygularla dolu olan Türk gençliğine emanet ediyordu. Olumsuz koşulların aşılabilmesi ve dünyanın en büyük emperyalist devletlerine karşı başlatılan ulusal kurtuluş savaşının kazanılabilmesi için gerçek anlamda gençliğin kuvveti ve dinamizmine gereksinme vardı. Türk gençliği yaşamını sürdürürken geleceğe yönelik beklentileri ve umudunu koruyarak, Türk toplumunun geleceğe açılan yolunda etkin bir biçimde öncülük yapacak ve kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek onun ve arkadaşlarının başlattıkları işleri tamamlayacaklardı. Kurtuluş savaşı sırasında Atatürk’ün önderliğinde savaşa katılan Türk gençliğinin daha sonraki dönemlerde de aynı doğrultuda hareket ederek, Atatürk ve Türk ulusu için canlarını feda ettikleri ve savaşın kazanılması için ellerinden gelen her şeyi yaptıkları görülmüştür. Atatürk’ün Samsun’a çıkmış olduğu 19 Mayıs tarihini sonraki yıllarda gençlik ve spor bayramı yapmasının sebebi, Samsun’a çıkarken Türk ulusu ve devletinin çıkarları için düşündüğü bir şeylerin yapılması doğrultusunda, bugünün gençliğini sürekli bir hareketlilik içinde geleceğin her türlü olumsuz gelişmelerine hazırlamak içindir. 19 Mayıs tarihi ile özdeşleşen kurtuluş mücadelesi ve yeni devletin oluşturulmasında, geleceğin gençliğinin çıkış noktası gene Atatürk’ün yaptıkları olacaktır.