Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRKE DOĞRU

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

TÜRKE DOĞRU, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmadan önce başlatılmış olan Türk’e, Türklüğe ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna yönelme doğrultusunda başlatılmış bir vatansever hareketinin adıdır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında doğmuş ve yetişmiş, yeni eğitim almış kuşaklar, yükseköğretim aşamasından geçince çökmekte olan imparatorluk devletinin yıkılışına karşı yeni arayışlar gündeme gelmiştir. Özellikle Fransız devrimi sonrasında Osmanlı gençleri Avrupa ülkelerinde tahsil yaparak çıkış yollu arayışları sürdürmüşler ve zaman içerisinde Osmanlı ülkesini de Avrupa uygarlığının uzantısı olabilecek, çağdaş bir yaşam düzenine dönüştürmeye çaba gösteriyorlardı. Müspet bilimin fakülte ve üniversite düzeyinde örgütlendiği aşamada, Osmanlı gençleri de uygun gördükleri Avrupa ülkelerinde yükseköğrenimlerini tamamlayarak ve Atatürk Türkiye’sine koşarak çağdaş cumhuriyetin kuruluş aşamasının erleri ve neferleri olarak öne geçiyorlardı. Atatürk Cumhuriyeti olarak modern Türkiye’nin ortaya çıkmasında son derece etkili oluyorlardı.

Saray yönetiminin çökmesi üzerine önce halk kitleleri ile bütünleşmeye öncelik verilerek halka doğru hareketi başlatılıyordu. Halkevlerinin ve Halkodalarının ülkenin dört bir yanında açılması üzerine cumhuriyeti kuran parti, ulus devleti halkçı cumhuriyet açılımı ile bir araya getirerek ulus devlet ile halkçı cumhuriyet rejimi bütünleştirmesine yöneliyordu. Rusya’dan gelen Türkçülük rüzgârları doğrultusunda yeni devletin adında bir millet ismi olarak Türkiye kavramı belirleniyordu. Millet Mektepleri, Türk Ocakları ve Halkevleri gibi kitlesel örgütlerin kurulmasından sonra, ülkede yepyeni bir devletin çağdaş toplumu oluşturuluyordu. Paris ve Londra gibi batılı başkentlerde okuyan genç Osmanlılar buralarda öğrendiklerini hemen devreye sokarak Avrupa benzeri çağdaşlaşma düzenine bir an önce geçiş için girişimlerde bulunuyorlardı. Halkevleri çatısı altında arayışlar halka doğru hareketi içinde bütünleşirken, o dönemde önceleri çok aktif olan ama daha sonraları da iç ve dış baskılar nedeniyle kapatılmak durumunda kalınan Türk Ocaklarından yetişen Türkçüler öne geçerek, yeni bir Türk’e doğru hareketinin öncülüğünü yapmaya çalışıyorlardı. Bu Türkçüler arasında, 27 Mayıs sonrasında Halkevleri genel sekreteri olarak tanımak şansına sahip olduğum Prof. Dr. İsmail Hakkı BALTACIOĞLU önde gelen bir yere sahip olarak Türk’e doğru hareketinin önderliğini yapıyordu. Yıllarca edebiyat alanında çalışan Baltacıoğlu aynı zamanda pedagoji eğitimi de almış olan bir sosyoloji uzmanıdır. Dil, Tarih ve Coğrafya eğitiminden geçerek uzun yıllar bilim adamı ve öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Türkiye’deki Türkçülük hareketlerinin önde gelen temsilcilerinden olan Prof. Dr. İsmail Hakkı BALTACIOĞLU bilimsel çalışmalarını tamamladıktan sonra, Kırşehir milletvekili seçilerek Anadolu halkının içine çıkmaya çalışmıştır. Bu makalede, Türk’e Doğru hareketinin öncüsü olan İsmail Hakkı BALTACIOĞLU‘nun Türkçülük hareketini başlatmış ve halk kitlelerini yazdığı Türk’e Doğru kitabını kitlelere öğretmek üzere hareketin öncüsü konumunda kitabını yayınlamıştır. Türk İslam Enstitüsü ile Uluslararası Sosyoloji kurumlarında yetişmiş olan yazar, Türk’e Doğru kitabıyla Türklere Türkçülük öğretmiştir..

1942 yılında İş Bankası Kültür yayınları arasında basılan ve daha sonra Cumhuriyetin genç kuşakları için üçüncü kez yayınlanan bu eser, Türkiye’deki Türkçülük birikimi açısından önde gelen kaynaklardan birisidir. Önce gazete yazılarıyla ortaya konan kitabın içeriği daha sonraki aşamada kitaplaştırılınca bilim çevrelerinden önemli ölçülerde ilgi görmüş ve Türklük ile ilgili her konuda bir temel çıkış noktası olmuştur. Yepyeni bir Türk toplumu yaratmak için her yol denenmiştir. Bir oldubitti ile işgale kalkışılan Osmanlı toprakları üzerinden yeni bir gelecek kurmak üzere yola çıkıldığında, öz benliğini arayan Türk toplumunun ve emperyalist işgale karşı çıkan Türk gençliğinin ideolojik çizgisi, yeni dönemde Türkçülük olarak seçilmiş oluyordu. Dünya savaşı sırasında Türk ulusu bir yandan Avrupalaşarak modern dünyaya açılıyor diğer yandan da Asyalı kökenden gelen geleneksel değerlerini zaman içinde elinden kaçırarak millet olma hakkını veren özellikler geride kalıyordu. Yaşanmakta olan zaman dilimi içinde imparatorluk düzeni geride kalırken yeni bir cumhuriyet dönemine açılım yapılıyordu. Böylesine köklü değişimin yaşandığı dönüşüm aşamasında artık eskiden olduğu gibi yeni doğan çocuklar anne ve babalarına benzemiyordu. Yeni doğan nesillerin artık eski kuşaklara benzememesi ile birlikte imparatorlukların dağınık ortamından çıkılıyor ve yeni kurulmakta olan ulus devletlerinin yeni toplum yapılanmalarına doğru bir eğilim öne çıkıyordu.

Avrupalılaşan milletler uygarlığın yolunda emin adımlarla geleceğe doğru yönelirlerken, orta Asya’dan yola çıkarak Akdeniz’in bağrına doğru yol alan Türkler, sürekli bir hareketlilik içinde oldukları için, biz kimiz ve neyiz, ya da nereden gelip nereye gidiyoruz gibi soruların yanıtlanmasında, Tanzimatçılar ve Meşrutiyetçiler gereken önlemleri alamadıklarından, gerekli olan yanıtları tam olarak karşılayamamışlardır. Osmanlı kimliğinden Türk kimliğine geçiş zaman almış ve böylesine büyük bir dönüşümün tamamlanmasında bilim ve kültür adamlarının çaba gösterdiği arayışlar geleceğe yönelik girişimlerin sürekliliğini sağlamıştır. Milliyet fikri, yüksek benlik fikri, orijinal oluş fikri, öz kültür fikri, kendine inanma fikri, kendine güvenme ve yeterlilik fikri, kendi ülkesini diğerlerinden daha yeterli ve iyi bulma fikri, ulusun tarihi varlığına inanma düşüncesi, ülkenin dününe, bugününe ve yarınına sahip çıkma düşüncesi vatanseverler tarafından yerine getirilen ülke görevi uluslaşmakta öncülük görevini yerine getirmiştir. Yabancı ülkelerin kültürünü ve ahlakını ve felsefesini kendisininkinden üstün bulanlar yabancı kültürlerin esiri olmaktan kurtulamazlar. Bu tür toplumlar da bağımsız bir biçimde ayakta kalamadıkları için ayrı bir uluslaşma sürecine giremezler. Emperyalist saldırılara ve yabancı egemenliğine karşı koyamayanlar yabancı kültürlere teslim olanlar millet olma şansını elde edememiştir. Milliyet şuuru ya da ulus olma bilinci diğer toplumlara karşı bir üstünlük bilincidir. Bu nedenle milliyet şuuru hiçbir zaman aşağılık duygusu ile birleşemez. Her ulus diğerlerinden ayrı olmak, bağımsız bir yaşam düzeni kurmak, yaşam savaşında kendi yolunu belirlemek üzere ulus olma bilincini kullanabilir. Milletler sahip oldukları üstünlük duygusu sayesinde diğer uluslara karşı mücadele ederler ve böylece uluslararası düzeni bir barış ve kardeşlik ortamı konumuna getirirler. Dünya tarihi açısından bu konulara bakıldığında batı medeniyetinin çıkış noktası olan Avrupa kıtasının, aynı zamanda ulus devletlerin tarih sahnesine çıkış yeri olarak öne çıktığı anlaşılmaktadır. Uluslaşma sürecinde ulusun adı Türk olarak belirlendiğine göre, uluslaşma, bağımsızlaşma ve çağdaş toplum olma aşamasında artık her şey Türk’e doğru olacak ve Türkleşelecektir.

İsmail Hakkı BALTACIOĞLU’na göre, Türkçülük başlıca üç aşamadan geçmiştir. Türklük ise tarihsel bir olgu olarak toplumsal yapıda yerini almıştır. Türklük bir oluşum olarak toplumdaki yerini alırken Türkçülük üç aşamalı bir gelişme çizgisi göstermiştir. Önce düşünce boyutunda, daha sonra duygusallık aşamasında ve son olarak da iradi çizgide Türkçülük akımı toplum içinde gelişmeler göstermiştir. Necip Asım Harp okulunda öğrenciliği sırasında imparatorluğun çeşitli yerlerinden gelen Arap, Çerkez ve Boşnak öğrencileri görünce, kendisini de doğal bir tepki içinde Türk olarak ifade etmiştir. Osmanlı gibi çok uluslu bir imparatorluğun çeşitli bölgelerinde öncelikle Türkçülük bir düşünce olarak öne çıkmıştır. Necip Asım ‘ın Harbiye öğrenciliği sırasında kendisinin alt kimlik boşluğunu Türklük ile ifade etmesi imparatorluktan ulus devlete geçiş aşamasının belirginlik kazanmasıdır. Harp okulu gibi devletin merkezini oluşturan bir yüksek eğitim kurumunda kimlikler arası çekişme ve rekabet aşamasında Türklük oluşumunun öne çıkışı artık Türklüğün zamanının geldiğinin normal göstergesi olarak görünmektedir. Bu gibi gelişmelerin kültür ve sanat ortamlarına yansıması da Türklük oluşumunun toplumsal düzeyde gelişimini tamamlamasına katkıda bulunmuştur. Romantik ya da sentimental düzeyde Türkçülük arayışları da Osmanlı toplumundaki Türkçülük hareketlerinin desteklenmesine katkılar getirmiştir.

Fikri ya da hissi düzeydeki Türkçülük hareketlerinin bir biri ardı sıra öne çıkarak güçlenmesinden sonra, üçüncü aşama olarak iradi Türkçülük öne çıkmıştır. Türkçülük akımının gelişmesinin son aşamasında Atatürk gibi bir hareket önderinin ortaya çıkması Türkçülüğün gelişimi açısından çok yararlı olmuştur. Atatürk’ün ulus devleti kurarak başkanlığını üstlenmesi, Türkçülüğün şahlanmasında zirvedeki tepe noktası olmuştur. Küresel emperyalizmin karşısına çıkarken yeni Türk devleti oluşumu, Atatürk’ü önder seçerek iradi Türkçülüğün en önemli adımını atmıştır. Atatürk işbaşına gelene kadar Türk hareketi başsız kalmış ama hareket önderini bulunca o zaman en zirve noktasına ulaşan Türkçülük hareketi, bütün dünyaya karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’dan selam durarak egemenliğini ilan etmiştir. Atatürk’ün Ankara’ya gelerek Türkiye Büyük Millet Meclisini açmasından sonra Türkiye’nin önderi Atatürk aynı zamanda bütün Türk dünyasının önderi olarak görülmüştür. Avrupa eğitimi almış olan Mustafa Kemal’in devlet başkanı olması üzerine yeni Türkleşme oluşumu Avrupa uygarlığına yakın durarak bu birikimden en çağdaş düzeyde yararlanmasını bilmiştir. Her alanda Türkçü çalışmaları başlatan Atatürk, Türk Dil Kurumunu kurarak dilde Türkçülük akımını öne çıkarmış ve genç cumhuriyet devletinin destekleri ile Misakı Milli sınırları içinde Türkçe dilini konuşmayan hiç kimse bırakılmamıştır. Dil alanındaki hareketlilik daha sonraki aşamada edebiyat ve toplum ağırlıklı alanlarda yansımamış, aydınların tembelliği yüzünden cumhuriyet yönetiminin devrimciliği yaygınlık kazanamamıştır. Atatürk asker kökenli bir cumhurbaşkanı olarak devleti ve toplumu kucaklayarak, çağ atlatacak adımları bir biri ardı sıra atarken, ülkede sosyal ve siyasal alanlarda toplu bir sıçrama yaşanmış ve ortaçağ imparatorluğundan çağdaş cumhuriyete geçiş süreci tamamlanmıştır. Atatürk’ün başlattığı Türkçülük devrimi sırasında ülkedeki aydın potansiyelinin tümüyle devrimi desteklememesi yüzünden Atatürk her aşamada karşı devrimci güçler ile karşı karşıya kalarak mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Tarihin derinliklerinden gelen, Alman, Fransız, İngiliz ve İtalyanlar gibi büyük uluslar tarihin her döneminde var oldukları için olaylara ve gelişmelere bağlı bir yaşam düzeni çizgisinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türkler’de batının önde gelen büyük ulusları gibi tarihin her döneminde var olan ve dünya haritası üzerindeki gelişmeler doğrultusunda hareket ederek, bugünün önde gelen ulus devletlerinden birisine sahip olmuşlardır. Orta çağ imparatorluğundan çağdaş ulus devlet toplumuna dönüşürken, Türk toplumunun gösterdiği çabaları dikkate alınırsa o zaman devrime giden yolun açıldığı görülmektedir. Ne var ki, batının ileri ülkelerindeki kültürel ve bilimsel değerler doğu toplumunda gâvurluk, alafrangalık, züppelik ya da psikopatlık gibi uyumsuzluk rahatsızlıklarına dönüşmekte ve doğulu toplumların batının çağdaş uygarlığı ile birlikte var olabilmesinin çok fazla mümkün olamayacağını ortaya koymaktadır. Batıcı aydınların sırtlarını kendi toplumlarına dönerek her türlü işbirliğine yönelerek hareket etmeleri sonucunda, Türk halkı ile aydınları arasında kopma noktaları gündeme gelmiştir.

Türkiye’nin çağdaş bir ulus olma çabası öz milliyetçilik ve ciddi medeniyetçilik açısından doğru görülen bir yöneliştir. Türkiye Avrupa ve Asya arasında kalan ve iki kıtanın da özelliklerini barındıran bir ülke olarak sahip olduğu öz kültürünü merkezi nokta olarak korumak ve bu noktadan ortaya çıkarak hareket etmek durumundadır. Türkiye geleneksel kültürden koparken ve batı kültürü ile yakınlaşırken gene kendisi olmak üzere hareket etmiş ve bu konuda çeşitli devrimler yaparak kararlı bir biçimde cumhuriyet yolunda hedefe yönelmiştir. Türkler gibi asil bir milletin tarihin derinliklerinden gelen yönleri geleceğin Türkiye’sini yaratmak açısından yeterli destek sağlamıştır. Cihan savaşları ile kapalı toplumlar geride kalırken uygarlık dünyasının ışıltıları giderek karanlıkta kalan ülkeleri de aydınlatmaya başlamıştır. Vicdan alınmaz ama medeniyet alınır. Bu doğrultuda bütün ülkeler kendi aralarında medeni ilişkilere girerek geleceğin barış ve refah düzenini elbirliği ile kurabilirler ve geleceğe dönük daha güvenli bir ortam üst düzeyde bir yaşamın öncüleri olabilirler. Kendi kültürünü kaybederek yolunu şaşıranlara milli birikimi ayakta tutan kültür merkezlerinde yeterli destek ortamları oluşturarak yola devam edilmelidir. Avrupa medeniyeti tankları, topları, uçakları tam anlamıyla kapitalist batı uygarlığıdır. Kapitalizmde her şey vardır ama vicdan ve ahlak olmadığı için Türklerin geçmişten gelen sosyal ve siyasal birikimlerine gereksinme her zaman vardır. Medeniyet alınır ama vicdan ya da ahlak alınamaz. Çağdaş dünyaya ayak uydurma girişimleri bir aşamaya kadar anlayışla karşılanabilir ama her ulusun kendi geleceği için bir durma noktasında kendine dönmesi gerektiği, ulusun ve ülkenin gelecekte varlıklarını koruyabilmeleri açısından zorunlu görünmektedir. Bu aşamada kendine dönmesi gereken halk kitleleri değil ama aydınlardır. Küresel değişimler her geçen gün farklı bir dünya yaratırken yeryüzü daha hızlı dönmekte ve bu yüzden de uçurumun kenarına doğru sürüklenilmektedir. Her toplumun okumuş kesimleri aydın tavrı ile kendi halklarına öncülük de yapabilirler, ama bunun tamamen tersi bir çizgide kendi çıkarları doğrultusunda dışarıyla işbirliği yaparak, kendi ülkelerinin halk kitlelerinin geride kalmalarına yol açarak, yoksulluk ve geri kalmışlık çıkmazından ülkelerinin kurtarılması işinde üzerlerine düşen milli görevleri yerine getirmeyebilirler. İşte böyle bir noktaya gelindiğinde Türklük olgusu gene güme gitmektedir. Böylesine olumsuz gelişmelerin önünün kesilmesi için ananelerin canlandırılması gerekir.

Halktan kopuk aydınlarda var olan anane düşmanlığını dikkatle incelemek gerekmektedir. İrtica ve muhafazakârlıktan bıkmış olan aydınların anane düşmanı kesilmeleri toplumsal alanda çekişme ortamı yaratmıştır. Anane fikrinin irtica ile aynı anlama geldiği bir aşamada, milli kültürün yıllardır sürüp gelen kurallarını temsil eden ananeler öne çıkarılarak toplum ve devlet yapısının ana merkezleri korunabilmektedir. Anane demek tam anlamıyla belkemiği demektir. Toplum, devlet ve millet yapılarının dayandığı ananeler sayesinde eski düzenler bugünlere kadar gelebilmekte ve varlıkları gene bu belkemikleri ile de korunmaktadır. Ananeler var oldukça milletler de var olur ve bu milletlerin devletleri de siyasal düzenlerini korurlar. Ananeler toplumları ve devletleri ayakta tutan dış akıl ürünleridir. Ananeler kalıcı örflerdir ve milli soyun özünü oluştururlar. Ananelerin orijinleri mitolojilere dayanırlar. Ananeler orijin, kafa ve ruh birliği olarak toplumlardaki milli kaynaşmaları yaratan ögelerdir. Bir ülke ya da toplum yapılarının istikrarı ananelerin güçlü olması ve bu sayede devam etmesi ile mümkün olmaktadır. Türklerin yeni yüzyıllarda yoluna devam ederek cumhuriyet rejimini sürdürebilmesi için gene siyasal geleneklerden gelen ananelerin dikkatli biçimde uygulamaya getirilmeleri gerekmektedir.

Çağdaş uygarlık insanlık diye bir kavram üretmiştir. Her şeyin ölçüsü insan kabül edilmiş ve bu doğrultuda insanlık her şey için son bir değerlendirme ölçüsü olarak ele alınmıştır. Son yüzyılda iki büyük dünya savaşının çıkması ve bu doğrultuda büyük savaşların kıtalar üzerinde yaygınlık kazanması üzerine Birleşmiş Millet örgütlenmesi kurulmuş medeniyet kavramının bir uzantısı anlamında insaniyet kavramı öne çıkarılmış ve daha sonra da bu kavram üzerinden insan hakları başlığı altında hukuk alanının yeniden düzenleyen, yeni bir yapılanmaya Birleşmiş Milletler çatısı altında girilmiştir. İnsan toplumları arasında barış, sevgi ve işbirliği yaklaşımlarının yaygınlık kazanarak küresel bir barış ortamı yaratılmasında insaniyet kadar insan hakları kavramları da önde gelen doğrultularda etkin olmuşlardır. Sosyologlara göre hukuk ve ahlak diye iki ayrı kurum yoktur. Hukuk ahlakın yazılı ve örgütlü biçimidir. Ahlak her toplumun içinden çıktığı için milli olmak zorundadır. Genç Türkiye Cumhuriyetini ideal bir hukuk devleti konumuna getirebilmek üzere hukuki Türkçülük adı altında yeni bir adım atılması gerekiyordu. Hukukta milli bir yapılanma sağlamak üzere hukuk alanında var olan bütün temel ananelere dayanan yeni bir düzen oluşturulması gerekmektedir. Yabancı kurallara karşı yerli hukuk ananelerine dayalı bir hukuk düzeni kurulması gerekmektedir. Türk hukuk tarihinin her açıdan bilimsel olarak incelenmesi ve bu aşamadan sonra milli bir hukuk düzeni kurulması amacıyla düzenlemelere gidilmesi gerekmektedir. Milli ananelere uygun düşmeyen yabancı hukuk kuralları ve ananelerine karşı çıkılması ve bunların zaman içinde hukuk düzeninden çıkartılarak temizlenmeleri gerekmektedir. Hukukun Türkleşmesi, Türk devletinin kurulmasına giden yolda ana dönemeçlerden birisi olmuştur. Türk devletlerinde eskiden olduğu gibi geleneksel değerler ve saygı düzeni içerisinde milli terbiye, talim ve eğitim ile adap düzenlerinin sağlanmasında da, hukukta esas kabul edilen ananelerin dayanak noktası alınmasında yarar vardır. Ayrıca tiyatro ve sahne sanatları alanında da verilen eğitimin milli tiyatro yapılanmasını geliştirerek sürdürmesi Türk’e doğru hareketinin temelinde öne çıkması gerekmektedir. Edebiyatta kendine dönecek Türkler kültür sanat dünyasına yeniden Türklük eserlerini taşıyacaklardır.

Uluslaşma sürecinde Türklük kavramının kullanılması özellikle edebiyatın biçimlenmesinde rol oynamaktadır. Bu yolda tiyatro ve sahne eserlerinin yazılması Türk düşün dünyasında Türk’e doğru hareketini hızlandırarak, ülkeye yeni eserlerin kazandırılmasını sağlamıştır. Hiç kimse Türk tiyatrosu fikrine karşı çıkmamış ama gene de sahne sanatlarında Türkleşme hareketleri ağır işlemiştir. Geleneksel Türk sahne sanatlarının dünya Tiyatrosuna armağanı olan Hacivat ve Karagöz gösterileri eski zamanlardan bu yana her dönemde etkili olan bir Türk çıkışı olmuştur. Avrupa ülkelerinin müzik ve sanat gösterileri sergileyen merkezlerine benzeyen kültür ve sanat yapılanmasına giden yollara benzer çeşitli girişimler, genç Türkiye Cumhuriyetinin çatısı altında da uygulanmaya çalışılmıştır. Türk halkının ananevi tiyatrosu olan orta oyunu, meddah, kukla, tuluat. Hacivat ve Karagöz gibi geleneksel Türk sahne sanatlarının ürünleri sürekli olarak sahnelerde sergilenmişlerdir. Yabancı eser fazlalığı yüzünden bir milli tiyatro sorunu ortaya çıkmış ama genç cumhuriyetin Kültür bakanlığı tiyatro eseri yarışmaları düzenleyerek, Türk tiyatrosunu yabancı eserlerin baskılarından kurtarmıştır.

Prof. Dr. İsmail Hakkı BALTACIOĞLU yarım yüzyıl boyunca çıkardığı “YENİ ADAM” başlıklı aylık fikir dergisi ile siyaset dâhil hemen her alanda Türklük, Türkçülük ve milli devlet olmanın getirdiği sorunlar üzerine kamuoyu oluşturabilmek üzere çabalar göstermiştir. Akdeniz gibi bir büyük denizin ortasında yer alan Türkiye’nin de kendi yolunda giderek mimarlık alanında da Türk ülkesinin sınırları içinde bulunan çeşitli taşların toplanması ve birlikte kullanımıyla kesin hatlarıyla bir Türk mimarisi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bir millet kendi kültürünün özgünlüğüne sahip çıkabiliyorsa o zaman hiçbir yabancı kültürün etkisinde kalamaz. Ev düzeninde geleneksel Türk mimarisi öne çıkarılırken, benzeri biçimde bahçe uygulamalarında da Türk stili bahçe ve çevre düzenlemeleri geliştirilmiştir. Resim alanında da Türk’e doğru bir arayış öne çıktığı zaman geleneksel Türk karakterli resim, boya ve desen çalışmalarını öne çıkartan çalışmalar, çeşitli sergiler ve gösteriler ile kamuoyunun önüne çıkartılmışlardır. Dünkü ve bugünkü halk resimlerinin incelenerek ortaya çıkan ana karakterdeki ananevi Türk resmi belirlenmeli ve bu aşamadan sonra tüm resim çalışmalarında bu tür bir yapı esas alınmalıdır.

Şehircilikte Türkçü çizginin belirlenmesiyle yeni bir dönem başlatılmalı ve bu doğrultularda bütün şehirlerde yeni yerleşim planları eski Türk kentlerindeki yapılara uygun bir biçimde yeniden yapılanma uygulamalarına yönelinmesi bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Şehirler yeniden yapılandırılırken, heykelde öne çıkan yenilikler kentlerde yeni ürünler aracılığı ile kamuoyuna yansıtılmalıdır. Giyim, kuşam, süslemecilik, müzik ve ses sanatları alanlarında yeni tür sanat eserleri sergilenmelidir. Teknoloji alanı ile birlikte yayın ve neşriyat konularında da yenilikçi çalışmalar gerekmektedir. Düşünce hayatında Türkiye’nin öne geçebilmesi için Felsefe de Türk’e doğru yönelen bir çıkışa gereksinme vardı. Felsefe alanında yeni bir Türkçü akımın ortaya çıkışı ile birlikte bir Türk felsefesine geçiş olabilecekti. Benzeri bir biçimde devlette, toplumda, rejimde Türk’e doğru yönelişler, Türklüğün her alanda kendini yenileyerek güçlenmesi açısından yarar sağlayacaktır. Her Türk vatandaşı ülkesine karşı vazifesini yaparsa beklenen olumlu gelişmeler kendiliğinden gerçekleşebilecektir. Yurdunu seven, devletini sayan Türkler, Türk’e doğru hareketinin öncüleri olacaklardır.