Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ŞARK CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEYLER VAR

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

“Garp cephesinde yeni bir şey yok“  tanımlaması batı edebiyatının önde gelen romanlarından birisinin adı olarak düşünce tarihinde yerini almıştır. İkinci dünya savaşı sürecinde yazılmış olan bu roman bir cihan savaşının yansıması olarak sanat dünyasında yerini alırken, ismi ile de dünya kamuoyuna bir mesajı veriyordu. Savaşın sona erdiği aşamada yeni bir gelişmenin olmadığı düşüncesini insanlığa bir mesaj olarak aktarırken, batı dünyasının içine sürüklenmiş olduğu olumsuz durumu kamuoyuna yansıtan bir yaklaşımı dile getiriyordu. Batı dünyası tarih içerisinde kendisini sürekli olarak merkeze oturttuğu için, dünyanın merkezi olarak batı bölgesi seçiliyor ve bu durum küresel yönetim düzeni içerisinde geleceğe yönelik olarak kurumlaştırılmaya başlanıyordu. Herkesin kolunda yer alan saatlerin İngiltere’nin başkenti Londra merkezli olarak ayarlanması ve ayarlama tam olarak yapılırken, bu kentin yanında var olan bir kilise olarak Greenwitch’in bulunduğu yerin çıkış noktası olarak belirlenmesiyle de bu mesaj tüm insanlığa veriliyordu. Merkezi yapılanma batı bölgesinde yapılınca Londra dünyanın merkezi oluyordu. Bu çerçevede birinci dünya savaşı sırasında İngiltere batı üzerinden dünyayı yönlendiriyordu. İkinci dünya savaşı sırasında da Amerika’nın yanında yer alan İngiltere batı blokunun içindeki merkezi konumunu koruyor ve batı bölgesinin korunması çizgisinde üzerine düşen sorumlulukları yerine getiriyordu.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması nedeniyle Balkanlar merkezli bir doğrultuda gündeme gelen dünya savaşlarında, nedenle Balkanların batısı garp cephesi, doğusu ise şark cephesi olarak adlandırılıyordu. İngiltere-Almanya çekişmesi beraberinde garp cephesini gündeme getirdiği gibi, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı toprakları üzerinde işgal ve saldırılar yaparak ve Osmanlı toprakları üzerinde güçlerini ortaya koyarak yaptıkları savaşlar aracılığı ile Balkanlar’ın doğusunda bir şark cephesi oluşumu gündeme geliyordu. İşte bu nedenle Osmanlı İmparatorluğunun çökertilmesi girişimleri başlatılıyor ve batılı emperyalist güçlerin Osmanlı hinterlandı üzerinde bir paylaşım savaşı kendiliğinden gündeme getiriliyordu. Osmanlı devleti bu aşamadan sonra batılıların gözünde normal devlet olarak görülmekten uzaklaşıyordu. Artık batı merkezli dünya için bir yeni doğu sorunu ortaya çıkıyor ve Osmanlı devleti sürekli olarak batı tarafından bir şark meselesi olarak görülüyordu. Roman yazarının kitabına koyduğu başlık gibi konuya bakıldığında, garp cephesinde yeni bir şey yokmuş gibi bir görüntü verilmeye çalışılıyordu. Ama bugün Şark meselesinin doğduğu ve yayıldığı Osmanlı hinterlandından geri kalan topraklarda gene eskisi gibi sıcak olaylar tırmandırılırken, Şark cephesinde her gün yeni olaylar öne çıkmakta ve böylece Şark meselesi yeniden dünya gündemine getirilirken,  her zaman için Şark cephesinde yeni bir şeyler olduğu da görülmektedir. Bugünün koşullarında batı emperyalizmi üzerinden merkezi bölge ilan edilen garp cephesinde sıcak çatışmalar görülmezken, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’dan sonra şimdi de Kafkasya cephesinde sıcak çatışmaların başlatılmasıyla, Şark meselesinin yerini Şark Cephesi almıştır. Garp cephesinde yeni bir şey yokmuş gibi gösterilirken, yeniden kaşınmakta olan Şark meselesi üzerinden yeni bir Şark Cephesi üçüncü dünya savaşı için insanlığın önüne çıkartılmaktadır. Irak, Suriye Libya ve Yemen savaşları eski Şark mesesinin cepheleri olarak yeniden tarih sahnesindeki yerlerini alırlarken, son olarak Ermenistan saldırısı üzerine Azerbaycan’ın kışkırtılmasıyla yeni Şark Cephelerinden birisi de Kafkasya bölgesinde oluşturulmuştur. Çeşitli savaşların cereyan ettiği Dağlık Karabağ bölgesi yeni dönem savaşların yeni cephesi olarak siyasal gündemdeki yerini almıştır.

Osmanlı devletinin yıkılışı ile ortaya çıkan şark meselesi ikinci dünya savaşı sırasında kesin bir kalıcı çözüme kavuşturulamayınca, İsrail’in kuruluşu üzerine yeniden başlatılmıştır. Kendini merkeze koyan batı emperyalizmi her zaman için Osmanlı topraklarını Şark meselesi olarak görmeye devam etmiştir. Bu yüzden Hristiyan, Avrupa tarafından dışlanan ve kurulması engellenen İsrail devletinin, Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğu bölgesindeki toprakları üzerinde kurulması gündeme gelmiştir İkinci dünya savaşı sonrasında bir Yahudi devletinin İslam dünyasının toprakları üzerinde ilan edilmesiyle birlikte, Şark meselesi yeniden canlanmış ve merkezi coğrafyada silahlı çatışmalar ve savaşlar bugüne kadar devam edip gelmiştir. Osmanlı devletinin yedi yüzyıl boyunca yönettiği toprakların dağılma sonrasında gelecekte ne olacağı ve topraklar üzerinde ne gibi devlet yapılanmalarının inşa edileceği konusu sürekli olarak büyük devletlerarasında tartışılmış ama bir türlü anlaşmaya varılamamıştır.  Osmanlı sonrası dönem için İngilizler bir rapor hazırlayarak Sevr projesi doğrultusunda Osmanlı hinterlandını kendine bağlamaya yönelmiş ama Fransa, İtalya, Rusya ve ABD gibi büyük emperyalist devletlerin bu girişime karşı koyması üzerine anlaşmazlık devam etmiş, Sovyetler Birliği gibi bir ideolojik imparatorluk o dönemde devam ettiği için, soğuk savaş koşullarında dünya savaşlarında olduğu gibi cephe savaşlarında sıcak çatışmalara gidilmemiştir. Soğuk savaş barışı çerçevesinde bütün dünya ülkeleri savaşlardan kaçınırken, sadece İsrail ve komşusu Arap ülkeleri arasında sıcak çatışmalar sürdürülmüştür. Sovyetlerin dağılmasına kadar süren bu çatışmalı durum, küreselleşme adı altında farklı bir döneme doğru ilerlerken, yeni bir dünya düzeni kurmak üzere Amerikan ordusu üzerinde Arapların yaşadığı Orta Doğu topraklarına gelerek, İsrail’in güvenliği anlayışı içinde her tarafa işgal ve saldırı savaşları başlatmışlardır.

Cihan savaşları sırasında Balkanların doğusu Garp cephesi olarak ilan edilirken, dünya haritasının gereği Balkanların doğusunda yer alan Osmanlı devletinin toprakları da, Şark cephesi olarak ilan ediliyordu. Birinci dünya savaşı sırasında dağılmakta olan Osmanlı devleti Galiçya, Balkanlar, Çanakkale, Suriye, Irak, Filistin, Kafkasya ve Anadolu cephelerinde savaşa girmek zorunda kalıyordu. O dönemin koşullarında Osmanlı, bir İmparatorluk olarak bütün bu ülkelerde egemen olduğu için, devletin yıkılması aşamasında bütün bu cephelerde savaşarak ülkesini korumaya çaba göstermiştir. O dönemin koşullarında bütün emperyalist ülkelerin saldırarak devleti çökertmesi sürecinde, Osmanlı her cephede savaşarak hem kendi düzenini hem de bölge egemenliğini korumak çabası içinde olmuştur. Osmanlı devletinin katıldığı her savaş doğu cephesinde savunma girişimi olarak gündeme geldiği için, bu alan tümüyle şark cephesi olmuştur. Avrupa’nın doğusunda yer alan Osmanlı devleti barış döneminde şark meselesi, savaş döneminde de şark cephesi olarak adlandırılmıştır. Osmanlı devlet olarak ayakta kaldığı sürece bir doğu devleti olarak Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini sürdürmeye çalışmış ama batı Avrupa ülkelerinin dünya kıtalarına yönelik sömürgecilik girişimleri merkezi alana yönelince, Osmanlı devleti şark meselesi olarak ilan edilmiş ve bunun üzerine askeri saldırıların Osmanlı topraklarına yöneldiği aşamada da şark meselesi şark cephesine dönüşmüştür.  Günümüzde batının önde gelen emperyalistleri gene eskisi gibi gözlerine koydukları eski Osmanlı ülkelerini ele geçirme girişimlerini sürdürürken ve Osmanlının savunmak zorunda kaldığı cephelerde yeniden saldırı, işgal ve kışkırtmalar yolu ile savaşları yaratırken, soğuk savaş öncesinde sıcak çatışma alanı olan yerlerde yeni savaş senaryolarını sırasıyla ortaya çıkarmaktadırlar. Filistin savaşları devam ederken, Körfez, , Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi ülkelerde yarım kalan emperyalist işgalleri tamamlamak üzere savaşları birbiri ardı sıra gündeme getirmişlerdir. Bugünün şark cephesi savaşları bölge ülkelerinde devam ederken, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ üzerinden Azerbaycan’a saldırısı ile birlikte şark cephesinde yeni bir cephe daha açılmıştır. ABD, Rusya ve Fransa’da güçlü olan Ermeni lobilerinin desteği ile Kafkas cephesinde saldırı savaşı başlatılmıştır.

Kafkasların İsrail’i olarak adlandırılan Ermenistan devleti, büyük bir Müslüman imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğundan çıkmış olan üç gayrimüslim devletten birisidir. Bölgede Osmanlı düzeninin egemen olduğu dönemde Yunanlılar, Ermeniler ve Yahudiler gayrimüslim vatandaşlar olarak yaşamlarını sürdürmüşler, devletin çökertilmesi üzerine de İngiltere Yunanistan’ın, Fransa ve Rusya Ermenistan’ın, ABD’de İsrail’in kurulması amacıyla büyük baskılar uygulayarak, üç gayrimüslim toplumun bu bölgede batı emperyalizmi ve Siyonizm ile işbirliği içinde olacak, ayrıca batının politikalarına taşeronluk yapacak bağımsız devletlerinin kurulmasına giden yolu açmışlardır. Tümüyle Müslüman halkların yaşadığı Orta Doğu bölgesinde üç gayrimüslim devletin kurulması kolay olmamış, bunların kurulabilmesi için Osmanlı tarihinin son dönemlerinde çok ciddi kışkırtma girişimleri ile isyan ve ayaklanmalar devreye sokularak, Osmanlı sonrasında bu bölgede sadece İslam devletlerinin kurulmasının önüne geçilmiştir. İslam coğrafyasının tam ortalarında bir Yahudi devleti kurulurken, batıda Yunanistan doğuda ise Ermenistan iki Hristiyan devlet olarak orta dünyada çok dinli ve kültürlü bir yeni siyasal yapılanma oluşturma doğrultusunda, siyasal coğrafya haritası üzerindeki yerlerini almışlardır. Kafkasya’da Ermenistan’a ek olarak Gürcistan, Balkanlarda ise Yunanistan’a ek olarak Bulgaristan Hristiyan komşu devletler olarak bölgedeki siyasal oluşumlarda devreye sokulmuşlardır. Osmanlı sonrasında bölgedeki batı etkisinin daha da yüksek olabilmesi açısından, Osmanlı devletinin yerine kurulmuş olan Müslüman tabanlı Türk devleti bir gayrimüslim üçgenine hapsedilmiştir. Batıda Yunanistan, doğuda Ermenistan ve güneyde de İsrail’in kurulmasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti merkezi alanda tam bir gayrimüslim yapılanmasının kıskacı içine alınmıştır. Batı emperyalizminin işbirlikçisi bir gayrimüslim üçgene hapsedilmiş olan Türkiye, günümüzde ikinci kuşak Balkanizasyon girişimleriyle ile paramparça edilmeye çalışılmaktadır.

Osmanlı devletinin yerini almış bulunan Türkiye Cumhuriyeti günümüzde Avrupa’ya karşı Balkan, Asya’ya karşı Kafkaslar, Orta Doğu’ya karşı da Irak ve Suriye cephelerinde savaş halindedir. İsrail yüzünden Orta Doğu’da savaşlar sürekli olduğu için Balkan ve Kafkas cepheleri bugüne kadar biraz geride kalıyordu. Günümüzdeki gelişmeler ile birlikte, Ermenistan askerlerinin Dağlık Karabağ’a saldırısı ile Tarihsel Ermeni-Azeri savaşının yeni bir versiyonu, bugünün koşullarında batının desteği ile devreye sokulmaktadır. Kafkasların İsrail’i olarak adlandırılan Ermenistan tıpkı İsrail gibi büyüyebilmek için Kafkas cephesindeki komşularına karşı haksız saldırı ve işgal girişimleri ile büyümeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda Azerbaycan devletini ve halkını hedef almaktadır. Bir Türk bölgesi olan tarihi Zengezur bölgesini işgal altına almış olan küçük Ermenistan, Ermeni lobilerinin hayali olan büyük Ermenistan devletini oluşturabilmek amacıyla, hem Kafkasya’da hem de Doğu Anadolu’da çeşitli senaryolar aracılığı ile büyüyerek güçlenebilmenin çabası içindedir. Açıktan Türk köylerine saldıracak kadar gözü dönmüş bir Ermeni ordusunun hak ettiği yanıtları Azeri ordusunun vereceği açıktır.  Rusya, Fransa, İtalya, ABD ve İsrail desteğine sahip bulunan Ermenistan devleti önümüzdeki dönemde boyundan büyük işlere kalkışarak, batının önde gelen emperyal projelerinde yer alabilir ve bu gibi girişimlerde öne geçerek, Türk-Ermeni çatışmalarının bölgede daha da yaygınlık kazanmasına neden olabilir. Bugün Orta Asya ve Ön Asya Türklerinin Kafkas bölgesindeki anti-Türk yapılanma yüzünden bir araya gelememeleri,  geleceğin büyük Türk dünyası yapılanmasının önüne geçmektedir. Türk dünyasının şahdamarı anlamına gelecek bir biçimde önemli olan Kafkas geçidinde tümüyle bir Ermeni hegemonyasını Türk devletlerinin kabul etmesi asla düşünülemez. Osmanlı sonrasında Kafkasya’da Türkiye ve Azerbaycan adı altında iki ayrı Türk devleti kurulması sonrasında bunların bir araya gelerek birleşmelerini önlemek üzere harita üzerinden bir Ermeni bıçağı oluşturularak, geleceğin büyük Ermenistan’ına giden yol açık tutulmaya çalışılmıştır. Böylece Kafkasya’nın İsrail’i olarak tanınan Ermenistan’ın Türk dünyasını bölmesi hedeflenmiştir.

Yirminci yüzyılın başlarında yeni bir dünya düzeni kurulurken, ideolojik bir devrim sayesinde Rusya’da sosyalist bir sistem kurulunca, Asya’nın geri kalmış iki küçük ülkesi olarak Ermenistan ve Azerbaycan böylesine bir bölgesel birlik içinde yer almışlar ve ikisi de Demirperde gerisinde kaldığı için tarihten gelen Ermeni-Azeri çekişmesi, soğuk savaş döneminde buzdolabına konulmuştur. Rus devletinin sosyalist sistemi kaldırması üzerine eski sosyalist olan bu iki ülke ulus devletler olarak yeni dönemde yerlerini almaya çalışmışlar ama bu gibi girişimlerinde geçmişten gelen sorunlar ve haksızlıklar nedeniyle, Ermeni-Azeri çatışmaları küreselleşmenin başlangıç döneminde de yeniden gündeme gelmiştir. Gelecekte bir İsrail devleti kurmaya yönelik projeler doğrultusunda, Sovyetler Birliği dönemindeki parçalı yapı yeni dönemde sürdürülmek istenince, Anadolu’yu kucaklayan Türk devleti ile Azerbaycan Cumhuriyetinin birleşmesi önlenmiş ve araya sokulan Ermeni bıçağı ile iki ülke ayrılarak geleceğe dönük sınır değişimleri getiren projeler doğrultusunda iki devlet ve bir millet sloganı altında yeni dönem dengeleri kurulmaya çalışılmıştır. Geleceğin Büyük Ermenistan’ını kurmak üzere hem Türkiye ile birleşmek önlenmiş hem de bütün doğu Anadolu Büyük Ermenistan için hazırlanırken, bu coğrafyada küçük bir Azerbaycan ile Türkler idare edilmeye çalışılmıştır. Kafkasya haritasına bakıldığı zaman böylesine bir çarpıklık ve haksızlık açıkça göze çarpmaktadır. Bölgedeki kalabalık Türk ve Azeri nüfusa karşılık, çok küçük bir Ermeni topluluğunun var olması nedeniyle Büyük Ermenistan bugüne kadar kurulamamış ama küçük Azerbaycan devleti de hızla güçlenerek sahip olduğu büyüklüğün kendisine verilmesi gerektiğini kamuoyu önünde dile getirmiştir.

Bölgedeki devlet yapılanmaları açısından duruma bakılırsa en büyük haksızlığın Azerbaycan devletinin ikiye bölünmesi nedeniyle, Kuzeyde küçük bir bağımsız Azeri devletinin bulunmasının yanı sıra, bunun üç misli büyüklükte bir bölgenin güney Azerbaycan adı altında İran devletinin çatısı altında bir eyalet devleti olarak varlığını sürdürmekte olduğu haritada ortaya çıkmaktadır. Bağımsız Azerbaycan’ın yoğun Azeri nüfusu bulunmasına rağmen kuzeyde küçük bir devlet olarak bırakılması, Türkiye ile birleşmesinin önlenmesi, ikiye bölünerek büyük parçanın İran devleti çatısı altında kalması, Azerilerin kendi toprağı olan Dağlık Karabağ bölgesinin ayrı bir devlet olarak ilan edilmesi ve de Rus desteği ile bugünkü küçük Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal etmesi gibi sorunlar bölgede eskiden beri var olan haksızlıkların bugün de Azeriler için devam ettirildiğini ortaya koymaktadır. Bölgede Kafkasya olgusunun devam etmesi yüzünden, kuzey bölgesinde karışık halk toplulukları da varlıklarını göstermek ve daha büyük devletler çatısı altında dayanışma içinde yola devam etmek istemelerine rağmen, haçlı-Siyonist ittifakın bölgedeki Türk ve Müslüman varlığını küçültmeye dönük girişimleri yüzünden,  batı destekli bir şımarık Ermenistan tıpkı Yunanistan ve İsrail gibi öne çıkarak bölgenin geleceğinde kendi çıkarları doğrultusunda yeni yapılanmaları zorlamaktadır. SSCB’nin dağılmasından sonra sıcak çatışmaların başlaması ve bugün de bu gibi savaş senaryolarının devam etmesi, tarih ve coğrafya bilimlerinin iyi incelemesi gereken konular olarak zamanımızdaki sıcak olayların çıkması için elverişli zemin yaratmaktadır. Her ara ve geçiş döneminde sıcak çatışmalara sahne olan güney Kafkasya bölgesinde tam anlamıyla bir doğu-batı çatışması yaşanmakta, garp cephesindeki oluşumlar merkezi coğrafyayı etkilemeye başladığı aşamada,  şark cephesinde silahlar çekilmekte ve kanlı çatışmalar ile büyük devletlerarasındaki siyasal gerginlikler,  bu bölgede yeni kanlı olaylara yol açarak bölge insanlarının yitip gitmesine neden olmaktadır. Gayrimüslim yapılanma Osmanlı sonrasında bölgede kalan Türk ve Müslüman ahalinin ne olacağı sorununu öne çıkarmakta ve bu nüfus Orta Asya’ya geri gönderildikten sonra, bölgede ya Büyük İsrail ya da Yeni Bizans senaryoları devreye sokularak merkezi coğrafya da tam anlamıyla bir gayrimüslim yapılanma yaratılmaya çalışılmaktadır. Ermenistan-Yunanistan ve İsrail üçgeninin oluşturulmasının ana nedeni budur. Bu yüzden Türkiye bazen Ermenistan ile bazen da Yunanistan ile çatışmalara kışkırtılmaktadır.

Bugün ortaya çıkan Kafkas cephesi çatışmalarının geçmiştekilere oranla biraz farklı olduğu dile getirilmekte ve buna göre yeni dönemin koşullarının iyi anlaşılarak bir tavır alınması sayesinde sorunun çözüme doğru çekilmesine çalışılmaktadır. Ne var ki, arka planda kalan dünya dengelerinin değiştiği aşamada işin içine yeni dönemde İsrail devletinin girdiği görülmektedir. İsrail tıpkı ABD ve İngiltere gibi bölgede askeri üsler kurmakta, Eritre, Somali ve Güney Sudan’dan sonra Azerbaycan’da en büyük üssünü açtığı bilinmektedir. Dünya dengeleri değiştiği için İsrail öne çıkarak daha etkili bir lobi çalışmasına girerek, Rusya, İngiltere, ABD ve Fransa gibi emperyal oyuncular gibi hareket etmeye başlamıştır. İsrail dışişleri bakanlığı bir toplantı vesilesi ile en büyük dostları olarak Azerbaycan’ı ilan etmişlerdir. İsrail’in aktif bir biçimde devreye girmesiyle bu ülkede anayasa değişikliğine gidilmiş ve cumhurbaşkanının karısı günümüzde Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı yardımcısı konumuna getirilmiştir. Ermenistan eski lobiler aracılığı ile bir şeyler yapamazken ve geride kalırken Azerbaycan yeni dönemde bir Asya ülkesi görünümünden koparak bir Avrupa ülkesi konumuna gelmiştir. Yüksek petrol ve doğalgaz gelirini yabancı petrol şirketleriyle paylaşan Azerbaycan, bunlar üzerinde çok etkin olan İsrail’in araya girmesiyle birlikte Türkiye’ye karşı mesafeli davranmaya başlamış, bu küçük ülkeye yakınlaşarak hem ekonomik hem de askeri açıdan daha güçlü bir konuma gelmiştir. Eskisine oranla daha güçlü bir Azerbaycan devleti öne çıkarken, Ermenistan’ın eskisi kadar batı dünyasından destek alamadığı görülmektedir. Bu durum da Siyonist lobilerin ne kadar başarılı çalıştıklarını bir kez daha kanıtlamaktadır.

Türkiye zaman zaman Ermenistan ile bazen da Yunanistan ile sürekli olarak çatışmakta ama diğer gayrimüslim ülke olarak İsrail ile bunlar kadar çatışmamaktadır. Türkiye doğuda Ermenistan ile batıda Yunanistan ile eski Osmanlı hinterlandı üzerinden sürekli olarak açıktan karşı karşıya gelmekte ama Türkiye’nin alttan almasıyla İsrail ile hiçbir biçimde bu tür gerginlikler yaşanmamakta ama bugün Azerbaycan üzerinde güç kazanan İsrail, Türkiye ile bu ülkenin arasına girerek gelecekte bir Türkiye-Azerbaycan birlikteliğine, ya da İran’ın dağılması aşamasında Güney ve Kuzey Azerbaycan devletlerinin birleşerek merkezi alanda çok güçlü bir birleşik Azeri devleti kurulmasını önleyeceği anlaşılmaktadır. Nüfus oranları yüzde doksanlarda Türk asıllı olan Türkiye ve Azerbaycan devletlerinin yakınlaşması ya da birleşmelerinin, İsrail ya da Yeni Bizans projeleri içinde mümkün olamayacağı, zaten Rusya’nın büyük devlet olma projesi içinde günümüz koşullarında ortaya çıkan dış müdahaleler ile kalıcı bir Ermeni ve Azeri barışı önlenirken, Kafkas bölgesinde en etkili çatışma süreci olarak Ermeni ve Azeri savaşları emperyal güçlerin bölgeye müdahale amaçlı girişimlerine de elverişli bir ortam yaratmaktadır. Orta Doğu, Orta Asya, Balkanlar ve Kafkaslar gibi bölgeleri gelecekte bir araya getirecek bir merkezi coğrafya planı doğrultusunda gelişmeler ABD, İsrail ve İngiltere gibi emperyal devletler tarafından yönlendirilirken, bu bölgelerdeki bütün sıcak çatışmalar proje sahibi emperyalistlerin öne geçmelerine yol açmaktadır. Bu yüzden de değişen dünya konjonktürüne göre öne çıkan emperyal devletler yeryüzü kıtaları üzerinde ortaya çıkan bütün sıcak sorunlara kendi çıkarları doğrultusunda dışarıdan el koymaktadırlar. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan bu durum küresel emperyalizmin ya da Siyonizm’in aldığı biçimlere göre etkilenmektedir. Orta Doğu bölgesinin küçük devletinin Kafkaslarda yaşanan sıcak çatışmalarda çok etkili olarak devreye girmesinin ana nedeni dünya çapında kurulmuş olan Siyonist örgütlenmedir. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan sonra Kafkas bölgesinde de Siyonist devletin askeri üs kurması, Rus denetimi altında hareketsiz kalan Ermenistan’ı zayıflatmış, ABD ve batı bloku üzerinden geliştirilen Siyonist örgütlenme sayesinde de Azerbaycan güçlenmiştir. Ne var ki, bağımsız kuzey Azerbaycan’ın Türkiye ile ya da Güney Azerbaycan ile birleşme yasağı devam etmekte, küresel gelişmelerin bölgeye yansıyan etkilerine göre Azerbaycan’ın kaderinin de değişeceği ön görülmektedir.

Dağlık Karabağ bölgesi civarındaki sıcak çatışmaların Azerbaycan açısından değerlendirmesi ile Türkiye açısından ele alınması birbirinden çok farklı durumlar yaratmaktadır. Türkiye ve Azerbaycan dünya haritasında bulundukları konumları itibarıyla farklı jeopolitik konumlara sahip bulunmaktadırlar. Kuzey Azerbaycan Türk dünyasının küçük bir ülkesi olmasına rağmen, Türkiye Türk dünyasının büyük ülkelerinden birisidir. Bu çerçevede Dağlık Karabağ sorununa iki ülke kendi konumları açısından farklı bakmak durumundadırlar.  Azerbaycan kendi çıkarları için İsrail’e yakınlaşırken Türkiye’ye karşı mesafeli davranmaktadır. Özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Azerbaycan devleti tarafından tanınmaması iki ülke arasında soğukluk meydana getirmiş ve yeni dönemde iki devletin kardeşlik söylemleri yakınlaşması sürecinin durmasına neden olmuştur. Bu arada batılı emperyalist ülkelerin Atatürk karşıtı bir çizgide Azerbaycan sorununu ele almaları da Türk ulusunun milliyetçi kesimlerinde çeşitli tepkiler yaratmıştır. I918 yılında ilk kurulan Azerbaycan cumhuriyetini Türkiye önce tanımış ve normal ilişkiler ile karşılıklı elçilikler açılmıştır. Ne var ki, daha sonraki aşamada Sovyetler Birliği’nin kurulması üzerine Azerbaycan bu birlik içinde yer almıştır. Bu aşamadan sonra elçilikler karşılıklı olarak kapatılarak, Türkiye-Azerbaycan karşılıklı ilişkileri soğuk savaş döneminde kesilmiştir. Sovyet sisteminin dağılması üzerine bağımsızlığını yeniden kazanan Azerbaycan Cumhuriyetini gene ilk tanıyan devletlerden birisi olmuştur. Tarihsel süreç içinde yan yana iki komşu ve soydaş olan Türkiye ve Azerbaycan devletleri aradan demir perdenin geçtiği karşılıklı kamplarda yirminci yüzyılı yaşamışlardır. Demir perdenin kalktığı bir aşamada Türk ve Azeri devletlerinin bir araya gelmeleri beklenirken, araya yeni dönemin kutup başı ülkeleri girmiştir. Onların hazırladığı küresel planlar doğrultusunda iki devletin bir araya gelmesi önlenmektedir.

Kafkasya’daki son savaş durumu Türkiye açısından ele alınırsa Ermenistan Azerbaycan’dan daha çok Türkiye için de bir tehdittir. Rusya’nın zorlaması ile kurulmuş küçük Ermenistan’ın Hristiyan lobileri aracılığı ile Büyük Ermenistan projesini gerçekleştirmeye yöneldiği açıktır. Kafkasya’da Kurulu bulunan Ermenistan devletini doğu Ermenistan olarak adlandıran lobiler, Doğu Anadolu bölgesini de bütünüyle batı Ermenistan olarak ilan etmektedirler. Ermeni lobileri Akdeniz kıyısında yeni Ermeni devletini Lübnan bölgesinde kurmaya çalışırken, Rusya kendi sınır dengelerini kurmak, Anadolu ve Kafkas Türklüğünün birleşmesini önlemek, gelecekte bir büyük Avrasya projesinin önünü kesmek üzere bugünkü Kafkasya Ermenistan’ının kurulmasını sağlamış ve Ermeni bıçağı uygulaması ile de iki devletin birleşmesini önleyerek bu bölgede kendisine karşı yeni bir otorite merkezi ağırlığının oluşmasının önüne geçmiştir. Türk dünyasının Birinci Dünya savaşı sırasında bölünmüş durumunu Rusya bütün Avrasya kıtasını kendi sınırları içine alma doğrultusunda kullanmıştır. Yüzyılların Rus emperyalizmi batıdan gelen emperyal rüzgârlara karşı kendi hegemonyasını korumaya çalışırken, Çukurova bölgesinde yeniden kurulmaya çalışılan eski Kilikya Ermenistan’ı projesi de kendiliğinden ortadan kalkıyordu. Gelecekte Ermeni devletinin hangi bölgede kurulacağı tartışmaları devam ederken, Kafkasya Ermenistan’ının genişletilmek istenmesi ve bu doğrultuda Doğu Anadolu’da yeniden yapılanma girişimlerinin günümüz koşullarında tekrar canlanması ve Suriye’den gelen beş milyon insan topluluğu içinde tehcirle gönderilen bazı topluluklarında bulunduğunun kamuoyu önünde açığa çıkmasıyla, Türk devletinin Kuvayı Milliye kazanımlarının iyice tehlike altına girdiği söylenmektedir. Osmanlı yıkılırken göçler yolu ile dünya ülkelerine dağılmış bulunan Ermenilerin yeni dönemde Yahudiler gibi geri dönerek, merkezi coğrafyada yeniden devletlerini kuracakları çeşitli kaynaklarda dile getirilmektedir. Hem savaş yolu ile hem de göçmen hareketleri ile tekrar Doğu Anadolu topraklarına yayılma hedefi içinde olan Ermenistan’ın yarın uygun bir zaman bulduğunda Anadolu’nun doğu bölgelerinde referandum talebi ile gündeme geleceği ihtimali giderek artmaktadır.

Ermeni-Azeri savaşlarında Türkiye her zaman için Azerbaycan’ın yanında olmak zorundadır. Emperyalist devletler Lazistan,  Ermenistan ve Kürdistan devletlerini kurdurarak Türkiye’yi Kafkas bölgesinden uzaklaştırmanın arayışı içindedirler. Osmanlı devleti de bölünmemek için Anadolu Ermenilerinin Suriye’ye taşınması ve müstakbel Ermenistan’ın bugünkü Suriye topraklarında kurulması için tehcir yoluna gidildiği görülmüştür. Bugün Yeni Osmanlı projesi öne çıkartılırken, Osmanlıların uyguladığı tehcir planı ortadan kaldırılmak istenmektedir. Yeni Sevr planları doğrultusunda bölgedeki devletler parçalanırken, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlı bir mikro devlet haline getirilmek istenmesi birçok yönden çelişkiler ile dolu bir plan olarak görünmektedir. Bu tür çeşitli komplikasyonlar ile ilgili planların siyasal çözüm görünümünde uygulama alanına geçirilmek istenmesi ne Azerbaycan ile birlikte, hem Türkiye’nin hem de bütün Türk dünyasının karış çıkması gerekmektedir. Yıllar sonra bir araya gelen Türk devletlerinin oluşturdukları Türk Keneş’i aracılığı ile hem Azerbaycan’a açıkça sahip çıkmaları, hem de aralarındaki birliği güçlendirerek gelecekte bir Türk Devletleri Birliği’ne giden yolu açmaları gerekmektedir. Orta Asya’da özgürce yaşayan Türk asıllı toplulukların günümüzde aynı özgürlüğe Rus ve Çin federasyonları çatısı altında sahip olamadıkları ve bu yüzden de çok büyük baskılar altında kalarak ezildikleri, dünya kamuoyunu işgal eden ana sorunlardan birisi olarak günümüzde devam edip gitmektedir. Azerbaycan’a saldıranların Türkiye ve diğer Türk devletlerine saldırmış gibi konunun ele alınarak değerlendirilmesi bölge barışı açısından önem taşımaktadır.

Nüfusunun yüzde doksanı Türk olan Azerbaycan bütün Türklerin ortak vatanı olarak görülmelidir. Avrupa Birliği bugün nasıl bir Hristiyan birliği olarak görülüyorsa, Türk devletleri de bir Türk Birliği çatısı altında böylesine bir birlik olarak kabul edilmelidir. Dolaylı olarak Türkiye’ye de yönelik bir saldırı olarak görülmesi gereken Ermeni saldırısının öz vatanımıza yapılmış olan bir saldırı olarak kabul edilmesiyle, Türkiye bütün olanaklarıyla Azerbaycan’ın yanında yer almalıdır. Azeri devletine yapılan haksız saldırıya karşı Türkler ve Azeriler kardeşlik dayanışması içinde bir vatan savunmasını ortaya koymalıdırlar. Türk milleti bu aşamada Kafkasya’daki gelişmelerden bir zafer haberi beklemektedir. Eski bir Türk toprağı olan Dağlık Karabağ’ın yeniden Türk toprağı olması gibi bir zafer duyurusu, bütün Türk dünyasını ayağa kaldıracak önemli bir gelişme olacaktır. Soğuk savaş sonrasında başlamış olan haksız Ermeni işgaline bu bölgede son verilmesiyle Dağlık Karabağ’ın yeniden Türk dünyasına dönüşünün müjdesi Türk devletlerinde dalgalanacaktır. Türkiye desteği ile Azerbaycan’ın caydırıcı gücü artacak ve bunun sonunda da yeniden Kafkas bölgesinde Türklerin egemenliğine giden yol açılacaktır. Kafkas bölgesinin bugünkü haritasına bakıldığı zaman, bölgenin geleceği açısından son derece karışık ve içinden çıkılmaz bir durumun varlığı görülmektedir. Bölgenin geleceği için haritanın barış amaçlı düzeltilmesi gerekmektedir.

Bölge barışı açısından Rus emperyalizmine karşı bütün bölge devletlerinin işbirliği gerekebilir. Fransa, Rusya, Amerika, Çin ve İngiltere gibi büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda bu bölgede karışıklık çıkarmalarına izin verilmemelidir. Dünyanın en karışık yerlerinden birisi olan Kafkasya’nın yeniden çıbanbaşı konumuna getirilmesine, her kesimin dünya barışı açısından kesinlikle karşı çıkması zorunlu görünmektedir. Türkiye bu doğrultuda hem bölge devletleri ile hem de büyük devletler ile siyasal diyaloglar oluşturarak, Karabağ’da tutuşturulan ateşin bir üçüncü dünya savaşına giden yolun başlangıcı olmasına karşı mücadele etmelidir. Bu doğrultuda kalıcı bir sonuç alabilmek için kınama türü etkisiz tutumlardan kaçınılmalıdır. Ortak platformlar ve yardım organizasyonları savaş konumundaki Azerbaycan’a daha fazla katkı sağlayacaktır. Kafkasya’da barışın gerçekleşmesi, savaş ihtimalinin Orta Doğu ve Akdeniz bölgelerinde önlenmesine yardımcı olacaktır. Şark meselesinin bir an önce şark barışına dönüştürülmesi zorunlu görünmektedir.