Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRKİYE VE AFGANİSTAN

Türkiye Cumhuriyeti ve Afganistan devleti iki ayrı Türk devleti olarak dünya haritasının ortalarında yer almaktadır. Birisi Orta Doğu’nun merkezi coğrafyasında, diğeri de Orta Asya bölgesinin ortalarında varlığını sürdürerek, tarihsel süreç içerisinde yollarına devam etmektedirler. Yirminci yüzyıla girerken yeryüzü haritalarının merkezinde yer alan bu iki devlet var olan yirmi bağımsız devlet arasında yerlerini alarak, geleceğe dönük bir yirmi birinci yüzyıl sıçraması içine girmişlerdi. Bugün gelinen noktada yeryüzü devletlerinin sayısı yirmilerden iki yüzlere doğru tırmanırken Anadolu ve Afgan Türkleri var olabilme gücünü pekiştiriyorlardı. Soğuk savaşın en zor günlerinde varlıklarını koruyabilen bu iki Türk devletinin her şeyin alt üst olduğu bugünlerde karşı karşıya gelmesi ve her iki devleti birbirine karşı kullanmaya çalışan çeşitli emperyalist komplo ve senaryolarda isimlerinin ön plana çıkartılması Türk dünyası açısından son derece tehlikeli ve riskli oluşumların önünü açmaktadır. İslam coğrafyasının tam ortalarında bir Yahudi devleti kurmak için çizilen yeni senaryolarda farklı bir büyük devleti Türk dünyası üzerinden gerçekleştirirken; Türk dünyası içinde yer alan bütün Türk devletleri etrafa saçılmış ve dünya tam ortasından ikiye bölünürken Türkiye demokratik batı bloku içinde yer almıştır. Afganistan devleti ise Müslümanların tam tepesinde onların siyasal büyüklüğünü dengeleyecek bir biçimde örgütlenen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin etki alanı içine düşerek, tıpkı diğer Türk devletleri gibi batı blokuna karşı oluşturulan soğuk savaş dengelerinin etki alanına doğru sürükleniyordu.

Hristiyan ve Musevi güç merkezleri dünya hegemonyası için çalışırlarken Müslümanlar arada kalıyor ve İslam ülkeleri de bu tür gelişmelerin etki alanları içinde geleceğe dönük bir biçimde kendilerine yeni yerler arıyorlardı. Yirminci yüzyılın başlarında var olan harita üzerinde kendilerine yeni yerler bulmaya çalışan Türk devletleri, Sosyalist ideoloji çatısı altında yirmi beş devletten oluşan bir kuzey doğu federasyonunun içinde baskı ile yer bulmaya çabalarken, Asya’da batı emperyalizminin Hristiyan ülkelerdeki sosyalizmi, Müslüman ülkelerdeki İslam hegemonyasını ortadan kaldırmak üzere devreye soktukları görülüyordu. İslam dünyası içinde Müslüman olmayan bir Yahudi devleti kurmanın son derece zor bir iş olduğunu on beşinci yüzyıl sonrası gündeme gelen siyasal gelişmeler ortaya çıkarırken ve Avrupa üzerinden gelişen sosyalist hareketlerin SSCB başlıklı bir büyük federasyon ile yönlendirilirken, Türkiye ve Afganistan’ın iki ayrı Türk devleti olarak, böylesine büyük oluşumların yarattığı yeni sınırların tam ortasında kaldıkları görülmüştür. İran ve Azerbaycan üzerinden Orta Asya ve Orta Doğu Doğu bölgesinin merkezinde yer aldığı Türk dünyası, üç büyük kıta üzerindeki siyasal gelişmeler ve yeni devlet oluşumları ile yeni yapılanma oluşumlarına doğru gelişmeler gösterdiği aşamalarda zaman zaman sınırların değiştiği ya da Türk devletleri arasında eskisinden çok daha farklı yeni yapılanmaların olduğu görülmektedir. Asya kıtasının doğusundan başlayan uygarlıklar içinde yer alan ve giderek üç kıta üzerinde yaygınlık kazanan Türklerin yaşadıkları devletler birbirini izleyerek tarih sahnesine çıkarken, yeryüzü coğrafyası bazı noktalarda alt üst olarak eskisinden çok farklı yönelimlere doğru yol almıştır. Orta ve Kuzey Asya bölgelerinde tarih sahnesine çıkan Türkler at sırtında yayılarak gelişen bir uygarlık modeli sayesinde üç büyük kıtanın hemen hemen her bölgesinde hükümran olabilmişlerdir. Orta ve Kuzey Asya topraklarının üzerinde tarih boyunca büyük devletler kuran Türkler; İran, Azerbaycan ve Kafkasya üzerinden geliştirdikleri geçiş koridoru üzerinden dünyanın merkezi olarak görülen Anadolu yarımadasına gelerek, bu bölgede yerleşik bir devlet düzenini kurabilmişlerdir. Türklerin Anadolu’ya geliş yolu bugün Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin bir araya gelme köprüsü olarak yeniden öne çıkmaktadır.

Türkiye ve Afganistan her zaman düzenli bir birlik içinde olamazken, uluslararası siyasal ve ekonomik konjonktürlerin bu iki ülkeyi bir araya getirdiği ya da kıtalar arasında geliştirilen geçiş yollarının üzerinde bir araya gelerek, farklı birlik ya da siyasal oluşumların öncüsü olabildikleri anlaşılmaktadır. Yeniden doğu batı ekseninde gündeme getirilen Zengezur geçiş yolunun, hem Afgan halkının merkezi alana doğru harekete geçmesini hem de merkezi alanda yaşamakta olan Türklerin ise tarihsel anlamda ortaya çıkış merkezleriyle yeniden bir araya gelerek dünyanın tam ortasında yer alan hegemonya alanlarında, eski dönemlerde olduğu gibi geniş alanlarda büyük devletler kurma gibi büyük misyonlara yeniden kalkıştıkları ortaya çıkmaktadır. Asya-Avrupa – Afrika ekseninde gündeme gelen büyük devlet yapılanmalarında görüldüğü gibi daha önceki dönemlerde kıtaların birleştiği bölgelere yerleşen ya da sahip oldukları egemenlik gücü ile bu bölgeleri kendi merkezlerine bağlayan Türk devletleri, bazan sınırdaş bazan da ortak bir sınıra sahip olmayan siyasal yapılanmalar içinde yer almışlar; birbirlerinin izledikleri yol ve politikaları izleyerek yeni oluşumlara açık olmak ve bu doğrultularda ortaya çıkan yeni yapısal kurgulara da yakın olmak ve böylece Türk devletleri arasında çekişme ya da çatışmalara gidebilecek yeni yaklaşımları geliştirerek, yeni dönemin koşullarına uyum sağlamak zorunda kalmışlardır. Bunalım ve geçiş dönemlerinin olumsuz koşulları üzerinde Türk devletleri uzak kalsalar ya da karşı karşıya gelseler bile Türk kökenli birliktelik geliştirilerek aynı ulus kökeninden gelen bir hoşgörü ve dayanışma tutumları ile var olan anlaşmazlıklar çözüm noktasına doğru geliştirilebilir. Bu gibi gelişmelerin birçok örneği gündeme geldiği gibi tersliklerin giderek arttığı ve bu çizgide olumsuz koşulların tırmanma gösterdiği durumlarda bile Türklük dayanışması üzerinden barışçıl adımların atılması gerçekleştirilebilmiştir. Üç kıtaya dağılarak ayrı devletler kurmuş olan Türk asıllı devletlerin zor koşulları, önlerine çıkan engelleri ya da var olan devlet yapılarının üzerlerine gelen her türlü olumsuzlukları devre dışı bırakacak derecede, güç ve dayanışma gösterebilmesi için her zaman için hazırlıklı olmak zorunluluğu vardır. Türkiye ile Afganistan devletlerinin değişen konjonktürde yeniden Asya ve Avrupa arasında gündeme gelen Zengezur koridoru üzerinden yakınlaşma ve dayanışma hareketlerinin, devletlerarası ilişkiler düzenine göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bu gibi gereksinmeler karşılandıktan sonra Türk devletleri diğer büyük devletlere karşı kendi aralarında birlik sağlayarak, antiemperyalist bir siyasal çizgiyi disiplinli olarak ortaya koyabilirler.

Bugün gelinen yeni dönemde, Sovyetler Birliği sonrası dönemin koşullarında daha çok Orta Asya Türk devletlerini bir araya getirecek bir düzeyde, Türk Devletleri Teşkilatı adıyla yeni bir bölgesel yapılanma gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda adım atılınca, Orta Asya bölgesi dışında kalan Türklerin böylesine bir yeni birlik çatısı altında bir araya bütünüyle bir araya getirilmeleri mümkün olamayınca, Afganistan gibi nüfusunun büyük çoğunluğu Türk kökenli topluluklardan meydana gelen diğer devletlerin böylesine olumlu bir atılımın içinde yer almaları Orta ve Kuzey Asya bölgelerinde geride kalmıştır. İran gibi nüfusunun dörtte üçü Türk asıllı olan bir büyük devletin Kafkasya ve Orta Asya sınırları boyunca uzanıp giden sınırları dikkate alınmamıştır. Türkiye ile Afganistan devletlerinin yer aldığı merkezi Türk dünyası yanında yer alan İran gibi bir büyük devletin Türkiye ile birlikte içinde yer alabileceği bir Türk Devletleri Teşkilatı yeni dönemde daha geniş katılımlar aracılığı ile yeniden kurulması, şimdiye kadar atılan yanlış adımların düzeltilmesiyle mümkün olabilecektir. Kore, Japonya, Pakistan ve Asya kıtasının diğer bölgelerinde yer alan Türk asıllı toplulukların da Türk asıllı halkları dolayısıyla böylesine bir teşkilatın içinde yer almaları, gelecekte Asya kıtası üzerinden doğu uygarlığının merkezi patronluğunu yapabilecek bir Türk Devletleri Teşkilatı acilen oluşturularak, Türklerin de tıpkı Rusların, Hintlilerin ve Çinlilerin yaşadıkları gibi, Türklerin de kendi millet imparatorluklarını kurarak böylesine bir büyüklük içinde Asya kıtasının süper büyük devletlerine karşı Türk Devletleri Teşkilatının büyük millet imparatorluğu olarak devreye girmeleri doğu hegemonyasını önleyecektir.

Yeni bir dünya düzeni amacıyla yer kürenin birçok bölgesinde sıcak çekişme ve çatışmalara sahne olan yeryüzü coğrafyasında kendini bilen ve yüzyıllardır insanlık tarihi boyunca birçok siyasal olay ya da gelişmelere tanık olan büyük devletler, bugün artık kendi büyüklükleriyle ulaştıkları millet imparatorlukları yapılanması içinde yollarına devam etmektedirler. Yeni dönemin siyasal oluşumları içinde Türkler, Araplar, Şiiler, Zenciler ve Latinlerin çeşitli devletlerin çatısı altında dağınık bir biçimde dağılarak yaşamakta olan insan topluluklarını, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya ve Afrika’nın Zencilerinin bir araya gelerek Nijerya gibi yeni dünya dengelerini, bugünün siyasal ve ekonomik koşullarına uygun bir biçimde sistemleştirilmesi sağlanabilmelidir. Yeryüzü kıtaları üzerinde küçük devletlerin büyüme mücadelesi verilirken ayrı devletlerin çatısı altında dağınıklık içinde yaşam kavgası veren Türklerin, Arapların, Şiilerin, Zencilerin ve Latinlerin Rusya, Çin ve Hindistan’da var olan büyük devletlerin konumlarını dengeleyerek, bugünkü dünya düzeninin barış içinde devam etmesi sağlanabilmelidir. Bugünkü dünya düzeni içinde var olan Birleşmiş Milletler gibi bir örgütün çatısı altında bir araya gelen beş büyük devlet büyüklük açısından çeşitli sorunlara sahip olması ve İngiltere’yle Fransa’nın sahip oldukları sömürge toprakları sayesinde Rusya, Çin ve ABD gibidir. Küreselleşme sonrası yeni dönemde çok kutuplu bir yeni dünya düzenine girerken, batılı emperyalistler büyük devletleri parçalamaya çalışmaktadır. Batılı emperyalistler açıkça yeni büyük devletler ile sahip oldukları egemenlik düzenini paylaşmak istememektedirler. Yeni büyük devletlerin de Birleşmiş Milletler’deki Güvenlik Konseyi üyesi olması ve bu sayede konseyin üye sayısının yeni büyük devletlerin katılımıyla 10 ya da 15 olması istenmektedir. Böylece beşten büyük olan dünyanın yeni dönemde 10 ya da 15 büyük devletten gene büyük olması istenerek, tek kutuplu dünyanın çöküşü sonrasında çok kutuplu yeni bir model ile yeni küresel düzen arayışı karşılanmaya çalışılmaktadır. Türkler, Araplar, Çinliler, Latinler ve Zenciler gibi dağınık yaşayan halk kitlelerinin Çin, Rusya ve Hindistan gibi kendi büyük devletlerinde insan gibi yaşama hakları vardır.

Yeryüzü haritasında yer alan bütün devletlerin birer jeopolitik konumları bulunmaktadır. Dünya gezegeni uzayda yoluna devam ederken değişen koşulların getirdiği yeni jeopolitik koşullar ortaya çıkarak, gezegenin ana karasında ülkelerin ya da devletlerin jeopolitik konumlarını etkileyerek eskisinden çok farklı yeni durumların ortaya çıkmasının yolları açılmaktadır. Yüz binlerce ya da milyonlarca yıl önce gerçekleşen doğa olayları ile dünyanın oluşum ve değişim süreçleri başlarken, en sonunda küresel yapılanma bugünkü aşamasına gelmiştir. Uzay ve yer küre bağlantısındaki gelişmeler çeşitli zaman dilimleri içinde dünyanın da değişimine yol açmakta ve böylesine gelişen bir dönüşümler çerçevesinde eskisinden çok farklı yönlere doğru değişen dünya düzeni içinde her şeyin konumu değişmekte, hatta daha da ileri giderek her şeylerin toplandığı ve de bir bütünlük arz ettiği devletlerin merkezileştiği durumlarda da toptan bir jeopolitik konum değişikleri yaşanabilmektedir. Binlerce yıl geriden gelen doğa olayları yeryüzünde jeopolitik dengeleri ve yapıları bozarak yenisinin önünü açarken, bütün doğa olayları bir bilimsel bakış içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Asya kıtasının tam ortalarında yer alan Afganistan ülkesi İngiliz emperyalizmi ile Rus emperyalizminin kesişme noktalarındadır. Afganistan’daki Sovyet işgali ile son değişim dönemine giren jeopolitik yapılanması, batı devletlerinin yeniden devreye girerek yıkılmış olan bu ülkeyi inşa etmesiyle birlikte küresel bir üstünlük yarışı başlatmıştır. Dünya haritasının kesişme noktasında olan Afganistan devleti tarihin her döneminde birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu sayede geçmişten gelen büyük bir kültürel birikimin ülkesi olmuştur.

Afganistan coğrafi konumu ile emperyal devletlerin hegemonya girişimleri için elverişli bir konumdadır. Bu devletin bulunduğu bölgedeki güç boşluğu doldurulmayı beklemekte ve aynı yüzyıl içinde hem Rus hem de Amerikan emperyalizmleri bu ülkeyi resmen işgal ederek, bütün kıtalar üzerinde mutlak bir iktidar arayışı içinde oldular. Afganistan yer olarak merkez alan ile kenar kuşak arasında yer alan bir ülkedir. Dünya egemenliği için merkez hegemonyasının yanı sıra kenar kuşak bölgelerinin de ele geçirilmesi gerekmektedir. Dünya imparatorluğu kurmuş olan İngiltere, Afganistan devletini Asya ve Afrika’nın gözetleme kulesi olarak ele aldı. Afgan devleti güneye ya da kuzeye saldırırken, bu tür hareketlere karşı set çekmenin merkezi olmuştur. Yeni bir dünya düzeni kurmak için oluşturulan yeni büyük oyun isimli plan ve projeler Afganistan’ı en önde gelen merkezi yerlerden birisi haline getirmiştir. Büyük Rusya, ideolojik imparatorluğun çöküşüyle ortadan kalkarken, Rusya’nın yerini almak üzere gelen Amerikan emperyalizmi daha olumsuz koşullarda çalışmak zorunda kalmıştır. ABD’li bilim adamları Avrasya bölgesinin hegemonik anlamda ele geçirilmesi gerektiğini açıkça dile getirmişlerdir. Doğu bölgesinin dev ülkeleriyle Hazar bölgesinin enerji kaynaklarının bir araya getirilmesine, batılı emperyalistler karşı çıkmışlardır. Bu çizgide batılı ülkeler Afganistan’ı kendi yanlarına çekerek, Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarının batı blokunun elinde toplanmasını sağlamışlardır. Rusya yeni büyük oyunda öne geçmeye çalışırken batılı büyük devletler Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarının doğu ülkelerinin eline geçmesine izin vermemişlerdir. Doğu ile Batı bölgeleri arasındaki Hazar’a egemen olma yarışında Afganistan kilit ülke konumuna gelerek uluslararası alanda küresel dengelerin barış sağlamasına katkıda bulunmuş ve enerji savaşları açılmasını da önleyebilmiştir. Afganistan bu gibi gelişmeler sonucunda dünya siyasetinde daha çok önem kazanarak dünya barışının korunmasında fazlasıyla etkin olmuştur. Rusya’nın kendi arka bahçesi olarak tanımladığı Hazar bölgesinin bir çekişme konusu olmasına izin verilmemiştir.

Afganistan büyük Türk imparatorlukları sonrasında İngiliz İmparatorluğu ve de Rusya devletinin Asya kıtasının güney kısmında bir karşı karşıya gelme noktasında ortaya çıkmış olan bir devlettir. Orta Asya Türk egemenliği dönemi devam ederken Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının uzantıları merkez Asya topraklarına kadar uzandığı aşamada orta Asya bölgesine giriş   ve çıkışlar için Afganistan ülkesinden yararlanılmıştır. Özellikle Asya topraklarında ortaya çıkan ya da kurulan Türk devletlerinin yayılması sayesinde Afganistan oluşumu Asya’nın merkezi toprakları üzerinde meydana gelmiştir. Milattan sonraki üçüncü yüzyılda oluşturulan Afgan devleti yapılanmasının, Sasanilerin topraklarından koparak ayrı bir devlet olmasını sağlayan Türk boyları, Asya’nın güneyine doğru uzanan yeni bir devlet için hazırlıklarının tamamlamalarıyla, Babür İmparatorluğundan Afgan imparatorluğuna doğru uzun süren bir geçiş aşaması yaşanmıştır. Sasanilerin bu bölgede yaşayan insanlara Abgan adını vermesi üzerine devletin adı da Afganistanolmuştur. Büyük Asya kıtasının ortasında Türk kökenli kavimlerin yeni bir Türk devleti kurmalarına kadar uzanan bir yol üzerinde yirminci yüzyılın bağımsız devleti olarak Afganistan krallığı kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda ise Rus imparatorluğu ile Britanya imparatorluğu arasındaki çekişmeler ve savaşlar birbirini izlemeye başlayınca Afganistan ülkesi zaman zaman savaş alanı haline dönüşmüştür. İran ile üç yüz yıllık sınır komşuluğu bulunmasına rağmen Osmanlı devleti ya da Türkiye Cumhuriyeti ile hiçbir sınır komşuluğu bulunmayan Afganistan, Asya kıtasını paylaşmak isteyen büyük devletler ile ya savaşarak çarpışmış ya da bunların sürdürdüğü çekişmelerin ortasında kalarak zaman içinde birçok kayıplara hedef olmuştur.

Birinci dünya savaşı sonrası dönemde dünya düzeni yeniden kurulurken İngiltere ve Amerikan emperyalizmleri ortaklaşa sömürgecilik hedefinde bir araya gelmiş, batıdan doğuya doğru yeni sömürgecilik akımını başlatmışlardır. ABD, NATO örgütlenmesi ile doğu bölgelerine doğru yayılırken; geçmişten gelen İngiliz imparatorluğunun plan ve programlarına uygun davranarak, Türkiye ile Afganistan’ı sömürgeleştirebilmenin yol ve yöntemlerini araştırmıştır. Asya kıtası çevresinde bu tür kullanım için elverişli topraklar ve bölgeler bulunduğu için, batılı emperyalistler daha kolay yayılma politikaları geliştirebilmişlerdir. Türk ve Afgan dayanışması on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkarılarak kullanıldığı için savaş sonrası dönemde küresel alanların yeniden tesis edilmesinde, Afgan halkı ve devletinin olumlu destek ve katkıları oimuştur. Bir yeşil kuşak oluşturarak eski sosyalist sistemi başarıyla yıkan batı emperyalizmi geleneksel sömürgeciliğini sürdürerek yoluna devam etmek istediği aşamada Asya ülkeleri ile doğu devletlerinin sert tepkileri ile karşı karşıya gelmiştir. Asya ülkeleri ise zaman içinde bir ulusal ve ülkesel dayanışma içerisine girebilmişlerdir. Sovyetler Birliğinin Rusya adına yaptığı saldırı hareketi Afganistan’ı bir Sovyet cumhuriyetine dönüştürürken ülke tam anlamıyla bir çöküntü sürecine doğru kaydırılmıştır. SSCB’nin Afgan işgali sonrasında dağılma aşamasına gelmesi üzerine, Amerikan emperyalizmi tıpkı İngilizlerin yaptığı gibi sömürgecilik yolunda epey yol almıştır. Sovyetler Birliğinin dağılması aşamasında Afgan ülkesinin yeni silahlarla güçlendirilmiş işgaliyle, Afganistan üzerinden Türk dünyasına Atlantik emperyalizmi yönlendirilmiş, böylece geleceğin tek kutuplu dünya düzenine geçiş hedef alınmıştır. Afganistan işgalinin Rusya’dan Amerika’ya doğru kaydığı bir aşamada ise Rusya’nın iflas eden işgalinin Amerika’ya da yansıdığı görülmüştür. Asya kıtasını teslim almak isteyen büyük emperyal saldırıların birbiri ardına başarısızlığa uğramasıyla saldırılar kesilmiştir.

Kendisini demokratik uygarlığın yaratıcısı gibi gösteren ABD emperyalizminin aslında sömürgeciliğin en büyük şahı olarak tüm yeryüzü kıtalarını ele geçirme planları vardı. Bu doğrultuda iki büyük cihan savaşlarını kazanarak bütün dünya karalarında ABD merkezli bir yeni emperyal düzeni geçerli kılmak ve bu sayede hegemonya çekişmelerinde İngiltere’yi geride bırakarak geleceğin sömürgeleştirilmiş dünya yapılanmasını tamamlamak çabasındaydı. ABD’nin iki kutuplu dünyada SSCB ile rekabet yarışına yönelmesiyle, iki kutup başı ülkenin yanında ya da yakınında yer alan devletlerin eskisinden çok farklı yeni jeopolitik konumlara dönüştükleri gözlemlenmiştir. Bu sırada Asya kıtasının merkezi konumunda yer alan Afgan devletinin iki kutuplu dünya yapılanması içinde sosyalist sistemin komşusu gibi yeni bir konumlanmaya kaydığı görülmüştür. Afgan devleti böylesine bir konum değişikliği içine girerken, Türk dünyasının diğer temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti ele alındığındaysa eski Orta Doğu merkezli yapılanmadan hareket ederek Sovyetler Birliğinin sınır komşusu gibi yepyeni farklı bir bölgesel bir varlık ortamına doğru kayma gösterdiği görülmektedir. Orta Doğu ve diğer doğu bölgelerinin birlikte ele alınarak değerlendirilmesinin bilimi olarak ortaya çıkartılan oryantalizm açısından konuya yaklaşıldığında hem Türkiye’nin hem de Afganistan’ın eskisi gibi sahip oldukları merkezi konumlarından uzaklaşarak, kutup başı ülke ve bölgelerin yanında yer alan komşuluk ilişkileri çerçevesinde yer aldığı görülmektedir. Bunun sonucu olarak bu iki ülkenin emperyalizm ve onun bağımlı sömürgeleri olarak değerlendirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Batı bloku emperyalizm kavramını gözlerden kaçırırken büyük devletlerin öne geçtiği kutup merkezi konumunun eskisinden çok daha fazla etkin bir duruma getirildiği öne çıkarılmıştır. Soğuk savaş döneminin koşulları altında öne çıkan Afganistan’ın parçası olduğu Türk dünyasının içindeki eski konumunun yeni bir komşuluk ilişkisi ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir.  

Soğuk savaş yıllarının Afganistan başlığı altında incelenmesi sayesinde Taliban adı verilen bir öğrenci isyan hareketinin, bu ülkenin terör olaylarına doğru yönlendirildiği ortaya çıkmıştır. Sosyalist sistemin çöküşü ile birlikte batı merkezli terör hareketlerinin bütün Asya kıtasını kapsadığı görülmüştür. Ülke içindeki yoksulluk, emperyalizmin sömürgeleştirilmesine doğru sistemi dışa bağımlı bir hale getirmiş ve bu amaçla ülke içindeki yoksul ve işsiz ailelerin üniversite çağına gelmiş olan çocuklarını, ülke gençliği olarak isyancı ve talipci bir karaktere doğru sürüklenmesi gündeme gelmiştir. Ülkedeki siyaset yeni dönemin ideolojisi ile açıklanmaya çalışılırken çöken sosyalizme alternatif olarak terörizm öne çıkarılmıştır. Afgan devletinin terör olaylarının sahası haline getirilmesiyle, Rusya’dan sonra Amerika da Afganistan ülkesinde yenilmiş bir konuma gelmiştir. Amerika’nın Afganistan yenilgisi küresel sistemde bir kırılma noktasının başlangıcı olmuştur. Sosyalist sistemi çökerten ABD kendisinin içine sürüklendiği demokrat görünümlü sömürgecilik yüzünden, kendi halkına ve gençliğine bir şey veremez duruma düşmüş, Afganistan ise terör kaynağı bir ülke olarak yeni dünya düzensizliğinin en önde gelen örneklerinden birisi olmuştur. Orta Doğu ve Doğu bölgelerinde terörün giderek yayılması konusunda Afganistan yeni bir merkez olarak öne çıkmıştır. Taliban’dan başlayarak El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerle terörün genişlemesinde Afganistan çıkış noktası olarak öne sürülmüştür. Bu durumda dünya ülkeleri yeni bir terör oluşumunun hedefi haline gelmiştir. Ülkelerin karıştırılması ve bölünerek anarşiye itilmesi ise Taliban sonrası terörün ana hedeflerinden birisi olmuştur.

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi olarak Türk devletini dünyanın ortasında kurarken, orta boy bir devlet olarak büyük güçlerle mücadele sırasında Türkiye’nin gücünün yetersiz kalabileceğini görmüş ve bu nedenle Orta Doğu’da Sadabat Paktı ve Balkanlar’da Balkan paktı gibi savunma ve güvenlik kuruluşlarının oluşumunu sağlamıştır. Atatürk böyle bir koruyucu şemsiye kurarken, sınır komşusu olmayan Afganistan’ı da İran ile birlikte kurulan bu ortaklığın içine alarak sınırların ötesindeki bölgelere ulaşmanın zorunluluğunu görüyordu. Buna göre eski Osmanlı ülkeleriyle birlikte Afganistan’ı da Türk dünyasının bir parçası olarak ele alıp, bu yeni örgütlenmede Türkiye-Afganistan çizgisi oluşturmaya çalışıyordu. Batılı emperyalistlere karşı Balkan paktını kuran Atatürk’ün eski Osmanlı ülkelerini esas alarak Müslüman bölge devletlerini bir güvenlik örgütü içinde birleştirmeye çalışması onun ne derece geleceği gören bir önder olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün yaşanan kaos ortamını emperyalistler kışkırtırken yeni dönemde çatışma, iç savaş, bölge savaşı ya da dünya savaşı gibi olumsuz gelişmelere karşı Türkiye’nin çok dikkatli olması ve komşu devletler ile bir araya gelerek bölgesel bir güvenlik örgütü çatısı altında çatışma, saldırı ve işgal gibi kaotik girişimlere karşı çıkması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, Atatürk mazlum milletler için askeri savunma modelini gündeme getirmiş ve böylesine bir örgütlenme ile de batının büyük devletleriyle baş ederek, Türk ulusuna özgür ve bağımsız bir cumhuriyet kazandırmıştır. Bugün gelinen aşamada bölgeye getirilmek istenen savaş ortamını kışkırtmak üzere, Afganistan üzerinden binlerce insanın Türkiye’ye gelerek önce bir kaos ortamı yaratacağı ve daha sonra da alt kimlikler üzerinden önce bir iç çatışmalar ortamı daha sonra da iç savaş ve bölgesel savaş olarak merkezi coğrafyayı tümüyle yok edecek bir kaos planını emperyalistlerin destekleri ve yönlendirmesiyle uygulama alanına aktarılacağı fısıltı mekanizmaları ile deşifre edilmektedir. Türk devleti kurulurken, Türk dünyası için başta Afganistan olmak üzere kardeş devletlere özgürlük ve bağımsızlık getirmeye çalışmıştır. Ne var ki bugün merkezi coğrafyadaki devletleri yıkmaya çalışanlar önce Türkiye’yi hedef almaktadır. Türkiye’nin her zaman başta Afganistan olmak üzere tüm diğer Türk devletlerini korumaya çalışırken, Türk devletini tehdit eden emperyalistlerin Afgan kökenli bir terör dalgasıyla Türkiye’yi hedef yapmaları, hiçbir zaman kabul edilemez. Taliban geride bırakılırken, bugün çağdaş cumhuriyete ve hukuk devletine sahip çıkılmalıdır.