…
CUMHURİYET’İN KAZANIMLARINI KORUMAK
Cumhuriyet’in Türkiye gibi dünyanın tam ortasında yer alan ve her türlü siyasal gelişmenin siyasal ve ekonomi yönleriyle birlikte, üç kıtanın kesişme noktasında devreye girdiği ve bölgeye yansıyan çeşitli olaylar ve gelişmeleri etkileyerek, merkezi coğrafyanın ciddi olarak karışıklıklara maruz kalmasına yol açmaktadır. Üç kıta üzerinden siyasal rüzgarlar esmeye başladığı zaman bütün rüzgarlar karışmakta ve her aşamada ortaya çıkan kaotik ortamlar merkezi coğrafyanın konumunu içinden çıkılmaz bir duruma getirmektedir. Bu nedenle orta dünyaya doğru esen rüzgarların kıtalar üzerinden genel olarak yönlendirme yaptığı açıkça görülmektedir. İnsanlık tarihi incelendiği zaman tarihin her döneminde yeryüzündeki siyasal gelişmelerin birbirini etkileyerek, merkezi coğrafya üzerinden orta dünyaya doğru yön verdikleri görülmektedir. Her dönemde tarihin ve kavimlerin geçiş kapısı konumunda olan bu yerin her dönemde değişen ve yeni ortaya çıkan çevre ve dış koşullara bağlılık göstererek, ortaya her dönemde yeni gelişmeler getirilmekte ve bunların yansımaları üzerinden de merkezi yapılanma oluşumlarının birbirini takip ederek öne çıktıkları anlaşılmaktadır. Böylesine hareketli ve değişken bir yapıya sahip olan yeryüzünün odak bölgesinde, büyük bölgenin önde gelen devleti olarak Türkiye, her zaman için hareketli bir biçimde rahatsız edilerek, kısa aralıklarla her zaman için öne çıkan iç ve dış gelişmelerin yönlendirdiği bir ülke olarak, bugüne kadar var olmuş ve bu var oluşunu da geleceğin yeni dünya düzeni çizgisinde güvence altına almaya karar vererek, yeni dönemin yapılanmalarına doğru yeni yönünü belirlemeye başlamıştır.
Merkezi bölge ile ilgili tarih ve coğrafya atlaslarına bakıldığı zaman birbirinden çok farklı sayfalar ve haritalar ortaya çıkmakta, değişen koşullara ve yeni gündeme gelen ortamlara göre var olan ve zaman içinde değişkenlik gösteren yeni yapılanmalara göre, dünyanın merkezi alanı biçim almış ya da yenilikler ile eskisinden çok farklı yapılanmaların etkileri altına girerek, gelecek dönemin koşullarına göre geçmişten gelen biçimler doğrultusunda yeni yapılanmalar devreye girmektedir. Aslında insanlığın üzerinde yaşamakta olduğu dünyanın kalıcı koşulları ve bunlara bağlı yeni yapılanmalar geleceğin farklı oluşumlarının önünü açarken, geleceğin yüzyılları geçmişin yüzyıllarından çok farklı olarak öne çıkabilmektedir. Bugün Türk devletinin bir çağdaş cumhuriyet olarak var olması kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç değil aksine geçmişten gelen koşulların dayatmış olmasıdır. Bugün Türk devleti geçmişte başlayan konjonktürel süreçlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir bütündür. İlk çağlardan bu yana doğru tarihsel ve coğrafi değişim süreçlerinin birlikte oraya çıkardığı bir sürekliliğin bugüne kadar ulaşan yansımasıdır. İlk çağlarda ilkel topluluklar, orta çağda din ve şehir devletleri, sonraki aşamada şehirler arası çekişmelerin savaşlara doğru yönelmesi ile galipler önce kendi şehir devletlerini kurmuşlar, daha sonraki aşamada savaşları kazanınca kendi şehir devletini merkez yaparak, diğer şehir devletlerini kendilerine bağlamışlardır. Şehir devletini savaş kazanarak büyüten kent prensleri kendilerini kral ilan ederek, yendikleri komşu şehirlerini, kendi merkezlerine bağlayarak kendi merkezi şehirlerini başkent ilan etmişlerdir. 16. yüzyıl sonrasında Avrupa’da şehir devletleri krallıklara dönüşürken, savaşı kaybeden şehirler krallık devletinin merkezine bağımlı hale gelerek ve kazanan şehir devletinin himayesi altına girerek, galip gelen kentin kralının koruması altına girmişlerdir. Şehirler yeni başkentlere bağlanırken, galip gelen şehirlerin başkentinin kralı ya da prensinin isimleri, ülke toplumunun yeni düzenin merkeze bağlanmaları sırasında, ulus olarak kabul edilmiştir. Merkezi şehirler devletin ana gövdesi olarak kabul edilirken, Vestfalya antlaşması ile krallıkların ulus devletlere dönüştürülmesinin önünü açmışlardır.
İnsanlık tarihinde ilkel toplumdan modern topluma doğru geçilirken, yukarıda belirtilen şehir devletleri kral devletlere dönüşmüş ve daha sonraki aşamada da kral devletler büyüyerek güçlenince, önce ulus devletlere ve daha sonra da sömürgeciliğin bütün dünyaya yayılması ile birlikte de hegemonya emperyalizmine yönelmişlerdir. Bu doğrultuda yirminci yüzyıla girerken yirmi imparatorluktan oluşan dünya devletleri haritaları önünde, insanlık yirminci yüzyılda yeni bir dönüşüme yönelerek, iki yüz ulus devlete doğru zorla yönlendirilmeye çalışılmıştır. İki dünya savaşı arasında yirmi imparatorluktan iki yüz ulus devlete dönüştürülen uluslararası devletleşme konjonktürü çizgisinde yer alan siyasal kadrolar, imparatorluklardan ulus devletlere doğru koşulları zorlarken, daha sonraki aşamada da eski imparatorlukların içinde yer alan bazı etnik grupların içinde bulundukları bölgelerdeki ulus devletlerin farklı sosyal ve yerel koşullarını sarsarak, onları ya bölgesel federasyonların yeni eyalet devletleri ya da bir kaç milyon nüfusa sahip olan büyük devletlerin sınırlarını genişleterek ve de devlet düzenini güçlendirip geliştirerek, çevrelerinde bulunan küçük yerleşim merkezlerini buralara bağlayarak, dünya haritasını gelecek yüzyıla kadar iki yüz devletten iki bine doğru geliştirmeyi hedeflemektedirler. Şirketlerin büyürken devletlerin küçültülmesi ayrıca çağdaş demokrasilerin vazgeçilmez kurumları olan siyasal partilerin zayıflatılarak ve tabandan dini grupların devreye girmesi ile, siyasal partilerin toplumsal tabanlarını kaybetmeleri gibi bir yeni sonuç ortaya çıkmaktadır. Küresel tekelci şirketler ile emperyalizmin güdümünde bazı dini grupların siyasal alana ortak girmeleri, hem tarikat damgaları ile ulusal toplumları ortadan kaldırmakta hem de emperyalizmin babası büyük tekelci şirketlerin partileri, sivil toplum kuruluşlarını ve meslek kuruluşları ile kamu kurumlarını rüşvet trafiği ile satın almaları gibi yolsuzlukları öne çıkarmaktadır.
Bir asırlık cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken, yüz yıllık uzun bir süre geride kalmakta ve bu yoldan Türkiye Cumhuriyeti devletinin gelecek yüzyılda birinci yüzyılda yaşanan olaylardan ders alması, zorunlu olarak gündeme gelmektedir. Siyasal tarih iyi incelendiği zaman bir çok siyasal devletin ya da örgütün geçmişten dersler alarak, yola devam ettikleri ortaya çıkmaktadır. Yirminci yüzyılın bitimi ile birlikte ulus devletlere sırtını dönen küresel sermaye ve tarikat ortaklıkları, her geçen gün ortaklıklarını pekiştirerek ulusları ve ulus devletleri çökertmeye ve bu doğrultuda bütün devletleri parçalayarak ya da bölerek, dünyanın siyasal gündeminde geçmişten gelen bir çizgide eyalet ve şehir devletleri yaratarak, ulusal ve üniter yapılar ile ulus devletlerin içinden yeni yeni devletler çıkartmaya çaba göstermektedirler. Avrupa’nın küçük devletlerinin birleştirilerek bir kıtasal devlet oluşturulmasını engelleyen ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’i şimdi merkezi coğrafya da çıkardıkları savaşlar üzerinden, devlet sayısını artırmaktadırlar. SSCB parçalanınca yeni on beş devlet devreye girmiştir. Şimdi Hindistan’dan yirmi beş devlet, İran’dan on devlet, Türkiye’den on devlet, Rusya’dan on devlet çıkarmaya çabalayan batı emperyalizmi, bugün dünya haritasını Balkanlar ve Kafkaslar gibi paramparça yapmaya ve bu doğrultuda büyük ulus devletleri bölgesel savaş senaryolarında öne çıkararak savaş cephelerine sürmektedirler. Bu doğrultuda Akdeniz ve Karadeniz üzerinde siyasal savaş girişimleri her gün tırmanırken, şimdi bölgedeki dörtgen merkezli coğrafyayı öne çıkaracak biçimde, Balkanlar ve Kafkaslarda ki küçük devletçikler birbirlerine karşı eskiden olduğu gibi kışkırtılmaktadır. Yeni bir cihan savaşını merkezi coğrafyada çıkartmayı hedefleyen emperyalizm ve siyonizm bu hedefi doğrultusunda hem dünya devletlerini hem de bölgesel güçleri birbirlerine karşı çıkartarak, bir an önce üçüncü dünya savaşının dünyayı batırmasına çaba göstermektedirler. Önümüzdeki dönemde bütün ulus devletler iş birliğine giderek ulusların ve devletlerin emperyalist amaçlar uğrunda savaştırılmalarına izin vermemelidirler. Her devlet ve her millet varsa eğer harekete geçerek küçük ulus devletler ile ve orta boy kenar devletleri karşı karşıya getiren savaş senaryolarına karşı son derece katı bir mücadele içinde olmalıdırlar.
Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti adı altında çağdaş bir modern cumhuriyet devleti olabilmenin bütün özelliklerine sahip olarak hem bölgesinde hem de dünyanın önde gelen bölgelerindeki büyük ulus devletlerin hem de büyük ve orta boy devletlerin sahip olduğu koruma ve güvenlik sistemlerini barındıran sistemlere de sahip bulunmaktadır. Her devlet geçmişten gelen yapıları ile yüzyılların dönüm noktalarında dünya koşullarına uygun bir biçimde dönüşüme doğru yönelirken, yeryüzünün her bölgesinde yeni siyasal düzenler ya da uluslararası oluşumlar her dönemin kendi koşullarına paralel çizgide öne çıkmaktadır. Yüzyılların dönemeç noktalarında her devlet kendi büyüklüğüne ya da modellerine göre dönemeci dönerken, bazen uluslararası konjonktürün, bazen de beklenmeyen olayların etkileri ile hiç beklenmedik bir biçimde farklı yönlere doğru harekete geçebilirler. Bir parti ya da siyasal güç geleceğe dönük bir arayış içine girdiğinde farklı durumlar ile karşı karşıya kalabilir ya da diğer ülkeler veya bazı farklı yenilikler beklenmedik yeniliklerin önünü açabilir. Bilimsel ya da kültürel yeniliklerin ortaya serdiği farklılıklar siyasetin ve yeniliklerin öne çıkmasında, her açıdan farklı ve dolaylı çıkışlara yararlı ortamlar ile fırsat ve yenilikler yaratabilir. Geçen yüzyıllardan gelen birikimin bugünün koşullarında ele alınması ve günümüz koşullarında incelenmesi, bugünün dünyasında öne çıkabilecek bir yaklaşım olarak görülmektedir. Dünya tarihine bakıldığında her bölge, ülke ya da kıta üzerinde değerlendirmeler yapılabilmektedir. Normal koşullarda devletler kurulu bulundukları topraklar üzerinde ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bazan bir tek adam ya da bir siyasal hareket öne çıkarak; ülke, dünya ya da bölge koşullarını zorlayarak devletlerin yeni düzenini kurmaya çalışırlar. Tarih bu açıdan çok zengin bir kaynağa sahiptir. İşlerin düzgün gitmediği doğu ülkelerinde böylesine durumların sık sık öne çıktığı ve siyaset alanında istikrarlı gelişmeleri önlediği; bu yüzden de bu ülkelerin uluslararası yarışta gerilerde kaldığı görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti harita üzerinde hem Asya hem de dünyanın batısı ve doğusu ile ilişkili bir konuma sahiptir. Ayrıca Avrupa kıtasında da toprak sahibi olduğu için batı merkezli bilimsel ya da kültürel gelişmeler, gündeme gelmektedir. Yirmi birinci yüzyıla doğru ülkemizi açarken Türkiye’nin çok önemli jeopolitik konumu açısından kendini sınırlamaması, zorunlu olarak gündeme gelmektedir. Özellikle özel durumların söz konusu olduğu durumlarda geleceğe dönük girişimler görülebilir. Uluslararası ortamda normal koşullardaki bilişim ve iletişim kanalları uluslararası alanlarda elektronik devriminin getirdiği yenilikler aracılığı ile sınır içi haberleşme öncelikle hazırlanmakta ve daha sonra da ulusal ve uluslararası haberleşme giderek öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti günümüzün modern devletlerinden birisi olarak her zaman için uluslararası elektronik haberleşme ağının içinde olmuştur. Bu açıdan Türkiye küreselleşme sürecinin getirmiş olduğu olanaklardan yararlanmasını bilmiş ve bu doğrultuda erken haber ya da hızlı iletişim ile var olan sistemlerden en üst düzeyde yararlanarak, zamanı en iyi biçimlerde değerlendiren bir merkez ülkesi olduğunu bütün dünya ülkelerine göstermiştir. Yeni dönemin giderek tırmanan elektronik atılımları, devletlerin içinde bulundukları elektronik dönüşüm projelerine uygun düşecek bir tarzda yönlendirilmektedir. Elektronik alanda çalışan devletlerin artık elektronik çağına girildiğini göstermesi, yakın gelecekte bütünüyle bu tür örgütlenmelerde devletler kadar toplumları da öne çıkarmaktadır. Eğitim, haberleşme gibi alanlarda topluca devlet üzerinden kullanılan elektronik sistemlerin, yeni dönemde bütünüyle devlet düzenleri içerisinde de uygulama alanına getirilen yeni yaklaşımları, e-devlet sistemleri içerisinden günlük yaşama doğru entegre edilmesinin gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktadır. Elektronik kütüphaneler ile dünya bilgi merkezlerine girerek her açıdan depolanmış bilgilerin sergilendiği merkezlerde hem insanların günlük gereksinmelerinin hem de yüksek öğretim kurumları üzerinden yurt dışı ile birlikte kurulan iletişim ve bilişim köprülerinin en hızlı bir biçimde yönlendirilmesi yapılan çalışmaların gelmekte olduğu öne çıkarılmaktadır. Elektronik devlet bir yandan kurulurken, diğer çalışma alanlarında da bu atılıma paralel olarak uyum sağlayacak adımların atılması bir büyük plan çerçevesinde gerçekleştirilecektir. Yeni dünya düzeni ve insan gereksinmeleri, küresel düzenin eski ulus devletleri desteklemesini zorunlu kılmaktadır.
Bugünün dünyasında küresel düzen bir yerlere doğru akıp giderken geçen yüzyıllardan bu yana görülmekte olan yeni yapılanmalar da bazen öne geçerek sıraya girmekte ya da yoğunlaşan iş trafiği öne alınarak normal işleyişe hız kazandırmaktadır. Yeni yapılanma süreci içinde iş hayatı, devlet düzeni ve çalışma alanları sırasıyla devreye girerek geçmişten gelen sıralı çalışma düzenlerini eskisi gibi uygulamaya çalışmaktadırlar. Elektronik düzenlerin tümüyle değiştirdiği yaşam biçimi ve çalışma düzenlerinin daha katı ve kalıcı olarak düzenlenmesiyle yeni atılımlar ile gerçekleşme aşamasına getirildiği görülmektedir. Bir devlet düzeni içinde yenilik arayanların var olan devlet düzenleri ile bu doğrultuda arayışlara kalkıştığı aşamalarda, yeni bazı konular eskisinden farklı olarak öne çıkabilirler ve bu gibi durumlarda çalışma ve üretim düzenleri farklılıklar içinde bir çıkışa yönelebilirler.
Bir Cumhuriyet devleti olarak Türk devleti imparatorluk dönemi sonrasında harekete geçerek, Orta Çağ döneminden kalma bir geri düzeni yaşarken, tarihin ilk dönemleri ile son dönemlerini karşılaştırmak durumunda olmuştur. Orta Çağ sonrası dönemde eski yapı ve geleneklerin yeniden devreye sokularak eski bir devlet modeline yönelmesi, sonraki dönemler için ön açıcı yapılanmaların devreye girmesinde olumlu sonuçlar getirmiştir. Yaşamın son derece hareketli olması ve böylesine bir durumda da çalışma düzenlerinin kurulması, yaşatılması ve geleceğe dönük olarak yeni koşulların belirleyici bir biçimde öne çıkması iş hayatı sırasındaki önemli değişikliklerin de öne çıkmasında önemli roller oynamaktadır İş hayatı ve yeni düzenlemeler her zaman için kayıt altında olmak ve makinaların bağlantısından kopmayarak yeni bir düzenleme arayışlarına her zaman için hazır olmak ve devrede olmak gibi arayışların karşılıksız kalmaması gibi gereklilikler öne geçmektedir. Bir devletin her aşamada ve her türlü şans ve hedefi dikkate alacak bir ayar içinde olmak gibi bir zorunluluğu vardır. Ayarların fabrika, işyeri, okul ya da sınıflar esas alınarak yapılması, gene her zaman için çalışan halk kitlelerini çalışan makinaların birer uzantısı olarak öne çıkarmaktadır. Cumhuriyet devleti olarak kurulup daha sonraki dönemlerde de öne çıkarak halk kitlelerine yön gösteren devlet ve toplum kesimleri, barış içinde birlikte yaşama ve hak ile özgürlüklerin uluslararası hukukta toplumun önde gelen kesimleri için usulüne uygun kalmaları gerektiği, her zaman için tüm insan hakları ile ilgili kesimlere dikkatli bir biçimde yansıtılmıştır. Cumhuriyet devletinin çatısı altında harekete geçen özel ve kişisel inisiyatifler devlet ve anayasa düzenleri içinde hak ve özgürlükleri görmek zorunda oldukları gibi, yeni dönemin koşulları içinde de siyasal ve hukuksal dengeleri kurarak hareket etmek zorundadırlar. Dünyayı modern yaşamın merkezi yapan batı uygulamaları gelecekte bütün dünyayı sarar gibi davranarak, yeni bir insanlık açılımını bugünün sorunlarını çözmek yolunda gündeme getirmelidirler. Bir toplumu siyasal bir bütün yapan sosyal gerçeklik ve siyasal toplumsallaşma devletleri siyasal gerçekliğe dönüştüren olumlu bir süreçtir.
Cumhuriyet devletleri ilkel çağlardan bu yana tarihin her döneminde ortaya çıkmış ya da kurulmuşlardır. Eski çağlardan gelen demokrasi rüzgarları çeşitli dönemlerde etkili olarak batı tipi toplumlarda belirleyici yönler ortaya koyabilmiştir. Cumhuriyetçilik akımları uzun süreli etkinliklerde bulunduktan sonra orta çağ şehir devletleri ya da bugünün koşullarında ortaya eski şehir devletlerine benzer bir yapılanmanın arayışı içine girilmiştir. Cumhuriyet devletleri ya da siyasal rejimleri ilk ve orta çağ dönemlerinden geçtikten sonra, yeni ve yakın çağlara erişmiş ve yeni dönemin cumhuriyet devletlerinde belirleyici roller üstlenerek, demokrasi ya da demokratik rejimlere karşı yeni bir denge unsuru olarak ortaya çıkmıştır. İlk çağlardan bu yana gelen tartışmaların daha çağdaş bir cumhuriyeti gündeme getirmesi çizgisinde sonuçlanması istenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bir halk devleti olarak gündeme gelen yüzyıllık bir zaman dilimini geride bırakarak, başarılı bir yeni yüz yıl ile öne çıkmaktadır. Tarih boyunca Cumhuriyet devletlerine cumhuriyetçi akımlar yön gösterince, küresel alanda demokrasilerle cumhuriyetler tek bir rejimin güvencesi altında bir elmanın iki yarısı konumunda yaşayarak demokratik cumhuriyet ya da cumhuriyetçi demokrasiler sentezi öne çıkarılarak, batı tipi rejimlerde bir denge arayışı her zaman için ön planda olmuştur. On dokuzuncu asır içinde cumhuriyetler ve demokrasiler kendi başlarına siyasal mücadeleyi yaparken, siyasal süreç içinde birbirlerine yardımcı olmak zorunda kalmışlardır. Liberalizm ve sosyalizm yeniden tanımlanırken, bu iki akım birbirlerine destek olmaya çalışan yeni bir üçüncü yol arayışına doğru yol almaktadırlar. Çağdaş cumhuriyetler aynı zamanda demokratik ülkeler olduğu için de demokratik cumhuriyetler yirminci yüzyılın siyasal sentezi olarak devreye girmektedir. Bu aşamada çok kültürlülük yeni bir demokratik çıkış gibi görünmekte ve bu doğrultuda demokrasi ile cumhuriyet arasında sentez arayışları daha da öne çıkmaktadır.
Bugünün dünyasında artık iki partili değil ama çok partili demokrasilere gidiş öne çıkmaktadır. Çok kültürcülüğe açık yeni bir demokratik cumhuriyetçilik anlayışı önümüzdeki dönemde etkili olursa, çağdaş demokrasilerin yaşadığı cumhuriyet ve demokrasi kavgaları sona erebilir görünmektedir. Özellikle cumhuriyet devletleri ve rejimleri birçok konuda batı blokuna paralel bakış açıları çizgisinde siyasal tartışmaları ele alarak hareket etmektedirler. Cumhuriyet devletleri ve ülkeleri uluslararası alanda daha etkin bir konuma sahip olarak hareket etmektedirler. Dünya konjonktüründeki gelişmeler hemen hemen her açıdan bu konudaki tartışmaların önünü açmakta ve geçmişin birikimlerinden gelen önemli düşünce açıklarının daha ileri düzeyde ele alınmalarını gerçekleştirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti asırlık bir halk ve orta boy bir devlet olarak, uluslararası alanda üzerine düşen misyonlara ve yeniliklere dünya barışı için siyaset sahnesinde sahip çıkmak zorundadır. Yeni yollar ve girişimler geleceğin tartışma ortamında ortaya çıkmaktadır. Yenilik, değişim ve dönüşüm kelimelerinin sihirli bir kurtarıcı gibi gösterilmesiyle 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti karalanmaya çalışılmaktadır. Bu doğrultuda yaşanan küresel emperyalizm sürecinde ise emperyalizm ve Siyonizm, Türkiye’nin merkezinde yer aldığı orta dünyayı küresel emperyalizmin eyaletler federasyonu ya da yeni orta çağ şehir devletlerinin bölgesel birliğine doğru sürüklemeye çalışmaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, yıllarca uğraştıktan sonra Çankaya köşküne çekilerek yapılan devrimi geleceğe dönük bir biçimde örgütlerken, en büyük eserim dediği Cumhuriyet rejimini Türk gençliğine emanet etmiştir. Ulusal kurtuluş için çeyrek asır mücadele ederek kurmuş olduğu kendi partisi varken, cumhuriyetin geleceğini partisine değil ama Türk gençliğine emanet etmesi, sonraki dönemlerde ortaya çıkan siyasal gelişmeler açısından değerlendirilmesi gereken bir siyasal meseledir. Atatürk kurmuş olduğu çağdaş cumhuriyet devletini çok kültürlü Türk milletine ya da kendi partisine değil ama Türk gençliğine emanet ederken, kendi partisine ve Türk milletinin çok kültürlü yapılarına güvenememiştir. Gençliğin temiz ve dinamizm dolu yapılanmasına umutla yaklaşarak, en büyük eseri olan Cumhuriyetin emin ellerde kalmasını istemiş ve böylece Türk gençliğine güvenerek pasif kalan toplum kesimlerini harekete geçirmeye çaba göstermiştir. Cumhuriyeti kurarken, en gerçekçi yol gösterici olarak bilimi ve fenci görüşü esas alan Atatürk, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin özünde de kültürün bulunduğunu konuşmalarında dile getirmiştir. Cumhuriyet devletimizin kurucusu; Türkiye Cumhuriyeti’nin ancak çağdaş bir cumhuriyet olarak bilim ve kültür gibi dünya bilgi birikiminin iki ana temeline dayandığını her zaman açıkça dile getirmiştir. Bilimsel ve kültürel alanda dünyanın önde gelen büyük devletleri ile yarışarak, uygar aileler topluluğunun önde gelen bir üyesi olmayı hedefleyen Atatürk önderliğindeki Türk gençliği, günümüzde Z kuşağı gibi alfabenin son harfi ile açıklanmaya çalışılan bir emperyalizm iş birlikçisi pasif bir toplumsal kesim konumuna doğru sürüklenmeye çalışılmaktadır. Küresel emperyalizm bir ulus olan Türk toplumunu, bir çağdaş devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek üzere harekete geçerken Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkılmalı ve Türk ulusu ile Misakı Milli sınırlarına güvenlik sağlanmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türkiye adına sahip çıkılmalı ve yıkılmak istenen devlet düzeni yani siyasal rejim olarak cumhuriyet korunmalıdır. Atatürk’ün gerçekleştirdiği Kemalist devrim yaşatılmalı ve yarıda bırakılmayarak tamamlanmalıdır. Emperyalizmin Türkiye’ye içeriden girmesi yüzünden yarım bırakılan devrimler gerçek anlamda ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü toplum kesimleri tarafından tamamlanmalıdır. Emperyalizme karşı ilk ulusal çıkış olan Kemalist devrim, bugün bilim dışı ve işbirlikçi kesimlerin kontrolü altına girmiş görünümü vermektedir. İki yüz civarında üniversitesi olan, ilk ve orta okullarında cumhuriyet eğitiminin okutulduğu Türkiye’de, geleceğin gençliğinin yeniden Atatürkçü çizgide yetiştirilebilmeleri için yeni çağdaş ve ulusal programlar hazırlanarak işbirlikçi ve bilim dışı çevrelerin dışarıdan destekli cumhuriyeti tasfiye programlarına Türk ulusunun alet olması kesinlikle önlenmelidir. Atatürk çizgisinde yeni bir Türkleşme programının hazırlanarak uygulamaya konulması gerekmektedir. Altı ilke ile sistemleştirilen Atatürk devriminin yeniden uygulamaya aktarılması çizgisinde devlet ve toplum içinde örgütlenme yolları geliştirilmelidir. Güçlendirilecek Türk gençliğine Atatürk’ün verdiği görevlendirme talimatları dikkate alınarak, bu doğrultuda yarım kalan devrimlerin tamamlanması gerçekleştirilmelidir. Çağdaş eğitim çizgisinde yenilikler Türkiye’ye getirilmelidir. Ekonomik alanda halk kitlelerini yoksulluktan kurtaracak, Türk halkına gerçek anlamda çağdaş bir yaşam düzeni kazandıracak bir kamusal alan örgütlenmesine acilen gidilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti doğru kurulmuş ama işbirlikçi ve bilim dışı kadrolar tarafından yanlış yönetilen bir devlet durumundan kurtarılmalıdır. Atatürk devrimi tamamlanırsa, doğru kurulmuş olan Kemalist devlet kendi çizgisinde doğru bir yönetim düzenine sahip olabilecektir. Türkler önümüzdeki süreçte ulus devletlerini ve cumhuriyet rejimini yürütebilmek için bölgesel ve küresel iş birliklerine girerek daha güçlü bir devlet rejimine doğru yönelmelidirler. İstiklal hedefli Türk devleti her yönü ile tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısı altında kurulmalıdır. Türkiye yeni dönemde emperyalist ülkeler, şirketler ve dinsel yapılanmaların ötesinde bilim ve kültür yönetimi oluşturacak bir yapılanmaya kavuşturulmalıdır. Dinci –iş adamı ittifakına karşı ulus devletler enternasyoneli kurulmalıdır.
- YENİDEN ASYA VE ASYA MİNÖR - 28 Kasım 2024
- NEDEN TÜRK İSTİKLAL HAREKETİ? - 11 Kasım 2024
- CUMHURİYET’İN KAZANIMLARINI KORUMAK - 24 Ekim 2024
- TÜRKİYE VE AFGANİSTAN - 17 Ekim 2024
- TÜRK DÜNYASI’NIN MERKEZİ: TÜRKİYE Mİ? AZERBAYCAN MI? - 25 Eylül 2024
- TÜRKİYE’NİN B PLANI: Merkezi Devletler Birliği (MEDEB) - 24 Ağustos 2024
- BÜYÜK MAKEDONYA KURULUYOR - 6 Ağustos 2024
- NORMAL MİLLİYETÇİLİK AŞIRI SAĞ OLAMAZ - 14 Temmuz 2024
- ALMANYA SİYASETİNDE TÜRKİYE - 1 Temmuz 2024
- KEMALİZM VE SİYONİZM - 13 Haziran 2024